Bekir Coşkun

Çok oy alacak çok

18 Temmuz 2007
TAYYİP Erdoğan en az yüzde 30 oy alır diyorlar. Alır...

Dünyanın hiçbir medeni yerinde; her gün yoksul aile çocukları dağlarda terör örgütünün kurşunları ile öldürülürken, oğlu rapor alıp askere gitmemiş birisini başbakan yapmazlar.

*

Yüzde 35 alır diyenler de var.

Alabilir...

Dünyanın hiçbir çağdaş yerinde; bir seçim öncesi televizyonda insanların gözünün içine baka baka "dokunulmazlıkları kaldıracağım" diyen, ama beş yıl tek başına iktidarda kalıp en çok kendisinin ve bakanlarının yararlandığı dokunulmazlıkları kaldırmayan ve üstelik (önceki gece NTV’de) dokunulmazlığı savunan birisini yeniden iktidara getirmezler...

*

Diyorlar ki; yüzde 40 da alır...

Alması lazım.

Dünyanın hiçbir uygar yerinde; borsada faiz toplayan yabancı sermayeyi, şaibeli ihalelerle kamu varlıklarını satmayı başarı saya saya ülkesini zenginleştirdiğini söyleyen... Ama 2 milyon yoksul-aç aileye yiyecek, kömür dağıtarak oy almayı uman bir insanın peşinden gitmezler...

*

Bence yüzde 45 oy da alır...

Almalı...

Çünkü dünyanın hiçbir adam gibi yerinde; kızlarını ABD’de okutmak için "bir arkadaşından burs" aldığını söyleyen bir siyasetçinin oğlu, babasının beş yıllık iktidarı sonunda gemi almışsa, o siyasetçinin yüzüne dönüp bakmazlar...

*

Sizce yüzde kaç oy alır, 50, 60, 70?...

Alır mı alır...

Dünyanın hiçbir adam gibi yerinde; Mustafa Kemal gibi bir evrensel önderin çok kan ve gözyaşı ile kurduğu laik cumhuriyeti alıp gerisin geriye götüren... Ülkesini beş senede Arabistan’a çeviren, ortaçağ yaşamını savunan bir politikacıyı başlarına taç etmezler...

*

Ama burası Türkiye’dir a dostlar...

Bu yoksulluğun, bu geri kalmışlığın, bu sürünmenin, bu güvensizliğin, bu üçüncü sınıf ülke olmanın bir sebebi vardır.

Bu açlık, bu kan, bu umutsuzluklar durduk yerde olmuyor.

Elbette Tayyip Erdoğan çok oy alacaktır.

Size-bize dizimize vurmak düşer...
Yazının Devamını Oku

Pahalı saat...

17 Temmuz 2007
BAŞBAKAN saatinin 50 bin dolar olduğunu söyleyenlere kızdı. Ona göre daha ucuz.<br><br>Ucuzluğunu kanıtlamak için (miting meydanında söyledi) isteyen olursa 10 bin dolara veriyor. Yani eski parayla 12.7 milyar lira...

Normalde zaman tespiti olarak Tayyip Erdoğan’ın "Üç vakte kadar" demesi lazım.

Ama saatine bakıyor.

Bu iyi bir şey.

Diyelim ki o pahalı saatine iyice bakıp bakıp, cumhurbaşkanı ile "görüşmeme" yaptı demek.

Ya da AB ile görüşememeler, cumhurbaşkanının seçilememesi, terör konusunda MGK’nın toplanamaması, muhalefet ile görüşmemeler...

Genelkurmay ile görüşmeme...

Yargı, üniversiteler, TÜSİAD gibi önemli özel sektör kuruluşları ile buluşamama...

Tümü o saate bakarak oldu.

* * *

Başbakan
’ın saati sizin-benim saatlerimiz gibi olacak değil.

Biliyorsunuz çorapları da çok özeldi, çorabın gözükür yerinde kocaman "Tayyip Erdoğan" yazıyordu.

Çorapta telefon numarası olmasa da (ki olabilirdi) biz onlara "kartvizit çoraplar" diyoruz.

