Bekir Coşkun

Orada kimse var mı?..

28 Mart 2009
BÜTÜN gece bu küçük cümle kafamın içinde dönüp durdu: "Orada kimse var mı?.."

Aslında herkes birbirinden habersiz... Birbirinden uzak... Belki de birbirlerinin farkında olmadan aynı şeyi söylüyordu:

"Orada kimse var mı?.."

Bir evde, bir sokakta, bir köyde, bir fabrikada, bir işsiz, bir çocuk, bir kadın, bir baba...

Namuslu gazeteciliği ile mesleğimizin yüz akı Uğur Dündar, o mavi gözleri dolu dolu, yargının yaktığı onurlu yüreği ile çığlık atıyordu televizyonda:

"Orada kimse var mı?.."

(.......)

Ve karlı dağların eteğinde gençler elleri ile karları deşip, çıplak ayakları ile karları aşıp, ağlaya ağlaya liderlerini arıyorlardı...

Kötü-basiretsiz-akılsız yönetilen devlete güvenmeyip, karlı vadilere seslendiler tüm gece:

"Orada kimse var mı?.."

Bir esnaf...

Bir köylü...

Bir balıkçı...

Bir aç...

Bir mahkûm...

Bir üniversiteli, bir rençber...

Hatta birbirlerini duymak istemeyenler... Belki de birbirlerine tahammülsüzler... Dahası birbirlerini susturmak isteyenler, aynı cümleyi tekrarlıyorlar:

"Orada kimse var mı?.."

*

Ama kimse yok...

Çünkü demokrasilerde canı yanan sıradan bireylerin "kimsesi", sadece kendi toplumlarıdır.

Varsa vardır...

Yoksa yoktur...

İşte; yarın seçim var...

Türkiye; bu çağ dışına sürüklenmeye razı, sadakaya alıştırılan, sindirilmiş-kandırılmış-korkutulmuş bir toplum olmaya "hayır" diyebilecek mi?..

Yoksa; bu hukuksuzluğa, bu korku yönetimine, bu haksızlıklara, bu hırsızlıklara, bu ilkelliklere "devam" mı?..

O zaman duymaz mısınız Mustafa Kemal’in sesini:

"Orada kimse var mı?.."
Yazının Devamını Oku

Teknoloji meşguldü...

27 Mart 2009
İKİNCİ gün, saat 16.00’ya geliyor, helikopter henüz bulunmuş değil... Oysa diyordu ki teknik takipçi:

"Teknik takipte olan rüyasında konuşsa, bunu dinleme ve kaydetme imkánımız var..."

"......?"

"Diyelim ki adım attı....."

"......?"

"Yani paşa tuvalete gitse tespit edilir..."


Ama koca helikopteri bulamadılar...

*

Yarım milyar dolarlık dinleme-izleme aleti satın aldılar. Yedi tane "dinleme-izleme" aracı, Başbakanlık’a bağlı dolanıyor AKP karşıtlarının peşinde...

Hastane odalarını dinliyorlar...

Sofraları dinliyorlar...

Fısıltıları dinliyorlar...

Bir yüksek yargıcın eşi arabasından inip, arkadaki "teknik takipçinin" arabasının camlarını tırmalıyor "Bırakın peşimizi" diye diye...

Ama düşen koca helikopterin yerini bulamıyorlar...

*

Kapalı telefonları dinleme cihazı haline getiriyorlar...

Radyonuzu, televizyonunuzu, müzik setinizi sizin "muhbiriniz" haline getirebiliyorlar...

Bir hesaba göre 3 milyon, bir itirafa göre aynı anda yarım milyon insanı üstün teknolojileri ile izleyebiliyorlar...

Tele-kulak anlatıyor:

"Yani muhalif yellense, uydu üzerinden kaydederiz..."

Ama bu yazı yazıldığında 24 saat geçmişti üzerinden, henüz helikopter bulunmuş değil...

*

Niçin?..

Çünkü "ilkellik" ile "çağdaşlığın" farkıdır bu...

Devletin ayrılmış bütçesini, haberleşme kurumlarını, uzmanlarını muhalif cadı avına yönlendirirseniz... Aklınız yatak odalarında olursa... Teknolojiyi insanları sindirmekte kullanırsanız... Teknik kadrolara ispiyoncularınızı doldurursanız...

İşte böyle; bir partinin genel başkanının düşen helikopterini bulamazsınız...

