Bekir Coşkun

Seçime katılan ceket...

19 Mart 2009
DEDİLER ki: "Beyefendi, oraya ceketinizi gönderseniz seçilir..."

Bu iyi bir fikirdi.

Eğilip ceketine uzun uzun baktı ve sordu:

"İçinde ben olmasam da mı?.."

Heyettekiler başlarını yana yatırıp, ellerini önde kavuşturup, kıçlarını biraz daha arkaya doğru çıkartıp, "C" harfi pozisyonuna geçerek yanıtladılar:

"İçinde siz olmasanız da ceket seçimi alır yani... Size ceketimi gönderiyorum, deyin, gerisi kolay... Vatandaş ceketinizi seçer..."

(.........)

Eminim aklına yattı...

Düşündü; ceketini aday gösteriyor ve ceket seçiliyor...

İçinde adam yok...

Belki bunu geliştirip paltosunu da aday gösterebilirdi. Sonra gömleği, pantolonu, çorabı...

Misal, seçim günü haber getirirlermiş:

"Beyefendi kazandı?..."

"Kim?.."

"Pijamanız..."

(..........)

Yok eğer bunun bir de "demokratik" altyapısı yapılır ve halk bu bakımdan bilinçlendirilirse, bir de bakarsınız ki herhangi bir seçimde, herhangi bir liderin gönderdiği adayı çıkartırlar kürsüye...

Teşkilat adayı tanıtır:

"Şimdi beyefendinin paçalı donu, size hitap edecek..."

*

Ne bilelim biz...

Oysa ben o "Genel Başkan’ın ceketi gelse seçilir" denilen ulu şehirde doğup-büyüdüm.

Yiğitliğin merhamet, cesaretin saygı, kabadayılığın yoksuldan ve güçsüzden yana olma anlamına geldiği o dar taş sokaklarda... Canlarını alsanız sesleri çıkmayan; ama gururlarına dil uzatıldığında çıldıran insanların şehrinde...

Urfalılar "Beyefendinin ceketi gelse seçilir" sözüne çok kızdılar, günlerdir herkes sokaklarda diyorlar.

Belki de bu Anadolu demokrasisinin ilk başkaldırısı... Soytarılaştırılmış demokrasiye karşı ilk isyan bu...

Şimdi göreceğiz:

Beyefendinin ceketi seçilir mi?..

Seçilmez mi?..
Yazının Devamını Oku

Karşılıksız çek...

18 Mart 2009
ANLADIĞIM kadarıyla ekonomi iyi giderken bunu Tayyip Erdoğan yapıyordu, kötü gitmeye başlayınca bunun sebebi Amerikan krizi oluyor!.. Tabii ki şimdiye kadar ekonomiyi iyi götürdükleri için AKP’ye oy verdiniz... Bundan böyle de iyi giden ekonomiyi dışardan bozdukları için AKP’ye oy verirsiniz.

Böylece ekonominin iyi gitmesi de, kötü gitmesi de iktidardaki AKP’ye yarar mı?..

Yarar...

*

Oysa AKP’nin neredeyse yedi yıla varan ekonomi yönetimi, aslında bir karşılıksız çekti...

Karşılığı yoktu...

2007 yılında dışardan gelen sıcak para (yani yatırıma-üretime değil, sırf faiz almaya gelen para) 107 milyar dolardı...

2008 yılında gelen sıcak para 50 milyar dolar...

Para boldu...

Herkes ne kadar da mutluydu...

Oysa taş üzerine taş koymadan, bir tek fabrika açmadan, bir kürek sallamadan, üretmeden gelen her zenginlik gibi karşılığı yoktu... O sıcak para 40-45 milyar dolar faiz alıp gitti Türkiye’den...

Çek karşılıksız çıktı...

*

Ve her vatandaşın cebine üçer-beşer konulan kredi kartları da devletin yaptığının bireysel boyutuydu...

Üretmeden-kazanmadan harcadı vatandaş Osman...

