Banu Tuna

AVM kısmetiyle gelirmiş

21 Kasım 2009
Bayrampaşa’daki Forum İstanbul’a açıldığı gün damladım elbette. Çocuk kısmetiyle gelir diye bir laf vardır ya, alışveriş merkezleri için de bu durum geçerli galiba. İnşaata başlarken müşteri rezervasyon çalışmaları da mı başlıyor nedir, içerisi tıklım tıklımdı. Sanki her ay yeni bir AVM açılsa bile hepsine yetecek müşteri bulunacak gibi bir hisse kapılıyor insan. Bu arada söylemem gerekir ki, insanların elinde pek fazla poşet yoktu, daha çok keşif turunda gibiydiler. En kalabalık yer ise buz pistiydi.
İlk günden bu kadar kalabalık çekmesinde, mağazaların pek çoğunun hizmete girmiş olmasının payı büyük. Bir tek Boyner, sinema salonları ve bir-iki mağaza daha açılmamıştı. Onu da öyle güzel kamufle etmişler ki, 40 yıllık oturmuş alışveriş merkezi gibi duruyor. Boyner yılbaşı vitrinini yapmıştı mesela.
Forum’ları seviyorum; ferah oluyorlar. Çoğu da açık hava modeli oluyor zaten. Burası da öyle. İzmir, Mersin ve Aydın’daki gibi üstü açık değil ama açık hissi veriyor. Planı biraz karışık fakat iki kere kaybolduktan sonra çözüleceğini tahmin ediyorum. Zaten merdiven başlarına henüz pek efektif çalışmayan dokunmatik yönlendirme cihazları koymuşlar. Servis saatlerini, mağazaların yerlerini, kampanyaları, etkinlik takvimlerini bu cihazdan öğrenebiliyor, dilek ve şikâyetlerinizi e-posta gibi yazıp yönetime gönderebiliyorsunuz.
Taa Bayrampaşa’ya kim gidecek diye düşünmeyin, metro içine kadar gidiyor. Forum İstanbul durağının açılışı da AVM ile birlikte yapıldı. Zaten Avrupa Yakası’nda oturuyorsanız, yolunuz mutlaka buraya düşüyordur. Yanında kocaman bir Praktiker ile İKEA mağazaları ve şehrin şimdilik tek Saturn’ü var çünkü. İKEA ile içeriden geçişliler zaten. Bu arada bünyesindeki dev akvaryum Turkuazoo’yu da unutmamak lazım. Bir iki ay sonra Fransız spor markası Decathlon, burada 5 bin metrekarelik mağaza açacak.
Forum İstanbul’u rahatlıkla tiryaki dostu alışveriş merkezi ilan edebilirim. Hem açık avlulardaki kafelerde, hem de mekânların teraslarında sigara içilebiliyor.
Burası bir yandan da çocuklu aile dostu. Sekiz tane “aile odası” yapmışlar. Bu tanıma da ilk defa rastladım. Tanım yeni ama içerik tanıdık. Çocuklu anne babalar için yapılmışlar. Bebeğin altını değiştirebiliyor, sütünü ısıtabiliyorsunuz. Çocuk tuvaleti de konmuş bu odalara. Benzerlerinden daha özenli. Ayrıca 7 tane de bebek bakım odası var. İçindeki makinelerden bebek bezi alabiliyorsunuz. Tüm kapılara bebek arabası yerleştirilmiş, aralarında ikizler için olanları var.
Velhasıl, gidin bakın, güzel olmuş Forum İstanbul.

İndirim yok yeni fiyat politikası var

Sizin de bu kriz sonrası perakende taktiklerinden kafanız karışmadı mı? Bir kere sezon diye bir şey kalmadı. Kimi sezonu indirimle açıyor, kimi iki hafta sonra vitrine kocaman indirim yazıyor. Sonra bir de kampanyalar var ki, onlar daha da çetrefilli: Bir tane alana ikincisi yüzde 50 indirimli, 250 lira harcayana 50 lira da bizden...
Ne var bunda, ne güzel ucuza alışveriş yapıyoruz diyebilirsiniz. Ama insan bugün aldığının yarın yarı fiyatına düşüp düşmeyeceğinden, indirimin ne kadar ileri gideceğinden, en yüksek oranlara vardığında beğendiği kazağın kalıp kalmayacağından emin olamıyor.
Karşımıza yeni bir şeylerin gelmesi kaçınılmazdı ve hareket Aydınlı grubundan geldi. Fiyat politikalarını tamamen değiştirdiler. Bundan böyle (outlet mağazaları hariç) hiç indirim yapmayacaklar. Ama fiyatlar da öncekinin yüzde 25-35 altında olacak. Aydınlı’nın bünyesindeki markalar US Polo, Piere Cardin ve Cacharel.
Artık bu üç markanın sattığı ürünlerin etiketinde üç fiyat var: Tavsiye edilen fiyat (yani eski fiyat politikasında uygulanan fiyat), peşin fiyatı ve taksitli fiyatı.
Tüm yıl boyunca, 48 hafta bu fiyatlarla satış yapılacak. Yalnızca her sezon sonunda, birer haftalık temizlik indirimi yapmayı planlıyorlar. Mağazaya yeni ürünler gelirken ve vitrin değişirken kalanları eritmek için. İndirimle vakit kaybetmeyecekleri için de sezonları herkesten daha erken açıyor olacaklar.
Yeni uygulama 11 Eylül’de başladı.

