4 Eylül 2010
Geçtiğimiz hafta sonu 62. kez dağıtılan Emmy’ler, bu yıl sanki farklı düşünen zihinleri, hayat yürüyüşünde ana yolun dışına çıkmış gerçek insanları ödüllendiriyor gibiydi: Doktor ölüm olarak nam salan, ötenazi savunucusu Jack Kevorkian ile otizmin ümitsizlik demek olmadığını kendi hikayesiyle ispatlayan Temple Grandin... Elbette ödülleri onları canlandıran Al Pacino ile Claire Danes aldı ama her ikisi de birer ilham kaynağı olarak, ödüllerin dağıtıldığı salondaydı. Jack Kevorkian’ın kim olduğunu iyi kötü pek çok kişi biliyor. Ama Temple Grandin’i ve azim dolu hikayesini belki bir avuç insan biliyordur
Bugün hayvan bilimleri alanından bir uzman olan, ABD’nin Colorado Devlet Üniversitesi’nde profesör olarak çalışan, yazar ve mucit Grandin, 1947’de dünyaya geldiğinde pek de gelecek vaad etmiyordu (bu arada hayatını anlatan televizyon filminin ödül aldığı gece kendisinin doğum günüydü). 2 yaşında beyninde hasar var dendi. Otizm teşhisi konduğunda 3 yaşındaydı. Kendisi gibi çocukların gittiği bir okula gönderildi, konuşma terapisi gördü. Nihayet konuşmayı becerdiğinde 4 yaşındaydı.
Onun için asıl mücadele ortaokul ve lise yıllarında başladı, çünkü ‘normal’ çocuklarla birlikte okuyacaktı. Arkadaşları “inek, gerizekalı” diye dalga geçtiler. Bazıları da kayıt cihazı diyordu Temple’a. Çünkü duyduğu her şeyi defalarca tekrarlayabiliyordu.
Lisansını psikoloji üzerine yaptı, master tezi hayvan blimleri üzerineydi. Doktorasını da aynı alanda tamamladı. Uzun boylu, utangaç görünüşlü bu kızın otistik olduğunu ilk bakışta anlamak zordu.
DİĞER TARAFTAN GELEN İLK SES OLDU
1980’lerin ortalarından itibaren, Amerikan Otizm Topluluğu’nun davetiyle, otizm hakkında konuşmalar yapmaya başladı. İlk kez birisi kendi deneyimlerini, tam olarak neler hissettiğini kalabalık topluluklar karışısında anlatıyordu. Bir keresinde sese karşı hassasiyetini “sanki raylara bağlanmıştım ve tren üzerime doğru geliyordu” diye tarif etmişti örneğin. Dinleyicileri daha çok otistik çocukları olan insanlardı. Temple’ı dinlemeye doyamıyorlardı. Çocuklarının neden durmaksızın kendi etrafında döndüğünü, aynı kelimeleri tekrarlayıp durduğunu, kulaklarını elleriyle kapadığını öğrenmek istiyorlardı. Temple, diğer taraftan gelen ilk ses gibiydi.
1995’te, Mars’taki Antropolog isimli bir kitap yayınlandı. Kitap, Temple Grandin hakkındaydı ve adını da sıradan insanlarla birlikteyken kendini nasıl hissettiğini tanımladığı bir cümleden alıyordu. Birden bire onu tanıyanların sayısı arttı. Ardı ardına televizyon programlarında görünmeye başladı. Time, People, Forbes gibi dergiler, New York Times gibi gazeteler ondan bahsediyordu. Larry King’e konuk oldu.
Temple, İngilizce’nin kendisinin ikinci dili olduğunu, ana dilinin görsel olduğunu iddia ediyor. Hafızası, en küçük görsel detayları hatırlamasına yardımcı oluyor. İsterse bir anıda geriye gidip, istenen detayları görebiliyor. Anısını başka ışık ve bakış açılarıyla görebiliyor. Tıpkı bir film seti gibi düşünün. Sahne aynı ama ışığın ve kameranın yeri değişiyor.
Temple Grandin’in hayvanlarla ilgili çalışmaları da kendi özel durumundan etkilenmiş gibi görünüyor. Kesimlik hayvanların iyi bir hayat sürmesi, kesime gitmeden önce strese girmemesi ve kesim sırasında acı çekmemesi üzerine çalışıyor. Kesimhaneler ve besi çiftlikleri için araştırmalar yapıyor. 2004’te bu yüzden bir ödül bile aldı.
OTİZMİN ORTADAN KALDIRILMASINA KARŞI
Hiç evlenmemiş, çocuğu yok. Duygusal ilişkileri anlamadığını, ilgisini çekmediğini anlatıyor. Sosyalleşmeyi sıkıcı buluyor. Duygusal romanlar, filmler, televizyon programları hiç ilgisini çekmiyor. Ata binmeyi, bilimkurgu okumayı, sinemaya gitmeyi seviyor. Çoğunlukla bir kovboy gibi dolaşıyor. Emmy ödüllerine de böyle bir kostümle katılmıştı.
Çektiği tüm sıkıntılara rağmen Temple Grandin, otizmin ortadan kaldırılmasına yönelik çalışmaları desteklemiyor. Nöro çeşitliliği savunuyor çünkü. Kendi durumunu yok edilmesi gereken bir hastalık değil, farklılık olarak görüyor. “Parmağını şaklatacaksın ve artık otistik olmayacaksın deseler, kabul etmezdim. Otizm beni ben yapan şey” diyor.
KUCAKLAMA MAKİNESİ İCAT ETTİ
Temple Grandin, 1945’te, 18 yaşındayken bir kucaklama makinesi icat etti. Sıkıştırma kutusu olarak da biliniyor. Aşırı duyarlı insanların, daha çok da otistiklerin sakinleştirilmesinde kullanılıyor. Otistikler başka insanlara sarılmayı bırakın rahatlatıcı, daha da gerginleştirici bulabildiğinden, makine pek çoğu için hayat kurtarıcı.
Makine, 90x120 santimlik iki levhadan oluşuyor. Yastıkla kaplı levhalar v şeklinde duruyor. Hava kompresörleri yardımıyla çalışıyor ve levhaların arasına yatan kişiyi istediği kadar sıkıştırıyor.
Fikir, Temple’ın aklına, Arizona’daki teyzesinin çiftliğine gittiğinde gelmiş. Sığırların, aşılanacakları zaman buna benzer bir cihazla, kaçmasınlar diye sıkıştırıldıklarını görmüş. Sıkıştırma, hayvanlar üzerinde sakinleştirici bir etkiye de sahipmiş. Yöntemin kendi huzursuzluğunu da dindireceğine karar vermiş. Temple bugün hala, kendini huzursuz hissettiğinde kendi icadı olan sarılma makinesini kullanıyor.
