Bekir Coşkun

’Değişik’ bir yazı...

11 Aralık 2007
"DEĞİŞİK" bir halk olduğumuzu kabul etmelisiniz.<br><br>Hani birisini methederken, iyi bir yanını bulamadığımızda "Değişik birisi" deriz ya... Bu "döneklik" anlamına gelmez. "Tutarlılık" anlamına da gelmez. "İyi" anlamına da gelmediği gibi "kötü" anlamına da gelmez.

Kısacası "değişik", değişik bir deyimdir...

*

Diyelim ki Şarkıcı Gülşen’in irili ufaklı tüm gazetelerin birinci sayfalarında yer alan, kocaman gülücüklü seksi dekolte fotoğraflı "Kurşunlandı" haberini çok değişik buldum.

Kurşun değmiş mi, değmemiş.

Tabanca kurusıkı, zaten kurşun da yok...

O zaman bu "değişik" bir kurşunsuz kurşunlanma...

Toplumun başına bela olan hırsızlıkları, cinayetleri, felaketleri gazetelerin arka sayfalarında dahi aramadan ve "Şarkıcı Gülşen"in fotoğrafındaki bacaklardan gözümü asla ayırmadan "Memlekette asayiş yok yani..." diyorum, değişik olarak...

*

AKP’
nin hukuka sıktığı kurşunu protesto eden hukukçuların haberi birinci sayfalarda yer almazken, Samsun’da Adalet Bakanlığı Müsteşarı’nın geçeceği yola kırmızı halı seren hukukçular da değişik bence.

Sosyal demokrat geçinen işçi temsilcilerinin bir AKP yanlısını Türk-İş’e başkan seçmesi de...

Genelkurmay Başkanı’nın Fenerbahçe’nin galibiyet sevinciyle düğünde kalkıp oynaması da...

İnsanların en çok gıdadan zehirlendiği İstanbul’un "Yemek başkenti" seçilmesi de...

Devlet Bahçeli’nin PKK ile diyaloğun mimarı Abdullah Gül’e meydanlarda infaz ipi atıp sonra onu Cumhurbaşkanı seçmesi, şimdi de PKK’ya af getirilmesine kızması...

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bundan böyle imamlarda "iman" şartını arama kararı alması...

Kuşların göç yolu üzerine yapıldığı için, Hatay Havaalanı’nda tarifelerin kuşlara göre ayarlanacağının Ulaştırma Bakanı tarafından açıklanması...

AKP’ye geçip bakan olan ünlü solcu Ertuğrul Günay’ın, 37 aydının yakıldığı Madımak Oteli’nin altındaki kebapçının yerine "çiçekçi dükkánı" açılması kararı...

Tümü "değişik" geliyor bana.

Gözümü, kurşunsuz tabanca ile yaralanmadan kurşunlanan "Şarkıcı Gülşen"in koca birinci sayfa fotoğrafındaki bacaklarından ayırmadan bunları düşünüyorum, "Değişik" gibiyim sanki...
Yazının Devamını Oku

Uzatın elinizi...

9 Aralık 2007
BU gerçeği artık herkes görmeli: Siyasetçi-bürokrat-vurguncu el ele verdiklerinde, onları kimse durduramıyor.

Bir yolunu bulup, bir kılıf uydurup, bir bahane yaratıp doğanın en güzel parçalarını çalıyorlar.

Dünyamızı alıyorlar elimizden.

Ne orman, ne kumsal, ne koy, ne ırmak, ne koruluk, ne dağ, ne göl kurtuluyor ellerinden.

Boz ayıları, kınalı keklikleri, telli turnaları, yunusları, geyikleri dahi ranta çevirip, bir yolunu bulup satabiliyorlar.

Bizler ise sadece ağlayan birer seyirciyiz.

Güçsüz...

Korkak...

Beceriksiz...

*

Oysa; hiç kimse sizden daha çok pencerenizden görünen koruluğun sahibi değil.

Hiç kimsenin sizden daha çok o ormanda payı yok...

Hiç kimse çocuklarınızın oynadığı yeşil alanda, sizin kadar söz sahibi olamaz...