Fiyatlar neydi ne oldu

Eski Peşin Taksitli
US Polo pantolon 139 69 77
Pierre Cardin pan. 149 99 109
Cacharel pantolon 225 175 196
US Polo palto 399 299 332
Pierre Cardin palto 559 299 329
Cacharel palto 695 495 554
Yazının Devamını Oku

Twitter’da alışveriş?

14 Kasım 2009
Bir iki haftadır Twitter’da alışverişle ilgili girilen mesajları takip ediyorum. Belki küçük alışveriş kuşlarından faydalı veya yeni bir şeyler öğrenirim diye. Fakat işe yarar bir şey bulmak neredeyse imkansız. Ya da ben Twitter’ı çok yanlış anladım. Çoğunluk Facebook’taki “Şu anda ne yapıyorsun” bölümü yerine kullanıyor Twitter’ı. Alışverişteyim, alışveriş yapmayı özledim, alışveriş yapmam lazım, alışveriş her şeyin ilacı, bugün alışveriş günüm?
Yüksek perdeden şöyle demek istiyorum: Bana ne?? Veya, bize ne?

Bu Twitter, mikro blogging sitesi değil miydi? Yani bir tür haberleşme ağı?
Ben hiç tanımadığım birinin (Monica Belluci veya Johnny Depp olmadığına göre) gün içinde ne yaptığını niye merak edeyim, niye takip edeyim?
Bu iş tanıdıklar arasında dönecekse de, 3-5 arkadaşınıza toplu SMS atın olsun bitsin. Ona da ne gerek varsa?

Bilgi alabileceğiniz bir iki mesaj çıkıyor arada ama onlar da kurumsal kullanıcı. Yani çalıştığı yeri, sahibi olduğu siteyi tanıtıyor. Sivil bilgi yok gibi bir şey.
Gerçi dünyada da durum böyle; içeriğin yüzde 40’ı anlamsız laf kalabalığı.
Yine de bir iki ilginç mesaja rastladım.
Meshopaholic diye biri var mesela. Kendisi online alışverişe karşı savaş açmış. Bir şey alacaksan elinle dokunup gözünle göreceksin, diyor. En azından bir bakış açısı var. Yalnız bu konuda biraz gergin sanırım; iki gün önce yarım saat içinde, aynı şeyi söyleyen 10 mesaj geçti.
Noktavirgül şöyle demiş: “Bauhaus’a bir kadının tek başına alışveriş yapmaya gitmesi ya tavan yapmış özgüvenin ya da yalnızlığın işaretidir. İkincisi kuvvetle muhtemel.”
Hani madem “kadınsı” bir şeyler arıyoruz, Bauhaus’da çiçek böcek, masa örtüsü, perde, temizlik malzemesi filan da satılır. Ayrıca eline çekiç-çivi almanın özgüvenle ne ilgisi var? Buradan hareketle tüm erkekler özgüven patlaması mı yaşıyor? Bir de şunu sormak isterim, evdeki erkek musluk tamircisi-badana boyacı-elektrik tesisatçı karışımı bir şey midir ki, kadın ancak evde erkek olmayınca İngiliz anahtarı almaya gitsin?

Bir alışveriş merkezinde güvenlik görevlisi olduğunu anladığım A.Ö.E (tam adını yazmadım belki işyeriyle başı derde girer) de şöyle bir mesaj geçmiş: “Bana bakın arkadaşlar, bir alışveriş merkezine ana kapıdan girerken, önceden metal eşyalarınızı bankoya bırakmak için hazır edin. Dellendirmeyin beni! Ayrıca şemsiyeyle tarayıcı kapıdan geçmeyin, sadece kemeriniz ötünce panik yapmayın, arabayla girerken ‘arabada bomba var eki eki’ şeklinde espri yapmayın. Her gün 1000 kişi aynı espriyi yapıyor. X-ray cihazından çocukları ve gebeleri uzak tutun radyasyon var, kapıda yok kardeşim! AVM’nin önüne arabayı çekip ‘5 dakika sonra çıkıcam, arkadaş gelicek’ demeyin, o kukaları boşuna mı koyuyorlar oraya? Eminim Facebook’ta ‘5 dakika bekleyip çıkış yapıcam’ diyen 5 milyon alışveriş merkezi ziyaretçisi bulabilirim. Bir de girişte güvenliğe artistlik yapıp, başınıza bir şey gelince güvenlik diye bağırmayın?”
Kendisiyle AVM güvenliğinde çalışmanın sıkıntıları ile ilgili bir röportaj yapmak isterdim doğrusu. Ama benim de kendisine söyleyecek bir iki lafım olurdu.
Yazının Devamını Oku

