Banu Tuna

Sahip olduğunuz her şeyin yarısından vazgeçebilir misiniz

6 Şubat 2010
Yıllarca çalıştınız, didindiniz, sonunda hayalini kurduğunuz hayata kavuştunuz. Mutlu bir evliliğiniz, iki çocuğunuz, hiç de fena olmayan müstakil bir eviniz, iyi kazandıran bir işiniz, lüks sayılabilecek otomobiliniz var. Yılda en az bir kez, hep birlikte, yurtdışı seyahatlerine çıkıyorsunuz. İnsan başka ne ister ki...
Peki tüm bunların yarısından bir anda vazgeçebilir misiniz? Daha mütevazı ve küçük bir eve taşınıp, otomobilin modelini küçültebilir misiniz? Yurtdışı tatillerinden vazgeçip, onun parasını başkalarına verebilir misiniz? Sahip olduğunuz her şeyin yarısını, dünyanın kalanıyla paylaşabilir misiniz?
Hedefe ulaşmak için çalışmakla geçen onca yılı sokağa atmak gibi mi geldi?
Enayilik?..
Enayilikse, bu enayiliği yapan birileri var: Amerikalı Salwen Ailesi. Fikir, ailenin 14 yaşındaki kızı Hannah’nın başının altından çıkmış. Ergenlikle uğraşan Hannah, lüks bir otomobil ile evsiz bir adamı yanyana görünce tepesinin tası atmış. Yürüttüğü akıl son derece basit, bir o kadar da mantıklı: Bu Mercedes’in sahibi daha ucuz bir otomobile binse ve aradaki farkı evsizlere bağışlasa, bu evsiz adam çöpte yemek aramak zorunda kalmazdı.
Salwen Ailesi, o noktaya kadar başkalarını umursamadan yaşayan bir aile de değil üstelik. Düzenli olarak bağış yapıyor, evsizlere yemek dağıtan organizasyonlarda gönüllü çalışıyorlar.
Ama bunları hiçbiri Hannah’ya yetmemiş, her ergen gibi anne babasına gözlerini devirmekle yetinmiş. Sonunda sinirlenen annesi Joan, “Ne istiyorsun evimizi mi satalım, odandan mı vazgeçeceksin?” deyince küçük hanımın gözleri parlamış.
Böylece macera başlamış.
Aile, oturup mesele üzerine düşünmüş ve Hannah’yı haklı bulmuşlar. Dünyanın büyük bölümüne oranla müthiş bir refah içinde yaşıyor olmak onları huzursuz etmiş ve sahip olduklarının yarısını, ihtiyacı olanlarla paylaşmaya karar vermişler.
Önce daha mütevazı bir eve çıkılmış, otomobil değiştirilmiş. Tatillerini gönüllü çalışmalara ayırmışlar. Süreç, sadece başkalarının değil onların hayatını da değiştirmiş. Aile fertleri arasındaki güven artmış, bağlar sıkılaşmış. Hayatın biraz daha yaşamaya değer olmasına katkıda bulundukları için kendileriyle gurur duyuyorlar.
Salwen Ailesi, sahip olduğunun yarısından vazgeçmeye başlayalı 3 yıl olmuş. Gana’nın unutulmuş bir köyünde yaptırdıkları tahıl değirmeni sayesinde, köyün kızları eğitimlerine zaman ayırabiliyor. Yazdıkları kitap “Power of Half” (Yarımın Gücü), daha yeni piyasaya çıktı. Kitapta geride kalan üç yılı anlatıyorlar. Aile tek başına bir sivil toplum örgütüne dönüşmüş durumda. Çalışmalarını baba kızın birlikte hazırladığı internet blog’undan takip edebiliyorsunuz.

Atları bile vuruyorlar da neden haysiyetimizle ölemiyoruz

12 yıl oldu anneanneme Alzheimer teşhisi konalı... Anneannem bildiğim, bir saniye yerinde durmayan, evini, ailesini yöneten o kadın, küçük bedeninden taşınalı da 8 yıl olmuştur. Hayır, hâlâ hayatta ama bir sabah gözlerine baktığımızda fark ettik artık orada olmadığını.
Hani insanlar seyahate çıkarken evlerini sıkı sıkı kapatır, panjurları indirir, evin bütün ışıkları söner ya, öyle... Onun ışıkları da yavaş yavaş söndü. Anneannemin zihnindeki artık karanlık pencereler, sıkı sıkı kapalı. Hiç ışık sızmıyor dışarı, orada mı değil mi bilmiyoruz. O nerede olduğunu biliyor mu, bilmiyoruz.
İlk teşhis konduğunda “Göreceksiniz” demişti, “Göreceksiniz, ben bu hastalığı yeneceğim.” Alzheimer’ın ne menem bir şey olduğunu bilmiyordu, yenemeyeceksin diyemedik, onunla birlikte inanmayı seçtik.
12 yıl sonra, hâlâ ziyaret edebildiğimiz, sarılıp öpebildiğimiz bir beden olduğu için minnettarız. Ama artık yürüyemeyen, kendi başına kişisel hiçbir ihtiyacını gideremeyen anneannem halinden ne kadar memnun? Ya da ona, bundan yıllar evvel bu manzarayı gösterselerdi, bu kadere razı olmayı ister miydi?