Yazının Devamını Oku 28 Ağustos 2010
Öyle doğumgününde pastanın üzerindeki mumları üfleyince, birden bire olmuyor. Hatta bir süre anlamıyorsun, yavaş yavaş hayatına girmeye başlıyor 35 yaş. Tüm şürekasıyla hayatını istila ettiğini anlayana kadar bazen bir iki yıl geçiyor. Sonra bir bakıyorsun, 35’i geçmişsin + Sabah uyandığında yüzündeki yastık izi işe gidene kadar kaybolmuyorsa
+ Yol gözünde büyüyor diye ayağına kadar gelen U2’nun konserine gitmekten vazgeçiyorsan
+ Kredi kartı ekstresindeki harcamalar pastasında eğlence yüzdesi giderek azalıyor, sağlık yüzdesi giderek artıyorsa
+ Kendini eskisine göre daha korkak buluyorsan
+ Küçük konforlar vazgeçilmez olduysa
+ Bir ev sahibi olma fikri eskisi kadar yabancı gelmiyorsa
+ Annenin ya da babanın kopyası olduğunu fark ediyorsan
+ Aynı kiloda kalmak için giderek daha fazla hareket etmen, daha az yemen gerekiyorsa
+ Gençleri küçümsemeye başladığını fark ettiysen
+ Yaşınla ilgili okuduğun sağlık makalelerinin yüzde 90’ı riskli hamilelikler hakkındaysa
+ Günlük teknolojideki en basit gelişmeler bile kuantum fiziği gibi gelmeye başladıysa
+ ‘Bizim zamanımızda’ diye başlayan cümleler kurmaya başladıysan
+ Seksenli yıllara dair yaptığın esprileri giderek daha az insan anlıyor ve gülüyorsa
+ Eskiden kızdığın şeylere gülüyor, gülüp geçtiğin şeylere kızıyorsan
+ İmitasyon ve plastik yerine artık gerçek mücevher takmak istiyorsan
+ Gardırobunda moda olan şeyler azalıp klasik parçalar çoğaldıysa
+ Evinle, toprakla ve bitkiler alemiyle ilgilenmek; sabaha kadar eğlenmekten daha cazip gelmeye başladıysa
+ 10 yıl önce bir anlam ifade etmeyen filmleri şimdi seyrettiğinde yumruk yemiş gibi oluyorsan
+ Evden çıkmadan önce havayı kontrol etmeyi alışkanlık haline getirdiysen ve bir tek bulut görünce bile ‘ne olur ne olmaz’ deyip yanına şemsiye alıyorsan
+ Arkadaş kalabalığının yerini daha az sayıdaki dostlar aldıysa
+ Gece dışarı çıkmak dediğin şey, dostlarla akşam yemeği ve belki bir konser haline geldiyse
+ Facebook’a çocuğunun fotoğraflarını yükleyen arkadaş sayısı, Mikonos’ta çılgın tatil fotoğrafı yükleyenlerden fazlaysa
+ Bütün yazı düğün ve doğum ziyaretlerine ayırdıysan
+ Artık mini etek giymemen gerektiğini söyleyenler varsa
+ Bir arkadaşın ölümü ne demektir artık biliyorsan
+ Evdeki ecza dolabında vitamin ve mineral hapları çoğaldıysa
+ Jinekoloğun ilk mamografi zamanının geldiğini söylediyse
+ Sırf ertesi sabah çekeceğin baş ağrısı yüzünden gece ayarında içmeye başladıysan
+ Kalabalıklara girme fikri korkutucu geldiği için pazar gününü evde ya da ıssız yerlerde geçiriyorsan
35 yaşı geride bırakmak ne demek biliyorsun demektir...
Mutluluğun haritasını çiziyorlar
Mutluluğu arıyorsunuz değil mi? Her taşın altına baktınız, yok. Arada bir yakalar gibi oluyorsunuz, hemen kaçıp gidiyor. Oysa siz hep yanınızda kalsın istiyorsunuz.
O zaman hemen bir iPhone alacaksınız.
Her şeyin olduğu gibi mutluluğun adresi iPhone’da.
Bir tane edinecek ve bir uygulama yükleyeceksiniz.
RUH HALLERİ TABLOSU
London School of Economics (Londra Ekonomi Üniversitesi)’nin coğrafya ve çevre bölümünden iki araştırmacı, bir iPhone uygulaması geliştirmişler. Bu sayede mutluluğun haritasını çıkarmayı deniyorlar. Proje herkese açık, siz de katılabilirsiniz.
George MacKerron ve Susana Mourato’nun amacı, ne tür çevresel faktörlerin insanları mutlu ettiğini bulmak. Öncelikleri İngiltere tabii ama Türkiye’den katılacaklara da, hayır demiyorlar.
Uygulamayı telefona yüklüyorsunuz. Gün içinde rastgele zamanlarda bipleyerek, o anda mutlu olup olmadığınızı, nerede bulunduğunuzu, yanınızda kimin olduğunu, tam olarak ne yaptığınızı soruyor. Eğer dışarıdaysanız, bir fotoğraf çekmenizi rica ediyor. Sizin cevaplarınız ve fotoğraflarınız siteye yükleniyor, yerler Google Map üzerine işleniyor.
Böylece mutluluk veren çevresel koşulların bir haritası çıkarılıyor. Aranan kriterler arasında hava kirliliği, gürültü, yeşil alan miktarı, hava durumu gibi şeyler var. Ortamdaki gürültü düzeyi, telefonun mikrofonu aracılığıyla ölçülüyor. Projede gönüllü olarak yer alanlar, kişisel tablolardan kendi ruh hallerini takip edebiliyorlar.
Dünyanın resmen cinsiyetsiz ilk insanı için yeni işaret sıfatları icad edildi
Biz nüfus cüzdanındaki din hanesini tartışırken, İskoç asıllı Avustralyalı Norrie, kimliğinden cinsiyet hanesini sildirdi. Norrie May-Welby böylece dünyanın resmen cinsiyetsiz ilk insanı oldu.
Norrie, 1961’de İskoçya’da erkek olarak doğdu. Yedi yaşında Avustralya’ya taşındı. Kendi erkek gibi hissetmediğinden, 1989’da ameliyatla kadın oldu. Ama kendini kadın gibi de hissetmiyordu. Ne yazık ki bunu ameliyattan sonra anladı. Doktorlar geçtiğimiz yıl, Norrie’nin cinsiyetsiz olduğu sonucuna vardı. Yani o, ne kadındı ne de erkek. Kendini psikolojik olarak hiçbir cinsiyete ait hissetmiyordu. Hormonları da ne kadın bedenindeki gibi çalışıyordu, ne de erkek... Üstelik cinsel organı da yoktu.
Kadın veya erkek olarak “damgalanmak” istemeyen Norrie, kimliğinden cinsiyet hanesini sildirdi.
Türkçe’de “o” işaret sıfatı cinsiyetsizdir. Ne kadını ne de erkeği refere eder. Oysa Fransızca, Almanca, İngilizce, İtalyanca gibi yabancı dillerde, kadın ve erkek için ayrı ayrı işaret sıfatları vardır. Eh, Norrie’nin durumu bu diller için sorun teşkil ediyor. Sayesinde İngilezce’de artık yeni iki kelime var: Zie ve hir. Zie, he ve she yerine kullanılacak. Hir ise onun anlamına gelen her ya da his yerine.