Hiç kimsenin sizden daha çok hakkı olamaz o kumsal üzerinde...

Hiç kimse sizin kadar sahibi değil; oradaki ırmağın, gölün, sincapların, kuşların, havanın, suyun...

*

Dünyamızı o yağmacılardan korumanın tek yolu var:

El ele verip bizim ve çocuklarımızın olan dünyayı korumak.

Tüm iyi niyetli ve yağmacılarla suç ortağı olmayan derneklerin, vakıfların, toplulukların bir araya gelip, güçlü bir platform kurmaları, birbirlerine yardıma koşmaları gerekiyor.

İnsanların; semtlerde, mahallelerde, beldelerde, kasabalarda, köylerde örgütlenmeleri şart.

Bizler el ele vermeliyiz.

Bu, Kurtuluş Savaşı’mız kadar yüce bir mücadele sayılmalı.

Bu yurt bizim.

Korkak, sessiz, sinmiş, nemelazımcı insanlar asla ve asla güzel bir dünyayı hak etmezler.

Bu yağma karşısında yüreği olan tüm sivil toplum örgütlerini, yüreği yanan sıradan yurttaşları çığlık çığlık çağırıyor yurt...

Lütfen...

Bizler acı çektik, hiç olmazsa çocukların hatırı için...

Uzatın elinizi...
Yazının Devamını Oku

CEO...

8 Aralık 2007
TÜRKLER, kendilerinden saydıkları yabancıları önce yatırıp sünnet etmeyi düşünseler de, yabancılar kendilerinden saydıkları Türkleri CEO yapıyorlar. Dışarıda Türkler başarılı.

Dünya ekonomisinin başında bir Türk var; Kemal Derviş.

Coca-Cola’nın yeni CEO’su bir Türk.

Amerika’da, AB ülkelerinde, Uzakdoğu’da...

Daha birçok yerde Türkler başarıdan başarıya koşuyorlar, şirketleri yönetiyorlar, buluşlara imza atıyorlar, işte Coca-Cola gibi dünya devine CEO oluyorlar.

Ama dışarıdaki Türklerin kat kat fazlası burada varken, Türkiye bir türlü kendine bir CEO bulamıyor.

Niçin?

*

Milliyet
’in yaptığı (bence toplumun yüzüne ayna tutan) kamuoyu yoklamasına göre:

- Halkımızdan faize karşı olanların (ki hepsi faiz alıyordur) oranı yüzde 52.7...

- Ramazanda sıradan lokantaların kapalı olmasını isteyenlerin oranı yüzde 49.4...

- İçkili yerlerin tümden kapalı olmasını isteyenlerin oranı ise yüzde 67.6...

- Aile reisinin erkek olduğunu ve erkeğin kadını hem sevip hem (duruma göre) dövebileceğini onaylayanların ve henüz sevme-dövme işlemine "karar verememiş" olanların oranı yüzde 42.3...

- Devlet dairelerinde isteyen memurların başlarına türban takmasını savunanların oranı yüzde 68.9...

- Bu devirde ikinci eşe "evet" diyenler her yüz kişiden onu, yani yüzde 10.5...

- Kadın, erkeğin elini sıkmamalıdır diyenlerin oranı yüzde 33.9...

Alın oranların ortalamasını; yaklaşık yüzde 46.4 çıkıyor.

AKP’nin oy oranı da zaten yüzde 46.6...

*

Bu yüzden bu toplum CEO’sunu bulamıyor.

Bugün tepede oturup da ülkemizi yönetenler, sonuçta bu toplumun beğendiği, hoşlandığı CEO’lar değilse, ne?

Böyle milletin CEO’ları böyle olur.

Ve Türkiye, elin-álemin bir gazoz şirketi kadar güçlü, etkileyici, başarılı olamaz.

Böyle bir toplum bunu hak etmez.

Edemez...
Yazının Devamını Oku

Sözümüz var...

7 Aralık 2007
BU pazar günü saat 12.00’de Tandoğan Meydanı’na gideceğim.<br><br>Hukuku aramak için. Çünkü bir başka hukukun ilkel karanlığı ülkemizin üzerine çöktüğünde... Ve çağdaş hukuk yok olduğunda...

