2 Ocak 2008
ÖZEL yaşamlarda evlenmek, bir işe girmek, şirket-mirket kurmak, dostluklar edinmek önemlidir ama bunları sürdürebilmek daha önemlidir. Tükenen evlilikler, iflas eden şirketler, sonu kovulmakla biten işler, karakolda sonuçlanan dostluklar...
Neye yararlar?..
(.......)
Politikada da böyledir.
AKP zihniyeti "siyasi iktidar" olabildi, ama o zihniyet "rejim" olabilecek mi?
Daha da açıkçası:
2007’ye kadar sıradan bir iktidar gibi orada oturabildi AKP.
2007’de Cumhurbaşkanlığı’nı, MGK’yı, yüksek mahkemeleri, yargıyı, üniversiteleri, sermayeyi, büyük işçi örgütlerini, az kalmış bağımsız kurumları ele geçirerek, halkın yüzde 46’sını arkasına alarak ve kendine göre bir anayasa girişimi başlatarak rejime yöneldi.
Bunu başarabilecek mi?
Sorun bu.
*
Bence biraz zor.
Çünkü; 2002’den sonra, enflasyonu düşürmek, paradan sıfırları atmak, özelleştirme gibi (Kemal Derviş ve IMF tarafından başlatılmış) projeleri ısrarla uygulamak onlara başarı getirdi...
Ya da AB’nin dayattığı yasaları çıkarmak...
Bunlar bitti...
Kendi projeleri iki taneydi:
Hızlı tren ile duble yol.
Onlar da bitti.
Ben biliyorum, şimdi yeni projeler arıyorlar ama akıllarına bir şey gelmiyor.
Üstüne üstlük, son günlerde izliyorsanız ekonomide ciddi biçimde bozulmalar var.
*
Kısacası; AKP’nin iktidar koltuğuna oturmasına yeten şartlar, rejimin üzerine oturmasına yetmeyecek.
2002’de "iktidarı" alması ve orada kalması kolaydı.
Ancak 2007’de tepeden tırnağa "devleti ele geçirip rejimi değiştirmesi" zordur.
İşte 2008; AKP’nin dayattığı dinci rejimin oraya oturup oturamayacağının belli olacağı yıldır.
Ve çok şeye gebedir 2008.
Zor bir yıldır, zor...
Yazının Devamını Oku 1 Ocak 2008
2007 yılını sevmedim.<br><br>Rakamların suçu yoktur. Ama takvimin o diliminde kötü şeyler olmuşsa ve insanoğlu yakasına yapışacak başka kimseyi bulamamışsa, en kolayıdır zamanı suçlamak. Doğrusu kötü bir yıldı 2007.
2007’nin yakasına yapışsam...
"Geri ver aldıklarını" desem...
* * *
"Geri ver; tarlalarda papatyaların açtığı, ana serçenin saçaktaki yuvasından yavrusunu uçurduğu, kavak ağacının tomurcuk verdiği, ama hiçbirisini fark edemediğimiz 2007 ilkbaharını..."
"Geri ver; hani o market çırağı tozlu asfaltı sularken, kumru bir ihtimal su içmek için telde beklerken, yarı açık pencerelerden kahkaha seslerinin geldiği mutlu yaz akşamlarımızı..."
"Geri ver pazartesi’leri, salı’ları, çarşamba’ları, perşembe’leri, cuma’ları, cumartesi’leri, pazar’ları..."
"Geri ver; saatleri, dakikaları..."
"Geri ver; uçup giden ve birçok şeyimizi elimizden alıp götüren koca bir yıllık zamanı..."
"Geri ver; korka korka yürüdüğümüz sokaklarda, televizyonların başında endişeli bakışlarla, kimsenin konuşmadığı akşam sofralarında, yitirdiğimiz yaşamın tadını..."
"Geri ver; aldıklarını..."
"Aydınlık bu yana düşerken, göz göre göre uygarlığa sırt çevirip, karanlığa doğru yola koyulan ve nereye gittiğinin asla farkında olmayan topluma bilincini geri ver..."
"Geri ver; o büyük savaşı kazananlara yüreklerini..."
"Geri ver kulaklarını, gözlerini, dillerini..."
"O uzun ve yorucu uygarlık yoluna koyulurken, dillerimizden düşmeyen şarkılarımız vardı bizim. Düşe-kalka, zar-zor, ine-çıka yol aldığımızda, o şarkılar dillerimizden hiç düşmedi, şarkılarımızı geri ver..."
"Bak uğruna ne kadar çok çocuğumuzu bu sene kaybettik, bayraklara sarılı tabutlarda peşpeşe gittiler. Ama onlar canlarını verirken, bizler bir büyük ihanetin parçası olduk, ve kendi ellerimizle yıkıyoruz umutlarımızı birer birer..."
