Banu Tuna

yazımabaşlıkarıyorumnoktacom

24 Nisan 2010
İnternetin bir parça yaratıcılık ve bolca girişimcilikle buluştuğu noktada ortaya çıkan projeler, bazen insanın şapkasını uçuracak cinsten oluyor. Kimi belli bir sayıda tık almanın peşinde, kimi doğrudan para istiyor, kimi iş bulmaya çalışıyor, kimi arkadaşını bile satmaya kalkıyor.
Canınız ne istiyorsa talep edin yeter, olur da internet cemaati sizi keşfederse, elde edemeyeceğiniz şey yok.
ABD’de krizden sonra sanal dilencilik aldı başını gitti, o konuya hiç girmiyorum zaten. Bilgisayar başına geçip bir blog açan her ihtiyaç sahibi, karşılığında hiç bir şey önermeden para isteyebiliyor. Yeterince inandırıcı olur, siteye girenin gönül telini titretirseniz, verdiğiniz hesap numarasında binlerce doların birikmesi işten bile değil.
Bir ara www.sendmeadollar.com (Bir dolar gönderin) adlı bir site vardı, ama o hiç değilse siteye reklam koyma, mesaj yazma hakkı filan veriyordu karşılığında.
Sonra bir de seyahat sponsorluğu arayanlar var. www.sendustojapan.com’un kurucuları gibi... Japonya’nın güzelliklerini keşfetmek isteyen iki maceraperest delikanlı, tüm dünyayı kendilerine sponsor olmaya davet etmişti bir süre önce. “Oh ne ala, başkası gezsin parasını ben vereyim” mantığı size ters gelebilir ama bu iki genç arkadaş şu anda Japonya’da ve 1 Mayıs’a kadar o sakura ağacı senin bu manastır benim, fellik fellik geziyorlar. Tatil fotoğrafların, aynı isimli siteden bakmak serbest.
Onların Türkiye versiyonu bu kadar başarılı olamadı fakat. Samimiyetsizlikten olsa gerek! Dört öğrenci Türk arkadaş, sözüm ona kız arkadaşlarıyla buluşmak için Meksika’ya gitmek üzere aynı yöntemi denemişlerdi. www.sendustomexico.com isimli siteleri şu anda başka birileri tarafından kullanılıyor. Haklarında dünya kadar haber çıkmasına rağmen, kendilerinin Meksika’ya gidip gitmediklerini bilmiyoruz. Büyük ihtimalle gitmediler. Zaten hiç gitmeye niyetleri var mıydı, onu da bilmiyoruz.
Yeri gelmişken, alitaranbeniiseal.blogspot.com’dan da bahsetmek gerekir. 28 yaşındaki reklamcı Adil Zehra’dan mesleğinin hakkını veren bir girişim. Kendisi önce GittiGidiyor.com’da yaratıcı fikirlerini satışa çıkardı, sonra da blog açtı. Hala yayında. Kalbini kırmak istemem ama blog’taki hiç bir fikir blog’un kendisi kadar parlak değil.

Adsız solarkolikler

Arkadaşım, “Şu kadını görüyor musun” dediğinde, uzun uzun işaret ettiği yere baktıysam da birini göremedim. Derken, birden bire iki göz belirdi duvarda. Tıpkı Alice Harikalar Diyarında’daki kedi gibi. Kadın o kadar bronzlaşmıştı ki, önünde durduğu kiremit duvarla aynı renkteydi ve gözlerini kapattığında, kendisini zeminden ayırmak mümkün değildi. Meğer gün boyu güneşi kovalar, nereye vuruyorsa oraya kurulurmuş.
Geçen hafta sonuçları yayınlanan araştırmayı duyduğumda aklıma o kadın geldi.
New York Üniversitesi ile Memorial Sloan-Kettering kanser merkezi tarafından yürütülen araştırmaya göre, Amerika’da solaryuma giden her 5 kişiden biri bağımlı. Bronzlaşma bağımlılığının belirtileri alkolizm, tiryakilik veya kumar bağımlılığıyla benzerlik gösteriyor: Her seanstan sonra suçluluk duymak, buna rağmen seans sayısını ve bronzluk derecesini sürekli artırmak. Araştırma 400 ünversite öğrencisi üzerinde yapılmış.
Buna karşılık, açık havada güneş banyosu yapmak insana iyi geliyor. Zaten bağımlılığın da daha çok solaryuma gidenler arasında ortaya çıktığı saptanmış. Bu kişilerde alkol ve madde bağımlılığı ile endişeli ruh hali de daha sık görülüyormuş. Güneşlenme sırasında insan vücudu endorfin salgılıyor. Bu da haliyle kendinizi iyi hissetmenizi sağlıyor. Araştırmacılar, bağımlılık yapan şeyin bu olabileceğini söylüyor. Kim sürekli kendini iyi hissetmek istemez ki? Ama işin ucunda cilt kanseri olmak da var.

ÇOK TUTACAK SİTE ÖNERİLERİ

www.kocayıbuldumevikuramıyorum.com
www.tektasvallahibenden.com
www.sevabınabenibastanyaratin.com
www.monicabelluciyletanistirin.com
www.tambirgeysayimnedenyalnizim.com
www.uzayagidenilkturkturist.com
www.herevebirkivanctatlitug.com
www.bababenikualalumpuragonder.com
www.millerbendenotelparasisizden.com
www.dvdlerialdimdevekrannerede.com
www.gerardbenifilmindeoynat.com
www.emeklioldumguneyegidemiyorum.com
www.takdiribirpuanlakaciriyorum.com
www.bedelliciktigidemiyorum.com
www.cocukbendenrizkisizden.com
www.buhaftayazininbasliginisizatin.com