Biz yok oluruz.

Oysa bizim hem bu ülkeyi kuranlara, hem çocuklarımıza "var olma" sözümüz var.

*

Her şeyin farkındayız:

Güvendiği aydınlarını, bel bağladığı kadrolarını, inandığı kurumlarını bir bir yitiren Türkiye’nin elinden, bu sefer "çağdaş ve bağımsız hukukunu" almak istiyorlar.

Ki yerine taraflı, şartlanmış, aydınlığa geçit vermeyen kendi hukuklarını koyabilsinler diye.

Karanlığa baş kaldıranları, "yok etmek" için kendi hukuk anlayışlarını getiriyorlar.

Ama "var olmak" için biz Tandoğan’a gideceğiz.

Sözümüz var...

*

Yiğit ve yürekli hukukçular orada olacaklar.

Hukukun üstünlüğü için.

Bir gecede yasa çıkartıp, hukukun dağıtıldığı kutsal kapıların arkasındaki kürsülere, kendileri gibi ortaçağ zihniyetinde olanları oturtmak isteyenleri durdurmak için...

Kimi büyük hukuk adamları sinmiş, pısmış, sessizleşmiş, kişisel çıkarları için inançlarını yitirmiş olsalar bile, kendisine emanet edilmiş "hukuk" gibi bir yüce değeri savunma yürekliliğini gösteren gerçek hukukçuların yanında olmak için...

Tandoğan’a gideceğiz pazar günü.

*

Bir gün pişman olup "Sıra bana geldiğinde kimse kalmamıştı" dememek için...

Görüyorsunuz; bir yandan din-iman örtülü yeni versiyon vurgunlar sürerken, bir yandan laik cumhuriyet Arabistan’a dönüşürken... Her karşı çıkan kurum ya da bireyin kafasını koparan satır, bu sefer "bağımsız yargı" için kalktı havaya.

Ellerini tutmak için pazar günü Tandoğan’da olacağız.

Kendi hukukuna dahi sahip çıkamayan milletlerin "var olma" hakkı asla yoktur.

Oysa biz "var" olmalıyız.

Çocuklarımıza sözümüz var.
Yazının Devamını Oku

Haraç-mezat...

6 Aralık 2007
DÜN bir ihale vardı haber kanallarında; benim on yıl yazarlığını ve Ankara temsilciliğini yaptığım Günaydın ile, dört yıl yazarlığını ve Ankara temsilciliğini yaptığım Sabah da satılanlar arasındaydı. Bir mezat salonunda, icraya düşmüş bir karyola gibi...

Bir tek satırı için uykularımızın kaçtığı, bir kelimesi için canımızın yandığı, bir harfi için çırpındığımız gazeteler haraç-mezat...

(......)

Bir yandan bugün yine bir harf için keyfim yok.

Dünkü yazımda "türbanlı liseli kızlar" yanlışlıkla "türbanlı liseli kazlar" diye çıkmış gazetede.

Özür dileyerek düzeltirim:

"kazlar" değil "kızlar" olacaktı.

(.......)

Evet; bir harfi için çırpındığım, uykusuz başımı masalarına koyup uyuduğum, uğruna kimi zaman gizli gizli ağladığım "Günaydın" ve "Sabah" gazeteleri bir mezat salonunda satışa çıktılar.

Bir eski dolap gibi...

Üstelik enteresandı mezat:

Alıcı; tek...

Başbakan’ın damadının şirketi.

TMSF Başkanı "1 milyar 100 milyon veren olursa veririz" demişti, bu alıcı da tesadüf (!) tam 1 milyar 100 milyon dolar verdi.

Satıcı rica etti:

"Acaba 10 milyon dolar daha artırır mısınız?.."

Kendi kendine karşı fiyat artırmanın kelekliğini hisseden tek alıcı "Hayır..." dedi.

Damada gitti; uğruna sevdiklerimi-sevdalarımı ihmal ettiğim, matbaalarında sabahladığım, makinelerini okşadığım, bir tek harfleri için yandığım Günaydın ve Sabah...