Bir gün geldi...

Kredi kartı olan her dört kişiden birisi icraya düştü, her üç kart sahibinden birisi yakında icraya düşecek...

Olmayan bir zenginlikti harcanan aslında...

Hem Türkiye açısından...

Hem Osman...

*

Yoksa sormaz mısınız; niçin Türkiye’deki işsizlik, ekonomik krizin çıktığı ülkelerin iki-üç katı ve Türkiye işsizlik sıralamasında dünya ikincisi?..

(Gerçek işsizlik TÜİK’in açıkladığı gibi yüzde 13.6 değil, yüzde 22’dir...)

Ve niçin, ABD ve AB’den daha şiddetli hissediliyor, kriz bizim değilse...

Çünkü; iktidarın ve iktidar yalakalarının uydurdukları ve alkışladığınız o "Ama ekonomik istikrar var" karşılıksız çekti...

Boş çıktı...
Yazının Devamını Oku

Beni kovarlar mı?..

17 Mart 2009
BENİ kovacaklar mı, kovmayacaklar mı?.. Başbakan "Bunu kovun" der mi?.. Derse kovulur muyum, kovulmaz mıyım?..

O yürekli dört kadının programında Çiğdem Anad, Ertuğrul Özkök’e "İktidar diyet isterse Bekir Coşkun’u kovar mısınız?" diye sorunca tartışma sürüyor, yazılar yazılıyor, herkes fikrini söylüyor, okurlarım durmadan görüş bildiriyor...

"Seni kovmazlar" diyen de var, "Seni kovacaklar" diyen de.

Herkes tartışıyor, ben hariç...

Avukatların kavgası bitince, hakkında karar verilecek sanık gibi şaşkın öyle bakıyorum.

Bakıyorum; ben ne olacağım?..

*

En son; Başbakan’ın sözcüsü iken şimdi Radikal’de köşe yazarı olan Akif Beki yazdı. Belki de hálá kendini sözcü görüp her "Akif de ki..." denildiğinde açıklama yapma alışkanlığındandır.

Akif Deki’nin yazısı iki bölüm. Birinci bölümde gruba uygulanan vergi cezasından söz edip "Yanlış hesap varsa Bağdat’tan döner" diyor, bu iyi...

Sonra sıra geliyor bana ve diyor ki:

"Yazılana-çizilene cevap vermekse mesele (başbakan) asla vazgeçmez... Dişe diş, söze söz diyenlerdendir. (...) Hele bir de milletse hakkı gasp edilen, milletse hakarete maruz kalan. (...) Diyet falan istemez... Sadece iftiraya-hakarete izin vermeyin der. (...) Hadi sayın Başbakan’a reva gördünüz, çoluk çocuğuna karışmayın....."

*


Yani ben millete hakaret ettiğim içinmiş tüm bunlar...

Başbakan diyet falan istemezmiş ama; "dişe diş"miş...

Ve nihai uyarı:

"Çoluk çocuğuna karışmayın"mış...

*

Birincisi;
ben millete hakaret etmedim, etmem de... O benim milletim... Sadece milletin aldanmasına-aldatılmasına katlanamam...

İkincisi; Akif Beki’nin yazısında dahi milletin hakkını gasp etmemden söz edip, peşinden "çoluk çocuğuna karışmayın" ne demek?..

Hani sorun milletin hakkıydı?..

Yani milletin gözünün içine baka baka "çoluk çocuğa" alınan medya grupları, gemicikler, mücevheratçılar vs. milletin hakkını gasp olmuyor, bizim yazmamız gasp oluyor!..

*

Üç;
yine de sorun bensem...

"Dişe diş" sıra bana gelmişse...

Ben de gidip duvarlara yazarım yazılarımı...
Yazının Devamını Oku

Geç kalmış çiçekler...

15 Mart 2009
NEREDE gördüm, ne zaman gördüm... Doğrusunu isterseniz; gördüm mü görmedim mi?..

Bir cenaze töreni, orada çok güzel çiçekler vardı.