Sir Terry Pratchett, kitapları Türkçe’ye de çevrilmiş, çok satan bir İngiliz fantastik komedi yazarı. Kısa süre önce Alzheimer teşhisi kondu kendisine, henüz hastalığın en erken aşamasında. O, anneannem gibi değil, başına gelecekleri, ölene kadar hangi aşamalardan geçeceğini biliyor. Hayatını adadığı kelimelerin yavaş yavaş onu bırakıp gideceğini...
Ve henüz beyni ona ihanet etmemişken, bu hayatı tadında bırakma hakkını kazanmak istiyor. Hafta başında konuyu ülkesinde gündeme getirdi. Kendisini bir test vakası olarak önerdi. Zamanı geldiğinde, birilerinin tıbbi yardımıyla ölmek istiyor. Ama ona yardım edenler, o gittikten sonra mahkemelerde sürünmesin, cinayetle itham edilmesin de istiyor.
Kendi seçtiği zamanda ölme hakkını kazanırsa, kalan ömrünü daha iyi yaşayacağını söylüyor.

Şu anda dünyada ötanazi hakkı tanıyan birkaç ülke var: Belçika, Hollanda, İsviçre ile ABD ve Avustralya’nın bazı eyaletleri. Ölümcül hastalara, ölümlerini planlama hakkı veren, onlara bu konuda tıbbi yardım imkanı sağlayan İsviçre’de Dignitas ve Exit gibi klinikler bulunuyor. Buralara dünyanın dört bir yanından hasta geliyor. Bugüne kadar yüzlerce insana ölmekte yardım ettiler.
“İntihar turizmi” o kadar hızlı büyüdü ki, İsviçre hükümeti yurtdışından gelen taleplere bazı sınırlamalar getirmeye, hasta kabulünde daha katı davranmaya karar verdi.
Karara itirazlar gecikmedi. Ölmek isteyen birini kimsenin durduramayacağını, bu kararın sadece daha acı verici yöntemlerle insanların ölmesine yol açacağını savunanlar var.

Dünyaya gelmek kendi kararımız olmadığı gibi dünyadan gitmek de olmamalı diye düşünebilirsiniz. Peki, ikisinin arasında geçen süreye yaşam diyorsak, yaşamı nasıl tanımlıyoruz? Neye yaşamak diyoruz?
Birkaç gün evvel, bitkisel hayattakilerin düşünce gücüyle iletişim kurabildikleri saptandı. Bu durumdaki 23 hastadan dördü bilinç emaresi göstermiş. Bu gelişmenin fiş çekme ya da ötanazi kararlarını etkileyeceği, hatta sonunu getirebileceği iddia ediliyor. Beyninize bağlanan elektrotlar yardımıyla, sorulan sorulara sadece evet veya hayır diyebilmek insanca yaşamak olarak tanımlanabilir mi?
Yazının Devamını Oku

Panterlerin önlenemez yükselişi

23 Ocak 2010
Cougar (İngilizce panter, puma), malumunuz genç erkeklerle birlike olmayı tercih eden “olgun” kadınlara verilen kategori başlığı. Cougar sınıfına girmek için alt yaş limiti 40.

Terimi duymamızla, dünyayı sarması bir oldu. Sanki domuz gribi mübarek. Daha ne olduğunu kavramaya çalışıyorduk ki, kısa zamanda kendi pazarını yarattı.
Sadece bu yıl cougar’larla ilgili pek çok film ve dizi yapıldı, hatta bir tanesi geçen hafta Altın Küre ödüllerinde yarıştı: Cougar Town. Genç erkeklerin ilgisini çekmek isteyen olgun kadınlara yönelik rehber kitaplar raflarda hızla artıyor (global bir durum ancak şimdilik bize sirayet etmedi).  Tam tersi kitaplar da var; genç erkeklerin olgun bir kadına nasıl davranması gerektiğiyle ilgili... Erotik filmlerde yaşlı kadın-genç erkek kategorisi her zamankinden daha popüler.  Bazı giyim eşyaları “cougar’lara özel” pazarlanıyor.
Ve nihayet birkaç ay evvel, Los Angeles’ta 1. Geleneksel Cougar Kongresi yapıldı, ahir kulaklarımız bunu da duydu. Bizzat şahit olmayı tercih ederdik elbette.
Yüzlerce olgun kadın ve genç erkek gidip kaydoldu, birbirleriyle tanıştı, ilişkilerini tanışıklıktan öteye taşımaya çalıştı. Bir Miss Cougar bile seçtiler. Adı Gloria Navarro ve 42 yaşında.
Ödül konuşmasında, 20 yıllık evliliğinin kısa süre önce bittiğini, yeni bir ilişkiye hazır olduğunu, kendisi gibi olan kadınların bir sevgiliden para, güven veya prestij beklemediğini, sadece yanlarında olmasını beklediklerini anlattı.
Cougar toplantıları tertip etmek sadece Amerika’ya özgü bir durum değil. Önümüzdeki yaz Londra’da da bir cougar buluşması yapılacak.

