8 Mart 2009
ONLARIN eski ayakkabıları vardır. Boyunlarında tezgáhlarda satılan ucuzundan boncuk kolyeler, onlara ne kadar yakışır bilemezsiniz.
En güzel takıları gözleridir; hüzünlü, ıslak, biraz sonra ağlayacak, ya da biraz önce ağlamış...
Çantaları büyük...
İçinde ne olduğunu bir bilseniz; gözleri için rimelden, yanakları için fondötenden, elleri için kremden, dudakları için rujdan çok daha önemli bir şey vardır kocaman çantalarında; küçük dostları için yiyecekler...
Konuşmayı çok bilmezler...
Boğazlarındaki düğüm düğüm hıçkırıklar, her zaman kelimelerden önce dökülür ortalığa...
Ve yürekleri...
Herkes uyurken, karanlık sokaklarda yavrularını korumak isteyen bir anne içgüdüsüyle çığlık çığlığa nasıl savaştılar...
Onların kocaman yürekleri vardır.
*
Ben kadınları en iyi hayvanları sevmelerinden tanıdım.
Ne yüce varlıklar, bu kadınlar...
Sokağın öbür ucundaki kovukta yavrularını büyütmek isteyen kedi, bir kadına sokulur... Şehrin çöplüğünde annesi öldürülmüş köpek yavrularını, kadınlar alıp baktılar... Kar yağdığında balkona ekmek kırıntılarını serpiştiren kadınlardı...
Ve erkekler kendi çocuklarını bombalarla öldürürken, kadınlar dünyanın her yerinde insan olmayan bir küçük canlıyı bile korumaya kalktılar.
"Ölüm" emrini her zaman erkekler verdi.
Ve her zaman kadınlar karşı durdular.
Başaramadıklarında, dizlerine vurdular...
*
Bugün Dünya Kadınlar Günü...
Lüks bir restoranda, karşımda oturan bizim evin annesi, tabağındaki yiyeceklerini garsondan gizli gizli, öbür müşterilere göstermeden, bir peçeteye sarıp park yerindeki kedi için çantasına sokuşturmaya çalıştığında, hep düşündüm:
Kandan ve gözyaşından uzak, açlığın ve yoksulluğun dert edinildiği bir dünya, bence kadınları bekliyor...
Dünya barışı bekliyordur...
Sevginin gözü yoldadır...
Belki bir gün o büyük çantaları ile burunlarını çeke çeke çıkıp gelecekler...
Onların kocaman yürekleri vardır...
Yazının Devamını Oku 7 Mart 2009
BENCE Maliye Bakanı’nın eşi Ahsen Hanım’ın elini açıp, hangi hastanenin daha iyi olacağını Rabbimizden sorması iyi bir şey.<br><br>Biliyorsunuz; Ahsen Hanım elini açıp sorunca, Rabbimiz ona Amerika’yı gösterdi. Bu nasıl olmuş tam bilmiyorum, tahminen Bayan Unakıtan sordu:
"Ey Rabbim, bu iş nerede olursa iyi olur?.."
"Cleveland..."
"Doktorları iyi mi?.."
"İyidir..."
"Ey Rabbim, yemekleri nasıl acaba?.."
"Fena değil..."
*
Bizim Osman ise ne zaman hastalansa Rabbimiz ona devlet hastanesini gösteriyor.
Ki ben gözümle gördüm, Osman elini açmış şikáyette bulunuyordu:
"Ya Rabbim, beni buraya düşürdün... Ne doktor var, ne hemşire, ne oda, ne ilaç, ne bakım..."
Ama Unakıtan sorunca, gönderdiği yer iyi:
"Ya Rabbim nereye gitsek iyi olur?.."
"Cleveland..."
"Odalarında LCD televizyon var mı?.."
"........!"
*
Aynı gün Unakıtan’ın oğlunun Başbakan’ın "Van münit" sözünün patentini alması, bunu belki likit yumurtada, belki sucukta, belki soyulmuş salatalık konservesinde marka olarak kullanma hakkını kendi adına tescil etmiş olması da, bence yine "Rabbimizin" bir hikmetidir.
Düşünebiliyor musunuz:
Başbakan "Van münit"i seçim meydanlarında pazara sürüp oy kazanırken, Unakıtan Ailesi, üzerinde "Van münit" yazılı belki soyulmuş salatalık turşusu satarak para kazanacak...
*
Ne diyebiliriz?..
Elimi açıp ben de soruyorum:
"Ya Rabbim... Biz sana inandık, sana güvendik... Yaşamlarımızı sana borçluyuz ve bu yaşamda mutlu-huzurlu-onurlu olmayı diledik senden... İyi ama sanki onurlu, dürüst, günahsız, iyi insan olmak suçmuş gibi gelmeye başladı bize...