Logosunu seven korusun

7 Kasım 2009
Dünyayı ve üzerindeki yaşamı korumak, kurtarmak; yoksullukla, açlıkla, hastalıklarla mücadele etmek için her yol mubah. Zaten bu amaçla bir şeyler yapmak, sosyal sorumluluk projeleri geliştirmek bu günlerde dünyanın en prestijli şeyi.
Tüm markalar, şirketler, kurumlar, vakıflar çevreci projelerin parçası olmaya çalışıyor.
“Save Your Logo / Logonu Koru” da bunlarda biri.
Lacoste’un önayak olduğu, Fransa merkezli, kâr amacı gütmeyen bir girişim. Ve kabul etmek gerekir ki zekice.
Dünya üzerindeki pek çok markanın logosunda, bugün koruma altına alınması gereken hayvanlar veya bitkiler var. Paul&Shark’ın köpekbalığı, Kipling’in maymunu, Peugeot’nun aslanı, Puma’nın adı üstünde puması, İstanbul Deniz Otobüsleri’nin (İDO) yunusu, Emporio Armani’nin kartalı, Penguin yayınlarının pengueni gibi.
Save Your Logo’nun amacı, bu şirketleri logosundaki canlıyı koruma altına almaya, alan kuruluşlara bağışta bulunmaya ikna etmek. Amaçlarını üç başlık altında toplamışlar: Koruma, eğitim ve farkındalık yaratmak.
Proje Lacoste destekli ama tüm markalara açık. Zaten organizasyonun sitesinde Lacoste sadece katılan markalardan biri olarak görünüyor. Projenin sahibi gibi görünmek istemiyorlar sanırım.
Şimdilik destek veren sadece üç marka var. Lacoste, sigorta şirketi MAAF (logosunda yunus var) ve Val d’Isere (logosunda stilize bir kartal bulunuyor).
Ünlü timsah logosuna sahip Lacoste, Çin’de ve Amazonlar’daki Orinoco Nehri’nde yaşayan timsahların bakımını üstlenmiş. Nesillerinin devam etmesine ve biyolojik çeşitliliklerinin korunmasına yardımcı olacaklar. Türkiye’deki timsahların korunması için de çaba gösteriyorlar. Darıca Hayvanat Bahçesi’nde bulunan 7 timsahın yıllık bakımını üstlenmişler.
Konuyla ilgili bir de küçük koleksiyonları var. Tasarımcı kardeşler Fernando ve Humberto Campana, sosyal sorumluluk projesine destek sağlamak için özel tişörtler dizayn etmiş. Dünyada ve Türkiye’de sınırlı sayıda olacaklar. Lansmanı 13-22 Kasım tarihleri arasında İstanbul İstinye Park AVM’de düzenlenecek olan organizasyonla yapılacak. Söylemeden edemeyeceğim, tişörtlerden birinin değeri 4 bin Euro. Sadece 12 tane üretilmiş, biri İstanbul’a gelecek. Üzerinde irili ufaklı tam 1461 tane timsah olacak. Diğerlerinin fiyatı daha normal, 265 lira. Aralıktan itibaren satın alabilirsiniz.
Yazının Devamını Oku

Bana market arabanı göster sana kim olduğunu söyleyeyim

31 Ekim 2009
Malum, insan kendi hakkında bir şeyler duymaya her zaman bayılır. Kim olduğunu başkasının ağzından dinlemek ister.

Bu yüzden de bazı insanlar çantanıza, çantanızın içindekine, ayakkabınıza, nasıl giyindiğinize, otomobilinize, arkadaşlarınıza, evinize bakarak karakterinizi analiz edebileceklerini iddia ederler. Psikoloji veya sosyoloji bilimiyle bir ilgileri olmasa bile... Madem öyle, ben de alışveriş arabasına bakarak karakter tahlili yapabileceğimi iddia ediyorum! Buyrun bakalım. Giderim bir süpermarkete, insanların alışveriş sepetini neyle doldurduğuna bakarak kim olduklarını söyleyebilirim. Efendim? Kim olduğumu, uzmanlık derecemi, neye güvendiğimi mi bilmek istiyorsunuz?
Elbette bunca yıllık Alışveriş Cadısı olmamdan kaynaklanan, son derece sübjektif ve non-bilimsel gözlem yeteneğime ve tecrübelerime...
Referansımı güvenilir bulmadıysanız, yapacak bir şey yok. Ben markete doğru yola çıktım bile.
Bu iş için günün hangi saatini seçtiğiniz ve hangi semtin marketine gittiğiniz çok önemli. Pek çok değişken söz konusu oluyor çünkü. Diyelim ki hafta arası, saat 11.00 civarını seçtiniz. Bu saatte çalışan orta sınıfın yaşadığı bir mahallede ancak ev kadınlarına rastlayabilirsiniz. Ama market Cihangir’deyse durum değişir. Buranın ağırlıklı nüfusu sabah 9-akşam 5 mesaisi yapmadığından ev kadını genellemesini toptan çöpe atmanız gerekir. 
İş çıkışı saatlerini seçerseniz de ev kadınlarını kaçırmış olursunuz, onlar çoktan alışverişini yapmış, akşam yemeği yetiştirme telaşına girmiştir çünkü. Yine de dengeli bir dağılım için ben saat 19.00’u seçtim kendime.   
Başta planım kasanın yanında durup notlar almaktı ama ilk iki müşteriden sonra hem kasiyerde hem de alışveriş yapan kişide şüphe uyandırdığımı fark edip, raflar arasında dolaşmaya başladım. İşte gözlem sonuçları:
Sebze, meyve alışverişini taneyle yapan biri kesinlikle yalnız yaşıyordur ve pek de ev kuşu sayılmaz. Muhtemelen nadiren evde yemek pişiriyordur ve o akşam yiyeceği kadar alışveriş yapıyordur. Kasap reyonunda iki dilim bonfile, üç kalem pirzola sorması da bundandır.

