7 Haziran 2007
NE zaman bir şehit cenazesine baksam, ya bir kasketli yoksul baba, ya da yazmalı yoksul bir annenin ağladığını görürüm. Bir politikacının ağladığına tanık olmadım.
Bir zenginin...
Bir bürokratın...
Bir bakanın, bir milletvekilinin...
Bir ünlü gazetecinin, ya da bir diplomatın ağladığını hiç mi hiç görmedim.
*
Bu yazı "insanların kafasını bulandırmak, vatandaşları yüce değerlerden soğutmak için" yazılan bir yazı değildir.
Bir çözümü getirecek tespittir bu:
Kimliksiz dış politikaları savunanların çocukları o dağlarda olsaydı, onurlu dış politika istemleri bu denli gecikir miydi?
Diyelim ki büyük patronlar, diplomatlar, bakanlar, milletvekilleri, paşalar, yüksek bürokratlar, ünlü gazeteciler, uykusuz gecelerde cep telefonlarıyla dağlardaki çocuklarını arayıp, onların bir kurşuna kurban gitmemeleri için dualar okusalardı...
Teslimiyetçi politikaları onaylarlar mıydı?..
Kuzey Irak’ta terör kamplarını barındıran ABD’nin oyunlarına... PKK’nın finans kaynaklarını barındıran ve kanlı yayınlarını destekleyen AB’nin ihanetine...
Ama en önemlisi:
Dağlardan tabutlar inerken, AKP gibi iktidarların kimliksiz, pısırık, tepkisiz, umursamaz tutumlarına sessiz kalabilirler miydi?..
Dolarlar gelecek diye, fidanların ölmesine göz yumabilir, istikrar(!) bozulmasın diye iktidara çanak tutabilirler miydi?..
*
Ama ne yapacaksınız?..
Bir tekinin çocuğu o dağlarda değil.
Bu nasıl oluyor, nasıl beceriliyor, bilemem...
Çoktandır köylerde anneler ağlaya ağlaya "askerimiz fakirdendir" türküsünü söylerler.
O yaban güvercinleri, o şehitler-gaziler hiç kimsenin sahip olamayacağı bir şerefi, hiç kimsenin yükselemeyeceği bir yüceliği, hiçbirimizin erişemeyeceği bir gururu, önce kendi boyunlarına, sonra yoksul evlerinin duvarlarına asarlar.
Yine de benim sorum var; o karanfil karanfil tabutlar geldiğinde, arkalarından ağlayan bir bakan, bir milletvekili, bir diplomat, bir patron, bir gazeteci, ünlü görmedim otuz yıldır.
Neden?..
Yazının Devamını Oku 6 Haziran 2007
BİZİM politika otobanında trafik yoğun. Anavatan Turizm A.Ş. ile Doğruyol Nakliyat Ambarı’nın sağ şeritte sefere çıkartmak istedikleri çift dingilli işi olmadı.
Mesut Yılmaz ön kapıdan biniyor gibi yapınca, Anavatan Turizm A.Ş. yolcuları arka kapıdan indiler.
Böylece Mehmet Ağar Kaptan, amblemin ortasına koyduğu o tek beygir gücü ile yarışacak.
Genel kanı; merkez sağ şeritteki bu iki partinin de barajda ya da garajda kalacakları.
*
Sol şerit:
CHP’nin halk otobüsünün arkasına DSP römorkunu bağlayıp, böylece ortaya çıkacak "körüklü" ile kapasiteyi artırma arayışı, "arka arka yerine üst üste koyalım" formülü ile çözüldü:
Böylece iki katlı otobüsün üst kattaki ön sıralarını (yazıhanede içi dolu kasanın başında kalmayı tercih eden Zeki Sezer dışında) DSP’lilere verdiler.
Her ne kadar direksiyonları ve frenleri olmasa da mutlular.
*
Genç Parti’nin okul servisi, bu sefer İbrahim Tatlıses’li hizmeti deniyor, ki yine garajda kalmasın...
