Bekir Coşkun

Sincabın oy hakkı yok...

8 Temmuz 2007
FARKINDA mısınız; siyasi partilerin dillerinde çevre-doğa yok...<br><br>Seçim bildirgelerindeki birkaç göstermelik satır dışında denizler, göller, ırmaklar, ormanlar, yaylalar, sulaklar onları ilgilendirmiyor. Eğer sincapların oy hakkı olsaydı, "Aziz ve muhterem sincap hemşerilerim..." diye başlayacaklardı.

Ya da "Kıymetli eşek kardeşlerim..." diye.

Ama leyleklerin, turnaların, kedilerin, yunusların, ceylanların oy verme olanağı ne yazık ki bulunmuyor.

* * *

Oysa gelişmiş demokrasilerde siyasi partiler her zaman doğaya ve çevreye ayrı bir önem verirler.

Niçin?..

Çünkü sincabın oy hakkı olmasa da, onu sevenlerin ve onu ağaçlarda görmek isteyenlerin oy hakkı vardır.

Ama asıl önemlisi:

Dili ve oy hakkı olmayanlara önem veren bir siyasi anlayışın, yoksul, savunmasız, güçsüz insanlara hayda hayda sahip çıkacağını bilirler.

Bir zihniyettir bu...

Bir kedinin ya da bir gölün dahi hakkını savunan siyasi zihniyetin yüceliğini, samimiyetini, içtenliğini ayırt eder çağdaş insan...

* * *

Bizde tersine; seçim demek doğa-çevre için felaket demek...

Kentlerin çevresindeki yeşil alanların gecekonduculara peşkeş çekilmesi demek... Denizde ve karada kaçak avlanmaya göz yummak demek...

Ormanların yakılması-açılması demek...

Sokak hayvanlarının itlafı demek...

Köylünün anız yakmasını görmezlikten gelmek demek...

Göllerin ve sulak alanların kurutulup oy karşılığında köylülere dağıtılması demek...

* * *

Bu yüzden de bu demokrasi bizi tüketiyor.


Yavaş yavaş en değerli varlığımız, yaşamımızı borçlu olduğumuz doğayı-çevreyi kaybediyoruz.

İçinde ırmakların da, sincapların da olduğu yaşamın tümünü değil, sadece oy verme hakkı olanları hesaba katan siyasi partilerin samimiyetsizliği... Demokrasinin yağma ve talanla yürümesi...

Dünyamızı, geleceğimizi, bizi bitiriyor.
Yazının Devamını Oku

Seçim otobüsü(!)...

7 Temmuz 2007
BENCE demokrasinin vazgeçilmez unsuru sayılan seçimler, biz Türklere farklı imkánlar sunuyor. İşte; seçim otobüsü haline getirilmiş araçta kadın pazarlayıp fuhuş yaptırmak, yeryüzünde bir başka ülke vatandaşının aklına gelmeyecek şeydir...

Birincisi; polis "içinde parti büyüğümüz vardır" diye sataşmıyor. Memur "tayin işi için" içeri girip, "parti büyüğünün" elini öpmeye kalkmadıkça sorun yok.

İkincisi; verilen "yatırım" sözünün anında tutulduğu tek seçim otobüsüdür bu seçim otobüsü. Ya da "ileri hamlenin" gerçekleştiği tek yer.

Üçüncüsü; vatandaşın bir parça olsun kendisinin de "iktidar"a sahip olduğunu hissetmesi açısından en isabetli seçim.

*

Nitekim bu seçim otobüsünün pazarlamacı siyasetçisinin (!) orada toplanan vatandaşlara şu gibi konuşmalar yaptığı kuvvetle muhtemeldir:

"Aziz ve muhterem hemşerilerim... Bugün burada toplanmamızın nedeni kucaklaşmaktır... Birbirimizi kucaklayalım... Bakınız rakiplerimiz küreselleşmeden söz ediyorlar. İkide bir küreselleşme, küreselleşme diyorlar... Küreselleşme istiyor musunuz?.."