"Çocuklarımızı geri ver..."
"Geri ver; umutlarımızı..."
"Gedi ver; sevdalarımızı..."
"Geri ver; hayallerimizi..."
"Geri ver; aklımızı..."
"Geri ver........."
Yazının Devamını Oku 30 Aralık 2007
BAŞBAKAN’ı üzerinden atan at Cihan öldü. Çok değerli bir at idi.
Duyarlıydı, tepkiliydi.
Saygıdeğerdi.
Yaşamında hiçbir işe yaramamış, bir kez olsun bu dünya için bir şey yapmamış olanlara karşın Cihan bize yararlı bir canlı olmanın yüceliğini kanıtladı.
Değerliydi.
Kendi payına düşen görevini yapmış birisiydi.
Gururluydu...
Mağrurdu...
Onu unutmayacağız.
*
Bir şey gözünüzden kaçtı mı:
Bizde genelde insanların canını sıkan hayvanları vururlar. Onun öyle yaratıldığını düşünmeden, masum ve suçsuz olup-olmadığına bakmadan götürüp öldürürler.
Cihan’ın sahipleri ona kızmadılar.
Kimse kızmadı.
Beklenmedik biçimde görevliler, yöneticiler, partililer, taraftarlar, hatta Başbakan’ın kendisi dahi Cihan’ı cezalandırmaya kalkmadılar.
*
Ama köpekler havladı diye mahkeme kararları ile (onları koruyan yasaya bakılmaksızın) evden atılıyor.
Kedi miyavladı diye...
Kuş balkon demirine çişini yaptı diye.
Ayı armudu yedi diye...
Ama Cihan’a son anına kadar iyi bakıldığını, asla kabahatliymiş gibi davranılmadığını anlatıyorlar.
*
O bir at idi.
O makamdan-mevkiden anlamaz, yalakalık bilmez, ihale-mihale kapmayı düşünmez, kimseye tatlı gözükmeye kalkmazdı.
Ya da; Başbakan’ın uçağına binmek gibi, Cumhurbaşkanı’nın sofrasına oturmak gibi hesapları, beklentileri yoktu, aziz ve değerli at Cihan’ın.
Dürüsttü...
Şirin gözükmek uğruna tepkisini hiçbir zaman saklamadı, yüreklice gerekeni yaptı.
Muhteremdi...
Saygıdeğerdi...
Onu unutmayacağız.
Yazının Devamını Oku 29 Aralık 2007
PAKİSTAN, kendi aydınlık yüzünü öldürdü. "Bundan sonra Pakistan’ı kim yönetecek?" sorusuna kala kala iki yanıt kalıyor:
- Ya darbeciler...
- Ya dinciler...
Başka seçenek yok.
Bir millet; çağdaş önderlerine, aydınlarına, uygarlığa doğru koşmak isteyen öncülerine sahip çıkmazsa, hep böyle olur.
Bir milletin bağrı, sesini yükselten yurtseverlerin mezarlığına dönmüşse, başka seçeneği olmaz.
*
Acıdınız mı Pakistan’a ve Butto’ya?
Ben çok yandım.
Ama dönüp bize bir bakın:
Daha önceki gün Názım Hikmet’in bir yeni şiirini buldular tozlar arasından:
"Geldi dört güvercin
suda yıkanmak için.
Su mahpusane yatağındaydı
ve güneş
Güvercinlerin
gözünde, kanadında, kırmızı ayaklarındaydı..."
(.........)
Kaç aydınımızı yok ettik bombalarla, kurşunlarla, zindanlarda, sayabilir misiniz?..
Başbakanlarını da, onlara kızan gençlerini de asmış ülkenin Pakistan’la "kardeş" yazgısıdır bu.
Hele 37 aydınını bir otele doldurup yakma öyküsü var ki...
Pakistan’dan bin kat daha fazla yanarım.
*
İyi bakın:
Pakistan’la biz "kardeşiz" dostlar.
Yakın tarihimizde, anılarımızda ve beyinlerimizin yarısında bir gizli Pakistan vardır.
Pakistan medyasının, Pakistan aydınlarının, Pakistan gençliğinin, Pakistan sermayesinin, Pakistan halkının...
Kısacası, Pakistan’ın aydınlığa sahip çıkmamasının ağır ve acı faturasıdır bu.
Ve işte dün gazetelerde vardı:
"Pakistan’ı karanlık sardı..."
Yazının Devamını Oku 28 Aralık 2007
AKP’nin hakkımda açtığı davayı Yargıtay bozdu ve Ankara 2. Asliye Hukuk Mahkemesi reddetti. (Bu haber Hürriyet hariç, başta Milliyet ve Vatan olmak üzere çoğu medyada yayınlandı dün.)
Ama mahkûmiyet bitmiyor.
