Bekir Coşkun

Anayasa paketinin fiyongu...

10 Mayıs 2007
ANAYASA’nın bir kısmını değiştirmeye karar verdiklerinde muhtemelen Başbakan arkadaşlarına sordu: "Neresini?..."

Onlar da açıklamışlardır:

"Ortasını..."

Ve biliyorsunuz ilk değiştirme metnini milletvekillerine dağıttılar, dağıtmaları ile birlikte koşup topladılar.

Çünkü dağıttıkları başka bir şeydi.

Bu, Başbakan’ın masasında duran "Televizyon kullanma talimatı" dahi olabilirdi.

Çünkü Başbakan onu sık sık okuduğuna göre... Ve öbür eline aldığı kumanda aletinin düğmelerine basıp "Açıldı, kapandı... Açıldı, kapandı..." dediğine göre...

Ayrıca ne farkı var, kafalarındaki anayasa taslağı ile kumanda talimatının:

"Renk ayarı..."

"Kanal değiştirme..."

"Ses açma-kısma..."

"Kendin oyna, kendin seyret..."

*

Zar-zor Anayasa’nın neresini değiştireceklerini bulduktan sonra, sıra gelmişti bu paketi TBMM’den geçirmeye.

Şimdi cumhurbaşkanını seçememiş, bu yüzden erken seçim kararı almış, daha da açıkçası her bakımdan işi bitmiş bir Meclis’e, Türkiye’yi ebediyen etkileyecek bir "Anayasa değişikliği" yaptırmak istiyorlar.

Ve bu değişikliği, görev süresi dolmuş bir Cumhurbaşkanı’na imzalatacaklar, iyi mi?..

Bence ne yaptıklarını bilmiyorlar ve şaşkınlar.

Ben, tek başına ezici bir çoğunluğa sahip, ama bu kadar beceriksiz bir iktidar görmedim.

Düşünebiliyor musunuz:

Israrla "Biz bu değişikliği 25 yaşında seçilme hakkı için istiyoruz" diyen kimdi?

Başbakan...

Bu maddenin görüşülmesini engelleyip paketten çıkartan kim?

AKP...

*

Anayasa değişikliği paketinin fiyongu açıldıkça, koca ülkenin umut bağladığı bir iktidarın beceriksizliği, bilgisizliği, yetersizliği ortaya çıktıkça çıkıyor.

Görseniz de, görmeseniz de...
Yazının Devamını Oku

Sandık...

9 Mayıs 2007
CUMHURİYETİN ilk meclislerinde, içine irade-i milliye gireceği için, sandığın daha çok tahta kalınlığı ve eni-boyu üzerinde duruldu. Mebuslar "Sandığın çıtalarının mukavim olmasını" istediler.

Kimisi "Menteşeleri de mühim bir husustur" derken, kürsüye gelen mebuslardan çoğu "irade-i milliyenin heder olmaması için" önergeler verdiler:

"Sandıklara köşebent çakılması mevzuunda teklif..."

Demokrasimiz ilerledi.

Sandığın içindeki oyların güvenliği böylece sağlanmıştı ki, sandığın kendisinin güvenliği sorunu çıktı.

Çünkü az oy aldığını hisseden sandığı olduğu gibi çalıyordu.

Kimi sandık görevlileri bunun da çaresini bulup sandıkları ayaklarına zincirlediler.

Birçok sandık görevlisi sandıkla birlikte kaçırılırken, kucağında sandıkla genelevde yakalanan sandık görevlileri ya da kucağında sandıkla düğünde oynayan görevlilerin haberleri geliyordu.

Ama en büyük sorun, oy verme işlemi sırasında sandık görevlilerinin çişinin gelmesiydi.

İrade-i milliyenin tuvalete girmesi hoş değildi.

Ama demokrasimiz ilerledi.

Menteşesi-çıtası ile sandığın kendisi kavimleştirilip peşinden sandığın yeri kuvvetlendirildikten sonra, bu sefer oylar sandığa girmeden çalmanın yollarını buldular politikacılar:

Seçimden önce ayakkabıların birer tekini ya da düdüklü tencerenin sadece kapağını verip, kazanınca öbürlerini vermek gibi...