Nedir bu çektiğimiz ya Rabbim?..
Nedir bu çektiğimiz?.."
Yazının Devamını Oku 6 Mart 2009
ŞİMDİ deve ile uçağın ilişkisini anladınız belki. Aynen aktarıyorum:
"Uçak düşmeden önceki 25 saat içinde sekiz sefer yaptı, bu seferlerden ikisinde irtifa göstergesinin arızalı olduğu tespit edildi... Ayrıca Tekirdağ uçağı düşmeden iki gün önce de irtifa göstergesi arızalandığı için Madrid seferinden çekilmişti..."
Çok açık değil mi?
Uçak havada olan bir şey... Yeterince havada olmadığı pozisyona "düştü" diyorlar. Bu bakımdan ne kadar havada olduğu her zaman çok önemli.
İşte; uçağın ne kadar havada olduğunu gösteren şey arızalıydı...
*
Apronda deve kesen zihniyet; uçağın ne kadar havada olması gerektiğini gösteren aleti önemsemedi anlaşılan.
Bu arkadaşlar; şıhlarını olsun, ermişleri olsun, tarikat hocalarını olsun, irtifa göstergesi olmadan uçurdukları için... Ya da uçağı uçurmaya deve kesmenin yeterli olduğunu düşündükleri için...
Böyle oldu...
Deve uçtu, uçak düştü...
*
Medya; iktidara şirin gözükmek uğruna "öndeki uçak düşürdü" gibi birçok makul bahane buldu gerçi... THY’den nemalanan uzmanlar uçağın "rüzgardan" düştüğünü söylediler...
THY dünyada uçak düşürme rekorunu elinde bulundururken, millet bir hafta "THY’nin ne kadar başarılı olduğunu" dinledi...
Oysa çok açıktı:
Uçak iyi uçsun diye deve kesen, uçak uçuramazdı...
Öyle olsaydı bizim kasap uçardı...
*
Yineliyorum:
Tıpkı Türkiye gibi, hepimiz bir uçaktayız...
Öyle havada, yüksekte, göklerde, uçmakta, yıldız ülke olduğumuz doğru değil...
Çünkü ilkel kafayla çağdaşlığa uçulmaz...
Medya 7 yıldır gizlese de... Avantacı demokrat aydınlar (!) halkı kandırsalar da... Milletin yüzde 47’si kansa da...
Deve kesince uçak iyi uçmuyor...
Adı üzerinde; buna "gericilik" diyorlar...
Aynı uçaktayız...
Aynı uçakta...
Bunu şimdi anlamazsanız, nasıl olsa anlayacaksınız...
Uçak çakıldığında...
Yazının Devamını Oku 5 Mart 2009
TÜM bu tartışmaların, bu didişmelerin, bu kavgaların, bizi ilgilendiren yanıdır:<br><br>"Nasıl bir yaşam biçimimiz olsun?.." Adam gibi ülkeler yaşam biçimlerini çoktan seçtiler, daha zengin, daha verimli, daha mutlu olmanın yollarını tartışıyorlar.
Biz şuradayız:
"Nasıl bir yaşam biçimi?.."
*
Diyelim ki çocuklar nasıl büyüyecekler?..
Merak eden, öğrenen, soran, sorgulayan, korkusuz, özgür, şarkıları ve dansları olan birer "çocuk" gibi mi?..
Yoksa "cehennem ateşi" ile korkutulmuş, ezberlediği ama anlamını bilmediği dualar okuyarak, karanlıkta gelen cinleri kova kova mı büyüyecekler çocuklar?..
Nasıl kuracaklar yuvalarını büyüdüklerinde?..
Áşık olarak, severek, bilerek mi?.. Yoksa görücü teyze ile görücü halanın beğendikleri o kızla mı?..
Sonra...
Sonra kadınlar bir adım geride yürüyüp, erkek erkeğe sofralarındaki muhabbetlerin bitmesini mi bekleyecekler küçük haremlerinde?..
Ya da; asansör kapısında karşılaştığı komşu hanıma "Günaydın" mı diyecek adam?..
Ve kadın duvara dönüp eliyle saçının ucunun gözükmediğini iyice kontrol ederken, adam kıçını ona dönerek, potansiyel bir taciz suçlusu gibi yere baka baka tüyecek mi?..
Bir tiyatro, bir sinema salonu, bir revü, bir kadeh şarap, bir çakırkeyif türkü olmayacak mı hayatınızda?..
Bir kumsalda, suya girince şişen tuhaf tepeden tırnağa tulumların içinde mi olacak insanlar?..
Peki nerede duracak ayakkabılar?..
Sokak kapısının önünde mi?..