Yazının Devamını Oku 21 Ağustos 2010
Sakın başlıktan bir şey anlamadığınızı söylemeyin. İnternet ve cep telefonundan anlık mesajlaşan herkes için tanıdık bir biçim. Yazmak ve okumak için o kadar acelemiz var ki, sesli harflerden -en azından mesajlaşırken- vazgeçeli epey bir zaman oldu. Oysa şimdi yazın son günlerindeyiz, tembellik mevsiminin ve belki yavaş okumak lüksünün son demlerinde... Eminim hala henüz yaz tatilini yapmamışlar vardır. Eminim yanınıza okumak üzere bir iki kitap alırsınız. İşte tatil rahatlığı içinde bir egzersiz: Yavaş okumak *Lütfen yavaş okuyun
Türkiye’de yılda 36.3 milyar SMS mesajı gönderiliyor.
Twitter’da günde geçilen mesaj sayısı 50 milyondan fazla. Yani her saniye twitter ağında 600 yeni mesaj uçuşuyor.
Bu sayı 2007’de günde 5 bin, 2008’de 300 bin, 2009’da 2.5 milyondu.
Geçen yıl, bir günde gönderilen e-posta sayısı 247 milyar civarındaydı.
Yine geçen yıl, Facebook’un sohbet odalarında günde 1 milyar mesajlaşma yapıldı.
Meramımızı 140 harfle anlatmayı öğrendik, altı kelimelik hikayeler yazıyoruz.
‘Çok kısa romanlar’ diye bir edebi tür bile var artık.
TWITTER EDEBİYATI
Alexander Aciman ve Emmett Rensin isimli iki genç, geçe Kasım’da, Penguin Yayınları’ndan bir kitap çıkardı: Twitterature. Yani Twitter Edebiyatı.
Dünyanın en önemli eserlerini, Twitter diline çevirdiler.
Öyle uzun uzun okuyup da yazarın meramını, mesajını anlamak için kafa yormak yok. Aciman ve Rensin tüm bir eseri tek cümleyle anlatıyorlar.
Kimler yok ki listede. Dostoyevski, Shakespeare, Bronte, Kafka, Dickens...
İşte Tweetlenmiş birkaç edebiyat klasiği:
Hamlet: Polonius perdenin arkasında ne halt ediyor?
İlahi Komedya: Bir orta yaş krizi yaşıyorum. Ormanda kayboldum. Keşke yanıma iphone’umu alsaydım.
Oidipus: Tebes’te parti var! O yaşlı ahbabı öldürmeme kimse aldırmıyor, ayrıca bu kadın resmen üzerime çıktı.
Eh, bu saatten sonra kim okur o eski klasikleri.
UZUN METİNLERE TAHAMMÜL YOK
Kitap okuma alışkanlığımızı giderek kaybettiğimizden, basılı kitapların tarih olmak üzere olduğundan ya da bunun asla gerçekleşmeyeceğinden bahsediyoruz ama aslında insanoğlunun en çok okuduğu çağda yaşıyoruz. Televizyonda yabancı bir dizi ya da film seyrettiğimizde, sinemaya gittiğimizde, cep telefonumuzda, bilgisayarımızda, otomobil kullanırken sürekli okuyoruz.
Okuyoruz ama hızlı okumamız ve okuduğumuzu anlamamız gerekiyor. Bilgisayarda çalışırken sağ alt köşede beliren e-postayı hızla kontrol etmeli, cevap yazmalı, arada Twitter ve Facebook’u yoklamalı, gerekiyorsa tartışmalara laf yetiştirmeli, tüm bunları yaparken en altta turuncu rengiyle yanıp sönen anlık msn mesajlarını kaçırmamalıyız.
Önemli olan tek şey hız. Uzun metinlere tahammülümüz kalmadı (acaba hala bu yazıyı okumaya devam ediyor musunuz?).
Uzun bir metni sebatla okumak, konsantrasyonu korumak giderek zorlaşıyor. İngiltere’deki New Hampshire Üniversitesi’nden Profesör Thomas Newkirk, bazı öğrencilerinde rastlamaya başladığı sıkıntıdan bahsediyor: ‘Basılı kitap okurken konsantre olmakta güçlük çekiyorlar. Kimisi, kitap sayfasında bile internetteki altı çizili kelimeler gibi bazı kelimelere takıldığını, sonra o kelime ya da kavram üzerine düşünmeye başladığını ve dolayısıyla izleğini kaybettiğini söylüyor.’
HIZINIZI 4 KATINA ÇIKARALIM
Yavaş okuduğunuz için kusurlu kabul edilebilirsiniz. Ama üzülmeyin, sizi bu sorundan kurtaracak kurslar var.
Birinci Dünya Savaşı sırasında savaş pilotları için geliştirilmiş bazı yöntemler kullanarak okuma hızınızı 4 katına kadar artırabileceklerini iddia ediyorlar. Yavaş okuyucu, bilgi çağının hızlı dünyasına ayak uyduramaz diyorlar.
Internet sitelerinden birinde okuma hızı ölçen bir test var. ‘Hızlı Okumanın Tarihi’ başlıklı makaleyi okumaya başlamadan hemen evvel düğmeye basıyor, bitirince tekrar basıyorsunuz.
Sınava tabi tutulduğum için dayanamadım, normalda olduğundan çok daha hızlı okudum. Fakat yine de sisteme yaranamadım.
Teste göre okuma hızım dakikada 365 kelime.
Yani Orhan Pamuk’un Benim Adım Kırmızı isimli romanını okumak 10, Binbir Gece Masallarını okumak 93 saatimi alırmış. İlkini üç, ikincisini 31 saate düşürebileceklerini iddia ediyorlar.
Ne münasebetle!
Benim Adım Kırmızı’yı bir seyahat esnasında dört günde, sindire sindire okumuştum. Bir romanı üç saatte okumak da terbiyesizlikten başka bir şey değildir bana göre. Binbir Gece Masalları’nı ise 10 yıldır okurum, hala bitirmedim. Hızlı okumak, hızlı yemek gibidir. Kelimeleri çiğnemeden yutarsanız, hazımsızlık yapar!
DÜNYA YAVAŞLIK GÜNÜ
Her tezin bir anti tezi olur ya, bu giderek hızlanan hayata karşıt fikirler de çıkmaya başladı kaçınılmaz olarak.
Her geçen gün artan sayıda birileri yavaşlamaya çalışıyor.
Yavaş yemek, yavaş şehir, yavaş seyahat, yavaş ebeveynlik, yavaş medya...
Yavaş okumak diye eğilim var şimdi.
Amaç hem hayatı yavaşlatmak hem de okumadan alınan zevki artırmak.
Yavaşlama hareketini yayan, 2004’te Carl Honore oldu. Yavaş Olana Övgü isimli kitabı bayağı sattı. Honore’nin yavaşlama hareketine ilgisi, bir havaalanında, Uykudan Önce Bir Dakikalık Öyküler’i gördüğünde başladı. Kendi kitabındaysa hıza duyduğumuz tutkunun bağımlılık haline geldiğini iddia etti. Yavaş okumayı, modern hayatın hızlı temposunu düşüren birkaç uygulamadan biri olarak sundu.