Ancak demokrasi ilerledi.

Seçmen ayakkabının teki ya da tencerenin kapağı yerine makarnasını, nohudunu, kömürünü peşin peşin istedi.

Bu sefer ölülere oy kullandırdılar.

Demokrasimiz yine ilerledi; biliyorsunuz parmak boyası çıktı...

*

Şimdi?..

Şimdi oy hırsızlığının farklı bir versiyonu ile karşı karşıyayız:

Herkes tatildeyken seçim yapmak.

Dünyanın hiçbir demokratik ülkesinde, tatil mevsiminde seçim yapılmadı, yapılamaz. Türkiye’de insanların evlerinde olmadığı 22 Temmuz’da seçim yapmak, oy çalmaktır.

Sandığın menteşesi kavim, çıta kuvvetli, sandık görevlisi tek başına çişini yapabilir, parmak boyası tamam... Ama insanoğlunun kafasının içinde demokrasi ahlakı yoksa ne yapacaksınız.

Bir yolunu buluyor.

Ve rezalet sürüyor, demokrasimiz ilerliyor...
Yazının Devamını Oku

Koyunlar kaçarken...

8 Mayıs 2007
BİLİYORSUNUZDUR, Tayyip Erdoğan becerisine kanıt olarak "koyun güttüğünü" açıklamıştı geçen seçimlerde. Halkımız açısından bu iyi bir şeydi.

En yakın rakibi Deniz Baykal her ne kadar "ben de simit sattım" dediyse de, halkımız "koyun gütmeyi" daha iyi bir "yetenek kanıtı" görmüştü bir kere.

Ki Erdoğan o günden bu yana her fırsatta muhalefet için "Bunlara üç koyun verseniz, ikisini kaybederler" diyerek kariyerini hatırlatmıştır bize.

Önceki gün haber verdi arkadaşlar:

"Erdoğan üçünü de kaybetti..."

"Koyunları mı?.."

"......!"

Cumhurbaşkanını bu Meclis’in seçeceğini söylüyordu, kaybetti... Döndü bu sefer cumhurbaşkanını halkın seçeceğini söyledi, onu da kaybetti...

Etti iki kayıp, üçüncü koyun elde mi?

Ne gezer...

En önemlisi yandaşlarını yitirdi.

*

Patronlar,
şimdiye kadar hiçbir iktidarı bu denli aralıksız ve devamlı moral vererek desteklememişti.

Artı; IMF...

AB...

ABD...

Medya...


Ve akşam akıllarına geleni sabah yasalaştıracak kadar güçlü bir parlamento çoğunluğu...

Böylesine görülmemiş desteğe rağmen sıra "devlet adamlığına" ve "zor günlerde ülkeyi yönetmeye" geldiğinde, Tayyip Erdoğan "koyun gütmekle devlet yönetmek" farkını gösterdi.

Koyunları kaybetti çoban...

*

Tayyip Erdoğan ve arkadaşları, Türkiye’yi yönetemezler.


Çünkü başarının ilk şartlarıdır:

Samimiyet...

Dürüstlük...

İçtenlik...


Bir laik rejimin nimetlerinden faydalanıp, onun görkemli koltuklarına oturmak... Ama rejimin tüm kurumları ve kavramları ile kavga ederek o laik rejimi yıkmaya kalkmak, zaten başarılı olamazdı.

Ve sonuçta....

Kaçtı koyunlar.
Yazının Devamını Oku

İnsanlar ve hayvanlar...

6 Mayıs 2007
"ARI" ile "at" birleşti. "At" bal yapamaz, "arı"ya binilemez. Ama ikisinin birleşmesinden doğacak "verimlilik" büyük olacak diyorlar.

Sol’da birleşme olmuyor.

Çünkü "güvercin"in yok olmasından korkuyormuş arkadaşlar.

Baykal ona yer buldu:

"Güvercini yaşatmak istiyorsanız, getirin onu altı okun arasına koyalım, olsun-bitsin."