BİR COUGAR’IN

FİLMİ: The Graduate (Mezun). 1967 yapımı filmde, genç Benjamin (Dustin Hoffman), babasının patronunun karısı Mrs. Robinson (Anne Bancroft) ile ilişkiye girer.  

Yazının Devamını Oku

Dünyanın en mutlu adamıyla tanışın

16 Ocak 2010
Dünyanın en mutlu adamıyla tanışın: Matthieu Ricard. <br><br>Fransa’da doğan, Himalayalar’da Budist rahibi olarak yaşayan, fotoğrafçılıkla uğraşan 63 yaşındaki bu adam, resmi olarak dünyanın en mutlu adamı.

Ondan daha mutlusu yok ama onun kadar mutlu birkaç kişi daha olduğunu söyleyebiliriz.
“En mutlu” tanımına şüpheyle yaklaştığınızı hissediyorum.
Siz de, filozofların yüzyıllardır içinden çıkamadığı o soruyu soracak, mutluluğun tanımını ve ölçüm birimini mi isteyeceksiniz?
İçiniz rahat olsun; Ricard aynı zamanda Fransız filozof Jean François Revel’in oğlu. Eski bir genetik bilimci üstelik. Budizm’le, 21 yaşında Hindistan’a yaptığı bir seyahat sonrasında ilgilenmeye başlıyor.
Oturup içinde bulunduğu ruh ve beyin durumu üzerine kafa yormuş anlayacağınız.
Adam gerçekten mutlu. Gerçi o, mutluluk (happiness) kelimesini biraz kaypak bulduğundan, yerine well being’i kullanıyor ki, bu da aslında mutluluk demek.
Önünde sonunda bir Fransız olduğunu da hatırlatmak isterim.