Rezil olursunuz dünyaya...

İlkellik ile çağdaşlığın farkıdır...
Yazının Devamını Oku

Harika zamanlama...

26 Mart 2009
O gün, bu 2. iddianamenin mahkemeye verilişindeki zamanlamayı parmak hesabı ile yapmıştık; seçime üç gün kala açıklanacaktı... Öyle oldu...

Dün iddianame açıklandı...

Seçime üç gün var...

*

Televizyonlar sabahtan beri durmadan, aralıksız "2. iddianameyi" veriyorlar.

Ben bu iddianameden hemen şüphelendim.

Çünkü ikinci iddianamede "Ergenekon Örgütü"nün yapmaya çalıştığı ya da yaptığı iki şey var ki...

Birincisi; Deniz Baykal’ı CHP’nin başından uzaklaştırmak...

İkincisi; Cumhuriyet Gazetesi’nin tirajını artırmak...

Bu ikisi olamaz... Olamaz...

Yeryüzünde hiç kimsenin yapamayacağı bu iki şeyi, eğer Ergenekon Örgütü yapacaktıysa...

Demek ki bu bir hayalden ibaret...

*

Ya da şu kanıt; Orgeneral Hurşit Tolon’un evinde bir adet ateşli silah bulunması...

Paşa’nın evinde tabanca?..

Oysa biz darbeyi süpürge sapı ya da baston ile yapacaklarını sanıyorduk, ama Paşa’nın tabancası çıktı...

Pekiiii... İddianemedeki şu ayıplama"!" nasıl:

"İnsanların özel hayatına girip telefonlarını dinliyorlardı."

*

Seçime üç gün var...

Türkiye "2. iddianameyi" konuşuyor...

Ne ekonomik kriz kaldı, ne işsizlik, ne iflaslar, ne intiharlar, ne sade insanların sokaklarda ağlayıp-sızlamaları...

Tümü yok oldu sanki...

Misal; İstanbul-Ankara belediyelerinin aslında olmayan bir şirkete milyonlarca dolar verip, ondan "asfalt danışmanlığı" aldıkları... Yabancı asfalt danışmanlarının hiçbir zaman Türkiye’ye gelmedikleri...

Ya da; yolsuzluklar, hırsızlıklar, yağmalar... İktidar bebelerinin inanılmaz zenginlikleri... Gökten yağan hırsızlık haberleri...

Hiçbiri artık gündemde değil, sabahtan akşama kadar "2. iddianameyi" konuşuyorlar...

Seçime üç gün var...
Yazının Devamını Oku

Kolbastı zamanı...

25 Mart 2009
AÇIKLANAN seçim anketlerinden çıkan sonuçlar, aşağı-yukarı birbirine yakın sayılır...<br><br>Anlıyorum; karar veremiyor dönek... O yana mı, bu yana mı?..

Kafası karışık...

Ya o çıkarsa?...

Ya bu olursa?..

*

Dönek için zor günler bu günler...

Ya bir hesap hatası yapıp kazanmayanın yanına düşerse?..

Eskiler buna "İcra-i pervanede, gayri mazbut muhasebe-i fırıldak" derlerdi.

Türkçesi; döneğin hesap hatası...

Geçen gün bana sordu:

"Kim kazanır?.."

"Sen"
dedim...

Çünkü ben onu her seçim sonrası, kazananın yanında "İşte kazandık..." diye zıplarken görmüştüm.

*

Ama şu günlerde zor durumda...

AKP’nin oyları düşük çıkarsa "ben demiştim" diyerek karşı yanda yer alması gerekiyor... Yok eğer AKP oyları beklenenden yüksek olursa, iktidara biraz daha sokulması lazım...

Ne var ki kestiremiyor...

Şu an itibariyle ortada, figürleri; kolbastı...

Ki yönü belli olmasın...

*

"Kim?" demeyin... Sandıklar açıldığı an onu televizyonda göreceksiniz, aynen şöyle diyecektir:

"Ben söylemiştim..."

Ya da:

"Beklenen oldu..."

Şu an zorda...

Kestiremiyor, karar veremiyor... O yana dönse olmuyor, bu yana dönse içine sinmiyor...

Ikınıyor-mıkınıyor...

Dönme zamanı geldi mi, gelmedi mi bilemiyor...

Şu an "kolbastı"da ...

Seçim akşamı onu televizyonda göreceksiniz...