*

Pazar günleri bu köşe, dünyayı paylaştığımız hayvanların ve doğanındır.

Bunu yapamadığım zaman, uzaklarda sokağa atılmış bir kedi yavrusunun hakkını yediğimi, onun bir çöp bidonunun arkasına sinip bana sitem ettiğini düşünürüm.

Haftanın bir günü olsun onları savunacak bir yazı yazılmamışsa, yavruları elinden alınmış, mutsuz, ağlayarak bebeklerini arayan bir anne köpeğin gözleri gözlerimin önüne gelir, canım sıkılır.

İki haftadır büyük siyasi gelişmeler, mitingler, muhtıralar ortamında, iki çocuğundan birisini tercih etmesi istenen anne gibi çaresizim.

*

Neyse ki geçen hafta bu köşedeki "Deve kesilmekten kurtuldu" sayılır, bu hafta "at" ile "arı" birleşti, "güvercin"e yer arıyoruz.

Pekiiii...

Niçin siyasi partilerin amblemlerinde hayvanlar var?

Çünkü; onların saflığını, temizliğini, dürüstlüğünü hiçbir şeyde bulamadılar.

Diyelim ki amblemlerine parti büyüklerinin kafasını koysalardı...

Olmazdı.

Onlar hayvanlar kadar "sevgi" taşımıyorlar.

Hayvanlar kadar "güvenilir" değiller.

Diyelim ki bakıyorsunuz; parti başkanının kafası gözüküyor...

Ne alakası var?..

*

Aslında doğa ve hayvanlar bize yol da gösterirler.

Dün Manisa’da, Çanakkale’de, Marmaris’te oluşturulan, her rengin yer aldığı "çiçek tarlaları" kadar "uyanışı" başka ne anlatabilirdi?

Ya da "Yuvayı yapan dişi kuşların" şimdi ulusu ulus yapma azimlerini nasıl göremezsiniz?..

İyi bakın; ormanın niye orman olduğuna, nehirlerin niye denize aktığına, özgürlüğün adına niye "kuş gibi" denildiğine, aslanın saygınlığına, koyunların sürülüğüne...

Onlardan öğrenecek çok şey var.
Yazının Devamını Oku

Siz evde yokken...

5 Mayıs 2007
AKP’nin genel seçimleri 22 Temmuz’a almasının tek nedeni var:<br><br>Çağdaş yaşamı olan, tatile-denize giden insanların oy kullanmasını engellemek... Deniz kıyısında oturup "memleketin durumunu" düşünmenin ne demek olduğunu ben bilirim.

Çünkü nerede olursa olsun okurlarım beni görünce akıllarına "memleketin durumu" gelir. Diyelim ki havlusunun altında uyukladığını sandığım okurlarımın ani soruları ile irkilirim:

"Memleketin durumu nasıl?.."

Ve ben plajda-kumsalda olsun her zaman onlara uzun uzun "memleketin durumunu" anlatırım.

Unuttuğum "memleketin durumu" olursa, muhterem karım, güneşin zararlı ışınlarına karşı salatalık dilimi konulmuş sağ gözünü kapalı tutarak hatırlatır:

"Şimdi buradan SSK emeklisinin durumuna geçiyorsun..."

*

Bu sene "memleketin durumunu" düşünmek size düşüyor.

Tam 22 Temmuz’da "memleketin durumunu" düzeltmek için kıyılardan, tatil beldelerinden, yazlıklardan, yerleştiğiniz pansiyonlardan, belki de özlemle gittiğiniz memleketten, baba ocağından kalkıp eve gelmek ve oy kullanmak zorundasınız.

Çünkü AKP sizin oy kullanmanızı istemiyor.

Bir okurum "Benim 77 yaşında babam, 71 yaşında annem var. Onları o sıcakta nasıl İstanbul’a getirip, tekrar götürebilirim. Şimdiden ’Biz oy kullanacağız’ diye tutturdular..." diyor.

Peki; tatil için zar-zor parasını denk getiren kaç aile o yolculuk için ekstra harcama yapabilir.

Bayram tatillerinde yollarda can verenleri anımsayın.