Yazının Devamını Oku

Hikaye anlatan mutfak önlükleri

9 Ocak 2010
Bugün, bir şey satabilmek için ihtiyacınız olan en önemli şey; güzel bir hikaye. İstediğiniz kadar kaliteli, yaratıcı, yeni olun; hikaye yoksa ı-ıh, olmaz. Artık herkes kitlesel markaların değil niş olanın peşinde koşuyor. Giydiği, taktığı, taşıdığı şey ona özel olsun, herkesin üzerinde karşısına çıkmasın istiyor. Önemli olan aynılaşmak değil, farklılaşmak.
Tamam tamam, hemen sıkılmayın. Bu süper didaktik girişin varacağı neşeli bir nokta var elbette. Sözü Neşeli Önlükler’e getirmeye çalışıyorum.
Neşeli Önlükler, bir internet sitesi. Sadece, bildiğiniz, sıradan mutfak önlükleri satıyor. Ama hikayesi var!
Sitenin kurucusu, Ayşegül Akgül Duman. 29 yaşında, genç bir mimar aslında. Önlüklerin hepsini kendi, elde yapıyor. Bu tip online girişimcilerden farkı, cin fikirli olması. Hayalinde 7 kadın yaratmış, hepsine birer karakter ve hikaye yazmış. Sonra da bu kadınların takabileceği mutfak önlüğü nasıl olurdu deyip, tasarımları ona göre yapmış.
Alt tarafı mutfak önlüğü diyerek harcamış olmayayım, hepsi de sevimli. Orada burada gördüklerimize benzemiyorlar. Ömrü mutfakta geçen, yemek yapmaktan bezmiş ev kadınlarının hayatına biraz olsun neşe getirebilir; mutfağa hobi olsun diye giren yeni nesile cuk oturabilir.
Bu 7 kadını tanıtmadan evvel şunu da söylemek isterim ki, Ayşegül hanım onları yaratmakla kalmamış, birer hayat vermiş. neselionlukhikayeleri.blogspot.com’da her gün başlarından geçenleri, çocukluk anılarını okuyabiliyorsunuz. Ayşegül Duman, sadece bir tasarımcı değil, öykücü aynı zamanda.
Sitede şu anda 11 farklı önlük var. Ekrandaki çizgi modelin üzerine giydirip nasıl durduklarına bakabiliyorsunuz. Desenli, renkli, farklı kesimlere sahip ürünler. Eğlence olsun diye, jean pantolon üzerine takıp sokağa bile çıkabilirsiniz. Fiyatları 34.90 ile 49.90 arasında değişiyor. Alışverişi banka havalesi veya kredi kartı ile yapabiliyorsunuz.
Gelelim kadınlarımıza...
İsimleri Çitlembik Çiğdem, Yogi Yelda, Prenses Pınar, Sportmen Oya, Erkek Fatma, Pıt Pıt Naciye ve Pastacı Nezahat. Lakapları, kim oldukları hakkında ipucu veriyor zaten.
Çitlembik Çiğdem; neşeli, eğlenceli, içi içine sığmayan 20’li yaşlarında bir genç kız. Renkli giyinmeyi, alışverişi, çay partilerini seviyor. Meyve salatası ve kokteyller konusunda uzman.
Yogi Yelda; Çiğdem’in ablası, doğa tutkunu. Anlaşıldığı üzere, düzenli olarak yoga yapıyor. Her cumartesi Bebek’te kurulan organik ürün pazarına gidiyor (Ben bunun Feriköy’de kurulduğunu sanıyordum). Salata ve zeytinyağlı yemekler söz konusu olduğunda harikalar yaratıyor. İleride organik ev yemekleri yapacağı bir dükkan açmayı planlıyor.
Prenses Pınar; Yelda ile Çiğdem’in kuzenleri. Kendini prenses sanan tiplerden. Yemek yapmaktan ziyade, ihtişamlı sofralar kurmakta uzman.
Sportmen Oya; Çiğdem’in bebeklik arkadaşı. Sörf başta olmak üzere pek çok spor dalıyla ilgileniyor. Elbette formuna dikkat ediyor. Sağlıklı, kalorisi düşük ama besin değeri yüksek mönüler hazırlamak konusunda iddialı. Favori yemeği soyalı tavuk ve yulaflı ekmek. Tarifleri, annesinden aldığı günden beri gizli iç cebinde saklıyor.
Erkek Fatma; tuhaf biçimde, Prenses Pınar’ın ev arkadaşı (acı çekiyor olmalı). Araba kullanmaya ve futbol maçı izlemeye bayılıyor. Kızdan çok erkek arkadaşı var. Taksim’de bir barda, barmaid’lik yapıyor. Bu nedenle içki ve kanepe uzmanı.
Pıt Pıt Naciye; alımlı ve başarılı bir iş kadını. Aynı zamanda da çapkın bir tip. Beğenilmekten hoşlandığı için, mutfakta bile ne giydiğine önem veriyor. Ama yemek pişirmekten pek anladığı söylenemez, sadece pilav yapmayı biliyor.
Pastacı Nezahat; Avrupa’da çok ünlü bir pasta şefi. Tarif ve transfer baskılarından bunalınca işi gücü, şöhreti bırakıp İstanbul’a kaçmış, burada gizli kimlikle küçük bir pasta dükkanı açmış. Diğer kızların hepsiyle arkadaş ama kimse gerçekte kim olduğunu bilmiyor. Fakat pastaların lezzeti dolayısıyla kendisinden acayip şüpheleniyorlar.
Not: Alışveriş Cadısı, Cumartesi Eki’nde şimdilik sona eriyor. Bundan sonra www.alisveriscadisi.net adresinden takip edebilirsiniz.
Yazının Devamını Oku

Alışverişin en seksi biçimi pop-up mağazalar

2 Ocak 2010
Şuraya yazıyorum; pop-up mağazacılık 2010’nun yükselen değeri olacak. Alın size bir 2010 kehaneti! Yıllık yayınlanan trend raporlarında adı, ilk kez 2004’te geçmeye başlamıştı. Hızını alması için belki de ekonomik krizin yaşanması gerekiyordu.
Tamam, konuya pat diye girdiğimin farkındayım ama pop-up mağazacılık da böyle bir şey zaten. Başa dönelim.
Pop-up mağazacılık, tıpkı internette sayfa açtığınızda ekranınıza zıplayan reklamlar gibi bir şey. Bir görünüp bir kayboluyor.
Daha çok indirim dönemlerinde başvurulan bir yöntem. Şehir merkezinde, tercihen şık bir mahallede, galeriye benzer bir yer buluyorsunuz. Orayı portatif mağaza haline getiriyor, en fazla bir ay kalıyorsunuz, sonra vınnn.
Ortaya çıktığı Amerika’da, bir gecelik olanları da var. Sabahtan mağaza açılıyor, akşam bir parti ve kokteyl yapılıyor, ertesi gün yok oluyor. Bu hali daha “hip”, daha “trendy” markalar tarafından tercih ediliyor.
Çok ünlü markalar ve tasarımcılar, son zamanlarda bu yolla indirimli satışlar yapıyor. New York, Londra, Tokyo, Paris, Berlin gibi şehirlerde örneklerine rastlamak mümkün. En uç örneği, şaşırtıcı olmayan biçimde Londra’dan çıkmış, 2003’te ünlü iki katlı otobüslerinden birini mağazaya çevirmişlerdi. İçinde 40 tasarımcıya ait giysilerle İngiltere’nin bir ucundan diğerine dolaşıp durmuştu. Amaç, modayı küçük yerlerde yaşayanların ayağına taşımak.
Ekonomik kriz sonrası Amerika’da, özellikle alışverişin hareketlendiği Noel ve yılbaşı döneminde pop-up mağazacılık patlama yapmış vaziyette. Aylardır dükkânı boş duran gayrimenkul sahipleri, hiç yoktan iyidir diyerek, bu üç-dört haftalık kiracıların tekliflerini kabul etmeye başladı.
Oyuncak zinciri Toys’R’Us, Holiday Express adıyla böyle tam 270 mağaza açtı. Gap, American Eagle, Gucci bu yöntemi tercih eden diğer markalar.