Yılın en uzun günü olan 21 Haziran, 2001’de Uluslararası Yavaşlık Günü ilan edildi. Montreal’de yaşayan Clemence Boucher’in fikri. Üç çocuk annesi o dönem aşırı stres altında yaşadığının güneşli bir gün parkta dolaşırken kafasına dank ettiğini söylüyor. Bu özel gün de, adı gibi yavaş yavaş ilerliyor. Daha pek fazla insanın haberi yok.
YAVAŞ OKUMA MANİFESTOSU
Uzmanlık alanı enformasyon teknolojileri olan John Miederna, geçen yıl Slow Reading (Yavaş Okumak) başlıklı bir kitap yayınlayarak mesleğine ihanet etti bir bakıma. Çünkü hız, teknolojinin dayattığı bir şey ama o yavaş okumanın erdemlerini övüyor. Bir tür manifesto diyebiliriz. Bakın yavaş okumayı ve sevenleri nasıl tarif ediyor yazar:
* Bilgi kaynaklarıyla duygusal bir bağ kurmayı sever. Kitabın cildine, kağıt kalitesine ve kokusuna bakar. Bazen sırf metni duyabilmek için sesli okur.
* Kağıdı ekrana tercih eder. Sabitleşmiş baskıdır onların tercihi. Çünkü baskı fikirleri yakalar ve olduğu gibi muhafaza eder.
* Yavaş okumak, okuyanı bu uzun süreç boyunca değiştirir, dönüştürür.
* Hayalgücü devreye girdiğinden kişi yeni bakış açıları edinir.
* Okumanız bittiğinde tatmin duygusuyla kitabı rafa yerleştirebilirsiniz.
* Yavaş okumak bir sanattır. Bilgi almak ve eğlenmekten sonra üçüncü bir okuma şeklidir.
* Bir toplum olayıdır. Fikirler ve insanlar arasındaki bağları yeniden inşa eder. Arkadaşlarımıza beğendiğimiz kitapları ödünç veririz, çocuklarımıza uzun hikayeler okuyarak uyumalarına yardımcı oluruz.
* Yavaş okuyucular yerel yazarları ve mikro yayıncılığı destekler. Böylece küresel medyaya yeni bir soluk gelir.
* Yavaş okuyucular kütüphaneleri de destekler.
* Yavaş okumak bir tür direniştir. İçinde bulunduğumuz bu telaşlı kültüre bir başkaldırıdır. Üstelik sağaltıcıdır. Özel hayatlarımızı zenginleştirir. Bizi dünyaya karşı daha donanımlı hale getirir.
Yazının Devamını Oku 14 Ağustos 2010
Uyarı: Aşağıdaki yazı, yeni evli çiftleri, derin bir ümitsizliğe sebebiyet vermek suretiyle bedbaht edebilir. Birazdan sıralayacağımız iddialarla ruhen başa çıkamayacaksanız, okumayınız. Zamanlamanın kötü olduğunun farkındayım. Düğün mevsiminin en hararetli günlerinde münasebetsizlik ediyor olabilirim. Neden mi bahsediyorum; insanın cinsel tarihinden ve ‘evriminden’
Neden erkeklerle kadınlar, cinsel arzuları, fantezileri, davranışları, beklentileri, beklentileri cevaplama biçimleri bakımından bu kadar farklı?
Birbirini aldatan ve boşanan çiftlerin sayısı sürekli artarken neden evlenmekte ısrar ediyoruz?
Neden tek başına çocuk büyüten kadınların sayısı artıyor?
Neden tutku evlendikten kısa süre sonra buharlaşıp yok oluyor?
Arzunun ölümüne neden olan nedir?
Neden bin yıllardır Dünya gezegeninde birlikte evrim geçiren kadınla erkeğin biri Mars’tan diğeri Venüs’ten?
Evlilik terapisi denen şey koca bir endüstri haline geldi.
Cinsel istek artırdığı söylenen düzinelerce doğal hap var.
Cinsellik ve evlilik üzerine yazanların sayısı sürekli artıyor.
365 GECELİK BİR KİTAP
Dergilerin kapaklarından, ‘cinsel hayatınıza heyecanı geri getirin’ başlıkları, içerikte bununla ilgili ipuçları eksik olmuyor. Üstelik hepsi de ısıtılıp ısıtılıp önünüze konan eski hileler. “Seksi iç çamaşırları giyin, yatağa gül yaprakları serpiştirin, her yeri mumlarla donatın... İşte o zaman ilk kez sevişiyormuşsunuz gibi olacak”.
Hepsini yapıyorsunuz ama kocanızın gözü yine de başka kadınlara kayıyor, yine de içinizden sevişmek gelmiyor. Her sevişme hayal kırıklığı oluyor.
Dergilerden edindiğiniz psikiyatrik birikimle kafa yormaya başlıyorsunuz: Belki bağlanma sorunu vardır, süperegosuyla mı ilgili acaba, ya da Peter Pan kompleksi var. Orta yaş krizine de girmiş olabilir...
Ona toz konduramıyor musunuz?
O zaman sorun kesin sizde. Depresyonda olmayasınız? Ya da artık eskisi kadar çekici değilsiniz. Saç şeklini değiştirsek? Acaba botoks mu yaptırsanız? Mutfakta sevişmek eski heyecanı geri getirir mi acaba? Ya da belki yılın 365 günü iki eliniz kanda olsa sevişmeyi denemelisiniz. Amerikalı Charla ve Brad Muller çifti bunu denemiş ve 365 Gece isimli bir kitap yazmışlardı. Uzun zamandır sevişmeyen çift, bu yöntemin işe yaradığını iddia etmişti.
EVLİLİK BAŞKA, TUTKU BAŞKA
Amerikan Tıp Birliği raporlarına göre, Amerika’da kadınların yüzde 42’si cinsel sorunlar yaşıyor. Türkiye’de oranlar yüzde 8-15 arasında. Hemen sevinmeyin, çünkü Türkiye’de kadınlar cinsel işlev bozukluğu şikayetiyle doktorlara başvurmuyor. Bu buzdağının görünen kısmı sadece. Bu arada İngiltere’de evliliklerin yüzde 45’i boşanmayla sonuçlanıyor. Bu boşanmaların yarısı evliliğin 10. yılına varmadan gerçekleşiyor.
Ünlü Alman şairi Goethe, “Aşk kusursuz bir hayaldir, evlilikse katı gerçek. Hayalle gerçeğin karışımı asla cezasız kalmaz” der.
Sakın varmaya çalıştığım yerin ‘evlilik aşkı öldürür’ klişesi olduğunu sanmayın. Sadece evlilik, aşk, tutku ve seksin birbirinden farklı şeyler olduğunu söylüyorum. Birbirinden farklı ama bir arada olduğunda şahane bir ahenk yakalayan şeyler...
Evrimsel psikolojiye göre ailenin temeli, karşılıklı menfaatlerin sağlama alındığı bir anlaşmaya dayalı. Erkek soyunun devamını ister. Sağlıklı çocuklar vereceğini düşündüğü kadını seçer. Kadın da kendisine ve doğacak çocuklarına uygun ortamı sağlayabileceğini düşündüğü adamı seçer. Erkek sunduğu ‘mal ve hizmet’ (tarih öncesi çağlarda yemek, barınak, koruma ve statü) karşılığında soyunun devamını ve istediği zaman seks yapma ayrıcalığını elde eder.