Güller, zambaklar, laleler, papatyalar, demet demet kır çiçekleri, mor, kırmızı, sarı...

Baktım... Çok güzeldi çiçekler.

Ama geç kalmışlardı...

*

Kimi zaman başımızı dayayıp koltuğun arkasına, geç kalmış çiçeklerimizi sayarız...

Gidilmemiş sinemalar...

Okunmamış kitaplar...

Jelatini açılmamış çikolatalar..

Yaşanmamış aşklar...

Kardan adam yapılmadan eriyen karlar...

Binilmemiş vapurlar...

Söylenmemiş sevgiler...

Ve bir gün tüm bunları yapamadığımızı hatırladığımızda, başımızı çevirip anlarız.

Odur o...

Geç kalmış çiçekler...

*

Bir bisiklet satıcısının önünde durup vitrindeki bisikletlere uzun uzun baktığımda... Önümden yuvarlanan çocukların topunu alıp kaçmayı tasarladığımda... Kaldırımda yürürken yola eğilmiş ağacın dalına yapışıp sallanmaya kalktığımda... Ya da kapıların zillerini çalıp çalıp kaçmayı aklımdan geçirdiğimde, nasıl mutlu olurum...

Yüzüm güler... Ama bilirim...

Artık ne zamanı, ne yeri...

Ben bir cenaze töreninde görmüştüm; geç kalmış çiçekleri...

*

Tamı tamına bilmiyorum ama, bence mutluluk dediğimiz şey; çiçeklerin zamanında gelmesidir...

Yoksa bükersiniz boynunuzu...

Ve geç kalmış çiçekler, sadece geç kalmışlığın hüznüne hüzün ekler...

Ne yapacaksınız?..

Dileyin...

Geç kalmasın çiçekler...
Yazının Devamını Oku

Niye Darwin’e kızdım...

14 Mart 2009
SEÇİM meydanındaki o kalabalığa "Darwin kim?" diye sorsanız, acaba bilen çıkar mı?...<br><br>Ama şöyle deseniz kalabalığa:<br><br>"Koşun, Darwin yardım paketi veriyor..." Büyük ilgi çekecektir Darwin...

Ve bir anda "Darwin" ismi meydanda kulaktan kulağa dolanacak, herkesin dilinde "Darwin" olacak ve herkes ona koşmak için özenle soracaktır:

"Nerede?..."

"Kim?.."

"Darwin parti başkanı..."

*

Darwin’in evrim teorisi, canlıların, tabii ki o arada insanın, evren tarihi içindeki müthiş yolculuğunu anlatır.

Bu bakımdan da bize uymaz.

Sıdıka’yı Sirkeci’den Levent’e götürme işini elli senede çözememiş bir toplum için Darwin’in müthiş yolculuğu inandırıcı değil.

Nitekim bu yazı yazıldığı sırada, insanlar Ankara’dan Eskişehir’e bundan böyle 1.5 saatte gidecekler diye düzenlenen şölende, Başbakan hızlı trenin en önüne oturmuş şöyle diyordu:

"Bir de bakacaksınız ki vardınız..."

*

Darwin’in, Galapagos Adaları’ndaki gözlemlerinden sonra öne sürdüğü "canlıların deneme ve seçme yoluyla evrimini sürdürdüğü" de bu topraklarda çürümektedir.

İnsan elli senede biraz olsun değişmez mi?..

Avanta karşılığı elli sene oy verdikten sonra, işsiz-aç-sefil kalma konusundaki "deneme" sürecinin sonundaki "seçme"yi görüp bunu nasıl bağdaştırırsınız "evrim" ile...

Ya da şu kömür ve nohut ile halkımızın "üretim toplumundan", "toplayıcı topluma" geçmesi neresine uyuyor Darwin teorisinin?..

*

Nitekim Türkiye, toplum olarak çoktandır çağdaş yaşam ile ortaçağa dönmeyi tartışır.