Bizler "dinsiz-káfiriz" dillerinde.
Ama dini siyaset malzemesi yapıp, siyasetin kirine bulaştıranlar ve Haçlı seferlerinin dahi başaramadığı ölçüde insanları inancından uzaklaştıranlar "tertemiz saygıdeğer kişi" oluverdiler.
Olsun...
Ben evde de başkası bardak-mardak kırıldığında "Ben kırmadım..." diye fırlarım.
*
Mahkemelik yazımda AKP dönemindeki bazı avantaları sıralamış ve okurlarıma sormuştum:
"AKP’nin ne kadar ’AK’ olduğunu şimdi anlıyor musunuz?.. Şimdi söyleyin; bu yolsuzlukları-suiistimalleri dinle-imanla aynı kefeye koymaya gönlünüz nasıl razı olabiliyor?.."
(O tarihte henüz Başbakan’ın oğlunun gemiciği de ortalıkta yoktu, Cumhurbaşkanı’nın TED Koleji’nde okuyan minik oğlu da ticarete atılıp büyük başarılar kazanmaya başlamamıştı.)
AKP beni mahkemeye verdi.
Avukatlarım Mutluhan Karagözoğlu ile Doğa Kavak, "Sen kırmadın ki..." dediler...
Boynumu büktüm.
Neyse ki yüce yargıçlar da o yorumlarımın "suç" olmadığına karar verdiler önceki gün.
Aklandım...
*
Yine de bizlerin boynunda bir "mahkûmiyet" yaftası asılıdır, sallanır durur:
"Dinsiz..."
"Káfir..."
"Vatan haini..."
Bir toplumun gözü kör, kulağı sağır, dili dönmez olduğunda... Asırlardır niçin süründüğünü sorgulayamadığında... Kendi inancı kirletilerek kandırıldığında...
Ve yarım ton kömüre, ya da bir torba nohuta iradesini sattığında...
Böyle olur.
Doğru söyleyenlerin mahkûmiyeti vardır.
Yazının Devamını Oku 27 Aralık 2007
KİMLİKLERİNİ gizlemek için itirafçıların yüzünü estetik cerrahi ile değiştirme yasası da çıktı sayılır.<br><br>İtirafçı teröristler, bir estetik operasyonla başka bir insan olacak diyorlar. Fındık burun, tavşan diş...
Güldükçe öne gelen kulaklar...
İstanbul sosyetesinin yanından geçmedikçe bence sorun çıkmaz. Çünkü İstanbul sosyetesi taa uzaktan tanır estetik cerrahinin nerelerine yapıldığını ve hatta hangi doktorun yaptığını:
"Burnunu Doktor Nazım yapmış, kalçalar Doktor İhsan Bey’in küçültmesi, memeler ithal silikon..."
Onların dışında bizler en yakınımızdakileri dahi anlayamayız, anlayamadık.
"Bu kim?.."
"AKP’ye oy vermemiş çağdaş vatandaş..."
Değil işte...
Yanıldık.
Tanıdığımız yüzlerin, bildiğimizi sandığımız sıfatların aslında öyle olmadığını hálá çözebildik mi gülüm?
*
"Şu kim?.."
"Yurtsever, vatanperver işadamı..."
Değiştirilmiş yüzler ülkesinde, belki de kimliğinden emin olduğumuz ve tanıyabildiğimiz sadece o estetik cerrahide yüzü değiştirilmiş itirafçılar kalacaklar.
Öbürleri?..
Bilemeyiz.
Bir bakın:
"Peki bu kim?.."
"Atatürk’ün izinde, cumhuriyetin koruyucusu, cumhuriyet devrimlerinin bekçisi, irticaya karşı yılmaz savaşçı, laik kesimin güvendiği....."
Yine bilemediniz işte iki gözüm...
*
Ne çok gerçek olmayan yüz var.
"Bu?.."
"Türkiye’yi yıldız gibi parlatacak ve AB’ye taşıyacak olan, ABD’ye bile kafa tutan, elhamdülillah Müslüman, hortumlamayı kesmiş, çocuklarına koklatmayan, fakir fukaranın yanında, hak ve hukuku dilinden düşürmeyen, çok değerli, iyi niyetli devlet adamı....."
Tanıyabilirseniz tanıyın.
Kim?..
Yazının Devamını Oku 26 Aralık 2007
GERÇEKTEN "dindar" sayısı arttı mı?<br><br>Türban artışına, selamlaşma biçimine, konuşma metinlerindeki "Allah’ın izni ile" sayısına, "cumaya" gidenlere, badem bıyık potansiyeline bakılırsa arttı. 12 Eylül döneminde de "Atatürkçü" sayısı artmıştı.