Yazının Devamını Oku

Bir spor bağımlısının anıları

17 Nisan 2010
21 yaşında hayat dolu bir genç kızdı. Dört yıllık sevgilisinin ruh ikizi olduğunu düşünüyor, sevişmeye, tembellik etmeye ve yemek yemeye bayılıyordu. Dolgun hatları, sağlıklı bir görüntüsü vardı. Sonra üniversite zamanı geldi, sevgilisi başka bir şehre gitti. Şehirlerarası ilişkileri bir süre yolunda devam etti. Sonra telefonlar ve ziyaretler azaldı. Derken bir gün ayrıldılar, talep kızın sevgilisinden gelmişti. Dünyanın başına yıkıldığını düşündü. Bir kaç hafta sonra annesiyle babasının ayrılacağını öğrendi; annesi evi terk etmişti. Hayatının kontrolden çıkmaya başladığını hissetti. İçindeki endişeyi bir türlü bastıramıyordu. Okuldaki danışmanı, spor yapmasını tavsiye etti. Spor yaparken hem vücudu mutluluk hormonu salgılayacak hem de aklı başka bir şeye kanalize olacaktı. İyi bir şeydi spor yapmak. O da koşmaya başladı, sonra bir spor salonuna yazıldı. Koştuğu mesafe, kaldırdığı ağırlık, ayırdığı süre sürekli arttı. Aynaya baktığından gördüğü kadında da memnundu üstelik. Yuvarlak hatlar gitmiş, incecik bir görüntü gelmişti. Ama aynaya her baktığında, atılması gereken fazlalıklar görüyordu. Bunun üzerine sporla birlikte diyet de yapmaya başladı. Yediği her şeyin kalorisini hesaplıyor, saman gibi gıdalara lezzet katmak için soya sosuna abanıyordu. Sıfır bedene kadar indi. İnsanlarla karşılaştığında, yüzlerindeki şaşkınlığı görmeye bayılıyordu. Kemikli vücuduna hayran kalacaklarına emindi. Ama sanki onların ifadesi daha çok hayret, acıma ve korku doluydu. Kıskançlıklarına yordu. Taa ki, eski bir anoreksik olan annesi duruma el koyana kadar...
Peach Friedman bugün 30 yaşında, yeniden sağlıklı bir kadın. Evli ve 16 aylık bir kızı var. En çok korktuğu şey, bir gün onun da annesi ve anneannesiyle aynı kaderi paylaşması. Bunun olmaması için elinden geleni yapıyor. Bu arada kendisi gibi yeme bozukluğundan mustarip kadınlara iyileşmeleri için yardım ediyor, yoga eğitmenliği yapıyor. Amerikan Ulusal Yemek Bozuklukları Birliği’nin sözcüsü. Ülkenin dört bir yanını dolaşarak kendi hikayesini anlatıyor. Kısa süre önce de Bir Egzersiz Bağımlısının Günlüğü adlı kitabı ABD’de yayınlandı.
Malum mevsimlerden bahar, aylardan nisan, önümüz yaz. Bu aralar en sık karşılaştığımız şey selülit kremi reklamları, bikini tanıtımları, diyet reçeteleri, zayıflama yöntemleri. Sağlıklı bir vücuda sahip olmak önemli ama yola çıkmadan evvel Peach’in başından geçenleri bir dinleyin isterseniz. Ne olur olmaz, yolunuzu kaybetmeyesiniz...

HERKES ACI ÇEKER, ÖNEMLİ OLAN ACIYLA NASIL BAŞA ÇIKTIĞIN

Kendinizi spor salonlarında ve koşu pistlerinde harab ederken derdiniz neydi? Daha zayıf ve güzel görünmeye çalışırken mi egzersiz bağımlısı oldunuz?
- Endişelerimden kurtulmaya çalışıyordum. Gergin bir genç kadındım. Üniversitedeki danışmanım, bu gerginliği spor yaparak atmayı denememi önermişti. Panik atak nöbetleri geçirmeye başlamıştım çünkü. Haklıydı; faydası oldu. Sorun şu ki, sorunlarımla başa çıkmak için tek bir yol biliyordum: Spor yapmak. Sonunda bağımlı hale geldim. Spor yaparak gerginlik atacağım yerde, spor yüzünden gerginlik yaşamaya başladım.

Şimdi sorunlarla nasıl başa çıkıyorsunuz?
- Pek çok yöntemim var artık. Zor bir gün geçirmişsem bir arkadaşımı arıyorum, kocamla dertleşiyorum, sıcak bir duş alıyorum, içimi günlüğüme döküyorum bazen de kafamı toplayıp temiz hava almak için elbette yürüyüşe çıkıyorum. Sorunlarla başa çıkmak için farklı yollar bulmak önemli. Çünkü anoreksiniz tedavi edilse bile, endişe orada kalıyor. Başa çıkmayı öğrenmezseniz yeniden hastalanabilirsiniz.

Sağlık için spor yapmakla bağımlı olmak arasındaki çizgi nerede? Spor salonları saatlerini ayna karşısında geçiren kadın ve erkeklerle dolu.
- Sınır, niyette ya da motivasyonda. İki kişi, her hafta tamı tamına aynı miktarda spor yapıyor olabilir. Ancak bu biri için sağlıklı, diğeri için sağlıksız olabilir. Sağlıklı olan, yaptığı şeyden zevk alandır. Kendini iyi hessettiği, vücudunu sevdiği, ona iyi bakmak istediği için spor yapıyordur. Herhangi bir sebepten programı değişir de spora gidemezse dünya başına yıkılmaz. Sağlıksız olan ise yaptığından zevk almaz. Kendini mecbur hissettiği için spora gider. Günlük programı şaşarsa, bir seansı kaçırırsa kendini suçlu hisseder. Endişe doludur, spor yaparken vücudunun farkına bile varmaz. Çünkü egzersiz onun için bedensel değil, zihinsel bir şeye dönüşmüştür.

Kitabınızda, kendinize bahane olarak uydurduğunuz feminist manifestodan bahsediyorsunuz. Vücudunuzu, dayatılan güzellik anlayışına karşı tez olarak bir projeye dönüştürdüğünüzü iddia etmişsiniz bir dönem, sırf annenizi başınızdan savmak için. Şimdi, bütün bunları atlatmış biri olarak, zayıflık ve güzelliğin bu kadar pompalanmasının vaka sayısını artırdığını düşünüyor musunuz?
- Evet. Sebep ille de bu olmak zorunda değil, ama kesinlikle vaka sayısında artışa neden olduğuna eminim.

