27 Şubat 2009
DENİZ Feneri ile Başbakan arasında bir ilişki var mı?<br><br>Yok... Zaten Başbakan da meydanlarda yaptığı konuşmalarda "Benimle ne alakası var?" diye soruyor.
Meydandakiler zıplayarak yanıtlıyorlar:
"Türkiye seninle gurur duyuyor..."
(........)
Doğrusunu isterseniz, Başbakan, Deniz Feneri dolandırıcılık davasının ilk isimlerinden, RTÜK Başkanı yaptığı Zahit Ak-man’ı da tanımaz...
Görse soracak:
"Sen kimsin?..."
"Zahit..."
"Hangi Zahit?.. Tanımadığım bizim Zahit mi?.."
"......?"
(........)
Pekiiii...
Onlarca çağdaş-yararlı derneğin başvurusu reddedilirken, dört sene önce Dernekler Kanunu’nu değiştirerek Deniz Feneri’ni kamu yararına çalışan dernek sayıp, saf Müslümanlardan para toplamasını kolaylaştıran, veraset ve intikal vergilerinden muaf sayan AKP Hükümeti’nin kararnamesi ile AKP Hükümeti arasında herhangi bir ilinti var mı?...
Yok...
(........)
Hadi diyelim ki; Deniz Feneri şirketlerindeki törenlerde, Deniz Feneri kurucularının düğünlerindeki videolarda gözüken de Başbakan değil... Deniz Feneri dolandırıcılığının kilit isimleri arasında da Başbakan’ın bürokratları, danışmanları, bakanları, sözcüleri, yandaşları, dava arkadaşları bulunmuyor...
(........)
Ya da; Deniz Feneri dolandırıcılık davasına bakan Frankfurt Eyaleti 26. Büyük Ceza Mahkemesi Başkanı Yargıç Johann Müller’in karardaki şu sözlerini de anlamazlıktan geldiniz:
"Asıl suçlular Türkiye’dedir... Burada dolandırıcıların basit bir eylemi söz konusu değildir. Siyasi ve İslami bir ideoloji vardır..."
*
Ve tüm bunları yok saydınız...
O zaman tarihin en büyük dolandırıcılığını yapmaktan mahkûm olan Deniz Feneri ile Başbakan ve iktidarı arasında bir "alaka" kaldı mı?...
Kalmadı...
Şimdi zıplayın hep birlikte:
"Türkiye seninle gurur duyuyor..."
Yazının Devamını Oku 26 Şubat 2009
NE zaman bir uçak görsem, aklıma deve geliyor.<br><br>Bir deve apronda, başına ne geleceğinden habersiz geviş getirip sağa-sola bakıyor. O sanıyor ki birazdan o kravatlı ve badem bıyıklı adam "Çuşaaaa..." diyecek, kendisi yere çökecek, kravatlı ve badem bıyıklı adam üzerine binecek... Güzel güzel gidecekler.
Zaten kravatlı ve badem bıyıklı adamın "Genel Müdür" olduğunu da bilmiyor deve.
Ama kravatlı, badem bıyıklı adam onu yiyeceğini biliyor...
Öyle de oluyor zaten.
Deveyi yiyorlar...
*
Ne zaman havada uçak görsem aklıma deve gelir.
Gelişmemiş bir ülkenin insanı olmanın doğal sonucudur belki; turp gördüğümde o milletvekilini, şehrin ortasında boş arsa gördüğümde belediye başkanının yüzünü düşünürüm.
Cep telefonu görünce konuşmak yerine susmak gelir içimden.
Nohut; vatandaşı çağrıştırır.
Diyelim ki haşlanmış mısır gördüğümde aklıma Cumhurbaşkanı, at gördüğümde aklıma Başbakan gelir...
Yumurta gördüğümde Maliye Bakanı...
Saksı gördüğümde Adalet Bakanı...
Deve; uçak...
*
Dünyanın her yerinde uçak düşebilir, uçaklar havada oldukça bu zaman zaman olacak da...
Dün düşen uçak için de kimseyi peşin suçlamak elbette doğru değil. Ama uçağın düşmesinin hemen peşinden yaşananları gördünüz; havacılık tarihinin en kara-mizah olasılıkları bir bir sıralanıyordu:
"Motor düştü..."
"Benzin bitti..."
"Yeni pilot inmeyi öğreniyordu..."
Yıllar önce düşmüş uçakların sebebini dahi Türk kamuoyu hálá öğrenememişken, altı saat önce düşmüş uçağın düşüş sebebini nerden bileceksiniz?
Bilinen tek gerçek:
Güvensizlik...
Muhtemel basiretsizlik...
Ölen insanlar, acı içinde yakınları...
Ve siyasi iktidarların elinde oyuncak olmuş, rantı bol koca bir milli kuruluş...
Yoksa uçak görünce niye aklıma deve geliyor?...
