GECE karanlığı çöktüğü saatlerde, muhterem karım "Koş bir şeyimiz daha oldu" dedi. En son iki çekirgemizden sonra, bir saksağanımız olmuştu.
Ben "Neyimiz oldu?" diye koştum.
Kirpilerimiz...
Dört tane.
Gecenin belli bir saatinde çıkıyorlar. Koca baba önde, arkasında onun muhteremi, onların arasında henüz bir mandalina büyüklüğünde iki yavru.
Peş peşe yürüyorlar.
Obez bir aile...
Asla sırayı bozmuyorlar. Öndeki durunca hepsi birden duruyor. Sonra aynı anda yürümeye başlıyorlar.
Etraflarıyla ilgilenmiyorlar.
Birkaç günden sonra bize aldırış etmeden yanımızdan gelip geçiyorlar nizami biçimde. Kedilere bırakılan yemeklerin yerlerini sırayla dolanıp, hizayı bozmadan geldikleri gibi gidiyorlar.
Tanımadığımız bir şeyimiz olduğunda, biyolojik bilgileri her zaman ben vermişimdir:
"Bunlar kirpi, dikenleri vardır, uçmazlar..."
Muhterem karım hangi canlıyı yakalasa, "sağlıklı yaşam için vitamin hapı" verdiğinden, kimi uyarılarda bulunmadım değil:
"Kirpilere de aşı yaptırtmaya kalkma...Ayrıca haftada bir kez sağlık kontrolünden geçmeleri de gerekmiyor..."
*
Aslında anlıyorum.
İnsan, tanımadığı şeyleri de sevebilir.
Belçikalı çocuklar, hiç görmedikleri foklar için ağladılar ve harçlıklarıyla onları kurtarmaya kalktılar.
Karadeniz kıyılarımıza gelen beyaz balina Aydın, bir anda bizim çocuklarımızın sevgilisi olmuştu, hatırlar mısınız?
Ama bizler yanıbaşımızdaki insanları sevmiyorsak... Komşumuzla merhabalaşmıyor, iş ya da sıra arkadaşımıza sarılmıyorsak... Duraktaki insanların da bizim gibi birer yaşam yorgunu olduklarını hiç düşünmediysek...
Başkalarının acıları bizi ilgilendirmiyorsa...
Sevgisiz ve umursamazsak...
Öbür insanların da tıpkı bizim gibi gözyaşları olduğunun farkında değilsek...
Bence...
Sivri dikenlerle kaplı bir kirpiyi dahi sevmenin mümkün olacağını bizlere hiçbir zaman öğretmedikleri içindir.