Yani diyelim ki AB toplantılarına gittiğinde, İngiliz delegesine çorabını çıkartıp verse olurdu.

Dönüyorum saate:

İsveç gözlükleri, Fransız kravatı, İtalyan ayakkabıları kaç dolardır, elbette bilemeyiz, ancak saati en az 10 bin dolar...

* * *

Dünkü Milliyet’te ilginç bir "yardım haberi" yayınlandı.

Belediyelerden yiyecek ve kömür yardımı yapılan aile sayısı 2 milyondan fazla.

Sadece yiyecek yardımı alan, yani AKP’li belediyelerin verdiği yiyeceğe muhtaç olan aile sayısı 1.1 milyon...

AKP’nin bu kesimlerden yoğun oy aldığını tahmin edersiniz.

Bunun saatle ilintisi şu:

Tayyip Erdoğan, belediyelerin verdiği yiyeceğe muhtaç o ailelerin oyları ile 10 bin dolarlık saat takabildi.

Ve şimdi dakikaları sayıyordur.

Aç-muhtaç ve zavallı insanların oyları ile koluna geçirdiği 10 bin dolarlık saate baka baka...
Yazının Devamını Oku

İnekler...

15 Temmuz 2007
BELKİ izliyorsunuzdur; yerli-yabancı kimi bilim adamları, son yarım asrın sorunu küresel ısınmada ve ozon tabakasının delinmesinde ineklerin yellenmesinin etkin olduğunu öne sürüyorlar. Sanki inekler yeni yeni yellenmeye başladılar.

Ya da sanki eskiden inek yoktu.

İnsanların kendi suçlarını örtmek için başka canlıları suçlamalarına belki de en çarpıcı örnek bu.

Tıpkı sulak alanlardaki kuş yuvalarına gidip yerleşip, sonra kuş gribinde kuşları suçlamak gibi.

*

Bilim adamları ineklerin poposunun dibinde bekleyip yellenme sayımı yapacaklarına, bir inekten daha fazla doğayı yok eden devletlerin, devlet adamlarının karşısına çıkıp duramazlar.

Çünkü bilim adamları da tıpkı öbür meslek grupları gibi sermaye düzeninin birer kölesi olmak zorundadırlar.

Bu yüzden ineğin poposu tarafında oturmayı seçtiler.

Misal; küresel ısınmayı önlemek için tüm uluslararası sözleşmeleri imzalamayan, kendi kimya ve silah sanayii için dünyanın canına okuyan ABD Başkanı Bush, yellenen inekten daha zararlı değil mi?..

İneğin yellenmesi ile Bush’un yaptıkları aynı mı?..

Üstelik inek yellenirken farkında değil bebeğim.

O masum, her şeyden habersiz, zavallı...

Ya bombaları, gazları, atomları ile Bush?..

İnek, Bush kadar olabilir mi?..

*

Yurt boyutundan bakarsak; herkes çok iyi bilir ki küresel ısınmanın, mevsim değişikliklerinin, özellikle bu sene yaşanan kuraklığın en büyük sorumluları, denizi, ormanı, ırmakları, ovaları, yeşil alanları yok edenlerdir.

Söyler misiniz:

Orman yakan bir inek, yeşil alana kooperatif kuran bir inek, nehirlere fabrika atığı bağlayan bir inek, koruma altındaki alanları rüşvetle dağıtan bir inek, kentlerin kanalizasyonlarını denize akıtan bir inek gördünüz mü hiç?

Görmemişsinizdir.

O sadece yelleniyor.

O kadar...

Bilim adamlarının, tüm bu doyumsuzluk, acımasızlık, yağma, talan, yıkım karşısında suspus kesilip... Yellenerek ozon tabakasını delme suçunu kendilerine yüklediklerinden habersiz...
Yazının Devamını Oku

Gizli plaka...

14 Temmuz 2007
UZUN uzun baktım o fotoğrafa. Bir sivil plaka:

"34 D 6955"


Başbakan’ın seçim gezilerinde kullandığı Mercedes bu. Sivil plakanın altında ise Başbakanlığın "0002" No’lu kırmızı plakası var.

Seçim yasasına göre resmi araç kullanmak suç olduğu için, bunlar arabayı değil de plakasını değiştirip, üzerine sivilini koymuşlar.