Yazının Devamını Oku 25 Şubat 2009
ARADA bir sordum arkadaşlara:<br><br>"Geldi mi?.." Arkadaşlar da "Geldi mi?" diye Adalet Bakanı’na sordular. Bakan "Yola çıkma aşamasında" dedi:
"Yola çıkma aşamasında... İlk olarak sefarete gitti, sefaretten elçiliğimize geçti, elçiliğimizde gerekli işlemlerden sonra, oradan hareketle Berlin’e intikal ederek, Berlin’den..."
Ben de her seferinde telefonun başına oturup eşe-dosta haber verdim:
"Yola çıktı, uçakla geliyor... Belki Frankfurt’a uğrar... Frankfurt Berlin tarifeli seferiyle Bon üzerinden..."
*
Deniz Feneri dosyasının Almanya’dan Türkiye’ye gelişi, İngiltere Kraliçesi’nin ya da ABD Başkanı’nın gelişlerinden daha zor oldu.
"Deniz Feneri dosyası ne zaman geliyor?" sorularını tekrarlamaktan muhabir arkadaşlarımızın yüzü dosyaya benzediydi.
Bakan’ın yüzü ise klasöre...
"Efendim geldi mi?.."
"Yola çıktı... Konsolosluğa uğradı, oradan büyükelçiliğe geçti, büyükelçilikte gerekli hazırlıkları takiben Berlin seferi ile..."
İşte bu sırada CHP’li bir arkadaş, sen git dosyayı el altından al getir...
Başbakan’ın "O dosya o değil" dediği o...
*
Nedir Deniz Feneri dosyası?...
Alman mahkemesinin kararına göre; "Alman hukuk tarihinin en büyük dolandırıcılık" dosyası... Dindar gurbetçilerden topladıkları milyonlarca Euro’yu bavullarla Türkiye’ye taşımışlar.
Yine Alman mahkemesinin kararına göre; elebaşıları Türkiye’de...
İşin içinde iktidarın önde gelenleri var...
Kim?..
Ben mi?..
*
Dosya neredeyse yarım senede gelebildi.
Böylece davanın Türk yargısında görüşülmesini, yerel seçimlerden sonraya bırakmayı başardılar.
O dosyada; din-iman adına ne rezillikler çevirdiklerinin, insanları nasıl kandırdıklarının, ahlaksızlıklarının kanıtları mevcut...
Ve gelmesini hiç istemediler.
İster misiniz yarın bir haber gelsin:
"Dosya kaçtı..."
Yazının Devamını Oku 24 Şubat 2009
ÖBÜR mahallede düzenlenen "F-asıl toplantıları"nı biz uzaktan uzaktan izliyoruz.<br><br>Kulağıma tambur sesi geliyor. Medyanın önde gelenleri, F-ehmi Koru ev sahipliğinde birarada F-asıl yapıyorlar:
"Ömrün şu biten neş’vesi tam olsun erenler..."
F-uşşak makamı...
(.........)
F-ehmi Koru aynı günkü yazısında; bizim gruba gelen "yergi cezası"nın, aslında "değişime direnen yazarlar yüzünden" olduğunu yazıyordu:
"Kendileri değişmiyor, gazete ve televizyonlarını da değişime sımsıkı kapatıyorlar..."
Demek ki bizler bu "değişime" direndiğimiz için ne oluyormuş?..
Ceza geliyor...
Değişim; yani AKP’nin İslamcı modeli...
Kısacası; biz AKP iktidarının estirdiği bu müthiş "değişime" direnmesek, ceza yok...
*
Bizim mahallede ise; Vatan’da yayınlanan "Ben kovulsaydım Emin kılını kıpırdatmazdı" sözlerim dolanıp duruyor.
Dünkü dinci gazetelerde bizim mahallede kavga çıktığı yorumları vardı.
Bu Emin kovulduğunda "İyi ki kovuldu" dediğim gibi şakayla karışık, belki biraz da eksik kalmış sözlerdi...
Bizim mahallede kimse kimseyi satmaz...
Emin benim kürek arkadaşımdır...
Haksız-hukuksuz cezalarla "değişime" zorlandığımız şu günlerde aramızda olmasını ne kadar çok isterdim bilemezsiniz...
*
Dinci iktidarın elindeki olağanüstü güçlerle üzerimize geldiğini, son günlerde azgınlaşıp son darbeyi vurmak, son cepheyi almak istediğini... Bir çağdaşlık savaşının tamı tamına göbeğinde olduğumuzu biliyoruz.
F-ehmi Koru’nun "Değişime direniyorlar" görüşü doğru...
Direniyoruz...
Bizim tek derdimiz var; biz yandık, çocuklarımız yanmasın...