Sağ şeridin en sağında seyreden Saadet Hac Turizm’de ise kaptanlık koltuğuna Recai Kaptan ile Erbakan’ın kucak kucağa oturması daha uygun görüldü.
Devletin mazot desteği olan bir trilyonu cebe indirdiği için ehliyeti elinden alınan Erbakan’ın, YSK’nın ilk trafik kontrolünde aşağı indirileceği söyleniyor.
*
AKP İtikat Turizm-Pazarlama-Taahhüt ve Denizcilik A.Ş.’ye gelince:
Kasımpaşalı Tayyip Kaptan, en sağ şeritten ortanın sağına geçmek için sinyal verirken, cam kenarlarına da Ertuğrul Günay gibi yolcuları oturtarak ve açık başlı hostesler kullanarak müşteri (esnaf dili ile; ördek) çekmeye çalışıyor.
Bilirsiniz.
Otobanın geri geri giderek öne geçen tek aracı bu AKP İtikat Turizm-Pazarlama-Taahhüt ve Denizcilik A.Ş.’dir.
Ters monte edilmiş koltuklarda oturanlar ileri ileri gittiklerini zannetseler de...
Ve 22 Temmuz durağına doğru otoban toz duman...
Cümleten hayırlı yolculuklar.
Yazının Devamını Oku 5 Haziran 2007
DÜN adaylar açıklandı.<br><br>Sizi temsil edecek insanlardan bir tekini dahi siz bilmiyordunuz, bilemezdiniz. Dün bu belli oldu.
Bir koşu birer gazete alıp ya da Ti-Vi haberlerinde kulağınızı dört açıp sizi kimin temsil edeceğini öğrenmeniz gerekiyor.
Bu demokrasi değil.
Soytarılık...
Seçilecek olanlar da keza bir koşu gazete almak ya da Ti-Vi haberlerine kulak kabartmak zorundalar.
Çünkü onlar da sizinle birlikte neyi-kimi temsil edeceklerini öğrenecekler.
Birilerini "temsil" edeceklerini biliyorlar da, kimi temsil edeceklerini bilmiyorlar.
Diyelim Yozgatlıları mı, Çorumluları mı, İstanbulluları mı, Ankaralıları mı, belli değil...
Bu; parası ve iradesi olmayanlara, hukuk varmış gibi gözüksün diye, mahkemenin avukat ataması gibi bir şeydir ki...
Kandırmacadır...
*
Dün Ankara böyleydi.
"Temsilci" olduğu belli olanlar, neyin-kimin "temsilcisi" olduklarını öğrenmek için koştular.
Bu Türklere özgü bir "demokrasi"dir.
Seçilenleri, partilerin genel başkanları seçtiği için, onlar her zaman genel başkanlara minnet ve şükran duyarlar.
Halka değil...
Halka, sadece genel başkanların belirlediklerini onaylayarak işe "demokrasi" süsü verme düşer.
İşte; dünyanın en güzel coğrafyasında yer alan Türkiye’nin kara yazgısını yenememesinin nedenidir bu:
Demokrasinin asla "demokrasi" olmayışı...
*
Koyu takımları çekmiş, pancar mendilleri sarkıtmış, bıyıklı ve göbekli "temsilciler" neyin ve kimin temsilcisi olduklarını öğrenmek için dün saat 17.00’yi beklediler:
"Beyfendi sizi koydular mı?..."
"Koydular ama nereye koydular o belli değil..."
"Olsun, koysunlar da..."
Dün Ankara böyleydi...
Yazının Devamını Oku 3 Haziran 2007
MUHTEMELEN bu yazı yazıldığı saatlerde ayrılan, biri çocuk, öbürü köpek iki dostun öyküsüdür bu: Ege henüz doğmadan, babası-annesi Buddy’yi almışlardı.
Eş-dost "Çocuk doğacak, köpeği verin" diyordu. Ancak Tütüncü çiftinin doktorları, "Sağlığına en düşkün Avrupalıların evlerinde, çocuklar ile köpekler-kediler birlikte büyürler. Bizde çocuk hastalıkları ve kayıplar çok yüksektir, oralarda sıfır. Tam tersine Batılılar gibi çocuğunuza sevgiyi-dostluğu-sorumluluğu köpeği ile öğretin" diyordu.