Türbanın üzerine peruk takmak gibi bir şey...

*

Bu arkadaşların "örterek gizleme" yeteneğinin ve geleneğinin en iyi, en çarpıcı ve en son örneği olmalı.

Görünüm farklı, gerçek farklı.

Ya da; dış başka, iç başka.

Uzaktan bakınca bir siyah beyaz plaka...

İnsana sanki Başbakan seçim yasaklarına uyuyor, yasalara saygılı, kanunları uygulamakta titizmiş gibi geliyor.

Oysa yapılan yasaları kandırmak, hile ve suç...

Sivil plakanın ucundan kırmızı plaka gözüküyor.

Molla zihniyetindeki kafaya, İtalyan kravat takmak gibi bir şey...

*

Belki Başbakanlık uçağını da gizlemeyi düşündüler, Başbakan "Olmaz arkadaşlar... Biz buna traktör dersek, traktör uçar mı diye laf olur" diyerek karşı çıkmıştır.

Ama araba aynı araba...

Kamu benzini aynı, deposu aynı...

Devletin şoförü aynı...

Tekerlekleri aynı...

Plakası da gerçi aynı, sadece uzaktan bakınca sivil "34 D 6955" gözüküyor, altında "0002" gizli...

Devlet kadrolarını imamlarla doldurup, Atatürkçü gözükmek gibi bir şey...

*

Bunların "örterek gizleme" huyu var.

Üstteki plaka sivil, altındaki resmi.

Trafikçinin motosikleti Mercedes’e sormuştur:

"Ne bu len, yine görünüm üçkağıdı mı?.."

Ne yapacaksınız?

Kim bilir ne kadar kan ve gözyaşı ile kurulmuş bu güzel ülkeyi, ileri götürüyormuş gibi yapıp gerisin geriye götürmek gibi bir şey...
Yazının Devamını Oku

Karar vermeye on gün kaldı...

13 Temmuz 2007
TÜRKİYE ’nin son on günü var. Bu ülke bir yol çatındadır, ne yana gidecek?

Bir koca ulus, bundan böyle hangi yolu seçecek, hangi güzergáhı tercih edecek?..

Yön ne yan?..

Yol hangi yol?..

*

Bu seçimler hiçbir seçime benzemiyor.

Sandıklardan çıkacak milletvekilleri belki de en az öneme sahip. Asıl seçim, pusulalarda yazılı olmayan bir büyük tercih:

- Çağdaşlık mı?..

- Ortaçağ mı?..

Hangisi?..

(.........)

Diyelim ki kadınlar...

Dili olan, tartışan, konuşan, erkekle eşit, özgür, evlere ve haremlere hapsedilmemiş, yürekli kadınların ülkesi mi olacak Türkiye?.. Yoksa sofralara oturma hakkı bile olmayan, ezik, sessiz, bu yaz günü dahi pardösü ile dolaşan, mahkûm, esir, yasaklı, sanki yok gibi kadınların ülkesi mi?..

Kentlerimizin sokakları nereye benzeyecek?..

İran’a mı, Arabistan’a mı?..

Yoksa o ülkelerden TIR kasalarında, gemi ambarlarında kaçan yoksulların ulaşmak istedikleri Batı kentlerine mi?..

Din gibi yüce değerlerimiz ne olacak?..

Siyaset ve ticaret cambazlarının elinde kimi zaman rant kapısı, kimi zaman toplumu hizaya getirmek için birer kara kırbaç mı?.. Yoksa; inançlı insanların başka bir insana hesap vermeden, güven içinde ibadetlerini yaptıkları bir huzur ortamı mı?..

Pekiiiii...

Çocuklarımız nasıl büyüyecekler?..

Dillerinde genç cumhuriyetin marşları, başlarında çağdaş öğretmenleri, yüreklerinde umutla, aydınlığa doğru koşarak mı?..

Yoksa tarikatların, hoca efendilerin okullarında, beyinleri yıkanmış birer softa olarak mı?..

*

Bu seçimlerde Türkiye daha birçok şeye karar verecek.