Romantizmle alakası olmayan katı gerçekler. Ama evlilik dediğimiz şey, kökeninde bu.
SİZDEN ÇOCUK YAPMAK İSTEMİYOR
Alman filozof Arthur Schopenhauer de kendini ve aşkına karşılık bulamayan herkesi böyle teselli eder: Üzülmeyin, demek ki sizden çocuk yapmak istemiyor.
ABD’de yeni bir kitap yayınlandı: Sex at Down (Şafakta Seks). Ünlü Kinsey raporundan sonra insan cinselliği üzerine yazılmış en önemli kitap olduğu iddia ediliyor. Yazarlarının iddiasıysa, insanın kendi erotizmine karşı savaş halinde olduğu, seksle aşk arasındaki ilişkiyi yanlış kurduğu.
Christopher Ryan ile Cacilda Jetha’nın kitabı, monogami yani tek eşliliğin bir dayatma ve değişmez kural değil tercih olduğunu ortaya koyuyor. “Bir başkasına verilen ömür boyu sadakat sözü muhteşem bir şey olabilir. Ama bunun için çok çalışmak gerekir. Bu vejetaryen olmayı seçmek gibi bir şey. Vejetaryen olmak için pek çok iyi neden var, ancak bu, yaratılışı gereği hem et hem de ot yiyen türümüz için zor bir seçim. Pek çokları için, başkalarıyla da cinsel ilişki kuran biriyle özel hayat kurmak fikri anlaşılmaz derecede güç gelebilir. Ancak mahremiyet iletişimle olur. Partnerinizle kendinizde ve hayatınızda meydana gelen tüm değişimleri konuşabilmelisiniz. Bunun sonu açık evliliğe kadar varabilir” diyorlar.
Bu arada yazarlar 2005’ten beri birbirleriyle evli. Ancak kendi ilişkileriyle ilgili konuşmayı reddediyorlar. Sadece yazdıkları kitaptaki verilerin kendileri için de geçerli olduğunu söylüyorlar.
SERİ MONOGAMİ ÇÖZÜM MÜ
Kitapta, evlilik içinde cinsel tatminsizlik sorunu yaşayan kişinin önünde birkaç seçenek bulunduğu; bunların yakalanmamayı umarak aldatma, seksten vazgeçme veya tatmini porno filmlerde arama ya da seri monogami olduğu söyleniyor. Seri tek eşlilik (monogami), toplumun dayattığıyla biyolojik ihtiyaçların çarpıştığı noktada ortaya çıkan bir çözüm. Evlen, boşan, tekrar evlen. Eşi aldatmaktan daha dürüst olduğu söylenebilir. Bunun yan etkisiyse dağılmış yuvaların ve sadece annesi veya babası tarafından büyütülen çocukların sayısında artışa neden olması. Bir de nereye kadar devam edeceğiniz sorusu geliyor akla. Cinsel tutkunun kaybolduğu her sefer boşanarak ve arkasında pek çok kırık kalp bırakarak insan yoluna ne kadar devam edebilir?
EVLENECEĞİNİZ ADAMI DOĞUM KONTROL HAPI KULLANIRKEN SEÇMEYİN
İsviçreli biyoloji araştırmacısı Claus Wedekind, bir ‘terli tişört deneyi’ yaptı. Bir grup kadından, bir grup erkeğin deodoran, parfüm, sabun veya duş olmadan birkaç gündür giydiği tişörtleri koklamalarını ve içlerinden birini seçmelerini istedi. Kadınlar bağışıklık sistemi kendilerinden farklı olan erkekleri seçtiler. İçgüdüsel olarak yaptıkları seçim, sağlıklı ve güçlü çocuklar doğurmalarını sağlıyor. Ancak aynı araştırmada, doğum kontrol hapı kullanan kadınların, bu seçimi rastgele yaptığı, hatta kendisiyle aynı bağışıklık sistemi değerlerine sahip adamı seçtikleri görüldü.
Yani kocasını doğum kontrol hapı kullanırken seçen bir kadın, hamile kalmak için hapı bıraktığında, kocasını birdenbire daha az çekici bulmaya başlayabilir. Aman dikkat!
Yazının Devamını Oku 7 Ağustos 2010
İnternete girip kimden ve niçin özür dilemek istiyorsanız istediğiniz gibi kelimelere dökebilirsiniz. Artık sitesi var, üstelik sağlığa çok faydalı Berlinli dört arkadaş Wolf, Kris, Frauke ve Tamara; Sorry adında bir ajans kurarlar. İşleri, şirketler adına, hata yapılan çalışandan özür dilemektir. Sayelerinde vicdanını rahatlatan insan sayısı gittikçe artar. Sonra yeni bir müşteri gelir; özür dilenecek kişi ölüdür. Müşteri, öldürürken çektirdiği eziyetten dolayı maktulden özür dilenmesini istemektedir. Ortaklar, kendilerini acımasızca katledilmiş bir cesedin önünde bulurlar...
Tüm bunlar, Hırvat yazar Zoran Drvenkar’ın son romanı Sorry’nin omurgasını oluşturuyor. Yani hepsi kurmaca. Fakat Doğan Kitap’tan çıkan roman, son derece gerçek bir projeye ilham verdi: Özür Dileme Projesi.
www.birozurdilemeprojesi.com sayfasına giriyor, artık kimden ve niçin özür dilemek istiyorsanız yazıyorsunuz. İstediğiniz gibi, istediğiniz kadar özür dileyebilirsiniz. Kelimelere dökmeniz yeterli. Henüz bir iki haftalık bir proje.
Siteye girdiğinizde başkalarının özürlerini okuyabiliyorsunuz. Bazıları laf olsun diye yazılmış, bazıları gerçekten samimi. Kiminin o kadar çok şey dert olmuş ki içine, birkaç kez girmiş. Bazı özürler 15 yıllık, bazıları 15 dakika önce olanlara dair. Site herkese açık olduğundan, ilgimi çekenlerden bazılarını buraya aldım.
* Geçen seçimde MHP’ye oy verdim. Çok pişmanım... Bir daha aynı hataya düşmeyeceğim.
* Bunu samimi olarak yazıyorum. Ak Parti’ye oy verdiğim için özür diliyorum...
* 9-10 yaşlarımdayken, “daha fazla acı çekmesin” bahanesiyle sapasağlam yavru tekiri kuyuya atarak ölümüne sebep olduğum için, annesinden, babasından, kardeşlerinden ve kendi ailemden özür diliyorum. Kırk yıl geçti. Hala unutamıyorum. Tanrım affet.
* Geçmişteki tüm kız arkadaşlarımdan özür dilerim, çünkü benim hiç bir tanem olmadı. Her dönemde iki ve daha fazla tanelerim vardı. Hepsini birbiriyle aldattığım için özür dilerim.
* Remzican... Sana Facebook’un artık kontörlü olduğunu söyleyip seni mal yerine koyduğumuz için özür dileriz.