Seçim otobüsünün çevresindeki kalabalık bir ağızdan:

"İstiyoruz..."

"Size bir büyük, iki küçük küre ile en elle tutulur küreselleşmeyi kim temin edecektir?..

Meydandakiler:

"Bu parti..."

Seçim otobüsü siyasetçisi:

"Pekiiii... Bu kötü düzene son vermek için çıktık yola. Siz bizzat düzenin kendisi olmak istemez misiniz aziz vatandaşlarım?.."

"İsteriz..."

Seçim otobüsünün lideri:

"Arkadaşlar... Her seçimde size söz verdiler ama seçimden sonra elinize bir şey geçmedi... Elinizi attınız boş, elinizi attınız boş... Benim vatandaşlarımın eli boş kalmadı mı?.."

"Kaldı..."

"İşte şimdi sandığı önünüze koyacağız... Mührü ne yapacaksınız?.."

"Basıp koyacağız... Basıp koyacağız..."

"Hah işte gördünüz mü..."

Seçim otobüsünün etrafındakiler hep birlikte:

"Türkiye seninle gurur duyuyor... Türkiye seninle gurur duyuyor..."
Yazının Devamını Oku

Yüreğimizdeki mezarlık...

6 Temmuz 2007
MEDYA sayesinde böyle oluyor kimi zaman:<br><br>Birisi öldüğünde tanışıyoruz. O yok olurken tanışıklığımız başlıyor.

Daha önce hiç de farkında olmadığımız, adını-sanını bilmediğimiz birisinin cenaze töreni, bizim için bir tanışma toplantısı oluveriyor.

Daha ilk selam yanıtsız:

"Merhaba..."

"!............"

*

Doğu’nun soğuk kışında, toprak damlı sınıftaki soba parlayınca, çocuklar yanmasın diye sobayı kucaklayıp dışarı taşıyan ve öğrencilerini kurtarıp kendisi yanarak ölen o öğretmen kızla böyle tanışmıştık.

O gün bu gündür ahbabız.

Ya da bir kahraman onbaşı Ali...

Vurulduğu gün, annesine yazdığı mektup vesilesiyle tanışmıştık.

O ölürken başlamıştı tanışıklığımız.

Kötü bir tanışmadır bu.

Yanıtsız kalır "merhaba"lar.

Selam-kelam boşuna...

*

Sabahtan beri televizyonlar-radyolar haber veriyorlar:

"Barış öldü..."

Çoğumuz yeni tanıyoruz.

Adını, soyadını öğreniyoruz. Yaptıklarını, işini gücünü, ailesini, sevdiği şeyleri, yapmak istediklerini. Diyelim ki ben Barış’ın çocuklar için, çevre için konserler verdiğini yeni yeni öğreniyorum.

Bir anda onu seviyorum.

Beğeniyorum.

Tanışıyoruz.

Ama o ölüyor...

*

Böyle bir dostlar grubumuz oluşur zamanla:

Ölülerden...

Ve yüreği bir mezarlığa dönüşür insanın.

Yok oluşla gelen ahbaplıklar, ölümle başlayan tanışıklık ve yanıtsız kalan daha ilk selamlar:

"Merhaba..."

"............!"
Yazının Devamını Oku

Nohutlu demokrasi...

5 Temmuz 2007
ARKADAŞLAR bilinen seçim çalışmalarına çoktan başladılar. Evlere torbalar gidiyor:

Pirinç, makarna, nohut...


Parti değil, zahire ambarı sanki.

Bisküvi...

Mercimek...

"Göbeğini kaşıyan adam" mutlu mutlu, bu nohutlu demokrasiye katkıda bulunmak için bugünü bekliyordu.

Torba geldikçe göbeğini kaşıyarak soruyordur:

"Kurutulmuş dolmalık kabak neyin de yok mu?.."

Zahire ambarında her şey var.

Gazetelerde okumuşsunuzdur:

"Belediyeler eliyle evlere kömür dağıtımı başladı..."