Ama en çok karar vereceği şey; hangi kimliği, hangi yasamı seçeceği...

Bir yol çatıdır bu.

Çağdaşlık mı, karanlık mı?..
Yazının Devamını Oku

Bence UFO’lar seçim için geldiler...

12 Temmuz 2007
DÜNKÜ Hürriyet’te okudunuz; tam yedi UFO Antalya semalarında gözüktü. Seçimler nedeniyle gelmişlerdir.

Çünkü bu UFO denilen yaratıkların, insanların tuhaf davranışlarını izledikleri bilinir.

Diyelim ki Türklerin "Genel Başkan" denilen bir kişiye oy verip, ama 550 kişiyi nasıl seçtiklerine bakacaklardır.

Adanalı bağımsız adayın, hamamda basın toplantısı yapıp "Temiz siyaseti bu kardeşiniz başlatıyor" demesi, Mesut Yılmaz’ın Rize’de bindiği katırın psikolojisi, Cem Uzan’ın mazotu bedava vererek kár etme formülü...

Bütün bunlar UFO’ların inceleme alanı içinde olabilir.

*

UFO’
lar Bülent Arınç’ı da görmüş ve filo başkanı sormuştur:

"Bu bizi gördü de yakalamak mı istiyor ne?.."

"Bülent Arınç o..."

"Niye havaya zıplıyor..."

"Bir zıplayışta 37 mesir macunu yakalayınca, şimdi cumhurbaşkanlığı koltuğunu yakalamak niyetiyle zıplayıp durur..."

"Ya şu, domates kamyonunu kaybetmiş kabzımal esnafı mı, çarşı boyu oradan oraya koşuyor?.."

"Unakıtan... Ömründe görmediği Eskişehir’den koydular, telaşla koşturup oy toplamaya çalışıyor..."

"Bu, pastırmanın nasıl yapılacağını unutmuş Kayserili mi, düşünüyor?.."

"O Abdullah Gül... Tayyip onu başbakan yaptı, hemen gelip elinden aldı... Peşinden ’Seni cumhurbaşkanı yapacağım’ dedi, vazgeçti... Nedir bu başıma gelen diye düşünüyordur?..."

Filo komutanı UFO yeniden aşağıya bakarak:

"Aaaaaa bu ne?..."

"Tayyip Erdoğan..."

"Nasıl da bize benziyor..."

"Evet, bize çok benzer komutanım... Herkes söz eder ama ne olduğu anlaşılamaz... Fotoğrafını çekerler çekerler, çıkmaz... Bilim adamları, uzmanlar, bilirkişiler, halk onu bilir ama ne olduğunu çözemez... Kimisine göre yıldız, kimisine göre gök cismi, kimisine göre aldatıcı bir ışık... En çok benzerlik ise çoğunlukla bir durduğu yerde bir daha gözükmez, millet damlarda bekler de bekler..."

*

Ve UFO’lar, Türkleri anlayamayacaklarına karar verirler.

Komutan, "Gazlayın gidelim arkadaşlar, bu seçim işine karışmasak iyi olur, valla ben bu Türkleri çözemedim gitti" der...

Yani bu seçim işinde UFO’lar yok...
Yazının Devamını Oku

Nohut torbaları...

11 Temmuz 2007
NOHUTLARI aldınız mı?..<br><br>Aldınız... O zaman mührü AKP’ye basacaksınız.

Dün ilk kez içinde nohut da olan, AKP’nin seçmene dağıttığı erzak kolilerinin fotoğrafı yayınlandı medyada. Bu yardımları yerel yönetimleri eliyle yapıyorlar, yoksa Başbakan nohut torbasını alıp götürecek değil.

Nohut torbasını asla küçümsememelisiniz.

Diyelim ki o nohut torbası, Petkim’in ne olduğu henüz belli olmayan enteresan bir yabancı sermayeye satılmasını sağlıyor.

Dünyanın para cambazları yine o nohutla gelen iktidar sayesinde İstanbul borsasına oturmuş, akıl almaz paralar kazanıyorlar.

Arap emirleri, prensleri o bir torba nohut sayesinde özel mülkleri parsel parsel satın alıyorlar.