Sizin durumunuzda ne kadar etkiliydi?
- Bayağı etkiliydi aslında. Aksi halde, güzellik kriterleri farklı olsaydı, spor bağımlılığı yanında bir anoreksi geliştirir miydim, bilmiyorum. Ama altta yatan sebepler belliydi: Anoreksi geçmişi olan bir anne (genetik kalıtım), çocukluktan itibaren endişeli bir hayat... Özel hayatım parçalanmaya başlayınca, başa çıkmak için spora ve diyete sarıldım. Ama en kolay ulaşılan şeyin bu ikisi olması, kültürümüzden kaynaklanıyor. Dergiler, televizyon yayınları, arkadaşlar hep bu ikisini sunuyor size. En kolay sardıracağınız şey, vücudunuz oluyor.

Bugün, sizin gibi egzersiz bağımlısı olan ya da yeme bozuklukları yaşayan insanlarla çalışıyorsunuz. Neden?
- Çünkü borcumu ödemek istiyordum. Kadınlara, vücutlarıyla nefret dolu, sorunlu ilişkiler kurmak zorunda olmadıklarını söylemek istedim. Pek çok kadın, her gün korku, suçluluk, endişe ve hatta kendi etlerine duydukları nefret ile yaşıyor. Oysa bedenimiz arkadaşımız olmalı. Vücudumu, kilomu, doğal halimi sevmeyi öğrendim ve bunu nasıl başardığımı diğer kadınlara öğretmek istedim.

Hepsinin geçmişinde, sizinki gibi sorunlar var mı? Sevdiğin birinden ayrılmak, anne babanın boşanması gibi...
- Herkes acı çeker, herkesin geçmişinde farklı derecelerde yaşanmış travmalar vardır. Eskiden yeme bozukluğu olan herkesin cinsel istismara uğradığı veya kontrol delisi bir babası olduğu düşünülürdü. Ama bugün, bu tip hastaların birbirinden çok farklı nedenlerle geldiğini görüyoruz. Altta yatan genellikle endişe veya depresyon oluyor. Çoğunlukla sorunuzda bahsettiğiniz gibi tetikleyici bir olayla karşılaşıyorlar. Ama tek bir süreçten bahsedemeyiz.

Egzersiz bağımlılığı ile bulimiya veya anoreksi, sizin durumunuzda olduğu gibi hep birlikte mi gelir?
- Birbirleriyle çok alakalılar ama hayır, her zaman birlikte görülmüyorlar.

İyileşme sürecinde, insanın çevresindekiler ne kadar önemli?
- Çok. Ben hastayken, hiç arkadaşım yoktu. İnsanları hayatıma sokmaya başladıkça iyileşmem hızlandı. Çünkü insanlarla ilişki kurmanın, sporla ilişki kurmaktan daha önemli olduğunu hatırladım. Çok zor bir süreç ama çok da önemli.

O zamanlar 0 bedene kadar düşmüşsünüz. Bugün kaç beden giyiyorsunuz?
- 6.

Bir zamanlar egzersiz bağımlısıydınız ama kendinize meslek olarak antrenörlüğü seçtiniz. Hiç yeniden sınırı geçerim diye korkmuyor musunuz?
- Hayır. Kendim spor yapmıyorum zaten, yoga öğretiyorum. Zihne çok iyi gelen bir spor. Tedavi sorasında öğrendiklerimle tamamen örtüşüyor: Vücuduna saygı göster, onurlandır, kendine karşı sevecen ve saygılı ol, vücudunu dinle ve kendini fazla zorlama... Ayrıca 16 aylık bir kızım var ve bana sağlıklı olmam gerektiğini her gün hatırlatıyor.

Sınırı geçmekten korkanlara ya da bağımlı olmaya başladığından şüphelenenlere ne tavsiye edersiniz?
- Bedeninizi dinleyin! Verebileceğim en iyi tavsiye bu. Çünkü beden yalan söylemez. Yorulduğunuzda dinlenmeyi bilin. İçinizden koşmak gelmiyorsa, koşmayın. Gerçekten zevk aldığınız uğraşlar bulun. Sadece vücudunuza iyi bakmak için spor yapın. Elbette hareket etmek sağlıklı bir şey, ama aşırıya kaçmak sizi sağlıklı değil sefil eder.

EGZERSİZ BAĞIMLILIĞININ ERKEN BELİRTİLERİ

* Katı bir egzersiz rutinine kendini adamak.
* Bu rutini değiştirmekten korkmak.
* Egzersizin dozunu giderek artırmak.
* Bir günü bile spor yapmadan geçiremez hale gelmek.
* Sporu, hayatındaki her şeyin önüne koymak (annenin doğum gününü kutlamak gibi sosyal faaliyetler ve işe gitmek dahil).
Yazının Devamını Oku

Michelangelo etkisi

10 Nisan 2010
Michelangelo Fenomeni’ne göre çiftler, birbirlerindeki potansiyeli ortaya çıkarabiliyor, birbirlerinin en ideal halini yaratabiliyorlar. Yani sevgilinizin ya da eşinizin saklı kalmış yeteneklerini, potansiyelini ortaya çıkarmak, onu olabileceğinin en iyisine dönüştürmek sizin elinizde.