*

Öte yandan ekonomide müjde üzerine müjde veriyorlar:

- Enflasyon ekside...

- İhracat zirvede...

- Büyüme beklenenin üzerinde...

- Borsada patlama...

- Ulusal gelirde sıçrama...

Nitekim iktidardaki arkadaşlar, seçim meydanlarında "ekonomide Türkiye’yi nasıl yıldız ülke yaptıklarını" anlata anlata bitiremiyorlar.

*

Pekiiii...

Ekonomi bu kadar iyiyse, nohut ne oluyor?..

Niçin insanlar nohut karşılığı oylarını satıyorlar?

Beş yıldır ekonominin ne kadar da iyi olduğunu, ne kadar büyük başarılar sağlandığını dinlediniz.

Beş yıl sonra...

Nohut verip oy alıyorlar.

Çünkü çoğu insan hálá bir torba nohuta, yarım ton kömüre muhtaç...

Söyler misiniz:

Dünyada yıldızlaşan Türk ekonomisi ile torbadaki nohut birbirine biraz olsun uyuyor mu?..

Ekonomi dünyada yıldız, ama seçmen nohut karşılığı oyunu satıyor...

Öyle mi?..
Yazının Devamını Oku

Askerler ve borsa...

4 Temmuz 2007
ÖNCEKİ gün Hürriyet’te okudunuz; Başbakan, muhtıradan sonra Genelkurmay Başkanı Büyükanıt ile baş başa görüştüğünde, ona şöyle söylediğini açıkladı:<br><br>"Paşam, borsa yüzde 12 kaybetti..." Tabii ki Paşa ne yanıt verdi bilmiyoruz.

Mesela, Paşa bu kötü "Borsa düştü" haberi karşısında "Káğıtlarım..." diye kalkıp borsaya koşuyormuş.

Ne bilelim biz.

Askerler ile sivillerin devlete bakışları farklıdır.

Asker muhtırada "Laiklik, cumhuriyet, Atatürk devrimleri" derken, Başbakan’ın ölçüsü "Borsa" demek...

Ya da diyelim ki "Borsa düştü!" haberini duyunca, Genelkurmay Başkanı Büyükanıt Paşa, avucu dışa gelecek şekilde eliyle ağzını kapatarak Başbakan’ın kulağına doğru eğilip soruyormuş:

"Kepez’in durumu nasıl?.."

*

Dünyada sıcak paraya en yüksek kazancı Türkiye veriyor.

Bir yabancı spekülatörün Türkiye’de son dört yılda sağladığı kár, gelişmiş ülkelerde ancak 30 yılda elde ediliyor.

ATO’nun yaptığı araştırmaya göre, bu yüzden 2002 yılında 6.6 milyar dolar olan sıcak para, bu yılın mayıs ayında (her dakika çekip gidebilecek) 88.1 milyar dolara ulaştı.

İşte; bir el bombası gibi her an patlamaya hazır bu kötü tablo, aynı zamanda Başbakan’ın savunma silahıdır.

Üzerine gidildiğinde "patlar" diyor.

Ve Paşa’yı aslında bir yerde uyarıyor:

"Paşam borsa düştü..."

*

Yok eğer ordu, Başbakan’ın borsasına göre hareket edecek olsa, bundan sonra muhtıralar şöyle olur mu olur:

"Türk Silahlı Kuvvetleri görevinin bilincinde olarak; Erdemir’deki satışların bir an önce alışa geçmesi yanında, vatanın bütünlüğü bakımından Akçimento’da alımların kuvvetlendirilmesi..."

Ve darbe olduğunda bakarsınız, Radyoevi yerine askerler gidip borsaya oturmuşlar ve Onuncu Yıl Marşı yerine farklı bir yayın radyoda:

"Pınar Sucuk; 35 nokta 2... Boru A.Ş.; 17 nokta 8... Rota Margarin; 12 nokta 48..."

(.........)