"Acaba 10 milyon dolar daha..." diye rica etti satıcı, olmadı.

Ve öbürleriyle birlikte Günaydın ile Sabah da, Başbakan’ın damadının şirketine satıldı.

Bir eski kilim gibi...

*

TMSF satışa karar verir, ya da vermez, önemli değil.

Önemli olan; el değiştiren gücün, beş dakikalık gösterisiydi anlayana... Din-iman-siyaset-para oyuncularının beş dakikalık şovuydu...

Demokrasinin "medya" denilen vazgeçilmezinin, mezat salonlarında ne denli ele-ayağa düşmesiydi.

Aslında hepimiz orada mezatlıktık.

Bir hurda soba gibi...
Yazının Devamını Oku

Ulusal körlük...

5 Aralık 2007
CUMHURBAŞKANI’na "O rektör adayının karısı çarşaflı" demişlermiş, kendisi araştırmışmış, meğer adam bekármış... Ya "karısı çarşaflı" çıksaydı?

Abdullah Gül "Bu irticai tehlikedir" diyecekti ve o kişinin atamasını yapmayıp, yerine "Atatürkçü, laik, eşinin başı açık birisini" atayacaktı, öyle mi?

Neyse ki rektör bekár.

Allah, cumhuriyeti korudu demek.

(.......)

Herhalde anladınız; Abdullah Gül "Karısının başındaki örtüden dolayı insanlara iftira atıyorlar" demeye getiriyor.

*

Geçiyorum Başbakan’a:

Akşam oldu mu telefonun başına oturuyor, "türban mağduru liseli kızları" arıyor:

"Elif Hanım, ben Başbakan..."

Lise öğrencisi Elif Hanım’a "Sizi destekliyoruz, bu haksızlık karşısında kararlılıkla durunuz... Bak şimdi sana Emine Ablanı veriyorum, onun da söyleyecekleri var..." diyor.

Emine Hanım telefonu alıyor:

"Çocuğum biz de çok haksızlığa uğradık, bir bilsen... Tayyip Amcan neler çekti, neler..."

*

Asla samimi değiller.

Misal; irticai nedenlerle Ordu’dan atılanlarla ilgili Askeri Şûra kararlarına her zaman "şerh" koyan Abdullah Gül, Cumhurbaşkanı oldu ve önceki gün 7 subayın TSK’dan atılması kararının altına bastı görkemli imzayı.

Başbakan?..

O yine şerhini koydu, henüz Cumhurbaşkanı olmadığı için...

Ve altı senedir koyduğu "şerh"lerin gereği yasal düzenlemeyi, çoğunlukta olduğu Meclis’e bir türlü getirmeden...

*

Bunda samimiyet var mı?

Yok...

Ancak bu yine de bize bir şey kanıtlıyor:

Hedeflerinden asla ödün vermeden, sabırla, alttan alttan, develeri ürkütmeden, alıştıra alıştıra, kıvıra kıvıra, saf insanları arkalarına ala ala, amaçlarına ulaşma yeteneklerini...

Bir ulus kör olduğunda...

Böyle olur.
Yazının Devamını Oku

Siz uykudayken...

4 Aralık 2007
O gece siz uykudaydınız.<br><br>Çankaya’ya Abdullah Gül’ün çıkıp oturmasından çok daha önemli bir şey oldu. O gece sabaha karşı, en çok güvendiğimiz bir temel kurum daha kayıp gitti:

Yargı...

*

Bundan böyle hákim ve savcıları AKP iktidarı seçecek.


Geçen dönem "hukuk devleti ilkesine aykırı olduğu ve yargıyı siyasallaştırdığı için" Çankaya’dan dönen yasa, sabaha karşı yeniden kabul edildi.

Oturup "mülakatla" kimin hákim-savcı olabileceğine, AKP’nin atadığı 5 bürokrat ile Adalet Akademisi’nin 2 üyesi karar verecek. Bu yöntemle ilk aşamada 4500 hákim ve savcı, önümüzdeki günlerde atanacak.