AKARETLER’DEKİ POP-UP MAĞAZA MI, VİTRİN Mİ

Pop-up konusuna girmemin sebebi elbette sadece Amerika’daki gelişmeler değil. Beymen de, bu ay iki pop-up mağaza açtı. İkisi de Akaretler Sıraevler’de. Konu niş işler olunca, lokasyon seçimi süper. Tasarım ürünlerini ulaşılabilir kılmayı hedefleyen ve teması “Pop-up Home” olan mağazada ev aksesuvarları, “Pop-up Akaretler” mağazasında ise ayakkabı ve çanta satılıyor.
Amaçları, müşterilere keyifli ve sürprizli bir alışveriş deneyimi yaşatmak. Modayı takip edenleri heyecanlandıracak farklı temalar hayata geçireceklerini söylüyorlar.
Ancak Beymen işi pop-up mağazacılık, şu ana kadar anlattığım konseptten biraz farklı. Onlar mağazaları kapatmayacaklar, sadece 6-8 haftada bir vitrin değiştirecekler. Bu bakımdan pop-up vitrin demek daha doğru olabilir.
Bana kalırsa, Sıraevler’deki küçük mağazalara geniş bir ürün gamını sığdıramadıklarından ve fakat bu son derece popüler bölgede yer almak istediklerinden böyle bir içerik tasarladılar. Mağazalarda ürün çeşitliliği 50-60 civarında.
Bir de küçük bir düzeltme yapmak isterim. Beymen, bu işi Türkiye’de ilk yapan marka olduğunu söylemiş tanıtımlarında. Oysa bundan iki sene önce Vakko denemişti pop-up mağazacılığı. Tünel’deki Autoban Gallery’de 10 günlük bir indirim mağazası açmışlardı.
Yazının Devamını Oku

Sadakatimizi Facebook’tan göstersek?

12 Aralık 2009
Çantamda taşıdığım şeye cüzdan denemez. Bendeki cüzdan azmanını çanta yapıp gece sokağa çıkanlar var. Dışarıdan bakınca sekiz ortalı lise defteri ebatlarına sahip, öyle söyleyeyim. İçinde kimlikler, üyelik kartları, oradan buradan toplanmış kartvizitler, kredi kartları ile bunların slipleri ve dünya kadar marka kartı duruyor. Para hariç her şey...
Saydım, elimde şu anda tam 40 tane marka kartı var. Müşteri sadakat kartı da deniyor. Kimi anında yüzde 25-30 indirim sağlıyor. Kimiyle alışveriş yapıyorsunuz, hesabınızda puan birikiyor, kimi markanın ekstra hizmetlerinden faydalanma olanağı sunuyor... Hangi birinden vazgeçeceksin.

Zaten kartı alırken, karar verme mekanizması pek sizin katkınızla da işlemiyor. Elinizde ürünle kasaya gidiyorsunuz, kasadaki görevli fanfinfon kartınız var mı diye soruyor, siz yok diyorsunuz, o hemen bir kart çıkartırsanız şu kadar indirim yaparım diyor. Bir bakıyorsunuz, 30 saniye içinde yeni bir kartınız daha olmuş.
Cüzdana bu kartların sadece 4’te birini sığdırabilince sınıflandırmaya gitmeye karar verdim. Her an lazım olabilecekler, haftasonu çantada taşımakta fayda bulunanlar, sadece büyük alışveriş maratonuna çıkarken alınacaklar.

İşe giderken ilk grubu alıyorum yanıma sadece. Zaten bunlar cüzdanda duruyor. Gittiğim marketin kartı, D&R kartı ile bir iki tane de restoran-kafe kartı var.

İkinci grup, sokağa çıktığımda kapısından girme ihtimalimin bulunduğu mağazaların kartları. Üçüncü gruptakiler ise alışveriş yapmak üzere yola çıkarken taşınıyor sadece.

Her halükarda, bir mesele bu kartları taşımak. Sayıları asla azalmadığı gibi katlanarak artıyor. Olamaz mı yani şöyle tek kart olsa hepsinde geçse?