F-asıl yapacak halimiz yok... Biz sadece kendi kendimize mırıldanırız türkümüzü:
"Dertlerin kalkınca şaha
Bir sitem yolla Allah’a
Görecek günler var daha
Aldırma gönül aldırma..."
Yazının Devamını Oku 22 Şubat 2009
EĞER biz doğaya-çevreye saygıyı üniversitelerimize öğretememişsek, ne yapabiliriz?..<br><br>İnsan olmayan canlıların da yaşama hakkı olduğunu üniversitelerimiz bilmiyorsa... İlmin kaynağından merhametsizlik fışkırıyorsa... İrfanın çeşmesinden nefret akıyorsa... Bilimin yuvasında ilkellik varsa... Ne yapabiliriz?..
Ne?..
*
Hacettepe Üniversitesi’nde, sömestr tatilini fırsat bilip zehirli yiyecekler atarak, kampusta ve çevre ormanında yaşayan kedileri-köpekleri öldürdüler...
Atılan zehir yüzünden kuşlar da öldü...
Tilkiler, sincaplar da...
Üniversitenin temizlik şirketi kaç gün ağaçların arasında ölmüş hayvanları topladı.
Bir cılız yavru köpek kaldı, günlerce ağlayarak korulukta annesini araya araya...
O kedilerden-köpeklerden çoğu üniversitedeki iyi yürekli öğrencilere-öğretim görevlilerine sığınmışlardı. Akşamları onların yolunu gözetleyip, çantalarda gizli saklı taşınan yiyecekleri bekliyorlardı.
Tümü öldürüldü...
*
Hacettepe Üniversitesi, çevre-doğa konusunda öğrencilerle yaptığım bir söyleşiden sonra bana plaket vermişti, gurur duyarak evimizin en güzel yerine koymuştum.
O gece plaketi oradan indirdim.
O plaketi bir daha görmeyeceğime ve o üniversiteye bir daha adım atmayacağıma, kendi kendime söz verdim.
*
Hayvanları öldürmek suçtur.
Biz tüm canlıların sevilmesi bir yana, onlara hiç olmazsa yasa gereği yaşama hakkı verilmesini üniversitelerimize dahi anlatamadıysak... Zırcahillere, ruh hastalarına, merhametsiz ve acımasızlara nasıl anlatırız?..
Peki, doğaya saygıyı, canlılara yaşama hakkını unutup, ilkel insanlar gibi anneleri yavrularının, yavruları annelerinin yanında öldürenler, o çocuklara neyi öğretiyorlar o üniversitede?..
Sevgiyi mi?..
Yaşama saygıyı mı?..
İnsanlığı mı?..
Neyi?..
Yazının Devamını Oku 21 Şubat 2009
SIRA bizde mi?..<br><br>Evet... Başbakan son günlerde "Açıklatacaklar bana" şeklinde laflar ederek saldırı emri verdiğine... Maliye’nin kestiği vergiyi AKP Grup Başkanvekili acele televizyonlara çıkıp savunduğuna göre...
Bu AKP’nin operasyonu...
Bir tür ekonomik Ergenekon...
Devleti dolandıran şürekálarının fink attığı kirli çuvala bizi de sokmak amaçları.
Ve sıra bizde...
*
Ben çalıştığım grubun ticari ilişkilerinden, borsasından, alımından, satışından anlamam... Bir tek gün patron işleriyle ilgili konularda tek satır yazmış da değilim.
Ama bu sefer hedeftekilerden birisiyim.
Birçok genel yönetmen, yönetmen, editör, yazar, yorumcu, karikatürist, muhabir arkadaşım gibi ceza kesilenlerden birisi olduğumun elbette farkındayım.
Çünkü; Aydın Doğan ve yöneticilerinin bir tek kuruşun bile titizliği içinde olduklarının, devlete karşı görevlerini "namus" saydıklarının 17 yıllık tanığıyım.
Ceza bize...
*
Ve sıra bizde...
Onbinlerce devlet kadrosu, cumhuriyetin yüzlerce kurumu, Çankaya, üniversiteler, yargı, kitle örgütleri, sermaye... Derken istila sırası; içinde Hürriyet, Milliyet, Vatan, Star TV, Kanal D, CNN Türk gibi çağdaşlığı savunan yayın organlarının olduğu grupta...
İstilanın son saldırılarından birisidir belki de...
Gazeteler-televizyonlar tarikatlara kapatılırken... Medya grupları devlet parası ile damada alınırken... Basında köşelere iktidar adına el konulurken... Hálá çağdaşlıktan yana direnen, sinip-pısmayan medyayı yok etme saldırısıdır bu...
Aslında rejime karşıdır...
Belki de karşı devrimin, laik cumhuriyete karşı başlattığı istilanın en anlamlı saldırısı...
Merak ediyorum doğrusu:
Bir gün Hürriyet’i ve diğerlerini susturabilecekler mi?..
Susturabilirlerse...