* Büyüdükten sonra umursamadığım, yerden yere savurduğum, ona buna dağıttığım, eşyalar arasında kayıplara karıştırdığım, bir poşet içine bağlayıp havasız yerlere attığım tüm oyuncaklarımdan özür dilerim. Sevgili Fatoş Bebek seni hep sevdim:)
* Avatar ruhundan hiç anlamayan M. Night Shyamalan sinemaya gidip filmi izleyen tüm seyircilerden özür dilesin.
* Annecim, yanında daha fazla olamadığım, sana daha fazla zaman ayırmadığım için özür diliyorum senden. Ve de seni ne kadar çok sevdiğimi ancak sen gittikten sonra anlayabildiğim için...
* Sevgili Yerebatan Sarnıcı, seni kollayıp gözetemedik, gücümüz yetmedi. Şimdi yıkılma tehlikesi geçiriyorsun. Affet bizi. Bir Grup Turist Rehberi Adına...
Özür dilemek strese iyi geliyor
Pişmanlıklarımı bir internet sitesinde teşhir edeceğim de ne olacak, demeyin. Ha, özür dileyeceğiniz kişi hala hayattaysa, doğrudan kendisine gitseniz daha iyi tabii ama günah çıkarmak her zaman ve her şekilde iyi gelir. Sizi temin ederim. Üstelik tıbbı arkama aldım, öyle konuşuyorum.
Örneğin, ABD Massachusetts Üniversitesi’nin yaptığı bir araştırmaya göre, kadınlar özrü erkeklere göre daha kolay kabul ediyorlar ve bu sayede daha az strese giriyorlar. Özür dilenen kişinin tansiyonu düşüyor, kalp atışları normalleşiyor. Tek bir koşul var, içten olmak. İçten olmayan özür, ne dileyene ne de dilenene fayda sağlıyor. Bu arada siz içten bir özür dilediyseniz ama karşınızdaki kabul etmediyse, sorun değil. Siz payınıza düşeni yaptığınız için kendinizi her halükarda daha iyi hissediyorsunuz.
Brezilyalı futbol yıldızının oğluydu Givenchy koleksiyonuna model oldu
Moda dünyası bir haftadır Lea T’yi konuşuyor. O, ünlü tasarımcı Riccardo Tisci’nin eski asistanı, Givenchy’nin 2010 sonbahar-kış koleksiyonunun reklam yüzü, moda dünyasının yeni travesti modeli... İngiliz The Observer, İtalyan Vanity Fair, Fransız Vogue bu ay sayfalarını ona ayıran önemli yayınların sadece birkaçı. Lea’yı ilk transeksüel top model olarak duyuruyorlar ama o ne ilk ne de henüz bir top model. Fakat daha öncekilerden çok daha fazla dikkat çektiği kesin
Leandro Cerezo, Brezilya’nın Belo Horizonte kentinde, 1981’de doğdu. Ünlü futbol oyuncusu Toninho Cerezo’nun oğluydu. Dört çocuklu, koyu Katolik bir ailede büyüdü. Herkes ona kısaca Leo diyordu.
Leo’nun erkek kardeşlerinden farklı olduğunun fark edilmesi pek de uzun sürmedi. Maço, Latin Amerikan, Katolik bir kültür... Yıllar sonra verdiği röportajlardan birinde, “Babam eve geldiğinde bana bakar ve bende bir terslik olduğunu söylerdi. Bir süre sonra herkes gay olmam için dua etmeye başladı. Muhafazakar ailem için bu, ehven-i şerdi” diyecekti.
Leo’yu okuması için İtalya’ya gönderdiler. Hem kızlardan hem erkeklerden hoşlanıyordu. Hangi yöne gitmesi gerektiğini bilemiyordu. Sonra, Londra’daki Central Saint Martins sanat okulundan yeni mezun olmuş genç Riccardo Tisci ile tanıştı. Tisci, arkadaşındaki kadınsılığı hemen fark etti. Bir akşam beraber gittikleri partide, Leo’nun ayağında topuklu ayakkabılar vardı. Ayakkabıları giymesi için Tisci yüreklendirmişti Leo’yu. Sonra kaşlarının rengini açtı, hormon tedavisi görmeye ve kendine Leo yerine Lea T. demeye başladı.
Son bir haftadır bu kadar çok konuşulmasının nedeni, eski dostu Riccardo’nun, onu Givenchy’nin reklam yüzü yapması. Son birkaç yıldır ünlü modacının asistanlığını yürütüyordu, belli ki Tisci bu kırılgan ve androjen yüzden faydalanmaya karar verdi. Androjen diyorum ama iki kadın ve iki erkeğin bulunduğu fotoğraftaki en kadınsı yüz onunki. Reklam kampanyasında yer almayı tüm travesti ve transeksüel arkadaşları adına kabul ettiğini söyledi. Objektifin arkasındaki isimler de bizim için çok tanıdık: Mert Alaş ve Marcus Piggott.
BABASI İÇİN LEA YOK
Givenchy kampanyasıyla birlikte Lea’ya olan ilgi arttı. Pek çok moda dergisi ve gazete peşine düştü. En cesur fotoğrafı Fransız Vogue dergisine verdi. Siyah-beyaz fotoğrafta Lea, bir eliyle göğüslerini, diğer eliyle erkeklik organını kapatıyor. Bazı yabancı moda yazarları, moda evini de Vogue’u da reklam peşinde koşmakla, Lea’yı bir pazarlama objesi olarak kullanmakla itham etti.
Bu arada Brezilya’daki evinde ortalık karışmış durumda. Lea’nın şimdi teknik direktörlük yapan babası, önce artık üç çocuğu olduğunu söyledi. Sonra başka bir magazin muhabirine dört çocuğu olduğunu ve birinin adının Leandro olduğunu açıkladı. Her halükarda Lea, babası için yok. Ağabeyi ise kardeşinin yanında olduklarını, kendisini desteklediklerini anlatıyor.
Birkaç yazıda, Lea T’nin durumu bir ilk olarak lanse edildiyse de değil. Evet, Givenchy ilk kez bir travesti model kullanıyor ama daha önce de transeksüel ve travesti modeller vardı.
Örneğin 1935 doğumlu İngiliz April Ashley... Elbette doğduğunda ismi bu değildi. George Jamieson’ın da kendisini bulması için tıpkı Lea gibi ailesinden uzaklaşması gerekecekti. Ancak 1950’lerde Paris’e taşındıktan sonra April E. adını kullanmaya başladı. Kazablanka’da ameliyat geçirip kadın oldu, ülkesine döndü. Modellik kariyeri bundan sonra başladı. Vogue’a çıkacak kadar başarılıydı.
Roberta Close, Caroline Cossey, Bibiana Fernandez, Harisu, İsis King, Paris Jordan Angel, Alicia Liu ve Claudia Charriez gibi başka transeksüel modeller de var. Özellikle sonuncusundan bahsetmek gerekir. Çünkü o, Tyra Banks’in sunduğu America’s Next Top Model (Amerika’nın yeni top modeli) yarışması sayesinde tanındı. Gerçi yarışmayı kazanamadı ama adını duyurmayı başardı, ülkenin önemli modellik ajanslarından biriyle anlaştı.