Öyle yaptılar.
Ege ile Buddy birlikte büyüdüler.
Ege, Buddy’nin sırtına tutuna tutuna, tüylerine yapışa yapışa yürümeyi öğrendi.
Babaları Raşit’in yolunu birlikte beklediler.
Anneleri Aysun’un canını birlikte sıkıp, kavanozları birlikte devirip, sonra onun dizlerinde birlikte uyukladılar.
*
Ege büyüdü.
Ama Buddy yaşlanmıştı ve hastaydı, arka ayakları artık tutmuyor, yürümekte zorluk çekiyordu.
Bu sefer Ege onu yürütmeye başlamıştı.
Onu sevdiği köşelere taşıyor, yemeğini yerken, suyunu içerken destek oluyor, dostunu asla yalnız bırakmıyordu.
Bundan birkaç gün önce Buddy ağırlaştı.
Muhtemelen bu yazı yazıldığı saatlerde ayrıldılar. Buddy son kez baktı Ege’ye her şey için teşekkür ederek... Ve Ege dostunun başını okşayarak, gizli gizli ağlayarak uğurladı köpeğini.
*
Öğretmeni benimle röportaj yapma görevi verdiğinde, elinde bir demet çiçekle tanıdım Ege’yi.
O zeki, kararlı, renkli bakışlarını, köpeğinin adı geçince dolan gözlerini hiç unutmayacağım.
O belki yarın doktor, yargıç, mühendis olacak...
Belki kaymakam, vali, belediye başkanı...
Belki bir işadamı, belki başka bir şey...
Ama ne olursa olsun, yüreğinde sevgi, dostluk, merhamet olacak. Yaşam hakkı onun için her zaman kutsal sayılacak.
Sorumluluk duygusu asla eksik olmayacak Ege’nin yüreğinden.
Köpek dostundan öğrendiği; dayanışma ve güçsüze el uzatma gibi yüce duyguları olacak.
Yakında gözyaşlarını silecek, yanında her zaman Buddy’sini hissederek iyi insanların gururuyla yürüyecek Ege...
Yazının Devamını Oku 2 Haziran 2007
ELİ kulağındadır, yandaki komşulara girdi, soyulma sırası bize geldi sayılır.<br><br>Bu günlerde hırsız evimizi soyacak. Oturup konuklara "Sıramız geldi..." diye haber veriyoruz:
"Devre mülk mü?..."
"Hayır, hırsızın evimizi soyma sırası..."
Böyle devlet olunca, hırsızın evimize girmesi ve bizi soyması kaçınılmazdır.
Sonra hırsızın evimize girdiğinde nelerimizi çalacağının listesini hazırladık, açıklıyoruz misafirlerimize:
"Bir cep telefonu, arabanın anahtarları, iki küpe, yüz lira kadar ye te le, otuz dolar, buharlı ütü..."
Muhterem karım "Buharlı ütüyü çalmasa, yerine saç kurutma makinesini koysak olmaz mı?" diyor.
*
Mutlulukla İstanbul polisinin "Güven Timleri" kurduğunu okuyorum.
Ayakkabı boyacısı, çiçekçi, simitçi, piyangocu kılığında polisler medyaya gösterildi, bunlar hırsızları, gaspçıları, kapkaççıları yakalayacaklar.
İnsan tanınmamak-gizlenmek için kılık değiştirmez mi?..
Bunlar tanınsınlar diye medyayı çağırıp poz veriyorlar.
Siz hiç "Ben bu kılığa gireceğim" diyen "kılık değiştiren gizli polis" duydunuz mu?
Bu akılla hırsızlık, gasp, kapkaç önlenebilir mi?
*
Biz hırsızı bekliyoruz.
"Hırsızın götürecekleri" listemiz hazır.
Bizim muhterem "O sevmediğin paltoyu durup durup listeye sokma... Kaç kez geldi, götürmedi..." diyor.