Yazının Devamını Oku

Pasajdan alışveriş yeniden moda

24 Ekim 2009
Online alışveriş haberlerine devam. Geçen hafta Etsy’de sayıları artan Türk dükkânlarından bahsetmiştim. Bu hafta 1990’ların ortalarında yıldızı sönen pasaj alışverişinin yeniden parlamaya başladığını müjdelemek isterim.
Fakat bu yeni pasaj, kalabalık bir alışveriş caddesinde değil, internette açıldı. Etsy’nin Türkiye versiyonu gibi bir şey. Sadece el yapımı ürünlerin alınıp satıldığı bir buluşma noktası.
Pasajda dükkân açmak gayet kolay, birkaç dakika içinde halledebilirsiniz. Bir bilgisayar ve internet bağlantısına sahip olmanız yeterli. Ondan sonra elinizden gelen her ne beceri varsa burada satabilir, para kazanabilirsiniz.
18 yaşından büyük olan herkese dükkân açma şansı veriliyor. Önce ücretsiz kayıt oluyor, kişisel bilgilerinizi giriyorsunuz. Alışveriş yapmak isteyenlerin de üye olması gerekiyor. Ödeme hep kredi kartıyla yapılıyor.
Para havuza aktarılıyor ve siz ürünü teslim alıp onaylamadıkça, satıcıya ödeme yapılmıyor. Yani satın aldığınız üründen memnun kalmazsanız, paranızı geri alıp ürünü iade edebiliyorsunuz. Onaylama ve yorum işi önemli. Çünkü alışveriş yaptığınız dükkân hakkında yazdıklarınız, dükkânın şöhretini ve güvenilirliğini doğrudan etkiliyor. Laf olsun diye yorum yazmamakta fayda var.
Şu anda tam 28 alışveriş kategorisi var. Hepsinin de onlarca alt kategorisi. En fazla ürün aksesuvar kategorisinde satılıyor, 7018 tane. Ardından örgü, malzemeler, giyim, dantel, sanat, mücevher gibi başlıklar geliyor.
El emeğinin hangi kategoride satılacağına dükkân sahibi kendi karar veriyor. Bu nedenle ufak tefek karışıklıklarla karşılaşabilirsiniz. Mesela ben sehpa arıyordum, mobilya başlığına girdim. Buna karşılık sanat kategorisi altındaki ahşap başlığında da pek çok mobilya bulunduğunu sonradan fark ettim. Aramayı etiket, başlık, malzeme ve kullanıcı ismine göre de yapabiliyorsunuz.

DERYA BAYKAL’IN DA DÜKKÂNI BURADA

Serseri mayın gibi dolaşırken amigrumi bebeklerden biri çok hoşuma gitti, resmin üzerine tıkladım. Bir baktım dükkân sahibi Derya Baykal. El yapımı bir sürü şey satıyor. Çantalar, şallar, eldivenler, yastık, abajur, avize, mobilya... Televizyondaki programında yapımını öğrettiği her şey var.
Ben Sineksekiz’in el yapımı defterlerini pek beğendim. Orijinal birer hediye olabilirler. Sonra çok güzel oya işleri buluyorsunuz. İzlemen adlı dükkânda satılan ebruları da beğendim ama kâğıtların ölçüleri verilmediğinden alışveriş yapmadım.
Aralarda çok rüküş veya kitsch şeyler de var ama sabırlı ve dikkatli bir aramayla aradığınız her neyse bulacağınıza eminim.
Bu arada site dahilinde bir blog açabilir, forumlara katılabilirsiniz. Kullanıcı adını içeren bir iş yeri adresi de veriyorlar dilerseniz (http://kullanıcıadı.pasaj.com) gibi.

Yazının Devamını Oku

Gerçek kadınlar galiba bu kez gerçekten geliyor

17 Ekim 2009
Sağlıksız bir vücut algısı üreten “bir kısım” modacıya ya da moda sektörünün bir kısmına duyulan öfke, bir süredir dinmiş görünüyordu. En son 2006’da, 21 yaşında ve 40 kilodaki Brezilyalı model Ana Carolina Reston’un ölümü tartışmayı alevlendirmişti. Ama saman alevi gibi çabuk sönmüştü.
/images/100/0x0/55eaf5e4f018fbb8f8a1da14
Çünkü kabul edelim, belki politik doğruculuk, belki konjonktür adına, belki de içten içe doğru olanı bildiğimizden, ağzımız kemikleri sayılan bu süper zayıf kızları pompalayan moda sektörüne lanet okuyor ama gözlerimiz sürekli aynada kendi vücudunu inceliyor.