Yüzlerce insanın ölmesini şimdiden bilmek ve göz yummak, o yasanın hangi satırının altında gizlidir?..

*

Bu adamlar demokrat falan değil.

Toplumun aydınlık, çağdaş, modern yüzünden korkuları var ve onları sandıktan uzak tutmanın yolunu buldular.

O kadar...

Bir gece baskını kararla, "kaçtılar" korkusundan "olmaz" diyemeyen muhalefetin desteği ile, arkalarına türbanlılar ordusunu ve "deniz-tatil-turizm" sözcüklerinden nefret eden seçmenlerini alarak, iktidarlarını sürdürmeyi düşünüyorlar.

Seçim yapacaklar...

Siz evde yokken...
Yazının Devamını Oku

Bir büyük Türk büyüğü...

4 Mayıs 2007
BENCE Bülent Arınç, Manisa meydanında havada yakaladığı 70 küsur mesir macununu kendisi yedi. Ki o sabah kalkınca açıkladı:

"Yenisi seçilinceye kadar Çankaya’da ben oturacağım..."

Söyledi, söylediğine kendisi de sevinip mutlu mutlu güldü. Ve gazetecilerin yüzlerine tek tek baktı.

Bu gazeteci milletinin yüzü duvar gibidir.

Arkadaşlarımızın kimisi, bir teki büyük ayakkabı almış gibi mutsuz öyle baktılar.

İşte o zaman Arınç kanıtını çekti ve Anayasa kitapçığını medyaya gösterdi:

"Değerli arkadaşlar, bakın kitap (Anayasa) şöyle diyor..."

(.......)

Biliyorsunuz; bizim Anayasamız her başvurana en az üçer "olumlu", üçer "olumsuz" hüküm sunan, yeryüzünün tek "her okuyana göre değişebilen" anayasasıdır.

Diyelim ki, "orman arazilerinin korunması" maddesi de vardır, "orman arazilerinin satılması" maddesi de... "Demokrasinin üstünlüğü" maddesi de vardır, "darbe yapanların yargılanmayacağı" maddesi de...

İşte Arınç mesir macunlarını yiyip bir de bu Anayasa’yı okuyunca, Çankaya’da biraz olsun oturma keyfiyle türkülü mırıldandı:

"Mini mini karınca

Memleketin ihtiyacı var Arınç’a..."


*

Arınç, "büyük Türk büyükleri"
nden birisidir.

Biliyorsunuz; AKP’li bakanlar, yöneticiler dahi "Olmaz... Sen biraz olsun orada oturamazsın" dediler de...

Olsun...

Ben Arınç’ın bu ülkeye, demokrasimize ve milletimize birçok iyilik yaptığına inanırım.

"Çankaya’ya dindar birisi çıkacak" diyerek, aslında büyük bir tezgáhı gözler önüne seren o’dur.

Aslında Arınç; AKP ve çanakçı medyanın gizlemeye çalıştığı gerçek yüzü sık sık ortaya çıkartan kişidir.

Nitekim onun bu aydınlatma yeteneği AKP’lileri kızdırmıştır ve tepki toplamıştır.

Ben Arınç’ın bu açıdan önemli bir şahsiyet olduğuna inanırım ve her an, her konuda konuşmasını isterim.

Ki bakalım ne oluyor.

Sağolsun, varolsun...

Böyle "büyük Türk büyükleri" vardır.
Yazının Devamını Oku

Göbeğini kaşıyan adam...

3 Mayıs 2007
O göbeğini kaşır.<br><br>Göbeğinin tombik olması ona mutluluk verir, çünkü bu yaşamın tadını çıkarttığı anlamına da gelir. Ayağını altına alıp oturur.

Elinde bayraklarla yürüyen kadınları görünce "Ne vınaklıyo bunlar len..." diye kızar.

"Haberleri" sevmez.

O "Ti-Vi eğlence programına" bakar.

Dünyada neler olup bittiği konusunda, bildiği tek dış politika yorumu "İngiliz yaman olur" görüşüdür.

Kitap okumaz.

Çok da gerekiyorsa "Bi bakıver kitap ne diyor?" diye sorduğu bir "hoca"sı vardır.