Çok utanmazdır...
Yazının Devamını Oku

Hırsızlara oy vermeyin...

24 Mart 2009
BEN hırsızları torbalarından tanırım.<br><br>Ama nasıl anlatılır?.. Her şeyi, ama her şeyi çalınan bir millet... Yüzünü yıkadığı suyu, ocağında yanan gazı, arabasını yürüttüğü benzini...

Bu hırsızlıklara canı sıkılıp da nefes almak için cama gittiğinde, o yeşil alanı...

Çocuğunun geleceği...

Kendi gençliği...

Yüzlerdeki gülücük...

Ezilen-büzülen o gurur...

Her şeyi çalınmış bir millet, sırtında torbayla giden hırsızlara nasıl oy verir hálá?..

Nasıl?..

*

Yine bir seçim zamanıdır...

Aslında oy kullanma hakkı olmayan tüm çocuklar, tüm torunlar, tüm gelecek kuşaklar, tüm yaşam, tüm varlıklar, tüm insanlık için bu seçme hakkı sizin...

Hırsızları seçmeyin...

Hiçbir siyasi ayrım yok bu yazıda...

Kim, nerede, ne yanda, hangi partide, hangi görüşte, hangi yönde olursa olsun...

Fark etmez...

Hırsızlarını hoş gören, destekleyen, onurlandıran... Hırsızları başına taç eden milletler sürüm sürüm sürünürler...

Tersi asla olmaz...

*

Eğer aklınızı da başınızdan çalmadıysa hırsızlar, onları eminim tanırsınız:

Sırtlarındaki torbadan...

İçinde; bir ulusun, tüm çocuklarınızın olması gereken zenginlikleri doldurup götürdükleri torbalarından...

İyi bakın...

Bir yanda eziklik, muhtaçlık, yoksulluk, işsizlik, gözyaşı, acı ve kahır varsa... Öte yanda daha göz açıp kapatıncaya kadar içi tıka basa dolmuşsa torbanın...

O hırsızdır...

O da torbası...

Bu sefer...

Bu sefer çocukların hatırı için...

Hırsızlara oy vermeyin...
Yazının Devamını Oku

Doğanın bayramı...

22 Mart 2009
NEVRUZ ateşini yaktılar. Vali, "Çok güzel bir şekilde yakın, bakan bey birazdan gelip üzerinden atlayacak..." dedi.

Bakan geldi...

Ömründe birçok şeyin üzerinden atlamıştı Bakan; soldan sağa, makam masasının bu yanından o yanına, 96 Reno’dan 550 S Mercedes’e, o partiden bu partiye, parasızlıktan zenginliğe, saf insanların üzerinden devletin sırtına...

Ama ateşin üzerinden hiç atlamamıştı.

Ateşe baktı...

Üç adım geri çekildi...

Sağ ayağını öne koydu... Masayı kendine doğru çeker gibi, yumruk yaptığı ellerini üç kez ileriden geriye doğru çekti...

Ayaklarını havada ters "V" harfi biçiminde açması gerektiğini düşündü... Yok eğer iki ayağı aynı anda paralel öne giderse, ateşin üzerine kıç üstü oturma ihtimali aklına geldi.

Ve durup valiye sordu:

"İtfaiye burda mı?.."

Yeniden geri geri çekildi, önce sağ ayağını atmaya karar verdi, sonra sol ayağını...

Yok eğer ikisini birden öne atarsa...

İtfaiye...

(.........)

İşte siz gazetelerde o fotoğrafı gördünüz; Bakan havada, nevruz ateşinin üzerinden atlarkenki...

*

Nevruz, doğanın bayramıdır.


Doğanın uyanışını-dirilişini... Çiçeklerin açışını... Kuşların büyük göçünü... Kumruların gelişini kutlamak için...

Sincapların, yunusların, leyleklerin, ırmakların, göllerin, ormanın, ovaların bayramı...

Ama tümünü yok ettiler...

Ağaçları kestiler, kurtları vurdular, korulukları müteahhitlere sattılar, koylar bitti...

Deniz kirli, ovalar yok...

*

O zaman bir pis asfaltın üzerinde ateş yakıp, başında yalanlar sıralayıp, sonra ateşin üzerinden atlamak kaldı geriye...

İşte; doğayı yağmalayanlar, çalanlar, satanlar...

Bir cenneti bitirenler hiç de utanmadılar...