Rönesans dâhisi Michelangelo, muhteşem heykellerini nasıl yaptığını soranlara, heykelin aslında mermerin içinde saklı olduğunu, kendisinin sadece o saklı güzelliği ortaya çıkardığını anlatırmış.
Kendisi ilk platonik aşkımdır ama adıyla anılan ve gerekçesini kendisinin bu sözüne dayandıran bir fenomen olduğunu bilmiyordum. Michelangelo Fenomeni ya da Etkisi...
Öğrenince de kafam karıştı zaten.
Michelangelo Fenomeni’ne göre çiftler, birbirlerindeki potansiyeli ortaya çıkarabiliyor, birbirlerinin en ideal halini yaratabiliyorlar.
Yani sevgilinizin ya da eşinizin saklı kalmış yeteneklerini, potansiyelini ortaya çıkarmak, onu olabileceğinin en iyisine dönüştürmek sizin elinizde. Tıpkı Michelangelo gibi içindeki saklı güzelliği buluyor, onun da farkına varmasını sağlıyorsunuz.
Peki benim kafam bunu öğre-nince niye karıştı?
Pardon ama, bize sağlıklı ilişki kurmak için karşı-mızdakini olduğunu gibi kabul etmek gerektiği öğretilmemiş miydi?

Yazının Devamını Oku

Turşu kuran feministler

27 Mart 2010
Çok yorulduğunuzda, bıktığınızda, hiçbir işe yetişemediğinizde, bu kadar çalışmaya rağmen ay sonunu getiremediğinizde kendinizi hesap yaparken buluyor musunuz? Aldığım maaş şu. Şu kadarı yol parasına ve yemeğe gidiyor. Şu kadarını iş nedeniyle artan telefon konuşmalarına veriyorum. Çalışmasam her ay giysi ve kozmetiğe bu kadar para harcanmaz. Çocuğun bakıcısına gerek kalmaz, eve sipariş yemek masrafı kalkar, semt pazarından ucuz alışveriş yapacak vakit olur, temizliğe yardımcı alınmaz...
Bu hesapla kendinizi, sırf çalıştığınız için eksi bakiyede bile bulabilirsiniz. Evde oturmanın daha hesaplı olduğu ortaya çıkabilir.
Evet, üretmenin, eve kapanmak yerine dışarıda çalışmanın, sosyal hayatta varolmanın, kariyer yapmanın, ekonomik özgürlük elde etmenin tatmini hiçbir şeyde yok.
Ama size bu tatmini evde de yakalabileceğinizi söylesem?

Komünizm, sosyalizm gibi şeylerden öcü gibi korkan Amerika, postmodern sosyalizmin beşiği bir yandan da. Bunu kendilerine böyle söyleseniz muhtemelen kıyameti koparırlar ama çevreci, trendy, demokrat, ekolojik kılıflar giydirdiğinizde bayıla bayıla satın alıyorlar. Obama etkisini de hesaba katmak gerek elbette.
Geçtiğimiz ay yeni bir kitap yayınlandı: Radical Homemakers. Yazarı, Shannon Hayes. Kendisi girişimci, çiftçi, yazar, bir eş ve anne. Kitabında Amerika’da filizlenen yeni bir hareketten bahsediyor.
Tam burada etimolojik bir parantez açmak isterim. İngilizce housewife kelimesinin Türkçede anlamı ev kadınıdır ki, çaresiz olanlarını televizyonda bir dizide izliyoruz. Homemaker kelimesinin anlamı da bizde ev kadını, fakat İnglizcede biraz farklı kullanılıyor. Bir defa homemaker kadın veya erkek olabiliyor. Yuvayı kuran, ayakta tutan kişi demek. Evde üreten insanlar için de kullanılabilir. Homemaker şimdi aynı zamanda bir hareketin adı.
Türkçe aradaki farkı anlatmak bakımından yetersiz kaldığından, en azından tek kelimeyle anlatılamadığından, yazının kalanında homemaker kelimesini olduğu gibi kullanacağım. Rica ederim, Türkçeyi kirletmekle itham etmeden önce elinizi vicdanınıza koyunuz. Parantezi burada kapatıyorum.

Radikal homemaker hareketine geri dönelim... Bu harekette yer alan insanlar, Shannon Hayes’in aktardığına göre son derece bilinçli, abartılı tüketimi hoş karşılamayan, dünya kaynaklarına saygı duyan, yerel ekonomileri güçlendirmeye çalışan insanlar. Klasik anlamda işleri yok, bu nedenle ekonomik olarak görünmezler. Varolan ekolojik ve ekonomik sistemlerin çökmeye mahkûm olduğunu düşünüyor, yeni bir sistem kurmaya çalışıyorlar. Yazarın kendisi de bir homemaker. Ancak kitabı sadece kendi tecrübelerinden yola çıkarak değil, onlarca insan ve yaşam biçimi üzerinde araştırma yaparak hazırlamış. Bir tür rehber ve manifesto.
Bu yeni hareketi, kuramını yazan Shannon Hayes’e sordum. Mesajını tüm dünyaya yaymaya çalışan mesihler kadar heyecanlı olduğundan, benim için kitabını neredeyse yeniden yazdı.

Anladığım kadarıyla çevreci olduğunuz için ev kadınlığını seçmişsiniz. Bu doğru mu?
- Evet, bir homemaker’ım ama aynı zamanda girişimci ve çiftçiyim. Ailemle birlikte ekolojik et üretimi yapıyorum. Aynı zamanda kitap yazıyorum. Evim, bir tür operasyon merkezi. Kocam da benim gibi bir homemaker. İkimiz de bunun için işlerimizi bırakmış değiliz. Kendi işimiz için işbirliği yapıyoruz ve ev işlerini eşit paylaşıyoruz.

Ev kadını ile homemaker’ın farkı ne?
- Biz evimizi ekolojik, sosyal ve ekonomik dönüşümün başlangıç noktası olarak görüyoruz. Hayatlarımızı, bizim için önemli olan değerler yönlendiriyor. Dört önemli nokta var: Ekolojik sürdürülebilirlik, sosyal adalet, aile ve toplum. Bu dördünü onurlandırmayan hiçbir şey için hayat enerjimizi harcamıyoruz. Evin dışında bir işe sahip olsak bile bu prensiplere dikkat ediyoruz. Bizi mutsuzluğa ve eşitsizliğe mahkûm eden işlerde çalışmayı reddediyoruz. İhtiyacımız olana sahip olmak için yüksek maaşlar almamıza gerek yok. Kendi gıdamızı üretiyor, pişiriyor, giysilerimizi dikiyor, otomobillerimizi kendimiz tamir ediyoruz.