Yazının Devamını Oku 31 Temmuz 2010
ÖSS koçu, SBS koçu, nefes alma koçu, kariyer koçu, yaşam koçu, yönetici koçu, fitness koçu, doğum koçu, beslenme koçu... Hiç tanımadığımız birinden akıl almadan sokağa adım atamaz, ne yiyeceğimize, nefes alıp almayacağımıza karar veremez olduk Tüm hayatımız vesayet altında. Koçluk müessesesinin 20. yüzyıl sonlarında icat edildiğini düşünecek olursak, insan ırkının 2010’a sağ salim ulaştığına şaşmak lazım.
Araştırmalara göre koçluk, dünyada en hızlı büyüyen ikinci meslek. Birinci sırada bilgi teknolojileri var. Hızlı büyümenin nedeni, kişisel gelişim hareketinin önem kazanması ve küresel ekonomik yapıda 1980 sonrasında meydana gelen değişiklikler olarak gösteriliyor. Şirket içi ve şirketlerarası rekabet, sosyal hayatın her yerine nüfuz ettikçe insanlar mükemmelliğe doğru daha hızlı koşuyor. Tabii bu ne kadar mümkün olabilirse.
Koçluk dediğimiz şeyden ilk kez 1950’lerin sonunda, ABD’de bahsediliyor. Sonra Anthony Robbins, Stephen Covey, Tom Peters and Ken Blanchard gibi isimler, Aristoculuk, Budizm, Gestalt teorisi ve daha pek çok felsefe ve uygulamayı inceleyerek bir yöntem yaratıyor. Hızını alması 1980’leri buluyor.
New Yorklu Chris Luna, bir ilişki ve flört koçu. Daha çok, kız tavlamayı beceremeyen erkekleri çalıştırıyor. Şirketinin adı Craft of Charisma (Karizma Zanaatı). Kendisi Columbia Üniversitesi’nde ekonomi okuyormuş aslında. Arkadaşın fotoğrafını görüyorsunuz, sanırım kadınlarla ilişkiler konusunda başarılı biri. Tecrübelerini başkalarıyla paylaşmak için, eğitimini dondurup bu şirketi kurmuş 2008’de. Öyle psikiyatri, sosyoloji eğitimi filan yok. Ama çok okumuş, öyle diyor. İlişkiler hakkında yazılan her şeyi okumuş.
Kadınlara da erkeklere de hizmet verdiklerini söylüyor ama sitesinde yazılara bakınca daha çok erkeklerin yararlandığı anlaşılıyor.
4 BİN DOLARA KADIN TAVLAMA SANATI
Farklı eğitim programları var. İsterseniz Chris’le birlikte sahaya çıkabiliyorsunuz. Sizi diğer öğrencilerle birlikte bir gece kulübüne götürüyor, ‘sosyal duvarlarınızı yıkmayı’ öğretiyor. Öğretmeninizin ve diğer öğreniclerin önünde flört etmeye, arkadaşlık kurmaya çalışıyorsunuz.
Eğitimi 10 hafta sürüyor. İlk hafta bir sohbet başlatmayı, ikinci hafta o sohbeti sürdürebilmeyi, üçüncü hafta çekici olmayı, dördüncü hafta iyi hikaye anlatmayı ve mizahı, beşinci hafta bir kadını tartmayı, ölçüp biçmeyi, altıncı hafta lojistik taktikleri (beğendiğniz kadına en yakın masayı kapmak gibi), yedinci hafta kendinizi doğru anlatmayı, sekizinci haftaysa öpüşme ve sevişme tekniklerini öğreniyorsunuz. Son iki hafta pratikle geçiyor. Paket fiyatı 3 bin 999 dolar.
Bir kadınla flört edeceğim diye bu kadar zaman ayıramam, o sürede insan Çince bile öğrenir diyorsanız, kısa programlar da var. Hepi topu iki gün sürüyor ama hem teknik hem pratik bilgileri alıyorsunuz. Cuma akşamı sınıfa gidiyorsunuz, akşam geceye dönerken sahaya çıkıyorsunuz. Fiyatı 1999 dolar.
CHRIS’TEN TAVSİYELER
* Rahat, sosyal ve uyumlu olun.
* Kendine güven çekicidir.
* Yeni deneyimler yaşamaktan kaçınmayın.
* Umudunuzu kaybetmeyin, denemekten vazgeçmeyin.
* Ne kadar fazla insanla iletişime geçerseniz, sosyal becerileriniz o kadar gelişir.
* Biri sizi dışarı davet ederse, gidin deneyime katılın. Normalde konuşmayacağınız insanlarla konuşun, yapmayacağınız şeyleri yapın. Bu sadece yaşam kalitenizi yükseltmeyecek, aynı zamanda başkalarını daha iyi anlamanızı sağlayacak. Flört ederken her deneyim önemlidir.
RÜYA VE RUH KOÇU DA VARMIŞ
Tam da bu yazıyı yazarken yeni bir e-posta geldi. Türkiye’nin ilk “ruh ve rüya koçu” Pervin Vatansever’den. Buyrun bakalım. Ruh koçu ne demek yahu? Mektubun devamını okuyoruz:
“Mucizeler ruhunuzda gizli diyerek yola çıkan ve bu yolda birçok kişiye yol göstererek başarıya ulaşan Vatansever, fizyolojik ve ruhsal rahatsızlıkların nedenini bulup, bunları ortadan kaldırmaya yönelik destek çalışmalar yaparak çok önemli sonuçlara ulaşmaktadır. Geliştirdiği özel tekniklerle programı uygulayan Vatansever, ruhsal detoksu kısaca açıklarken, ‘Eskiden insanları hastalandıkları zaman deniz kenarına gönderirlerdi ve kişi daha çabuk iyileşebilirdi. Peki neden? Bilindiği gibi her türlü fiziksel rahatsızlık önce ruhsal düzeyde başlar ve fizik bedene iner. Tam bir sağlık için gerekli dört elementle kurulan bağlantı, sağlıklı bir yaşam için gereklidir. Hava rüzgarıyla evreni ödüllendirir, su yağmuruyla yıkar ve arındırır, ateş yaşam gücüne dönüştürür, topraksa yaşamın esasıdır ve her şeye hayat verir. İşte tüm bunların içinde bulunduğu ruhsal detoks programı mutlu, sağlıklı ve burada bulunma sebebini keşfetmek isteyen herkesin programı’ diyor.”
Yazının Devamını Oku 24 Temmuz 2010
Araba, motosiklet, dalış veya av için bile ehliyet gerekiyor ama aklına esen elini kolunu sallaya sallaya evleniyor. O zaman buyurun evlilik ehliyeti imtihanına Talim ve Terbiye Kurulu Başkanı Merdan Tufan, aile yönetmek, evlenmek ve çocuk sahibi olmak için çiftlere ehliyet verilmesini önerdi geçtiğimiz günlerde. Haklı.
Hayır, mesele ölüm riskiyse bizde evlilikler de en az trafik kazaları kadar tehlikeli.
Tufan’ın önerisi TBMM Kayıp Çocuklar Komisyonu tarafından olumlu karşılandı.
Tarafımdan da olumlu karşılandığını söylemeliyim. Hatta sadece birkaç günlük eğitim yetmez, staj zorunluluğu da getirilsin. Sonra efendim, bir takım simülasyonlarla çocuk bakımı gibi sorumluluklar aşılansın. Eğitimin sonunda sınav yapılsın, ehliyet öyle verilsin.