Bugün-yarın gelir.
O sabah kalktığımızda benim "Aaaaa... Evimize hırsız girmiş..." şeklinde başlayıp, sonra neler söyleyeceğim de belli.
Nikáh şahitliklerinde yaptığım özlü konuşmalar gibi, kimi ilaveler ve çıkartmalardan sonra, son şekliyle...
Polisin-jandarmanın gelip ne diyeceği de...
Hırsızın asla yakalanmayacağını da belli.
Zamanı geldi.
Bu günlerde evimize hırsız girecek.
Yazının Devamını Oku 1 Haziran 2007
BEN hiç böyle seçim yatırımı görmemiştim:<br><br>Bedava sünnet... Çaya, pancara, fındığa, fıstığa desteği uygun görmeyen IMF, bu minik aletin ucuna yapılan yatırıma karşı çıkacak değil.
Milli irade etkilenir mi bundan?
Etkilenir.
Milli irade, çocukların pipisinin ucunda tecelli edecekse, ne diyeceksiniz?
*
Türklerin, yakaladıkları ecnebiyi yatırıp sünnet ettirme ve ağlamakta olan "Hans"ın adını "Hasan" koyma eğilimleri böylece ilk kez bir parti politikası bazında kendini gösteriyor ki, bu ancak AKP’nin aklına gelebilirdi.
Biliyorsunuzdur; Tayyip Erdoğan’ın düşüncesi aslında Cumhurbaşkanı’nın yetkilerini kesmekti.
Bunu yapamadılar.
Bunun üzerine Anayasa’yı "ehl-i sünnet" yapma girişimi başladı. Özellikle anayasanın "laiklik ilkesini" ucundan kesip alma çabası başarısızlıkla sonuçlandı.
Peşinden "Oldu da bitti maşallah..." nidaları arasında Çankaya’ya "dindar birisini" çıkartma çabasına giriştiler.
Başaramadılar...
İşte o sırada "Paşa’yı yakalayın..." denildi...
Olmadı...
Son birkaç gündür başta Anayasa Mahkemesi olmak üzere yargıyı kucağa oturtup sünnet ettirme girişimini izliyorsunuz.
Yine olmuyor...
*
İşte; bu devleti ve devletin kurumlarını "ehl-i sünnet" konumuna getiremeyince, demek ki akıllarına geldi:
Vatandaşın pipisi...
Ve bildiğiniz gibi önceki gün açıkladılar:
Sünnet bedava...
Yani toplumun cahil kesiminin ağzına şekeri doldurup, ak oylarını alma girişimi...
Holdinglerin, yabancı sermayenin, Arap şeyhlerinin, özelleştirme avantacılarının kazançlarında mutlu düzenlemeleri daha iktidara geldikleri günlerde yaparken, sünnetin bedava olmasını seçime günler kala akıl etmeleri size tuhaf gelmesin.
Arkadaşlara yakışan ve onun seçmenlerine uygun bir şeydir bu:
Seçim rüşveti olarak bedava sünnet...
Yazının Devamını Oku 31 Mayıs 2007
DYP’liler CHP’ye, CHP’liler AKP’ye, AKP’liler DP’ye, DP’liler bilmem nereye gittiler.<br><br>Yer kaygan... Zemin kaypak...
Kendi ideolojisini terk edip tamı tamına karşı görüşe geçen insan biraz olsun utanmaz mı?..
Ama bunlar tören düzenliyorlar.
Yıllarca kendi seçmenine yalan söylemiş, kimliğini gizlemiş, eleştirdiği-karaladığı karşıt partiye geçip oturmuş birisinin, insanlardan saklanması gerekirken...
*
Pekiii...
Partiler niye bu insanları alıyorlar listelerine?
Çünkü siyasi partiler de aslında "olmaları gerektiği gibi olmadıklarını" kanıtlamaya çalışıyorlar.
AKP; öyle fazla "dinci" olmadığını kanıtlamaya çalışıyor...
CHP; aslında öyle "solcu" olmadığını...