Kendinizi feminist olarak tanımlıyor musunuz?
- Evet, ben bir feministim. Feministler dört temel konuyu ele alırlar: Güç dengesi, sosyal adalet, kadın ve erkeklere eşit fırsat tanınması, otonomi talebi. Ben, seçtiğim hayat tarzında bunların hepsine sahibim.

Sizin gibi yaşamayı seçen insanları biraz anlatsanıza.
- Tamamen kadınlardan oluşan bir grup değil, erkekler de var. Yaşları geniş bir aralıkta. Bazılarının lise diploması, bazılarının doktorası var. Ama hepsinin son derece eğitimli olduklarını söyleyebilirim. Çünkü hepsi kendini eğiten insanlar. Hevesli birer okuyucu ve araştırmacılar. Bilmeleri gerektiğini düşündükleri her konuyu araştırıyorlar.

Sizce herkes mevcut işini ve kariyerini bırakıp homemaker olabilir mi?
- Araştırmam sırasında, bir homemaker’a dönüşme sürecinin üç aşaması olduğunu gözlemledim. Ve hepsinin tamamlanması yıllar sürebilir. Bir gecede olacak şey değil. Bence herkes; kadınla da erkek, kentli ya da taşralı bu yolu seçebilir. Tek bir yol yok zaten, herkesin kendi durumuna ve kaynaklarına göre farklı bir yol izlenebilir.

Peki şu üç aşamanın ne olduğunu söyleyebilir misiniz?
- İlki feragat etmek. Bu aşamada, tüketim toplumunun yarattığı mutluluğun yanıltıcı olduğunun giderek farkına varıyor, sorgulamaya başlıyorsunuz. Sonunda, tüm bu mal ve hizmet ihtiyaçlarını kendi kendinize karşılayabileceğinizi anlıyorsunuz. Tabii eğer çalışmıyor olsaydınız... İşin bu kısmı, en çok tereddüt yaşanan bölüm. Pek çok kişi kariyerini bir kenara bırakamıyor. Tatmini aslında nereden elde ettiğinizi çok iyi ayırt etmeniz gerekiyor bu noktada.
İkinci aşama geri kazanma. Kaybedilen ev işi becerilerinin yeniden kazanılması gerekiyor. Geleneksel anlamda bir geliriniz olmayacağından, bu çok önemli. Bu aşama yıllar sürebilir.
Üçüncü ve son aşama yeniden inşa etme. Yaratıcılık gerektiren bir iş. Daha sıkı sosyal bağlar kurmanız, yeni bir toplum yaratmak için dikkate değer katkılar sağlamanız gerekiyor. Bunun için kullanacağınız araçlar sanat, yazarlık, çiftçilik, zanaatkârlık, aktivizm, öğretmenlik olabilir.

İnsanın bu çağda tüm ihtiyaçlarını kendi kendine karşılaması çok zor bir iş. Beni ele alalım, büyük şehirde, apartman dairesinde yaşıyorum. Balkondaki saksılarda ot yetiştirmekten başka şansım yok. Ki bu haliyle hobiden öteye gidemez. Hâlâ markete gidip sebze-meyve almak zorundayım. Benim gibi çoğunluğa ne öneriyorsunuz?
- Hiçbir radikal homemaker, tüm ihtiyaçlarını kendi başına karşıladığını iddia edemez. Buna inanmıyoruz zaten. Sadece tüketim toplumuna daha az dayanmak için uğraşıyoruz. Bunun yerine başkalarıyla iyi ilişkiler kurmak, dayanışmak daha önemli. Hizmet ve mal değiş-tokuşları yapılabilir örneğin. Kitap için konuştuğum insanlar arasında, bu yaşam biçimini şehirde yürütenler de vardı. Belki sizin sadece bir balkonunuz olabilir ama bahçesi olan insanlarla tanışıp, onları ürün yetiştirmeye ikna edebilir veya bahçelerini bu amaçla kullanabilirsiniz. Ya da pazarlara gidip, direkt üreticiden alışveriş yapabilirsiniz. Çöpünüzü, dolayısıyla israfı azaltmayı becerebilirsiniz. Yeni giysiler almak yerine eskileri restore edebilirsiniz. Kırılan eşyaları onarmayı öğrenebilirsiniz.

Dünyanın geleceğinin sanayi öncesi yaşam tarzında olduğunu mu söylüyorsunuz?
- Hayır. Endüstri öncesi yaşam biçiminden öğrenilecek dersler var. Ama o tür yaşam tarzı pek çok sıkıntıyı da birlikte getiriyordu elbette. Ben diyorum ki, geçmişimizden ders almalıyız ama tekrar etmekten kaçınmalıyız.
Banu Tuna
Yazının Devamını Oku