Ben bunu düşünürken, Swatch, Facebook sayfasında bir kampanya başlattı. 8 bin 800 üyesi, 14 Aralık’a kadar Swatch’tan alışveriş yaparsa, 30 lira değerindeki 2010 ajandası hediye edilecek.

Markaya yabancı olanlar için ajanda bir şey ifade etmeyebilir. Ama fanatikleri, üzerinde Swatch yazan her şeyi biriktiriyor.

Zaten mesele Swatch’un ne verdiğinden çok, Facebook’u kullanma biçimi. Facebook’tan ala merkezi kart mı olur. Bütün markaların Facebook’ta sayfası olsa, oradan üye olsak, yanımızda kart taşımaktan kurtulsak.

Pop art meraklılarına online adres

Cebinde biraz parası olan bekarlara, pop art meraklılarına bu siteyi şiddetle öneriyorum: www.popsehpa.com

Kurucusu; genç grafiker Yavuz Muratoğlu. İlk kez kendi evine çıktığında, eğlenceli ve havalı dekorasyon parçaları bulmakta sıkıntı çekmiş, başkaları da çekmesin diye popsehpa’yı yaratmış. Zaten ilk denemeleri de kendi evinde uygulamış. Sitenin öyle çok geniş bir ürün portföyü yok. Dikdörtgen veya kare sehpalar ile duvar baskıları bulabiliyorsunuz. Sehpaların üzerine hepsi birbirinden eğlenceli desenler basıyor. Pek çoğu kült ya da güncel film afişlerinden oluşuyor.

Bir de özel sipariş seçeneği var. Mevcut baskıları beğenmez de, kafanızdaki özel bir şeyi isterseniz diye. Ama o zaman fiyat değişiyor.

Sehpalar Ikea’dan, desen uygulama Yavuz’dan. Mobilyada üç renk seçeneği var; kırmızı, siyah ya da beyaz. Kaplamalar suya ve ısıya dayanıklı. Mevcut modellerden seçerseniz 90-130, özel sipariş isterseniz 100-160 lira ödüyorsunuz. Online siparişten sonra teslimat, hangi şehirde yaşadığınıza bağlı olarak 3-5 gün arasında gerçekleşiyor.
Yazının Devamını Oku

Bu da ilk hasat köşe yazısı bayinizden ısrarla isteyiniz

5 Aralık 2009
Anladığım; ilk hasat (erken hasat da olabilir) denince akan sular duruyor, ilk hasat olan her şey sattırıyor. Sattırmasa da karizma yapıyor, prestij sağlıyor, gurme mertebesine yükseliyor... Sanırım.
İlk hasat olan her şey, normalinden biraz daha pahalı, kapış kapış gidiyor olamaz. Ama bu ilk hasat merakı da başka türlü açıklanamaz.
En son Damak’ın çikolatası çıktı, ilk hasat. Biliyorsunuz Damak, sütlü fıstıklı bir çikolata. Yeni ürünün adı da Bendane.
Bendane, ağaçtan yere kendine kendine düşen ilk fıstığa verilen ad. Yılda (haliyle) sadece bir kez gerçekleşen bir durum. İlk hasat etiketi yapıştırmak için benzersiz malzeme.
Çikolatanın tadına baktım. Bilmiyorum, ambalajdan etkilenmiş olabilirim ama sanki fıstık diğer Damak’lardan biraz daha taze ve gevrekti. Eh, ilk hasat ne de olsa.
Çikolata zincirin son halkası ama bütün bunlar yanlış hatırlamıyorsam çay ile başlamıştı. Zeytinyağı da olabilir.
Bu ikisinde daha anlaşılabilir bir durum var.
Malum, çay bitkisinin en kıymetli yeri tepedeki üç yaprağı. Bunlar da ilk hasatta toplanıyor. Dolayısıyla ilk hasat çayları müthiş lezzetli oluyor.
İlk hasat zeytinyağlarının da aroması diğerlerine göre daha keskin, tadı meyvemsi.
Sonra bir de ilk hasat rakı var. Yeni Rakı’nın Yeni Seri’si mesela. Elle toplanan ilk hasat anasonu kullanılıyor içeriğinde. İçimi diğerlerine göre daha yumuşak bunun da. Ama aradaki fark ilk hasat anasondan mı, elle toplanmasından mı, başka bir şeyden mi kaynaklanıyor bilmiyorum.
Bir yandan da şunu düşünüyorum, yahu toprakta yetişen bir şeyi dalından topladığın ilk an, ilk hasat değil midir? Buradan hareketle ilk hasat roka, kıvırcık, reyhan, yerelması, soğan da kıymetli midir?