Başbakan ve destekçilerine göre her şeydir; euro, dolar, para, faiz, hisse, káğıt, senet, borsa...

Başka değerleri yok...
Yazının Devamını Oku

Bir şehit kaç dolar?..

3 Temmuz 2007
PARA için her şeyi verecek misiniz? Kentlerin koruluklarını, limanları, bankaları, fabrikaları, televizyonları, haberleşmeyi, barajları, tarlaları, havaalanlarını, mağazaları, hastaneleri verdiniz...

Bu "para" hırsı nerede duracak?

Daha neleri vereceksiniz?

Çoktan pazarlanmış bir bağımsızlığın-özgürlüğün üzerine neler koyacaksınız, bitpazarında ceket satar gibi?..

Onuru?...

Kimliği?..

Marşlarımızı?..

Bayrağı?...

Çocuklarımızın umutla koştukları günleri?..

*

ABD’yle, Kuzey Irak’ta operasyon yapmamak şartı da taşıyan, bir milyar dolarlık anlaşma yapıldığı iddiaları doğru çıktı.

Anlaşmayı Ali Babacan imzalamış.

Bizim iktidardaki arkadaşlar, her konuda olduğu gibi yine işledikleri haltı örtmek için binbir numara çevirseler de, ABD Senatosu’ndan geçmiş belgeler, niyetlerini ve teslimiyetlerini kesinkes kanıtlıyor.

Anlaşmada Kuzey Irak’a girmeme şartı var.

Şimdi Başbakan’ın (Genelkurmay Başkanı’nın tüm ısrarlarına rağmen) sınırdaki PKK kamplarına ilişilmemesi için neden kıvırıp durduğu daha iyi anlaşılıyor.

Doğrusunu isterseniz bu; her şeyi çıkar olarak gören, değerlerini yitirmiş, bu yüzden de AKP’nin eteğine yapışmış, Türkiye’nin laik yapısı bozulurken hiç de oralı olmayan sermaye kesimi ile bire bir örtüşüyor.

Aynı kafadalar:

Her şey çıkar için...

Her şey para...

*

İşte; bilinçli olarak ilişilmeyen, görmezlikten gelinen, sınırımızın dibindeki o terör merkezleri yüzünden her gün cami avlularına şehit tabutları geliyor.

Toplumun bilmediği, Türkiye’den gizlenmiş bir ekonomik çıkar yüzünden...

Hepimizden gizlenen bir yüzkarası nedeniyle.

Peki...

Nedir bedeli akan kanın?..

Kaç paraya vuruluyor yaban güvercinleri?..

Bir şehit kaç dolar?..
Yazının Devamını Oku

Kirpi...

1 Temmuz 2007
GECE karanlığı çöktüğü saatlerde, muhterem karım "Koş bir şeyimiz daha oldu" dedi. En son iki çekirgemizden sonra, bir saksağanımız olmuştu. Ben "Neyimiz oldu?" diye koştum.

Kirpilerimiz...

Dört tane.

Gecenin belli bir saatinde çıkıyorlar. Koca baba önde, arkasında onun muhteremi, onların arasında henüz bir mandalina büyüklüğünde iki yavru.

Peş peşe yürüyorlar.

Obez bir aile...

Asla sırayı bozmuyorlar. Öndeki durunca hepsi birden duruyor. Sonra aynı anda yürümeye başlıyorlar.

Etraflarıyla ilgilenmiyorlar.

Birkaç günden sonra bize aldırış etmeden yanımızdan gelip geçiyorlar nizami biçimde. Kedilere bırakılan yemeklerin yerlerini sırayla dolanıp, hizayı bozmadan geldikleri gibi gidiyorlar.

Tanımadığımız bir şeyimiz olduğunda, biyolojik bilgileri her zaman ben vermişimdir:

"Bunlar kirpi, dikenleri vardır, uçmazlar..."