Boşuna uğraşmayın 150’nin üzerine çıkamazsınız

20 Mart 2010
Kaç arkadaşınız var? 20?.. 30?.. <br>347 mi? Yok canım, daha neler... Ha siz facebook arkadaşlarınız ile twitter’da takip ettiklerinizi de mi saydınız?
O zaman siz skorerlere üzücü bir haberim var:
Bir insanın aynı anda 150 kişiden fazlasıyla gerçek anlamda bir ilişki kurması, antropolojik olarak mümkün değil.
Rica ederim boşuna direnmeyiniz, genetik mirasımız ve beyin ebadımız daha fazlasına izin vermiyor.
Bir koşu gidip evrimleşemeyeceğimize de göre...
Bu tabii yaklaşık ve yuvarlak bir rakam, 152 yakını olana bilimin ses çıkaracağını sanmıyorum.
Bir ekleme daha yapmak isterim; bu 150’nin içinde sadece arkadaşlarınız değil, sosyal bağınız olan herkes (aile, akrabalar, öğretmenler...) var.
Hesaplamayı İngiliz evrimsel antropolog Robin Dunbar yapmış. Zaten Dunbar Sayısı olarak geçiyor.
Kendisi insanoğlunun da dahil olduğu primatlara ömrünü adamış bir bilimadamı. Maymunları, gorilleri, onların sosyal ağlarını, insanlığın sosyal tarihini incelemiş yıllarca.
Tıpkı bizim gibi sosyal hayatlar yaşayan maymun gruplarının ve avcı-toplayıcı ilk insanların kurduğu köylerin nüfusunun hep 150 olduğunu bulmuş. Genetik olarak kodlanmış ideal rakam.
Dört çemberden oluşuyor. En yakınların olduğu ilk halkada 5, onun bir dışındaki halkada 15, sonrakinde 50 kişi var. Son halkayla birlikte toplam 150.
O zaman bir durup düşünün. Güven ve sorumluluk ilişkisi kurduğunuz kaç kişi var hayatınızda? Sadece isimlerden ve yüzlerden ibaret olmayan... Kısa da olsa bir tarihinizin olduğu...
Ya da şöyle sorayım, düğününüze davetli listesi hazırlıyor olsanız, anne baba kaprisi ya da iş ilişkileri hassasiyetiyle ekleyeceğiniz isimleri çıkarsanız, geriye kaç kişi kalır?
150 hiç de az değil aslında. Daha fazlasına, en azından yılda 1 kez olsun anlamlı bir zaman ayırmak mümkün olmazdı ki zaten. Aksi halde arkadaşlık dediğin hep vicdan azabı hep kalp ağrısı olurdu.

***

Bu arada pek çok kişinin yüzlerce “arkadaş”a sahip olduğu Facebook’ta da durum farklı değil. Sosyal paylaşım sitesinde kişi başı arkadaş ortalaması 120. Ancak eleği sıklaştırıp, sadece karşılıklı kurulan ilişkilere baktığınızda bu sayı kadınlarda 6, erkeklerde 4’e düşüyor. Yani hiç kimse, arkadaş listesindeki isimlerin hepsiyle ilişki kurmuyor. Çoğu laf olsun diye, davete icabeten orada duran isimler. Yüzler ve isimler. Birbirine mail atan, chat yapanların sayısı 6 ve 4.
Facebook için çalışan sosyolog Cameron Marlow, bu rakamın 120 ortalama için geçerli olduğunu, ancak toplam arkadaş sayısı arttığında durumun pek de değişmediğini söylüyor. Örneğin 500 arkadaşı olan kadınlarda 16, erkeklerde 10’a çıkıyor.

Balayından sonra bebekayı

Hadiseden bir otelin kampanyası münasebetiyle haberdar oldum. Bebekayı diye bir şey varmış meğer. Muhtemelen yavru ayı gibi algılanacağından, günlük kullanımda İngilizcesi tercih ediliyor; babymoon.
Anne baba adayı çiftin, doğumdan önce son kez çıktıkları tatil yani. Kafanızı iyice bir dinliyorsunuz, zira sonraki birkaç ay boyunca kafa mafa kalmıyor insanda.
Terim 1996’de icat edilmiş. Ancak ilk kullanımı farklı. Ebe - yazar Sheila Kitzinger, Doğumdan Sonraki Yıl isimli kitabında anıyor ilk kez. Doğumdan sonraki ayın baba ile bebek arasındaki ilişki için önemli olduğunu, babaların da izin kullanması gerektiğini savunurken bahsediyor.
Şu andaki anlamına 2004’te kavuşuyor. Artık tek anlamı var, o da doğumdan hemen önce çıkılan tatil. Ve haberiniz olsun, Türkiye’de bu tatili sizin için orgarize eden oteller var.
Yazının Devamını Oku

Yine 8 Mart vakası

6 Mart 2010
Hayır hiç vazgeçmeyeceğim, kanıksamayacağım. Sıkıcı, renksiz, oyunbozan ve hatta rijit olmakla itham edilmeye de hazırım; üzerime alınmayacağım. Her yıl itiraz etmeye devam edeceğim. Ve bu yıl da zamanı geldi; yine itiraz ediyorum.

(Emekçi) Kadınlar Günü’nün, yıl be yıl, gözümün önünde şirazesinin kaymasına katlanamıyorum. Kadınları indirimli ağdayla kandırmalarına isyan ediyorum. Ve merak ediyorum, 1 Mayıs’ta da bunu yapacak mısınız? İnsanlara emeğin, eşitliğin, paradan ve tüketmekten önemli şeylerin ne olduğunu unutturmadan vazgeçmeyecek misiniz? Her şeyi bozduğunuzdan, anlamsızlaştırdığınızdan emin olmadan durmayacak mısınız?
Yarı fiyatına satılan selülit kremleriyle, masaj hediyeli kahvaltılarla, pırlanta yüzüklerle uyuşan kadınlar, iş yerinde neden erkeklerle aynı parayı alamadıklarını, neden en üst pozisyonlara tırmanamadıklarını, neden bir tercih söz konusu olduğunda daha vasıflı olsalar bile onun hep erkeklerden yana kullanıldığını, neden evlerinde ağır işçiler gibi çalıştıkları halde küçümsendiklerini, dövüldüklerini, küçük hayatlara dar ufuklara hapsedildiklerini, sokakta rahat rahat yürümeyi bile beceremeyeceklerini umursamayacaklar mı?
Avının peşindeki fareler gibi, üfleye üfleye mi unutturacaksınız bize kim olduğumuzu, aslında neyin peşinde koştuğumuzu? Her anlamlı günü kutladığımızı kasa fişiyle ispat etmek zorunda mıyız? Barbie bebekler bile meslek sahibi oldu, işe bakın ki biz Barbie bebekler kadar olamadık!

İlle de kutlayacağım diyenlere...

Kadınlar Günü’nü gerçekten kutlamak isteyenler için alternatifler yok değil. Ulaşabildiklerimi bir araya toplamaya çalıştım. Eminim daha fazlası vardır, umarım kendinize uygun bir tane bulursunuz. Bütün kadınların Kadınlar Günü kutlu olsun.