Hepimiz sürekli diyetteyiz, yaşam boyu. Sokaklar 34 bedene giremediği için hayıflanan genç kızlarla dolu. İndirim sezonu bittiğinde mağazalarda kalan giysiler hep 40 beden ve yukarısı.

Mesele zayıflamakla bitmiyor. Cildimiz hiç dergilerdeki modeller kadar pürüzsüz, saçlarımız parlak, dudaklarımız dolgun, göğüslerimiz dik olmuyor. Oysa bal gibi biliyoruz, hepsi üzerinde oynanmış fotoğraflar. 50 yaş üzeri kadınlara pazarlanan yüz kremi reklamında 40 yaşındaki kadın gösteriliyor ve üstüne bir de photoshop yapılıyor. Kadının kreme zaten ihtiyacı yok ki ve ben bu saatten sonra o kremi yoğurt gibi sürsem bile öyle bir cilde kavuşamam ki. Boylarımız kısa, bacaklarımız çarpık, kalçalarımız geniş. Yazın plaja çıkarken artık bacaklarımıza bile makyaj yapıyoruz. Çünkü dergilerdeki kadınların varisi, çatlağı yok. Ya karnımız çatlarsa diye hamile kalmaya korkuyoruz, gülerken gözlerimizin kenarı kırıştı mı diye dert ediyoruz.

Hayır, hâlâ her şey kaybedilmiş değil. Gerçek kadınların sahneyi ele geçirmek için hâlâ şansı var.

Her şey bir ay önce başladı.

Amerikan Glamour dergisinin eylül sayısı, olağanın dışında satış yaptı. Nedeni 194. sayfadaki kadındı, herkes ondan bahsediyordu.

Hayır orada bir Hollywood ünlüsü veya bir top-model yoktu. Fotoğrafta görünen 21 yaşındaki ünsüz model Lizzi Miller’dı. Kalçasındaki çatlaklar, sarkık karnı rötuşlanmamıştı.

Dergiyi alan kadınlar gözlerini ondan alamadılar. Herkes ne kadar “güzel”, onlar gibi güzel olduğu konusunda hemfikirdi. Derginin telefonları susmadı, e-postalar yağdı. Çoğu teşekkür içindi.

20 yaşındaki Lizzi’nin bedeni 40’tı. Büyük beden mankenliği yapıyordu. Oysa fotoğrafta gördüğünüz gibi Lizzi büyük değil, normal beden görünüyor.

Fotoğraf çekilmeden önce Lizzi sıradan bir modeldi ama artık değil. Oprah Winfrey bile onu şovuna davet etti.
Tüm bunlardan cesaret alan Glamour ekibi bir devrimin ateşini yakmaya karar verdi: Vücut imajı devrimi.
Kasım sayısı için yedi güzel kadının fotoğrafını çektiler. Normalde görmeye alıştığımız bir deri bir kemik modellerden en az 3, en fazla 5 beden fazlaları var.

Ardından Ralph Lauren olayı patlak verdi. Marka, reklam fotoğrafı çekimlerinde kullandığı modelin görüntüsüyle öyle bir oynamıştı ki, kadının kafası kalçalarından daha geniş görünüyordu.

Bloglarda fotoğrafla dalga geçilmeye başlandı. Ralph Lauren yetkilileri durum üzerinde düşünmek yerine, fotoğrafı kullanan sitelere telif hakkı davası açmaya kalktı. Fakat olay hızla büyüdü, büyük gazetelerin sayfalarına taşındı. Nihayetinde firma halktan, gerçek dışı imajlar pompaladığı için özür dilemek zorunda kaldı ve sorumsuz davrandığını kabul etti.

Fotoğraftaki kadın 23 yaşındaki Filippa Hamilton’dı. Aslında boyu 1.55, kilosu 54.5’ti. Fotoğrafı gördüğünde gözlerine inanamamıştı. Yüzü onun yüzüydü ama bastonu andıran vücut tanıdık gelmemişti. Üstelik ironik olan şu ki, Hamilton geçen nisan ayında, 2002’den beri modellik yaptığı Ralph Lauren tarafından işten çıkarılmıştı; yeterince zayıf olmadığı gerekçesiyle...

Son haber Almanya’dan geldi. Ülkenin en çok satan kadın dergisi Brigitte, bundan böyle kadınlara yalnış imajlar sunmayacağını, sayfalarında profesyonel modellere yer vermeyeceğini duyurdu. Bunu okuyucularının iyiliği için yaptıklarını açıkladılar. Profesyonel modeller yerine moda çekimlerini sıradan kadınlarla yapacaklar. Okuyucular fotoğraflarını göndererek Brigitte modeli olmak için başvurabilecek. Uygulama 2010’dan itibaren başlayacak.

2004 Kozmetik markası Dove, Gerçek Güzellik kampanyasını başlattı. Türkiye de dahil, dünya genelindeki billboard’lara gerçek kadınların, üzerinde oynanmamış iç çamaşırlı resimleri kondu.