Muhterem karım hangi canlıyı yakalasa, "sağlıklı yaşam için vitamin hapı" verdiğinden, kimi uyarılarda bulunmadım değil:

"Kirpilere de aşı yaptırtmaya kalkma... Ayrıca haftada bir kez sağlık kontrolünden geçmeleri de gerekmiyor..."

*

Aslında anlıyorum.

İnsan, tanımadığı şeyleri de sevebilir.

Belçikalı çocuklar, hiç görmedikleri foklar için ağladılar ve harçlıklarıyla onları kurtarmaya kalktılar.

Karadeniz kıyılarımıza gelen beyaz balina Aydın, bir anda bizim çocuklarımızın sevgilisi olmuştu, hatırlar mısınız?

Ama bizler yanıbaşımızdaki insanları sevmiyorsak... Komşumuzla merhabalaşmıyor, iş ya da sıra arkadaşımıza sarılmıyorsak... Duraktaki insanların da bizim gibi birer yaşam yorgunu olduklarını hiç düşünmediysek...

Başkalarının acıları bizi ilgilendirmiyorsa...

Sevgisiz ve umursamazsak...

Öbür insanların da tıpkı bizim gibi gözyaşları olduğunun farkında değilsek...

Bence...

Sivri dikenlerle kaplı bir kirpiyi dahi sevmenin mümkün olacağını bizlere hiçbir zaman öğretmedikleri içindir.
Yazının Devamını Oku

Kıyıdakiler...

30 Haziran 2007
BEN size söyleyeyim; kıyıdakilerin birçoğunun, oy vermek için eve dönmeye hiç de niyeti yok. İlk günlerde "Ölüm olsa dönerim" diyenler yavaş yavaş enteresan bahaneler bulmaya başladılar.

"Ayağı ağrıyanlar" çoğalıyor.

Kumsalda sık sık "Türkiye laiktir, laik kalacak..." diye bağıran Türkán Hanım’ın sesinin azaldığı, şimdi arada bir sadece "Türkiye... Türkiye..." demekle yetindiği anlatılıyor.

Eskiden beni görenin aklına ise "Hüküm durumu" gelirdi.

Ve ben kumsalda "Hükümetin durumu..." diye başlayıp, onlara uzun uzun "hükümetin durumunu" anlatmışımdır.

Şimdi kimse bana "hükümetin durumunu" sormuyor.

Bu sefer ben "Hükümetin durumu...." diye başlıyorum, dinleyen yok.

Bir hesaba göre bir milyondan, bir hesaba göre beş milyondan fazla seçmen, seçim öncesi tatil yerlerinden kentlere döneceklerdi.

"Ayağım ağrıyor" diyenler artıyor.

"Seçime kadar geçer. Bu ayak denilen şey en çok on beş gün ağrır" diyorum demesine, gözüm takılıyor, bir ayağı daha var.

*

Ulusal heyecanlarımız sabun köpüğü gibidir.

Bir zamanlar "Ya taksim ya ölüm" diyenler Kıbrıs’ı aldıklarımıza geri vermek istemediler mi? Ya da şehit askerlerimizin arkasından koparılan çığlıklar birkaç gün sonra yerini umursamazlığa bırakmıyor mu?

Kıyıdakiler böyle...

Kimisi "İnsan kime oy vereceğini bilemiyor..." diye söze başladığında, kaytaracağını anlıyorum.

Az sonra bahaneler sıralanıyor:

"Bu memleket adam olmaz... Oy ver ver, bir şey olmuyor... Şimdi gittik şeyimizi kullandırdık....."

"Oy’umuzu..."

"Evet... Öbürü geldi ne yapacak..."

*

Bence kıyıdakilerin yeniden ikna edilmesi lazım.

Hepsi değil elbet, ülkesini kumsalda oturmaktan ya da midye dolmadan daha çok seven insanlar var.

Ama AKP’nin kurduğu tuzak işe yarıyor.

Bu oy verme göçü bir demokrasi şölenine dönüştürülmeli, 23 Temmuz günü her şey yitirilmeden.





Yazının Devamını Oku