Gazete bilmez.

İlgi duyduğu tek gazete, turşu kavanozlarının altına serdiği geçen senenin gazetesidir.

Liderlerle ilgili en kapsamlı düşüncesi "Müslüman adam", demokrasi ile ilgili tek fikri ise "Çalsın ama iş yapsın"dır.

Sonra göbeğini kaşır...

*

İşte; Tayyip Erdoğan’ın bir anda "Her şey için sandık" derken, güvendiği adamdır o...

Büyük kentlerde her partiden, her yaştan, her meslekten, her görüşten, her kesimden milyonlar meydanlara dökülürken... Eski-şimdiki cumhurbaşkanları, üniversiteler, akademisyenler, yüksek mahkemeler, askerler, sivil demokratik örgütler "endişelerini" dile getirirken... Dünya medyası "Türk halkı siyasi İslam’a dur dedi" kanaatine varırken...

Tayyip Erdoğan’ın güvendiğidir o:

Göbeğini kaşıyan adam...

*

Atatürk’ün kızları al bayraklarla yürürken, bu ülkenin aydınlık yüzlü erkekleri meydanları doldururken, çocuklar annelerinin-babalarının elini tutup yarınlarına şimdiden sahip çıkmaya kalkarken...

Göbeğini kaşıyan adam uzakta bıyık altından güler.

Ve sandık ortaya konulduğunda...

Göbeğini kaşıyan adamın dediği olur.

Çünkü demokrasi, bilinçte aşağı-yukarı eşit insanların rejimidir. Bir toplumun çoğunluğu "göbeğini kaşıyan adam" ise, orada demokrasi olmaz, olamaz...

Tayyip Erdoğan işte ona güvenir:

Göbeğini kaşıyan adama...
Yazının Devamını Oku

Enteresan vali...

2 Mayıs 2007
VALİ "İşçiler geliyor..." diye kalkıp kapıya kadar koşup masasına geri döndü.<br><br>Ben böyle vali görmedim. Dün 1 Mayıs İşçi Bayramı’nda yakalanan suç aletlerini sayıyor:

"İki kar maskesi..."

Söyler misiniz; on binden fazla kişi iki kar maskesini nasıl takacaklardı dersiniz?

*

Bu vali enteresan.

Diyelim ki futbol maçlarından sonra Taksim’de eğlence toplantıları yapılabiliyor. Yılbaşı eğlencesi de yapılıyor, şarkı yarışması şenlikleri de...

Ama 1977’de arkadaşları öldürüldüğü için orada "anma toplantısı" yapma hakkı en çok olan işçilere yasakladı Taksim’i.

Enteresan bir vali.

O sokaklar kapkaççılara açıktır.

Otoparklar mafyanındır.

Köşebaşları uyuşturucu satıcılarının.

Geceleri hırsızlara geçer İstanbul.

Çeteler, şebekeler, suç örgütleri parsellemiştir İstanbul’u.

Ama işçilere yasak...

*

Ormanlarını çalıp "kent"ler kurdular, Vali duymadı.

Surlarını, antik kalıntıları çaldılar.

Her an yağmalanır şehir.

Koruluklar, yeşil alanlar gitti.

Tüm bunlardan Vali’nin haberi hiçbir zaman olmadı.

Ama anlı açık, emeği ile yaşayan, namuslu işçiler Taksim’e gelmeye kalktıklarında Vali "İşçiler geliyor..." diye koştu.

*

Ve önlem aldı Vali:

Metro kapatıldı.

41 okul tatile sokuldu.

Trenleri, vapurları, tramvayı, otobüsleri, özel otomobilleri durdurdu vali, ki içindekiler de durmuş olsunlar.

Yüzlerce kişi gözaltına alındı, çok yaralı var, kimse işine gidemediği gibi evine de dönemedi.

Bebekler biber gazından zehirlendiler.

Kısacası rezalet oldu İstanbul.

Vali bunu niye yaptığını açıkladı:

"Kamu düzeni için..."

Ben bu kadar enteresan bir vali görmedim...
Yazının Devamını Oku