2006 21 yaşındaki Brezilyalı model Ana Carolina Reston, 40 kiloya kadar düştü ve öldü.

2007 Modelin ölümünün ardından birtakım önlemler alındı. Madrid ve Milano moda haftalarında görev alacak mankenlere beden kitle endeksi alt sınırı getirildi.
Yazının Devamını Oku

Ofis aşkı kadını bozar

10 Ekim 2009
ABD’nin kıdemli talk show’cusu David Letterman’ın geçen hafta yaptığı itiraf ortalığı karıştırdı. Şantaja pabuç bırakmamaya karar veren Letterman, kendi programında, set ekibinden birkaç kadınla daha önce ilişkisi olduğunu itiraf etti. Şantajı yapan, ilişkiye girdiği kadınlardan birinin sevgilisiydi. Sonraki günlerde Letterman, meslektaşlarının da gündemindeydi. Hemen hemen diğer tüm talk show’cular, kendisiyle dalga geçti. Bu arada birlikte olduğu ve ismi ortaya çıkan kadın, bir daha ayak basmamak üzere stüdyodan uzaklaştırıldı.
Bu kadar patırtı kopmasının nedeni Letterman’ın evli olması mıydı, kendi personeline yan gözle bakması mı, yoksa başkalarına; özellikle de politikacılara ahlak dersi verirken aslında onlardan hiç de aşağı kalır yanı olmadığını anlaşılması mı? Belki hepsi birden. Her durumda içinde bulunduğu durum dünyada ne ilk ne de tek. Hayatımızın yarısı ofislerde geçerken, ofis ilişkilerinden kaçınmak mümkün mü? İşte ağız sulandırıcı bir soru.

Yazdan kalma hepi topu son birkaç güneşli günümüz. Yaz aşklarından çoktan ümidimizi kestik, plazalarımıza kapanmaya başladık.
Çok eskiden (burada ‘eski’ kelimesi P.Ö. yani plazadan önce anlamına gelmektedir), bilimkurgu filmlerini seyreder ve insanların uzay gemilerinde nasıl olup da yıllarca güneş görmeden, temiz hava solumadan, yapay ortamlarda yaşayabildiklerini merak ederdim. Elbette o zamanlar gelecekte bir plaza çalışanı olacağımı bilmiyordum.
Şimdi hayatımız tam da bu. Her birinde binlerce insanın çalıştığı, beton ve çelik yığını binalarda yaşıyoruz. Belki hayatımız boyunca tanışamayacağınız kadar çok insanla bir arada çalışıyoruz.
İşte bazen, o yüzlerin arasından birisini daha çok tanımak istiyor insan. Çünkü dışarıdaki hayata katılıp, birilerini tanımak için o kadar az fırsat var ki. Hem iş yerinde geçen sıkıcı saatler de daha eğlenceli ve heyecanlı hale gelmez mi?

Sakın kendinizi bu romantik düşünceye kaptırmayın. İster romantik bir ilişki, ister tek seferlik bir macera... Çevrenizde kime sorarsanız sorun, size “Asla iş yerinden biriyle ilişkiye girme” diyecektir. Hayatınızın aşkını, öteki yarınızı buldunuzsa, o başta tabii.
Ofis ilişkisinden kaçınmak için dünya kadar geçerli sebep sıralanabilir, sıralayacağız da. Ama baştan söyleyelim, bir kadınsanız durumun aleyhinize işlemesi erkeklere oranla daha muhtemeldir, hatta garanti edilebilir. Çünkü hemen her şeyde olduğu gibi, burada da çifte standart söz konusudur. Bakınız Letterman örneği. Yani, kadın olmak, kaçınmak için başlı başına bir sebep.
İlişkiniz açığa çıktıktan sonra eskaza mesleki bir başarı sağlasanız, kadın-erkek herkes bir bit yeniği arayacaktır. Tam tersinin yaşanması, yani işinizi kaybetmeniz veya kızağa çekilmeniz de söz konusu olabilir. Sizinle şansını denemeye çalışan erkeklerin sayısında bir artış olduğunu da gözlemleyebilirsiniz. Adam evliyse ve deşifre olursanız, yerin dibine sokulan adamdan çok siz olursunuz. Sadakat yemini eden o değil de sizmişsiniz gibi üzerinize gelinir, beyefendi aradan çekiliverir.
Hadi diyelim ki tepedeki kadınsınız. Bu seferde ilişkiye girdiğiniz adamın kendi payına hesapları olup olmadığından asla emin olamazsınız.