DP; öyle fazla "sağcı" olmadığını...
Bu yüzden tamı tamına karşı görüşten birilerini alıp, tören kürsüsüne çıkartıyorlar ve bizlere anlatmaya çalışıyorlar:
Aslında olmaları gerektiği gibi olmadıklarını...
*
Yer kaygan...
Zemin kaypak...
Düşünebiliyor musunuz; CHP Genel Sekreteri Ertuğrul Günay AKP’de...
Oysa her kongrede o benim genel başkan adayımdı ve herkese anlatırdım:
"Bu Ertuğrul Günay var ya, tamı tamına sosyal demokrattır... Bunun gibisi bulunamaz... İlkeli, sağlam, cumhuriyetçi..."
Sen kalk AKP’ye git.
İtiraz edenlere her zaman kızmışımdır:
"Öyle demeyin ama... Tutarlı bir defa... Doğrusu böyle solcu az bulunur... Aha işte buraya yazıyorum..."
Dünkü gazetelere baktım; AKP’ye geçmiş "Tayyip Erdoğan selamı" veriyor.
*
Adaylar birkaç güne kadar kesinleşecek.
Seçim bölgenizdeki adaylara bakın... Eğer bu "dönenlerden" aday varsa listede, o partiye oy vermeyin...
Verirseniz "İlkeli, dürüst, samimi, size kazık atmayacak, ahlaklı politikayı" isteme hakkınız olmaz...
Olamaz...
Yazının Devamını Oku 30 Mayıs 2007
DÜN Hürriyet’in manşetindeki Abdullah Gül röportajını okuyunca, daha da emin oldum: Kimi AKP’liler türbandan kurtulmak istiyorlar.
Ama kurtulamıyorlar.
Gül’ün Ertuğrul Özkök ile Enis Berberoğlu’na söylediği "Ben de baştan beri söylüyorum, türban daha modern olabilir. Cumhurbaşkanı seçilseydim, benim de, eşimin de daha farklı bir üslubu olacaktı. Bu gibi hassas süreçlerde eşlerin de sorumlulukları var ve Hayrünisa Hanım bunun bilincinde" şeklindeki sözler bunu doğruluyor.
Demek ki ne:
- Türbanın şeklini değiştirmek gerek.
- Türbanlı eşlere bu sorumluluk düşüyor.
- Gül, cumhurbaşkanı seçilseydi, eşi bunu gerçekleştirecekti.
*
Türbandan kurtulmak istiyorlar.
İş kalıyor türbanın yerine "farklı bir üslup" bulmaya:
- Nadire İçkale stili olabilir.
- Küçültülmüş ve bloke edilmiş türbanın yaratıcısı Ahsen Hanım stili de olsa olur.
- Remziye yöntemi; bunu üniversiteli kızlar uyguluyorlar. Kendi saçının üzerine türban, türbanın üzerine kendi saçından çok daha görkemli, hoş ve alımlı peruk...
- Ümit Boyner-Lale Mansur yöntemi; bıyık takıyorsunuz. Bıyık türbanı nötr kılıyor.
- Nazlı Ilıcak stili; türbanı yanındaki takıyor. O devamlı türbanın yüceliğinden ve faziletinden söz ettiği için, sanki türban onun kafasındaymış izlenimini veriyor.
Ne bilelim biz?
*
Kim ne derse desin; bu dönemde yaşanan türban sorunu, bir devlet sorunudur.
Çünkü; türban, laik cumhuriyetle kavgalı, onu ezmek isteyen bir siyasi kadronun simgesidir.
AKP’nin ikinci adamı ve cumhurbaşkanı adayının dilinden duyduğunuz bu türbandan kurtulma niyeti, Anayasa değişikliği kadar önemli, ancak "Anayasa Değişikliği Paketinde" yer almayan bir eğilimdir.
Türbandan kurtulmak istiyorlar.
Ama çağdışı her eğilimi savunanların eninde sonunda başlarına geldiği gibi...
Kurtulamıyorlar.
Yazının Devamını Oku