Dün nevruz ateşinin üzerinden atladılar...
Yazının Devamını Oku

Ekmek yok otomobil verelim...

21 Mart 2009
İŞSİZLER gözleri dolu dolu sokaklarda dolanırken medya iktidar adına müjdeyi verdi: "Otomobilde büyük indirim..."

"Hemen al..."

"Otomobil satışları patladı..."

"Önce milletim gelir"
diyen sahteciliğin, işsizlik-yoksulluk karşısında bulduğu çareydi bu:

"Ucuz otomobil..."

*

Böyle çalıştı kafaları:

İşsize muhtemel bir iş olanağını bile, otomobil şirketlerinin üzerinden yapıp, önce zengini kurtarmak...

Otomobil satıcıları stoklarını erittiler...

Kim kazandı?..

Ucuza mal kapatmayı bekleyen bankada parası olanlar, otomobil üreticileri, Alman, İtalyan, Japon, vs. ortakları...

Elbette indirimden doğan ÖTV kaybını ödeyecek olan ise 70 milyondur...

İşsize ne fayda bundan?..

İşsizlerin yüzde kaçıdır otomobil fabrikalarından atılanlar?.. Ya da otomobiller satıldı diye kaç işçiyi geri aldı otomobilciler?..

*

Peki neden?..

"Milletten yana" gibi gözüken kafanın arka yüzüdür bu:

İşçinin, işsizin, açın, sokakta kalmış insanların önemi yoktur... Mübarek olan paradır, asıl olan sermayedir, onların yerli-yabancı şirketleridir...

Ve Tayyip Erdoğan bu nedenle orada oturur...

Önce patronun otomobilini, parası olana sattırır... Oradan artık yere ne kırıntı düşerse, o işsizin, açın, sefilin payıdır...

*

İnsan işsiz...

Sokakta ağlayarak geziyor baba...

Ocakta çorba yok...

O otomobil fiyatlarını indiriyor...

İflas etti esnafın çoğu... Genç girişimciler işyerlerini kilitleyip çoktan kaçtılar... Gururuna yediremeyenler intihar ediyorlar... İnsanlar televizyonlarda gözlerini silip ceplerindeki bozuk paraları gösteriyorlar...

Çığlık atıyor sokaklar...

O otomobili ucuzlatıyor...

Çünkü onun hem yüreği, hem aklı böyledir...

Ekmek yok...

Size otomobil verelim...
Yazının Devamını Oku

Tahminim...

20 Mart 2009
TAHMİNİM AKP yüzde 70 oy alır... Bir başka tahminim yüzde 80...

Bir diğer tahminim yüzde 90...

(.......)

Çünkü ben seçmeni kazanmak için şu dört unsuru bu kadar iyi kullanan iktidar görmedim:

- Rüşvet...

- Hile...

- Tehdit...

- Korku...

Bilmiyorsunuzdur; Diyarbakır’da köylülere koyun da dağıtıyorlar rüşvet olarak. Aynı zamanda petrol kuyularından bere ve kemik çıkıyor korku salarak...

İçinde iktidarın adamlarının yer aldığı Deniz Feneri dolandırıcılık davası haberine yasak gelirken... AKP karşıtlarının her telefon konuşması, ertesi gün medyada yer alıyor.

Vatandaşın kapısında kuyruğa giriyor; nohut, makarna, şeker, kömür, bulaşık makinesi, kanepe...

Çoktan bitmiş ya da bitmemiş olan tüm yatırımların açılışı hile ile seçime denk getirilirken... Korku adına paşanın darbe şeması ortaya çıkıveriyor...

Tam bu sırada tehdidi patlatıyor Başbakan ve adamları:

"Bize oy vermeyene hizmet yok..."

Arkasından geliyor rüşvet:

"Bedavadan vatandaşa 300 lira..."


Olmadı:

"Ayda 100 liraya TOKİ’den daire..."

Ve korkunun sopası sallanıyor aradan:

"3 milyon kişi dinleniyor..."

*

Rüşvet...

Hile...

Tehdit...

Korku...

Ben bu dördünü bir arada böyle mükemmel ve eksiksiz kullanan bir iktidar görmedim.

Bu durumda AKP’nin yüzde 70 oy alması lazım.

Yüzde 80 de olur...

Yüzde 90 da...

Ama bu dönemin Türkiye’nin demokrasi tarihine bir yüz karası olarak geçmesi, yüzde 100...
Yazının Devamını Oku