Yeşil sermayenin, geleneksel Türk sermayesine karşı palazlanıp bir yerde alternatif "ılımlı İslam sermayesini" kurması, o torba nohutla olasıydı...

*

Nohut torbası; bir paylaşımın yoksul seçmene düşen kısmıdır.


Diyelim ki Başbakan’ın oğluna üç milyon dolarlık gemi düşüyor.

O da bir torba nohut alacak değil.

Nohut torbası çok seye kadir.

Misal; şehit tabutlar al al, sıra sıra gelirken ve meydanlarda insanlar "Bilal askere, Bilal askere..." diye bağırırken, yine de böyle bir Başbakan’ın seçmenden oy alabilmesinin nedenidir nohutluk bilinçsiz seçmen.

*

Gördüğünüz gibi herkesin nohut torbası farklı.

Yoksul seçmenseniz gidip "Ben de gemi isterim" demeniz olmaz.

Size düşen belli:

Nohut...

"Ben nohut torbası olarak askerliğimi evde yapsam olmaz mı?" deseniz, bu da hiç hoş kaçmaz.

Yabancı sermayenin nohut torbası farklı farklı, yerli patronların farklı farklı, parti yandaşlarının farklı farklı, milletvekillerinin, bakanların, Başbakan’ın oğlunun farklı farklıdır.

Örneğin; Kemal Unakıtan’ın oğluna düşen nohut neydi:

Likit yumurta işi...

*

İşte böyle; büyük bir avanta çarkında, o çarkın dönmesini sağlayan saf seçmene düşen kısımdır:


Nohut torbaları...
Yazının Devamını Oku

Alışmak...

10 Temmuz 2007
BEN hiç "Bülent" adında "gelin" duymamıştım.<br><br>Ama insanoğlu zamanla alışıyor "Bülent Hanım" demeye de, "Gelinlik Bülent’e yakıştı" demeye de. İnsanoğlunun "alışma" yeteneğidir bu.

"Osman Hanım" da olabilirdi.

Ya da "Gelin Hüseyin isteyince, kaynana Cemal gelinliği Paris’ten sipariş etti, teyze Timur ise pırlantalı bilezik taktı" gibi cümlelere alışabilirdik eğer gerekseydi.

Nasıl ki depreme alıştık, tartışmaları dinlemiyoruz bile...

Nasıl ki darbelere alıştık, asker konuşunca bayılıyoruz...

Nasıl ki yolsuzluklara-hırsızlıklara alıştık, artık ilginç gelmiyor...

Nasıl ki şehit asker tabutlarına alıştık, iç sayfalarda yer alıyor yaban güvercinlerinin vurulmaları...

*

İnsan alışıyor...

Gelinin adı "Bülent", damat da doğal olarak erkek...

Damat da "Fatma Bey" olsaydı...

Alışırdınız.

Nitekim Hürriyet’in internet sayfasına gelen mesajlara baktım, çoğu okur "Mutluluklar" dilerken, çocuk isteyenler dahi vardı.

Alışmak böyledir.

Bir ünlü sanatçı, özel yaşamında bu kadar mı kötü örnek olur çocuklara. Durmadan çocuğu yaşındaki gençleri bulup bulup evlenir, rezilliğini çıkarır sanatın da, sanatçının da...

Üstelik popstar gibi bir ülkeye kültür savuran kaliteli bir programı da berbat ederek...

Gelinin adına bakın:

"Bülent Hanım..."

*

Nelere alışmıyor ki insan?..

Kaybettiklerimizin yokluğuna alışırız.

Özlemlere alışırız...

Yalnızlığa alışırız...

Yoksulluğa alışırız...

Yoksulluğa alıştıkları için, bakın milyonların sesi çıkmıyor açlık sınırında yaşamaya da, sürüm sürüm sürünmeye de...

Kültür bir bakıma; alışılacak şeyler ile alışılmayacak şeyleri ayırt etme yeteneğidir.

Bence dincilere de dinci yönetimlere de alıştılar, seçim sonuçları açıklandığında elbette göreceksiniz.

"Bülent Hanım"a alışmadık mı?..

Alıştık...
Yazının Devamını Oku