Kitaplığınızdaki kitap?..
"İsmail Hakkı Hazretleri’nin menkıbeleri" mi, yoksa "Bir Garip Orhan Veli" mi?..
Kim gibi olmak istersiniz kısacası:
Bir Avrupalı gibi mi?..
Bir Arap gibi mi?..
*
Bu kavga-kıyametlerin bizi ilgilendiren yanıdır bu aslında:
"Nasıl bir yaşam biçimimiz olsun?.."
Yazının Devamını Oku 4 Mart 2009
DOĞRUSUNU isterseniz haberi Star TV’de görünce gözlerime inanamadım. Zaten haberi sunan sevgili Uğur Dündar da verdiği habere şaşırmıştı. Görüntüde bir meydan...
Kürsüde konuşan kişi yerel seçimler için kalabalıktan oy istedikten sonra, verilen sözü test etmek için, elini yukardan aşağı hızla indirirken emir veriyordu:
"Çök..."
Meydandaki herkes çöküyordu...
"Kalk..."
Herkes kalkıyordu...
Tekrar;
"Çök..."
Herkes çöküyor...
"Kalk..."
"Çök..."
"Kalk..."
"Çök..."
*
Hangi parti, hangi seçim bölgesi (ki MHP’nin Iğdır mitingiydi) hangi aday, hangi seçmen, önemli değil.
Türkiye’dir orası...
Ulusal varlıkları, zenginlikleri, doğası, geleceği, huzuru, mutluluğu, yarınları elinden alınan... Yağmalanan, soyulan, çalınan bir suskun milletin kendisidir o...
Her yerde, her zaman...
Sessiz, tepkisiz, kaderci, ezik...
Çök çök...
Kalk kalk...
*
Söyler misiniz; böyle bir toplum dünyanın neresinde vardır?.. Böyle bir toplumla nasıl demokrasi işler?...
Nasıl?...
Dünyanın en stratejik coğrafyasında bulunan, dünyanın en zengin topraklarına sahip, dünyanın en köklü tarihinden gelmiş... Dünyanın en cennet ülkesinin üzerine oturmuş halkın, niye sürüm sürüm süründüğünün en kısa anlatımıdır bu bence...
Çağdaşlığı-medeniyeti itip, işte görüyorsunuz, giderek Araplara benzemesinin en kısa öyküsüdür bu:
Çök çök...
Kalk, kalk...
Yazının Devamını Oku 3 Mart 2009
BAŞBAKAN, Deniz Baykal ile televizyona çıkıp yüz yüze, herkesin gözü önünde tartışmak istemiyor.<br><br>Ben de olsam televizyona çıkmam... Sonra Baykal bana, "Şu Deniz Feneri davasının Türkiye’ye uzantılarını Alman Mahkemesi tespit etti, şunu bir konuşalım" dese...
Ne yanıt verebilirim?..
Ya da "Şu damadın şirketine iki kamu bankasından alınan para ile gazete-televizyon aldındı mı?" diye sorsa...
Ne diyebilirim...
Sesim çıkmaz...
Utanırım...
Diyelim ki "Üniversiteyi bitirmiş gençlerin tümü işsiz. Babalarının-annelerinin sorgulayan bakışlarından kaçmak için akşamları sofralara oturmuyor çocuklar... Sizin ise daha kolejde okuyan çocuklarınız bile şirket-mirket kurup zengin oluverdiler... Nedir bunun sırrı?" diye sorsalar bana...
Sıkılırım...
Elim-ayağım titrer...
Yüzüm kızarır...
Ter boşalır yanaklarımdan...
*
Soruldu diyelim:
"Nedir bu gemicik hikáyesi?.."
".........?"
"Nedir bu altın-mücevherat işi?.."
".........?"
"Nedir şu anda ailenin mal varlığı?.."
".........?"
"Cumhuriyetçiler evlerinden toparlanırken ’yargıya güvenin" diyorsun da, sıra dokunulmazlıkların kaldırılmasına gelince niye ’yargıya güvenmiyorum’ diyorsun?.. Niçin kaldırmıyorsun şu dokunulmazlıkları?.."
".........?"
"İnsanların yatak odalarını dinletiyorsun da, kendi yolsuzluk dosyalarınıza bakılmasına niye izin vermiyorsun?.."
".........?"
*
Denilse...
Ne yaparım ben?..
Kanım çekilir, kanım...
Bir daha meydanlara çıkıp bakamam insanların yüzüne...
Utanırım...
Yazının Devamını Oku 1 Mart 2009
BİR şeffaf káğıdın (sanırım aydınger káğıdı) üzerindeki dünya haritasında en çok hırsızlığın olduğu ülkeleri taradılar. Arkasından bir başka şeffaf haritada en çok ırza geçilen ülkeleri, bir başka şeffaf haritada en çok cinayet işlenen ülkeleri, bir başka haritada en çok dolandırıcılığı, bir başkasında yoksulluğu, bir başkasında açlığı...
