BEN size söyleyeyim; kıyıdakilerin birçoğunun, oy vermek için eve dönmeye hiç de niyeti yok.
İlk günlerde "Ölüm olsa dönerim" diyenler yavaş yavaş enteresan bahaneler bulmaya başladılar.
"Ayağı ağrıyanlar" çoğalıyor.
Kumsalda sık sık "Türkiye laiktir, laik kalacak..." diye bağıran Türkán Hanım’ın sesinin azaldığı, şimdi arada bir sadece "Türkiye... Türkiye..." demekle yetindiği anlatılıyor.
Eskiden beni görenin aklına ise "Hüküm durumu" gelirdi.
Ve ben kumsalda "Hükümetin durumu..." diye başlayıp, onlara uzun uzun "hükümetin durumunu" anlatmışımdır.
Şimdi kimse bana "hükümetin durumunu" sormuyor.
Bu sefer ben "Hükümetin durumu...." diye başlıyorum, dinleyen yok.
Bir hesaba göre bir milyondan, bir hesaba göre beş milyondan fazla seçmen, seçim öncesi tatil yerlerinden kentlere döneceklerdi.
"Ayağım ağrıyor" diyenler artıyor.
"Seçime kadar geçer. Bu ayak denilen şey en çok on beş gün ağrır" diyorum demesine, gözüm takılıyor, bir ayağı daha var.
*
Ulusal heyecanlarımız sabun köpüğü gibidir.
Bir zamanlar "Ya taksim ya ölüm" diyenler Kıbrıs’ı aldıklarımıza geri vermek istemediler mi? Ya da şehit askerlerimizin arkasından koparılan çığlıklar birkaç gün sonra yerini umursamazlığa bırakmıyor mu?
Kıyıdakiler böyle...
Kimisi "İnsan kime oy vereceğini bilemiyor..." diye söze başladığında, kaytaracağını anlıyorum.
Az sonra bahaneler sıralanıyor:
"Bu memleket adam olmaz... Oy ver ver, bir şey olmuyor... Şimdi gittik şeyimizi kullandırdık....."
"Oy’umuzu..."
"Evet... Öbürü geldi ne yapacak..."
*
Bence kıyıdakilerin yeniden ikna edilmesi lazım.
Hepsi değil elbet, ülkesini kumsalda oturmaktan ya da midye dolmadan daha çok seven insanlar var.
Ama AKP’nin kurduğu tuzak işe yarıyor.
Bu oy verme göçü bir demokrasi şölenine dönüştürülmeli, 23 Temmuz günü her şey yitirilmeden.