Kadın ya da erkek fark etmez, iş yerindeki sevgili kesinlikle konsantrasyonunuzu dağıtacaktır. Eskiden bir günde yaptığınız işin üç güne çıkması işten bile değil.
Saklamayı tercih ettiyseniz, rol yapmayı iyi beceriyor olmanız gerekir. Sizi sürekli başbaşa görenlere anlatacak hikayeleriniz olmalı.
Sonra saçma sapan gülümsemelerinizi olaydan haberi olmayanlara nasıl anlatacaksınız, sorarım size.
Patron zam yaptı deseniz, her gün her gün yutmazlar da.
Diyelim hafta sonu kavga ettiniz. Buyrun bakalım. Pazartesi sendromuna bir de bu eklendi.
Kanlı bıçaklı olup ayrıldınız... Kim işini bırakıp gidecek? Ya da orada geçen her gün, en azından bir süre sizin için sinir bozucu olmayacak mı?
Kanlı bıçaklı olmadan ayrıldınız... Adamın veya kadının yeni sevgililerinden haberdar olmak zorunda mısınız canım?

OFİS İLİŞKİSİNDEN KORUNMAK İÇİN

Karşı cinsten bir iş arkadaşınızla, özellikle de patronunuzla iş konuşmak için bile olsa başbaşa içki içmeye gitmeyin, giderseniz sakın bir kadehin üzerine çıkmayın. Uzun yıllara dayanan ve arkadaşlığa dönüşmüş ilişkiler bunun dışındadır tabii.

Özel hayatınızı fazla paylaşmayın.

Arkadaşlarınızı iş dışından seçin.

İş seyahatleri küçük kıvılcımların alevlenmesi için en uygun ortamlardan biridir, aman dikkat.

İş yeriniz ne kadar rahat, eğlenceli ve açık fikirli insanlarla dolu da olsa nihayetinde iş yeri olduğunu unutmayın. 
Yazının Devamını Oku

Dip köşe hafıza temizliğine ne dersiniz

26 Eylül 2009
Eternal Sunshine Of The Spotless Mind’ı seyretmiş miydiniz? Bizde Sil Baştan diye oynamıştı. Başrollerinde eski sevgilileri canlandıran Jim Carrey ile Kate Winslet vardı. Başarısız ilişkilerini unutmak için bir hap alıyor ve birbirlerinin kim olduğunu dahi unutuyorlardı.
Bu fantezi gerçek olmak üzere...
İsviçreli bilim adamları bunu sağlayacak bir hap üzerinde çalışıyorlar. Adına da “hafıza temizleyen yaşam biçimi hapı” demişler. Beyinde sizi mutsuz eden, hatırladıkça utandıran anıların tutulduğu yeri buluyor ve orada sıkı bir temizlik yapıyor.
Araştırmayı yürüten, Friedrich Miescher Enstitüsü’nden Andreas Lüthi. Laboratuvar hayvanları üzerinde birtakım deneyler yapmış ve tedavi sonunda hayvanların elektrik şokuyla alakalı seslerden korkmayı bıraktıklarını tespit etmiş. Hayvanlar elektrik şokundan korkmayı öğrendiklerine göre bir süre onlara elektrik şoku uygulamış olmalı.
Memelilerin, korku dolu anıları beyinde depoladıkları badem şeklindeki organa amygdala deniyormuş. İlaç amygdala’nın çevresine bir kalkan örüyor ve kötü anıların çıkışını durduruyor.
Ben dahil herkesin uzun birer unutulacaklar listesi vardır. Bu bakımdan ilk bakışta sevindirici bir haber gibi görünüyor.
Fakat anlamadığım birkaç nokta var. İlacı alınca tüm kötü anılar mı yok oluyor? İlaç hangisini silip hangisini bırakacağını nereden biliyor? Ya kazara gerekli anılar da silinirse?
Neticede korku insanı hayatta tutan bir duygu. Yaşama sarılmamızın en temelinde ölüm korkusu yatmıyor mu? Bizi korkutan ama aynı zamanda yaşamsal deneyim kazandıran anılar temkinli olmamızı sağlamıyor mu? Ya sabaha karşı Beyoğlu’nun arka sokaklarından tek başına dolaşmanın tehlikeli olduğunu unutursam ne olacak?
Ya da mesela insanlar bu ilacı da ertesi gün hapı gibi kullanmaya başlarsa? Adam sen de... Nasıl olsa yarın alırım hapımı, unuturum anıları, koyver gitsin derlerse...

NELERİ UNUTMAK İSTERDİM

Beşiktaş’ın 8-0 yenildiği Liverpool maçını
İçip içip dağıttığım her geceyi
Ortaokulda şaşı olan arkadaşıma herkesin içinde “Şaşı mısın, nereye bakıyorsun” dediğimi
Geçen gün köpeklerin saldırısına uğradığını gördüğüm ama işe yetişeceğim diye veterinere götürmediğim kediyi
Özür dileyemeden ölen arkadaşımın kalbini kırdığımı
Üniversitede tam da hoşlandığım çocuğun önünde iki seksen yere düştüğümü
Dedemle evin koridorunda kazara çıplak karşılaştığımı
Tam da uçak türbülansa girdiğinde çalan cep telefonumu
İçip içip aramamak için eski sevgilinin telefon numarasını
Eski sevgilinin doğum gününü
Kendi doğum günümü (özellikle yılını)