Bir başka şeffaf harita üzerinde de hayvanlara en çok eziyet eden ülkeleri taradılar...
Tüm haritaları üst üste koyup ışığa tuttular.
Hepsi tamı tamına çakışıyordu...
Bu ülkelerin hangi bölge ülkeleri olduğunu tahmin edersiniz, utanıyorum, dilim varmıyor...
*
Televizyonda doğa-belgesel yayını yapan kanallar (örneğin; National Geographic) hayvansever örgütlerin Ortadoğu’ya gidip eşekleri korumaya çalıştıklarını görüntülerle veriyorlardı.
Bir eşeğin üzerine İsrail bayrağı çizmişler, eşek kızgın kalabalığın ortasında ve insanlar ona el-kol hareketleriyle küfrediyorlar, yumrukluyorlardı.
Sonra korkunç bir şey başlıyor.
Taşlıyorlar eşeği...
Eşek şaşkın...
Kaçmak istiyor, çevresini sarmış kara sakallı insanlar öyle kalabalık ki, gözlerini kapatıyor eşek.
Ve eşeği linç ediyorlar, hayvan kanlar içinde can veriyor.
*
"İsrail’i telin" meydanına giderken mutlu mutlu kuyruğunu sallayan eşek (O sanıyor ki iyi bir yere gidiyor) sadece bir-iki-üç değil.
Ya da sadece İsrail’e kızmış insanların yaptığı bir tek olay değil bu.
Dün akıl almaz hayvan düşmanlığı öyküleri geliyordu bilgisayarıma; bizim Marmaris’ten, Tuzla’dan, İstanbul’dan, Van’dan...
*
Eşeğin üzerine İsrail bayrağı çizip onu linç etmekle, 7 milyonluk İsrail’in önünden kaçan 200 milyonun öyküsü birbirini tamamlar ve birbirinin ayrılmaz parçasıdır aslında...
Bu uygarlaşan dünyada ilkellik asıl düşmanımızdır.
İlkel kalıp kazanamayız...
Marmaris’te, İstanbul’da, Van’da... Ya da Ortadoğu’nun herhangi bir ülkesinde...
O harita gözümün önüne geliyor...
Kapatıyorum gözlerimi...
Yazının Devamını Oku 28 Şubat 2009
DİYORLAR ki: "Yani o deve ile şu yaşadığımız uçak kazasının ne ilgisi var?..." Bence de yok.
Zaten biz de devenin apronda ne işi olduğunu ve uçakların iyi uçması için devenin ne gibi bir katkısı olacağını sormuştuk.
Niye kestiler deveyi?
Uçak iyi uçsun diye.
Uçtu mu?..
*
Deve ile uçak...
İkisi de bir yerden başka bir yere gitmek içindir.
O aprondaki deve, uçak yerine yolcu alıp Almanya’ya uçmayacağına göre, orada ne işi vardı dersiniz?..
Bir ikinci neden; badem bıyıklının cennete gitmesi için...
Bunu bilmeniz gerek; bu tür kurbanlar, kan akıtmalar, koç-deve kesmeler, imamlara göre cennete gitmek içindir...
Daha açıkçası; ahiret gününde Genel Müdür ve aynı kafadaki diğer personel devenin sırtına binip cennete gideceklerdi...
Yine inanca göre; devenin ruhu bu özel sefer için gökyüzünde onları beklemekte...
O zaman yine geldik deve-uçak ilişkisine:
Deve uçtu, uçak düştü...
*
Bu deve-uçak ilişkisini anlamak için, aslında uçak yolcusu olmaya da gerek yok.
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmak yeterlidir.
Hepimiz aynı uçaktayız...
Ve uçağın iyi uçmasından sorumlu badem bıyıklı zihniyet, her gün deve kesiyor; modern devlet yerine dini referans alarak, bilimin yerine hurafeleri koyarak, çağdaş bir yaşam yerine ortaçağı dayatarak...
Buna Fransızca "teokrasi" de diyebilirsiniz, Türkçe "dinerki" de...
Tam karşılığı; imam devleti...
Uçak ile devenin ilişkisi işte bu...
*
Aprondaki devenin uçurulmasından sonra uçak düzgün uçsaydı, bu iyi bir fikir de sayılabilirdi.
Ama deve uçtu, uçak düştü...
Bu durumda geriye; badem bıyıklıların devenin sırtına doluşup cennete gitmeleri olasılığı kalıyor ki...
Ne diyebiliriz?
İyi uçuşlar...
Yazının Devamını Oku