Atatürk heykeli döken alçı atölyeleri ulusal ihtiyaca az gelirken, evlerin pencerelerinden "Uzun uzun kavaklar, dökülüyor yapraklar, ben atama doymadım..." şiirini okuyan babaların sesleri gelirdi.
Ve "Baba Türkçe kitabımı ver..." diye ağlayan çocukların...
Yok eğer "Ama AKP yüzde 46 oy aldı" derseniz... 12 Eylül anayasasına da "yüzde 92 ile evet" demişti halkımız.
Yine 27 Mayıs’tan bir gün önce halkımızın görülmemiş kalabalıklarla meydanlarda Menderes’i alkışladığını, 27 Mayıs sabahı da görülmemiş heyecanla tankları alkışladığını tarih kitapları yazar.
*
Eğer şimdi de dindar sayısı arttıysa...
Bence insan durup dururken "Ben dindar oldum" diyemez. Çünkü din; bir derin ve yüce duygudur.
Hani palto gibi havaya göre giyilip-çıkartılmaz.
Hadi diyelim ki insan kutsal mekanlar gibi ortamlardan etkilenip aniden "imana" kavuştu...
Ama televizyonda "güçlenen AKP" haberlerini dinlerken fırlasa:
"Ben bir şey oldum..."
"Ne?.."
"Dindar..."
*
Bence halkımız duruma göre ne olması gerektiğini biliyor.
İktidar liberalse; liberal...
Muhafazakársa; muhafazakár...
Askerler darbe yaptıklarında; laik...
AKP iktidarsa; dinci...
Duruma göre...
Bizler "Tayyip Erdoğan değişti mi, değişmedi mi?" diye tartışırken, aslında halkımız değişti:
"Bir şey oldum yine..."
"Ne?..."
"Müslüman..."
Bunu nasıl yapar bilemeyiz.
Ama çağdaş demokrasilerde toplum iktidarı denetlerken, bu memlekette küçük avantalar yüzünden iktidara şirin gözükme tutkusunun trajikomik öyküsüdür bu.
Yazının Devamını Oku 25 Aralık 2007
ŞERİATÇILAR tarafından kafası kesilen Asteğmen Kubilay ve onunla birlikte öldürülen kır bekçileri Hasan ile Şevki’yi anma törenlerine, hálá cumhuriyet devrimlerine sahip çıkmak isteyenler katıldılar. Ama medya bunu öyle çok da önemli görmedi. Zaten anma törenine katılım da geçen yıllara göre düşüktü.
Ne yapacaksınız?
Türkiye, Bülent Ersoy’un baldırının kesilip kesilmediğini konuşuyor. Kubilay’ın kafasının kesilmesinin bugünkü sonuçlarını değil.
*
Ayrıca Cumhurbaşkanı Gül de Kubilay’ın kafasını kesenleri "Akıl ve sağduyusunu yitirmiş, öfkesine yenik düşmüş insanlar" olarak değerlendirip geçti.
Oysa:
Genelkurmay’ın internet sitesinde yeni yayınlanan arşiv belgelerine göre Kubilay olayı bir anda gelişmiş, öfkesine yenik düşmüş insanların sıradan bir cinayeti değildi.
Nakşibendi tarikatının planlı ve bilinçli bir hareketiydi.
(Genelkurmay Başkanlığı’nın internet sitesini açıp bakmalısınız.)
*
Yazgıya bakın; Türkiye’yi bugün Nakşibendi tarikatı yönetiyor.
Nakşibendilerin ABD’de güven içinde yaşayan liderleri Fethullah Gülen, 22 Temmuz seçimlerinden hemen sonra gazetelere ilan vererek, tazelenen ve güçlenen iktidarlarını kutlamıştı.
Nasıl hatırlamazsınız?
Tepeden tırnağa tüm kurumları ele geçirdiği gibi, önümüzdeki yılların kadroları için de yurdu okullar, dershaneler, kolejler, üniversitelerle donatan Fethullah Gülen, Ti-Vi’lerde günlerce yayınlanan canlı kasedinde diyordu ki:
"Adliyede, mülkiyede, askeriyede arkadaşlarımız devletin can damarları içinde dolaşıp çok ileri gidecekler... Kaymakam iseler vali olacaklar... Yargıç iseler yükselecekler... Erken vuruş yaparlarsa Müslümanların başı ezilir... Türkiye’deki devlet yapısında dengeyi kendi cephemize çekeceğimiz ana kadar her adım erken sayılır..."
*
Bence akıllandılar.
Öyle "erken adımlar", öfkelerine yenik düşerek akılsızca girişimler yerine, akıllı, planlı adımlar görüyorsunuz.
"Dengeyi çevirinceye kadar her adım erken..."
İşte böyle yuvarlanıyor Türkiye.
Nur’lu ufuklara doğru...
Tepetakla...
Yazının Devamını Oku