NELERİ UNUTMAK İSTİYORLAR

Küçükken yaşanan cinsel tacizi
Canının çok yandığı bir yaralanmayı, bayıltmadan atılan dikişi
Kaçırılan kritik penaltıyı
Kötü seks deneyimini
Çocukken yapılan zalimlikleri (sapanla vurulan kuşlar, kuyruğuna teneke bağlanan kediler, kasten canı yakılan kardeşler)
Askerlik travmalarını
Büyük trafik kazalarını
Aldatılmayı
Zamanında verilemeyen, sonra da pişmanlık yaratan kararları
Anne ve babayı kazara sevişirken yakaladığı anı
Çocukken çok sevdiği köpeğin ölümünü
Kredi kartı borçlarını

Çantanızın içindekiler kimliğinizi ele veriyor

Kartvizitlerle ağzına kadar dolduğundan kapanmayan cüzdan, hava bulutlu olduğu halde ne olur ne olmaz diye alınmış güneş gözlüğü, hava bulutlu diye alınmış şemsiye, ne olur ne olmaz diye maskeli baloya gidecek kadar ekipmanla donanmış makyaj çantası, ne olur ne olmaz diye annemin, anneannemin, yazlığın evinin anahtarlarının da bulunduğu anahtarlık, her ihtimale karşı ağrı kesici ve yara bandı, el kremi, bir kitap, bir dergi, cep telefonu ve şarj cihazı, kağıt ve ıslak mendil, USB bellek, not defteri, bir kurşun bir tükenmez kalem, dünya kadar kasa fişi, bir ara okurum diye oradan buradan kestiğim gazete kupürleri, kimbilir ne zaman gittiğim filmin bileti, dezenfektan jel, saçlarım toplanmayacak kadar kısa olduğu halde lastik toka!

Şu anda benim çantanın içinde bulunanların tam listesi. Olağanüstü bir durum yok, sıradan bir gün, benim açımdan sıradan bir içerik. Evet, ben şu pazar çantasıyla dolaşan kadınlardanım, küçücük çantalara sığanlara gıpta ve hayretle bakarım.

Debbie Percy, insan kaynakları alanında 21 yıl çalışmış bir İngiliz. 1997-2002 yılları arasında ABD’de yaşamış, burada metafizik ve NLP eğitimi almış. Acamar Coaching Limited adlı bir koçluk şirketi var. Biliyorsunuz bu koçluk müessesi Beyaz Gölge’den bu yana çok gelişti. Artık doğum koçu, bakıcı koçu, ÖSS koçu, yaşam koçu, her şeyin koçu var.

Debbie 4 yıl önce yeni bir metod geliştirmiş. Adına el çantası terapisi diyor. Sıradan ve ortalama bir günde çantanızdan çıkanlara bakarak sizin nasıl biri olduğunuzu anlamaya, kendinizi geliştirmek için neler yapmaya ihtiyaç duyduğunuzu tespit etmeye çalışıyor. El çantası bir kadının kendini nasıl hissettiğini gösteren hassas bir barometre ona göre.

Bir süre önce Londra’daki bir alışveriş merkezi için böyle bir çalışma yapmış. Kadınlar internet üzerinde ona çantalarının ve içindekilerin fotoğraflarını göndermişler, o da analizlerini internet sayfasında yayınlamış.
Debbie benim çantanın içinden çıkanları görse ne derdi acaba? Pimpirikli? Obsesif? Tedbirli? Dağınık?...
Ah keşke internet üzerinden yapılan aktivitenin süresi dolmuş olmasaydı. Fotoğraf gönderir çantam ve Debbie sayesinde kendimi tanımaya çalışırdım!

Bu arada gönderilen fotoğraflar ve yorumlar hâlâ sitede duruyor. İçlerinden bazılarını seçtim, işte analizler:

Dikkat çekmek istediğinde bunu başaran biri. Sosyalleşmeyi seviyor ama büyük gruplar yerine yakın birkaç arkadaşıyla toplanmayı tercih ediyor. Simetrik şeyler ilgisini çekiyor bu nedenle hayatında bir denge kurmaya çabası içinde olduğunu tahmin ediyorum. Detaycı bir gözü var ama tüm hayatı organize edemeyeceğini unutmamalı. Karakterinin derinlerinde, kendini göstermeye çalıyan egzotik bir yön bulunduğunu tahmin ediyorum.

Muhakemesi güçlü zeki biri. Ne düşündüğünü, ne hissettiğini yüzüne bakarak anlayabilirsiniz. Nazik, dengeli... Sadakatini bir kez kazanırsanız kendini adayabilir. Adalet arayışında. Para onun için sadece gerekli bir araç. Kendi gücünün tam olarak farkına vardığını sanmıyorum. Hayat, kendisi, başkaları hakkında anlayamadığı şeyler var.

Bu kadar küçük alanda bu kadar çok şey. Acaba bu çantanın sahibinin hayata bakış açısını da özetliyor mu? Yalnız arada bir bencil olmayı, başkalarının ne düşündüğünü unutması gerekiyor. Eğlenceli bir kişiliği olduğu belli. Pozitif ve enerji dolu bir kadın. Hayatın tüm detaylarını planlamaya çalışıyor. Umutlarını, hayallerini, ihtiyaçlarını geri plana atmamalı.
Yazının Devamını Oku