Online hediye listesi bir deneyin isterseniz

www.bensectim.com. Online bir hediye listesi sitesi. Henüz çok yeni, geçen mayısta hizmete girmiş.
Hediye listesi bilmediğimiz şey değil ama artık internet üzerinden hazırlanabildiğini yeni öğrendim.
Faydalanmak için ücretsiz üye oluyorsunuz, o kadar. Kendiniz için olduğu gibi, bir yakınınız için de hazırlayabilirsiniz. Ben bebek bekleyen bir arkadaşım için düşünüyorum. Güzel sürpriz olmaz mı?
Siteyi kullanması kolay. Listenize bir isim veriyorsunuz (35. yaş kutlaması, doğum günü, evlilik, yeni ev gibi), sonra içini ihtiyacınız olan ürünlerle dolduruyorsunuz. Fotoğraflarını ekleyebilir, satıldıkları bir internet sitesi varsa link koyabilirsiniz. Listedeki hediyeler alındıkça yanına not düşebiliyorsunuz.
Listenin duyurusunu e-posta yoluyla ya da sitenin linkini Facebook, Twitter gibi sosyal ağlara koyarak yapabilirsiniz.
“Ben ihtiyaçlarımın listesini yaptım, bana hediye alacaksanız buradan seçin” demeye çekinen, utanan tiplerdenseniz, her konuda olduğu gibi online hayat bu konuda da sizi rahatlatabilir. Kimseyi karşınıza alıp rica etmenize gerek yok, bir mail atın, bitti gitti.
Yazının Devamını Oku

Markette, yoğunlaştırılmış okuma faaliyetleri

28 Kasım 2009
Son bir aydır, markette geçirdiğim süreler ikiye katlandı. Gıda reyonunun önüne geliyorum, burada takılıp kalıyorum. Kolaysa at eline geçeni sepete.Sadece ben değil, herkes aynı durumda. Sebze-meyve, hazır gıda, bakliyat satılan rafların önünde yoğunlaşan kalabalığın fotoğrafını çekmek lazım.
Yakın gözlükleri takılmış, herkes harıl harıl okuyor.
Eğer ambalaj etiketleri de dahil edilirse, günde okumaya ayırdığımız zamanın katlandığına, ülkeler arası sıralamada yükseldiğimize eminim.

Eskiden hayat daha kolaydı, en fazla son kullanma tarihine bakardık.
Derken yüzde 100 hadisesi çıktı. Nektar olmayacak, aromalı olmayacak. Gerçekten meyve suyu içmek istiyorsan, üzerinde yüzde 100 meyve suyu yazacak. Diğerleri aslında aromalı-şekerli sudan ibaret.
Sonra bir de kelime oyunları var. Nar ekşisinde mesela. Dikkat edin çoğunda “nar ekşisi sosu” yazıyor. Saf nar ekşisi bulmak zor.
Hatırlarsınız; bir ara, sağlığa zararlı gıda katkıları listesi dolaşıyordu elden elde. E grubu katkı maddelerinin bir kısmı bu listede bulunuyordu. Ben hâlâ bu bakımdan da dikkat ediyorum aldığım şeyin içeriğine.
Tüm bunlara göre beslenmeye kalkınca, insan icadı gıdaların neredeyse tamamı dışarıda kalıyor zaten. Hazır çorba, sos, şarküteri...

Doğada halihazırda bulunan ne varsa onu yiyeceksiniz.
Tam Prof. Dr. Ahmet Aydın’ın kitaplaştırdığı Taş Devri diyetini uygulamaya ikna olmuştum ki, GDO’lu yiyecek hadisesi patladı. Böylece mısır ve soya da şüpheliler listesine girdi.
Sırf onlar olsa neyse, soyanın içine girmediği ürün yok gibi, kendiyle beraber şarküteri ürünleri, et suyu, fındık-fıstık ezmesi, çikolata ürünleri, süt tozu, hazır çorbalar güme gitti.
Mısır da gazoz, bebek maması, mısır yağı gibi bazı ürünlerin içinde bolca bulunuyor.
Genetiği değiştirilmiş ürün yemek istemiyorsanız, etikete dikkatle bakmanız gerekiyor.
İçinde glikoz, sakkaroz, fruktoz, mısır nişastası, soya proteini varsa rafa geri bırakın. Çünkü büyük ihtimalle GDO’ludur.
Aldığınız sebze-meyvenin Türkiye’de üretildiğinden eminseniz sorun yok, çünkü bizde genetiği değiştirilmiş tohum ekimi yasak. Ama ithal meyveler için garanti verilemiyor. O yüzden varsa etiketinde üretim yerine de dikkat etmek gerekiyor.
Bu gidişle sepete bir şey atarken etikette baktığımız son şey, ürünün fiyatı olacak.