Seçilen hangisi?...

Ortaçağ...

Bu da Darwin teorisinin "gereksinime göre gelişme" alt başlığını yalanlar.

Klozeti reddet, sen git taşa otur...

Bu bakımdan Darwin teorisi bize uymaz...

Ve ben kızarım Darwin’e...
Yazının Devamını Oku

Mustafa’nın bebeği...

13 Mart 2009
MUSTAFA’nın bebeği evde "hukuku" bekliyor.<br><br>Hukuk varsa, bebek babasının kucağında belki bir gün melekler gibi uyuyabilecek. Hukuk ve baba...

Ne kadar birbirini tamamlayan, ama ne kadar birbirinden uzaklaşmış iki sözcük...

*

Zaten kimse "Hakkında iddianame düzenlenmiş olanları yargılamayın" demiyor.

Böyle bir iddianame varken, önce sevgili Mustafa Balbay (bu saatten sonra) bunu kabul etmez, yargının karşısına çıkıp aklanmak ister...

Ve birer sabıkalı hırsız gibi sabahın karanlığında evinden alınıp hapishanelere doldurulmuş tüm cumhuriyet sevdalıları bunu isterler; aklanmayı...

*

Ama hukuk yürümüyor...

Soruşturma 12 Haziran 2007’de başlatıldı.

Neredeyse iki yıl... Ama henüz suçunu bilmeden içerde yatıyor suçlananların çoğu...

Açıklanmış birinci iddianame; 2450 sayfa, ekleriyle 450 klasör...

Daha birincisine bakılmadan henüz açıklanmamış ikinci iddianame; 1909 sayfa, ekleriyle 700 klasör...

Zaten mahkeme ikincisini okumak için, birincisine bakmaya on beş gün ara verdi, ikincisine bakarken de üçüncüsü gelecektir...

Kaç yıl sürecek?..

*

Bu hukuk değil...

Bu toplum bir sindirme-susturma sürecinde uyutulsa bile; Batı medyasında, uluslararası gazetecilik örgütlerinde, ABD İnsan Hakları Raporunda... Ve dün de 52’ye karşı 528 oyla kabul edilen AB raporunda, Türkiye’de hukukun işlemesi istendi...

Aslında Türk hukuku dünya önünde sınav veriyor...

Ve tüm hukuk adamlarımızın yakasındaki eldir bu...

Yoksa böyle midir Türk hukuku?..

Bu iktidara karşı çıktıkları için, bir kirli çuvalın içine doldurulmuş insanlar hücrelerinde beklerken, aylar-yıllar sonra mı bulacaklar adaleti?..

Öyle şaşkın, çaresiz, sessiz bekleyecekler mi tutuklular, bir gün suçlarını öğrenip yanıt vermeyi...

Türk hukuku böyle mi?..

Ben biliyorum; o da evde babasının kokusunu ala ala uyumak için hukuku bekliyordur:

Mustafa’nın bebeği...
Yazının Devamını Oku

Türkler nerede?..

12 Mart 2009
DÜNYADA Türklerin olmadığı bir yer yok... Nasıl gittiler, ne zaman gittiler?.. Diyelim ki yeryüzünün neresinden bir kaza ya da afet haberi gelse, içinden Türkler çıkıyor.

Afrika’da sabahın karanlığında safariye çıkan bizim gazeteci arkadaşlar, aslanları yola süren yerli görevlileri ciplerin içinden izlerken, çalılıkların arasından duydukları "kişe kişe..." sesi tanıdıktı:

Bizimkiler bağırdılar:

"Hemşerim sen misin?.."

Otların arasından bir kafa çıktı:

"He ben Mustafa..."

"Neredensin?.."

"Türkiye..."

"İçinden mi?.."

Sivas’tan gitmiş, aslan kovalıyor...

Dünyanın her yerinde Türk var...

Türk doktorlarına fazla güvenmeyip Amerika’ya giden Unakıtan da öbür giden hastalar gibi bir de ne gördü; doktor Türk...

