Paylaş
Rönesans dâhisi Michelangelo, muhteşem heykellerini nasıl yaptığını soranlara, heykelin aslında mermerin içinde saklı olduğunu, kendisinin sadece o saklı güzelliği ortaya çıkardığını anlatırmış.
Kendisi ilk platonik aşkımdır ama adıyla anılan ve gerekçesini kendisinin bu sözüne dayandıran bir fenomen olduğunu bilmiyordum. Michelangelo Fenomeni ya da Etkisi...
Öğrenince de kafam karıştı zaten.
Michelangelo Fenomeni’ne göre çiftler, birbirlerindeki potansiyeli ortaya çıkarabiliyor, birbirlerinin en ideal halini yaratabiliyorlar.
Yani sevgilinizin ya da eşinizin saklı kalmış yeteneklerini, potansiyelini ortaya çıkarmak, onu olabileceğinin en iyisine dönüştürmek sizin elinizde. Tıpkı Michelangelo gibi içindeki saklı güzelliği buluyor, onun da farkına varmasını sağlıyorsunuz.
Peki benim kafam bunu öğre-nince niye karıştı?
Pardon ama, bize sağlıklı ilişki kurmak için karşı-mızdakini olduğunu gibi kabul etmek gerektiği öğretilmemiş miydi?
Hem bakalım ben adamı doğru mu okudum? İçinde yatan aslanı serbest bırakacağım diye olmadık yerlere sürüklemeyeyim bir de... Onun rüyası sandığım şey, aslında benim ki olmasın sakın?
Meseleye diğer taraftan bakıp, kadınları bu kadar iyi anlayacak erkek neredeeee, diye de sorabilirim. “Hayatım senin içindeki maceraperesti uyandırmamız lazım” diyerek beni Afrika’ya sürükleyip, “Aaaa tesadüfe bak, buralarda Dünya Kupası olacaktı bu aralar” diyebilir pekâlâ.
Karşınızdaki işi gücü bırakıp dünyayı gezmeye, yeni bir meslek öğrenmeye, taşraya yerleşip tarım yapmaya, bir rock grubu kurup orada bas çalmaya karar verirse ve tüm bunlar sizin hayallerinizle uyuşmuyorsa ne yapacaksınız sonra, değil mi?
Evet farkındayım, bu kadar haksızlık etmemek lazım. Çiftler birbirini ileri taşıyabilir, geliştirebilir, dönüştürebilir. Ama bu her zaman olumlu yönde olmayabilir de. Tehlikeli kokteyl diye bir şey var hayatta.
Ben bütün riskleri alıyorum, eşimi ille de ideal haline getireceğim diyorsanız, bu teoriyi ortaya atan Amerikalı psikolog Stephen Michael Drigotas’ınyeceğiniz yöntem hakkında tavsiyeleri şöyle:
- Olumlayın. Bunu iki biçimde yapabilirsiniz; sözlerle ve davranışlarla.
- Geliştirin. Bunun yöntemi de onu, onun kendisini anladığından daha iyi anlamak, algılamak. Kendini hafife aldığı olumlu özelliklerini sık sık hatırlatablirsiniz. İşinden şikayet ediyorsa, zihnini açmak için yapabileceği başka iş imkanlarını hatırlatabilirsiniz mesela.
- Onaylayın. Körü körüne değil elbette. Ama yaptıklarını, gelişimini fark ettiğinizi, desteklediğini hissettirebilirsiniz.
Twitter yüzünden anı yakalayamamak
Twitter’ı geç buldum, erken kaybettim. Ki, zaten bu teknolojik zamazingolarda hiçbir zaman bir trendsetter mertebesine erişemeyeceğim kesin. Ben daha ziyade eşeği Niğde’ye süren ekiptenim. Dolayısıyla Twitter’a da eşek hızıyla dahil oldum.
İlk bir hafta ekrana boş boş bakmakla geçti. Bende online cep telefonu da yok. Bir şeyler yazmak için laptop ya da PC gereçlerini kullanmam lazım. Öyle sokakta şunu gördüm, bunu yedim yapamıyorum. En azından anında yapamıyorum. Başkalarının yazdıklarına bakıyorum, herkesin hayatı acayip renkli, hareketli. Dünya kadar şey yazıyorlar.
Benimse aklıma yazacak, işe yarar hiçbir şey gelmiyor. Tırnağını kırdığını, gözüne toz kaçtığını yazanlara zaten gıcığım...
Sonra meselenin sadece kanalize olmakla ilgili olduğunu fark ettim. Etrafa Twitter gözüyle bakınca, yazacak bir sürü şey buluyorsunuz. Sadece alıcının ayarlarıyla oynamak, beyni bu yönde çalıştırmak lazım.
Sonraki hafta sular seller gibi geçti dolayısıyla.
Fakat sonra tweet’lemekten başka bir şey düşünemez hale geldim. Nereye gitsem, kiminle konuşsam, ne izlesem, ne duysam tweet’lenecek bir durum var mı diye bakıyorum.
Ben yıllar önce tatil fotoğrafları çekmeyi de bu yüzden bırakmıştım. İnsan belgeleyecek güzel kareler var mı diye bakmaktan anı yaşayamıyor. Yahu sen antik tiyatroyu fotoğraflasan ne olur, fotoğralamasan ne olur. Senden önce kimbilir kaç tane usta fotoğrafçı dünya kadar kare basmıştır orası hakkında. Onun yerine otur basamaklara, cırcırböceklerinin sesini dinle, değil mi? Ha arkadaşlarınla bir-iki kare hatıra fotoğrafı çektir tabii, ama sergi açacak değilsen pastoral toplara girmeye hiç gerek yok. Alırsın bir şehir rehberi filan, bitti gitti. En güzel fotoğraflar var zaten içinde.
Etrafımdakilere bakıyorum, ellerinde cep telefonu, alıcı gibi dolaşıyorlar. İnsan sohbetten, dinlediği konserden, gördüğü manzaradan, yediği yemekten böyle zevk alamaz ki. Ne yapacaksın, sonradan girip kendi tweet’lerini mi okuyacaksın?
Hayır, bir yan etkisi daha var ki, kimse hiçbir yerde cep telefonunu kapatmıyor. Tuşların çıt çıt sesi, ekranın parlak ışığı insanı çileden çıkarıyor. En son İstanbul Film Festivali’nin açılışında da aynı şey oldu. Emek Sineması’nın kapatılması ile ilgili protesto eylemi sırasında herkes cep telefonlarına sarılıp, ortaya saçılan bildiride yazılanları tweet’lemeye başladı. Ondan sonra kolaysa törenin kalan kısmını takip et.
Bu arada İstanbul Kültür Sanat Varyetesi eylemini desteklediğimi bildirmek isterim. Emek Sineması bizim, İstanbul bizim, yıktırmayalım!
Paylaş