* Samsunlu Düşevi Oyuncuları tiyatro topluluğu, 5 yıldır “3. Sayfadan Kadın Hikayeleri” adlı oyunu sahneliyor. Adı üzerinde, kadına uygulanan şiddet üzerine bir oyun. Gazetelerin üçüncü sayfalarında yer alan olaylardan ortaya çıkmış. Bu yıl İstanbul’da, Sarıyer Halk Eğitim Merkezi’nde sahneleyecekler. Yarın 15.00 ve 18.00’de izleyebilirsiniz. 8 Mart’ta Bursa’da, 9 Mart’ta Gebze’de, 10 Mart’ta Tokat’ta olacaklar.
* 8. Uluslararası Gezici Filmmor Kadın Filmleri Festivali 12 Mart’ta başlıyor. 18 Nisan’a kadar, 20 ülkeden 53 film, panel ve söyleşiler ile İstanbul, Kars, Sinop’ta dolaşacaklar. İstanbul’da, Fransız Kültür Merkezi, Goethe Enstitüsü, İstanbul Modern salonlarında, 10-11 Nisan’da Kars, 17-18 Nisan’da Sinop’ta olacaklar.

Yazının Devamını Oku

Erkeklerde tahammülfersa durumlar

27 Şubat 2010
Başlığı görünce tepemin tası attı: Kadınlarda Dayanamadığımız Şeyler! Sen koskoca Times Gazetesi tut, böyle bir başlık aç, bir de e-posta adresi koy ki, erkekler serbest atış yapsın. Hadi bunu yaptın, Erkeklerde Dayanamadığımız Şeyler başlığı da aç bari. Ama yok. Testosteron kokulu zihniyet her yerde.
O sinirle hemen yazının içine daldım. Hayır, bulsam adama dalıcam. Aslında bir okuyucu mektubu. Verilen adrese herkes, kendine göre liste yapıp gönderiyor. Ve belli ki İngiltere’de de ağzı olan konuşuyor.
Matt Bey (34), üstelik gazeteci, kadınların sürekli konuşmak istemesinden şikâyetçiymiş. Bak sen!
Bir de örnek diyalog koymuş yazısına: K (kadın): Artık hiç konuşmuyoruz. M (Matt): Ne dedin tatlım? K: Artık hiç konuşmuyoruz. Eskiden sohbet ederdik. M: Evet, tatlım. K: Sen beni dinliyor musun? M: Bekle, seyrettiğim program bitmek üzere. K: Seni terk ediyorum. M: Evet, tatlım.
Paşam o esnada televizyonda 24’ü izliyormuş! Şeytan diyor, kaldır televizyonu kafasına fırlat. Hayır, gerçekten yapsan neden yaptığını anlayamayacak, o kadar şuursuz.

İkinci mektup mimar John Bey’den (45)... O da anlamsız sorular sormamızdan şikâyetçiymiş. Ne gibi anlamsız sorular olabilir bunlar acaba? “Evren sürekli genişlerken, ilişkimiz neden küçülüyor” olabilir mi mesela? Ya da “Domates neden kırmızı, çimler neden yeşil, sen doğuştan mı böylesin?”...
Yok hayır, kadın sadece “Bu hafta sonu ne yapalım?” diye sormuş. Ya da “Yarın akşam ne pişirelim?” Belli ki çaresizce hayatı paylaşmaya çalışıyor seninle. Kabahat hayat paylaşmaya çalışanda zaten...
En şikâyetçi olduğu soru da “Ne düşünüyorsun”muş. Bu soru zaten erkek klişeleri antolojisinin ilk sıralarındadır. Ama insaf lütfen. Ufka doğru boş boş bakan bir adamla, bir sohbet başlatmak için insan başka ne sorabilir? Aklıma da gelmiyor değil, erkekler acaba bu soru sorulduğunda asla düşünüyor olmadıklarından mı bu kadar sinirleniyorlar acaba?

36 yaşındaki girişimci Robert, kadınların çok kolay kapılıp gitmesinden mustarip. Kur yaptığı kadınlar hemencecik ikna oluyormuş! Oysa o istiyor ki, buz devrinden kalma ataları gibi avcılık yapsın, avıyla oynasın, akşam kabilesine döndüğünde ateş başında anlatacak heyecanlı ve zorlu hikâyeleri olsun. Herkes ağzı açık onu dinlesin.
Ama ne bu böyle, kadın kendini kaptırıveriyor, işin tadı kalmıyor. Kedi bile ölmüş fareyle oynamaz ki!
Bir de metaforlar yapmış, sormayın. Flört aşaması savaş gibiymiş. O daha silahını çekmeden karşı taraf teslim bayrağını çekiyormuş...
O zaman sormak isterim Robert’a sen kadının mı, av heyecanının mı peşinde koşuyorsun? Tercihin ikinciden yanaysa, çık araziye artık yabandomuzu, geyik, bıldırcın filan ne bulursan avla. Ama bana bununla gelme.
Ayrıca bu erkeklere ne yapsanız yaranamazsınız. İkna olsanız kolay kadın derler, olmasanız zor kadını oynuyor.