Türkiye susar...
Yazının Devamını Oku 20 Şubat 2009
NE önümde bir kamuoyu yoklaması var, ne uzmanların görüşü... Hiçbir somut bilgi sahibi değilim. Bu sadece "gelişler" ve "gidişler"le dolu yılların verdiği bir gazetecilik sezisidir:
AKP gidiyor...
Havada yanık kokusu var...
Ben bu kokuyu tanırım.
*
Hiçbir şey artık geçen altı senedeki gibi değil.
AKP’nin "iyi şeyler de yaptığını" söyleyip onu savunanlar dahi gerçeği görmeye başladılar; medya, işadamları, sivil toplum örgütleri, sendikalar, esnaf-sanatkár kuruluşları, akademisyenler, sanat dünyası...
Yalaka yazarları, televizyonlara çıkıp AKP’yi savunan ikbal bekleyen aydınlar dahi...
AB...
Batı’daki destekçileri, ABD’deki lobiler...
Ve aklı başında insanlar...
29 Mart gecesi sandıklar açıldıkça gelen seçim sonuçlarını siz de göreceksiniz...
*
Ben bu "gidişleri" kokusundan tanırım...
Yerel seçim sonuçları, gidişin ilk adımı gibi gelecek olsa da size, aslında gidişin ilk adımlarını çoktan yaşıyoruz.
Hiçbir iktidarda görülmediği kadar yolsuzluğun peş peşe ortaya dökülmesi... Anayasa Mahkemesi’nin "laiklik karşıtlığının merkezi" kararı... AB yolunun savsaklanıp Araplara yanaşılması...
Göz göre göre seçim rüşvetleri... Altın-kuyumcu-mücevherat işleri... Deniz Feneri rezaleti... Ve daha bunlar gibi yüzlerce neden bir araya gelince, son birkaç ayda olan oldu...
AKP’nin tılsımı bozuldu...
Artık eski partilerden farksız, kirli iddiaların altında ezilen, eleştirilen, sorgulanan, vicdanlarda yargılanan, sinirli, saldırgan, intikam peşinde bir AKP var karşınızda, iyi bakın...
*
"Gidiş" sürecidir bu...
29 Mart yerel seçimlerinde bunun ilk net-açık-kesin siyasi sonuçlarını göreceksiniz.
Bir veri bildiğimden değil...
Yılların sağladığı gazetecilik sezisidir...
Ben o kokuyu tanırım.
Havada yanık kokusu var...
Yazının Devamını Oku 19 Şubat 2009
DENİZ Baykal sabah koşularını uç uca ekleseydi, en azından üç il, birkaç kasabaya gitmiş olacaktı. Ama Kayseri’de kapalı salon dışında miting yapmış değil.
(Ki o salondakileri birkaç otobüse doldurup Ankara’ya getirterek, onlara konuşma yapma olanağı da vardı.)
Tayyip Erdoğan ise onca iş-güç, hem ticaret, hem ailenin şirketleri, hem devlet işleri arasında dokuz ilde miting yaptı.
Baykal; sıfır...
(......)
Oysa asıl Baykal’ın meydanlara çıkıp, insanlara anlatacak çok şeyi olmalı...
Ama öbürü konuşuyor...
Durmadan, aralıksız, kesintisiz...
Çok konuştuğu için de karıştırmaya başladı, son gafını elbette biliyorsunuz:
"Eşek ölür kalır eseri..."
İnsanları hayvanlara düşman ilan ettiği şu günlerde, eşeklerin eser bıraktığını kazara da olsa söylemesi olumlu bir şey...
Tam da bu dönemde yapılan bekleme salonu, gusülhane, ebe odası, bekçi kulübesi, ambar gibi eserlerden söz ederken oldu bu iş...
Olsun...
Muhalefet lideri ise gidecek gidemiyor...
Gerçi seçim çalışmasına Belçika’da büro açarak başlaması da iyi fikirdi. Bakarsınız Belçika’da CHP kazanmış...
*
Dert bu:
Bir ülkenin başı iktidarla dertte olabilir a dostlar. Bu normaldir ve halk o iktidarı ilk seçimde değiştirir, olur-biter...
Ama o göndermek istediği iktidarın yerine koyacağı bir şey bulamadığında...
Yandı gülüm...
Ana muhalefet partisini şaşkınlıkla izliyorsunuzdur; açılımları çarşaf ve Kuran kursları... Henüz iktidar olmadan rüşvet-müşvet iddiaları... Didişmeler, istifalar...
Beceriksizlik...
Tembellik...
Artık Türkiye’nin vebali Deniz Baykal’ın sırtındadır.
Eğer bu ülke, AKP gibi bir felaketi yaşamaya devam edecekse, bunun sorumlusudur Baykal...
Kıpırdasa...
Zahmet olacak...
Yazının Devamını Oku