Biliyorsunuz, dünyanın neresinde olursa olsun seçilen her devlet adamı, ya ana tarafından, ya baba tarafından Türk sayılır...

Ya da dünyanın herhangi bir metropolündeki kalabalığa iki taş atsanız, otuz kişinin çıkartacağı ses "Ah..."tır...

Almanya’da koruma zincirini yarmayı başarıp Başbakan Merkel’in elini "Öpim Merkel Teyze" diyen tek öğrenci kimdi?

Bizim İzmirli Ufuk...

Türkler dünyanın her yerindeler...

Kuzey İrlanda’da IRA militanları bir saldırı düzenleyerek iki İngiliz askerini öldürdüler üç gün önce. İki İngiliz askerinden birisi neydi?

Türk...

Sen git İngiliz askeri ol...

*

Dünyanın her yerinde Türkler var...

Türkiye’de yok...

Türkler; gerek özgür birey olarak, gerek demokratik örgüt olarak burada olmadıkları için, işte böyle Türkiye sahipsizdir, çalan çalana, yıkan yıkana...

Bir millet ki, yok gibi...

Ne bir tepki...

Ne bir ses...

Ne de bir yaşam belirtisi...
Yazının Devamını Oku

’Yuh...’

11 Mart 2009
BAŞBAKAN gittiği her meydanda "Bunlar millete göbeğini kaşıyan adam dediler" diyor.<br><br>Ve bize "Yuuuh..." diye bağırıyor meydandakiler. *

Benim canım Başbakan’ın sözlerine sıkılmıyor.

Çünkü ben onun Türkiye’nin başında olmaması gerektiğine inanırım... Onun Türkiye’yi yönetecek kültüre, ufka sahip olmadığına ve Türkiye gibi bir cenneti, çağdaşlığa-uygarlığa değil, ortaçağa sürüklediğini düşünürüm...

Bu yüzden; Müslüman ülkeler içinde son yüzyılın tek şanlı zaferini kazanmış, tek modern ülkesini kurmuş... Demokrasi ile yönetilen, kadın eşitliğini tanımış, laik, çağdaş yaşamı benimsemiş tek ülkesinin, Tayyip Erdoğan tarafından "ılımlı İslam devletine" dönüştürülmesine tepkim var...

Kızması doğaldır...

*

Benim canım asıl "Yuhhh..." diyenlere sıkılır...

Niçin?..

Yalaka mı olmalı?..

Avantacı mı?..

Ömrümü medyaya verdim ve şu yazı yazdığım masa bile benim değil... Ne şu klavye, ne şu káğıtlar... Ama Başbakan kamu bankalarının verdiği 700 milyon dolarla damadının şirketine koca bir medya kuruluşunu alabildi...

Niçin bana yuh?..

İnsanların inançlarını kullanıp sahibi mi olmalıydım, gıda dağıtım şirketlerinin?..

Gemiciklerin, mücevheratçıların?..

"Evrakta sahtecilik, zimmete para geçirme" suçum mu olmalıydı ve altına sığındığım dokunulmazlığım...

Niçin yuh?...

*

O beş yılda bir seçilmiş demokrasinin ürünü ise, biz her Allah’ın günü seçime gideriz... İnsanlar her sabah bayilere-marketlere gidip seçerler bizi...

Benim de yüreğimdeki meydanda, aydınlık yüzlü, yürekli okurlarım vardır...

Ve biz hep birlikte; nohutla-kömürle oyunu satan, okumayan, görmeyen, avantacı, beleşçi o "göbeğini kaşıyan adama" kızarız...

Çünkü bizim çocuklarımıza sözümüz var:

Yabancı havaalanlarında bizim gibi itilip-kakılmamaları için... Batılıların karşısında ezilip-büzülmemeleri için... Aydınlık ve çağdaş bir ülkenin gururlu, özgür bireyleri olmaları için çırpınırız...

Bunun için mi yuh?...
Yazının Devamını Oku