Sonuç itibariyle sinirlerim harap. Madem Times yapmıyor, ben yaparım dedim, kız arkadaşlara bir mail adresi verdim. Erkeklerde Dayanamadıkları Şeyler listesi yaptılar. Sizi temin ederim, geri dönüşler gayet hızlı oldu ve kimse de zorlanmadı. Bazılarının sıcağı sıcağına yazdığına dair şüphelerim var. Öyle gerçekçi tahliller...
İşte Erkeklerde Dayanamadığımız Şeyler:
1. Biz kadınlar daima bakımlı olmak zorundayken onlar pejmürde eşofmanlar, eprimiş tişörtler ve taranmamış saçlarla dolaşabilirler. Onların en süfli hallerini sevmek mecburiyetindeyiz.
2. En hayati gribi onlar geçirir, aynı anda evden çıkıp aynı anda eve girsek de onlar işte daha çok yorulmuştur, onların karınları her zaman daha açtır ve acilen doyurulmaları gerekir.
3. Onların anneleri bizim annelerden her zaman daha kıymetli ve hürmete muhtaçtır.
4. Söz verirler tutmazlar, tutmadıkları gibi böyle bir konunun konuşulmuş olduğunu bile inkâr ederler.
5. İstemedikleri bir konuyu yıllarca konuşmamayı başarabilirler.
6. Kendi göbeklerine, pörsümüş kollarına bakmadan, kadının göbeğine kalçasına laf ederler.
7. Anne, sevgili, arkadaş rollerinin hepsini yüklenmenizi beklerler. Biz niye 5 yaşındaki oğlan çocuğu hallerinize tahammül edelim!
8. Üstümüze yapıştırdıkları gibi dırdırcı değiliz. Zor anladıkları için her şeyi tekrar tekrar açıklamak zorunda kalıyoruz, o kadar.
9. Seksten sonra “Nasıldım?” diye sorup bizi yalan söylemek zorunda bırakırlar.
10. Adamına göre mizaç değiştirirler. İlişki istemeyen adam iki ay sonra kendi düğününde gerdan kırar. Bu dünyaya çocuk getirmek istemeyeni bir yıl sonra bebek arabası iterken görülür.
11. Terk etmeye cesaret edemeyince, terk ettirmek için bin bir numara çekerler.
12. En beceriklisi bile evliliğin üçüncü ayından sonra sakarlaşır. Bütün işler size kalır.
13. Evlenilecek kadın-eğlenilecek kadın ve kaçan kovalanır gibi bütün kadın dergisi klişelerini haklı çıkartacak kadar geri kafalıdırlar.
14. İşine geldiğinde geleneksel maço, işine geldiğinde umursamaz modern erkek olurlar.
15. Kötü polis rolünü hep size bırakırlar. Özellikle de karşılarında genç ve güzel bir kadın varsa.
16. Sabahları bir buçuk saat ellerinde gazeteyle üzerinde oturdukları tuvaletin temizlenmesi gerektiğini bir türlü fark etmezler.
17. Evin her yerine, kendilerini anımsatmak için bir çift çorap bırakırlar.
18. Akşam elde kumandayla uyuyup, sabah afyonları patlamadan televizyonu açarlar.
19. Hayatta sıkıntı çektikleri tek şey olan askerliği bir ömür boyu durup durup başımıza kakarlar.
20. Pazar akşamlarını, sanki küresel ısınmaya çare bulunuyormuş gibi bir ciddiyetle spor programlarının başında geçirirler, sizi de buna esir ederler.
Yazının Devamını Oku

Modellerden vazgeçen Brigitte satışlarını yüzde 7 artırdı

13 Şubat 2010
Brigitte, Almanya’nın en popüler kadın dergisi. Geçen ekimde duyurdu 2010 itibariyle sayfalarında profesyonel model kullanmaktan vazgeçeceğini... Gittikçe incelen kadın imajının yarattığı rahatsızlığın tavan yaptığı günlerdi.

Ralph Lauren, başı omuzlarından geniş görünen modeli yüzünden (fotoğrafla bilgisayarda oynanmıştı) zor zamanlar geçiriyordu, Amerikan Glamour Dergisi eylül sayısında yer alan karnı sarkmış model sayesinde satış rekorları kırıyordu. Brigitte de, yeni yıldan itibaren kadınlara yalnış imajlar sunan profesyonel modelleri kullanmayacağını açıkladı.
İlk itiraz ünlü Alman modacı Karl Lagerfeld’den geldi. Adeta küplere binmişti, sıfır beden mankenlere duyulan tepkinin, şişman kadınların oyunu olduğunu söylüyordu. Ona göre, hiç kimse incecik bir kadın dururken şişman olana bakmazdı. Aslında tam olarak şöyle dedi: “Bunlar, kucaklarında cips poşetiyle televizyon karşısında oturan ve ekranda gördükleri ince mankenlerin çirkin olduğunu iddia eden şişko mumyalar. Moda dünyası rüyalar ve illüzyondan ibarettir, kimse yuvarlak kadınlar görmek istemez.” Brigitte’nin, kilolarını unutmak isteyen şişkoların etkisi altında kaldığını düşünüyordu. Karar, absürddü.
Ama Brigitte 2 Ocak itibariyle kararını gerçekten de uygulamaya koydu. Derginin yayın yönetmeni Andreas Lebert, yıllardır bir deri bir kemik kadınları photoshop yardımıyla şişmanlatmaktan sıkmıştı, artık profesyonel model kullanmayacaktı.
Buna karşılık mankensiz ilk sayının kapak konusu diyetti ve sıradan kadınlar da pek öyle sokaktakiler kadar etli butlu değildi. Dergi kendini şöyle savundu: Sokaktaki kadının dergisi olacağımızı söyledik, sadece şişman kadınların dergisi değil.
Brigitte’nin sloganı “Ohne Model” (Mankensiz). İlk sayının üzerinden bir aydan uzun zaman geçti. Genel Yayın Yönetmeni Andreas Lebert’e, işlerin nasıl gittiğini sormanın zamanıydı.

*  Her şey nasıl başladı? Neden profesyonel modellerden vazgeçtiniz?
- Doğal bir gelişimdi. Yıllar içerisinde, moda da kadınlar da değişti. Bugün trendleri sadece tasarımcılar değil, her gün yeni stiller, görünümler yaratan sokaktaki kadınlar da belirliyor. Onlara, neye benzemeleri gerektiği konusunda geleneksel model görüntüsü sunmak gereksiz bir hal aldı. Brigitte, bu yeni inisiyatif ile modern kadının yeni keşfettiği özgüveni takip ediyor ve destekliyor. Kadınlar artık dergi sayfalarında değiştirilebilir, kimliksiz modeller görmek istemiyor. Gerçek kadınları görmek istiyorlar. Son birkaç yıldır, amatör modellerle çalışarak zaten bu yönde yol alıyorduk. Deneyimlerimiz, yüzde 100 amatörlerle çalışmak konusunda bize güven verdi.

Yazının Devamını Oku