Bu şu anlama geliyor:

Artık yasama-yürütme-yargı’dan oluşan "kuvvetler ayrılığı" ilkesi yoktur, tek kuvvet vardır:

Siyasi iktidar...

Bundan böyle kimse "hukuk devletinden" de söz edemez...

"Yargı bağımsızlığından" da...

*

Asıl işin acı yanı ise:

Bu ülkenin hukuk adamlarından tepki yoktu.

Yüksek mahkemeler...

Yargıçlar...

Savcılar...

Barolar...

Yargıtay...

Danıştay...

Hukuk fakülteleri...

Asıl yetkisi elinden alınan Hákim ve Savcılar Yüksek Kurulu ise yurtdışında gezideydi...

Hukuk adamları, bir-iki cılız demeç-açıklama dışında hukuku ve bağımsız yargıyı savunmadılar.

Bize mi düşer hukuku savunmak?..

*

İşte böyle oldu geçen gece.

Bir anda hukuk AKP’lileşti.

Bu ülkenin hukuk adamları, aydınları, cumhuriyetin bekçileri, çağdaş Türkiye’nin sahipleri...

Ben...

Ve siz uykudayken...
Yazının Devamını Oku

Kim ayı?..

2 Aralık 2007
ÇEVRE ve Orman Bakanlığı, koruma altındaki(!) ayıları yabancı zengin avcılara vurduruyor. Gerekçede "Fırsatçı ve yağmacı ayıların vurdurulduğunu" açıkladılar.

"Fırsatçı ve yağmacı" ayıları nasıl ayırıyorlar, biz bilemeyiz.

O sadece ağaçtan armut yiyor.

Belki "fırsatçı ve yağmacı" olduğunu tespit etmek için ağaçta armut yemekte olan ayıya sormuşlardır:

"Ayı ayı... Ormanı altın arayıcı, kömür ve kum çıkartıcı maden şirketlerine verip, altını üstüne getirmek hiç aklından geçti mi?.."

Ayı armudu ısırırken:

"Hayır..."

"Turistik otel için olsun, golf sahası için olsun ağaç kesilmesine onay verdin mi hiç ayı?.."

Ayı:

"Hiç yapar mıyım?..."

"Peki, ormanlık alanların yarısı artık yok. Sen rüşvet alarak buraları peşkeş çekip ’fırsat ve yağmacılık’ yapmış olmayasın..."

Ayı armudun sapından tutup ısırırken:

"Ben bunları yapamam abi. Ben ormanı, korulukları, yeşil alanları severim. Ben buralarda büyüdüm, bebeklerimi buralarda büyüttüm. Şu çam ağacının altındaki kayalık benim evimdir, ona kıyamam. Irmağın sesi, kuşların şarkısı, geceleri yıldızların altında yaprakların dansı, şu gördüğünüz koruluk, karşı tepedeki fıstık çamları varsa ben yaşayabilirim. Nasıl kıyarım ağaçlara, koruluklara, ormana, ırmaklara, dağlara. Ayılar bunu yapmazlar..."

*

Bu sefer ayıyı armudu yediği için vurdular.

A.A’nın haberine göre Artvin ve Kastamonu’da birçok ayı "fırsatçılık ve yağmacılıktan" öldürüldü, şu sırada ormanda öbürlerinin peşindeler.

Çevre ve Orman Bakanlığı, ayıları vurdurmak için TÜBİTAK’tan da yazılı onay aldı.

Niçin?..

Çünkü zengin yabancı avcılar, vurdukları ayıların postunu o belgeyle yurtdışına çıkartabilsinler diye...

Zengin yabancı ayı avcılarının, bir ayı postunu götürüp evlerine sermek için kaç yüz bin dolar harcadıklarını biliyor musunuz?

Av turizmi yapan şirketler, Orman ve Çevre Bakanlığı bürokratları, TÜBİTAK’ın bilim adamları...

El eleler...

Yoksa; bir yandan Bursa’da koruma altına alırken, öte yandan yabancı zengin avcılara ayıları vurdurmanın mantığı var mı?..

"Fırsatçı ve yağmacı ayılar"a sorsanız...
Yazının Devamını Oku