AVM'lerde ne var ne yok

Pendik’te yeni sinema salonu

Pendik’te bulunan World Atlantis Alışveriş Merkezi içinde, AFM Atlantis Sinemaları açıldı. 2012, Nefes, Kurtlar Vadisi: Gladio, Aşk Geliyorum Demez adlı filmleri izleyebilirsiniz. Sinemanın toplam 6 salonu var. Öğrenci bileti 8, tam 10 lira. Çarşambaları halk günü. Salı günleri, öğrencilerden 7 lira alınıyor. 65 yaş ve üzeri izleyiciler için, 9 lira olan altın çağ fiyat kategorisi var. Engelli biletleri ise 7 lira.

Yüzde 50’ye varan indirim fırsatı

Bahçelievler Metroport Inlet-Outlet Alışveriş Merkezi’nde, bayrama özel indirim ve kampanyalar var. Ancel’da 243 parça çeyiz seti 994 lira ve tüm ürünlerde yüzde 50’ye varan indirim yapılıyor. Mavi Jeans’ten 100 liralık alışveriş yapana 25 lira değerinde Mavi Para hediye ediliyor. Colin’s’ten ikinci ürünü alana yüzde 30 indirim var. Real Optik’ten 2 gözlük alana bir tanesi hediye.

Alışveriş yap otomobil kazan

Bu yıl 14’üncü yaşını kutlayan Carousel Alışveriş Merkezi, 14 tane Chery marka otomobil kazanma şansı sunuyor. Bakırköy’deki alışveriş merkezinin, “Alışveriş Yap, Arabayı Kap” kampanyası bayramda da devam edecek. 100 lira ve üzeri alışveriş yapanlar, 7 Tiggo cip, 4 Alia ve 3 Kimo otomobil kazanma şansına sahip olacak. Daha çok alışveriş yapanlar daha fazla çekiliş numarası alabiliyor.

İzmit’te sirk gösterisi

Türkiye’nin en büyük vahşi havyan gösterisi Circus Arena Sirki, Outlet Center İzmit’in arka otoparkında çadır kurarak gösterilerini sergileyecek. Bulgaristan menşeili sirkin; Rus, Bulgar ve Türkler’den oluşan 28 personeli bulunuyor. Palyaçolar, jonglörler, ip cambazları ve hava gösterileri gibi klasik sirk gösterilerinin de bulunduğu programda; aslanlar, kaplanlar, dans eden atlar, midilliler, sevimli köpekler, akrobat kediler, develer, devekuşları, eğitimli güvercinler, Palyaço Borko ile eşeği Pepi ve şovları var. İki saatlik program, bayram boyunca her gün 14.00, 17.00 ve 20.00 saatlerinde tekrarlanacak.

Türk resminin başyapıtları

Yenibosna’daki Airport Outlet Center’da, 10 Aralık’a kadar Türk Resminin Başyapıtları sergisini gezebilirsiniz. Koleksiyoner Adil Menemencioğlu’nun özel koleksiyonundan seçilen yağlıboya tablolardan oluşturulan sergide, klasik Türk resmi ustalarına yer veriliyor. Hoca Ali Rıza’nın karakalem çalışmaları, İbrahim Balaban’ın Ayıların Peshi, Seref Biğalı’nın Köylü Kadını tablosu, Mustafa Ayaz’ın soyut çalışmaları, Tuncay Şevketoğlu’nun İstanbul manzaraları, Hasan Kavruk’un soyut çalışmaları, Saim Dursun’un Ekin Toplayanlar tablosu var. Sergide, tabloların yanı sıra yüz elli yıllık Osmanlı tesbihleri de yer alıyor.

Süper eğlenceli bayram programı

Geçtiğimiz hafta Bayrampaşa’da açılan Forum İstanbul’da, Kurban Bayramı’na özel etkinlikler var. Geçmişten günümüze yüzlerce Barbie bebekle dev boyutlarda legoların yer aldığı, Barbie ve Lego ile 50 yıl Sergisi 24 Ocak’a kadar gezilebilir. Heykeltıraş Server Demirtaş ve ekibi tarafından boyanmış, boyları 3 metreye ulaşan 20 dev balıktan oluşan Renkli Balıklar Sergisi, alışveriş merkezi koridorlarında yer alıyor. Çocuklar için sanat atölyeleri ve eğitici denizaltı belgesellerinin gösterildiği belgesel köşesi de var. Bayram süresince, İngiliz balon sanatçılarının gösterileri olacak. Ballonatic grubu, inanılmaz şekiller verebildikleri balondan heykellerle izleyicilerin karşısına çıkacak. İzleyiciler için atölyeler düzenleyecek. Bir başka etkinlik ise çocuklar için mini sirk.

Kukla tiyatrosu Karagöz gösterisi

İkitelli’deki Deposite Outlet Alışveriş Merkezi’nde, her cumartesi ücretsiz çocuk tiyatrosu var. Şimdi de geleneksel Türk tiyatrosu oyunları başlıyor. Her pazar 17.00-18.00 saatleri arasında kukla tiyatrosu ve Karagöz gösterileri, çocuklar için sahnelenecek.
Yazının Devamını Oku