Devlet büyüklerimiz eminim daha aklı başında bir sınav hazırlayacaklardır. Ancak dayanamadım, birkaç soru da ben yazdım. Esprili diye ciddiye almazlık etmeyin, vallahi güldürürken düşündüren sorular. Elbette soruları yanıtlayınca geçen ya da kalan olmayacak. Ama hepsinde doğruya en yakın, aklı selim bir şık var.
1. Yatak ne sıklıkla toplanır?
a. Gün aşırı iyidir.
b. Sabah vakit kalırsa.
c. Her sabah kalkar kalkmaz.
d. Ne gereği var, akşam yine yatmayacak mıyız?
2. Aşağıdakilerin hangisini unutmamak gerekir?
a. Faturaların son ödeme tarihini.
b. Çocuğa ödevlerde yardım etmeyi.
c. Evlilik yıldönümünü.
d. Hepsini.
3. Aşağıdaki sorulardan hangileri asla sorulmamalı?
a. Ne? Annenler mi geliyor?
b. Yine mi kereviz?
c. Sen biraz kilo mu aldın?/ Saçların seyrelmeye mi başladı?
d. Ne? Bugün müydü?
4. En ideal tatil aşağıdakilerden hangisidir?
a. Tatil?
b. Sabahtan akşama şezlongta yatmaktan güzel şey var mı?
c. Ben bekarken ne tatiller yapardım, hey gidi heeyyyy.
d. Eşimle birlikte planladığım her tatil güzeldir.
5. Televizyon kapalıyken evde nasıl vakit geçirilir?
a. Televizyonun açma kapama düğmesi mi var?
b. Eşimle sohbet etmek için bundan iyi fırsat mı olur?
c. Sevişilir.
d. Ben bilgisayarı açarım, o ne yaparsa yapsın.
6. Sizce az önce niye bağırdı?
a. Ben duymadım, bağırdı mı?
b. Aslında bana bağırmıyor, sıcak başına vurdu.
c. Biraz sakinleşsin, gidip gerçek nedenini soracağım.
d. Hiç anlamadım ama sormaya korkuyorum.
7. Bir alışveriş sepetinde aşağıdaki ürün gruplarından hangisi mutlaka bulunmalıdır?
a. Ekmek, yumurta, süt.
b. Uzatma kablosu, otomobil dergisi, PC oyunu.
c. Çerez ve bira.
d. Alışverişe çıkmaya ne gerek var, marketi ararım getirirler.
8. İndirime girmiş mağazanın kasa sırasında en fazla ne kadar bekleyebilirsiniz?
a. Hiç işim olmaz, çıkar kapıda sigara içerim.
b. Baştan alışverişe çıkmam.
c. 5-10 dakika dayanırım.
d. Eşimin işi bitene kadar bekler, ortamı germemeye çalışırım.
9. Yatılı geleceğini söyleyen kayınvalide nasıl bertaraf edilir?
a. Sözün nereye varacağını anlayınca, konuyu değiştirir, çabucak telefonu kapatırım.
b. Gelsin, başımın üzerinde yeri var.
c. Ah, tam da o tarihte seyahate çıkıyorduk.
d. Yan komşuyu tadilata başlasın diye ikna ederim.
10. Güvenli seks sizce ne demek?
a. Eşine sadık kalmak demek.
b. Kimseyi hamile bırakmayacaksın demek.
c. Yatak odasından başka yerde sevişmek tehlikelidir demek.
d. Cinsel yolla bulaşabilecek hastalıklardan ve istenmeyen hamileliklerden korunmak demek.
11. Eşinizin gecelerini horladığını fark ettiniz...
a. Derhal uyandırırım, devam ederse yataktan atarım.
b. Uyandırmadan yastığını çekerim, o zaman susar.
c. Gider salonda uyurum.
d. Doktora danışmasını sağlarım.
12. Sabaha kadar ağlayan bebeği için yataktan kalkmayan kocaya ne denir?
a. Koca.
b. Haklıdır, o da bütün gün çalışıyor.
c. Adam ne yapsın, bebeği emzirecek değil ya...
d. Hayatı paylaşmayı bilmiyor.
13. Televizyonda maç yokken ne yapılır?
a. Uydudan yabancı maçlar seyredilir.
b. Radyodan maç dinlenir.
c. Bilgisayarda FIFA 2010 oynanır.
d. Arkadaşlarla halı saha maçına gidilir.
14. İşten çıkıp eve gitmeden önce ne yapılır?
a. Arkadaşlarla bir tek atılır.
b. Telefon açılıp, eve bir şey lazım mı diye sorulur.
c. Sabah buzdolabını yoklamıştım. Markete uğranıp eksikler alınır.
d. Eve gitmesem olmaz mı?
15. Aile içi şiddet sizce ne demek?
a. Kadına kalkan eller kırılsın.
b. Çocuğun kafasına değil, poposuna vuracaksın.
c. Yok yere tabak çanak kırmayacaksın.
d. Şiddet, güç ve baskı uygulayarak insanların bedensel veya ruhsal açıdan zarar görmesine neden olmaktır.
Yazının Devamını Oku 17 Temmuz 2010
Almanlar yeni, genç, güzel ve stil sahibi first leydilerine çok sevindi. Hatta Die Zeit gazetesi işi “Askerlerin dolaplarına resmini asmak isteyeceği bir first leydimiz var” demeye kadar vardırdı 36 yaşındaki Bettina Wulff’un çarpıcı bakışları, pırıltılı bir stili ve sağ omzunda kocaman dövmesi var. Belki Almanlar’ın kendisi bile, dünya klasmanında bir first leydiye ihtiyaç duyduklarının farkında değildi, yeni cumhurbaşkanı Christian Wulff seçilene kadar. Şimdi o da Michelle Obama, Carla Bruni, Samantha Cameron’ın yanında, stil ikonu first leydiler arasına katıldı. O, Cermen topraklarının yeni Sisi’si. Üstelik moda ikonu olmak dışında ortak bir yanları daha var; dövmeleri. Avusturya İmparatoriçesi Elisabeth’in de omzunda çapa şeklinde bir dövme olduğu, ancak kocasının bunu hiçbir zaman açıklamadığı söyleniyor. Bu arada İngiltere Başbakanı David Cameron’ın eşi Samantha’nın da topuğunda yunus şeklinde bir dövme olduğunu hatırlatalım.
First lady’nin nasıl göründüğü neden bu kadar önemli? Kocasını ülkeyi yönetsin diye seçtiğimiz kadının ne giydiğine, nasıl giydiğine neden bu kadar takılıyoruz?
Çünkü onların görüntüsü bizim aynamız. Çünkü onların tüm bir toplumu etkileme gücü var. Saydığımız kadınların hepsi, ülkelerinde modern kadının sembolü kabul ediliyor. Moda anlayışları, trend belirleyici stilleri nedeniyle yere göğe sığdırılamıyor, yeni nesli temsil ediyorlar. Güzel, modadan anlayan, sosyal konulara da duyarlı ve iyi eğitimli... Eskiden olsa skandal kabul edilecek şeyler, artı puan sayılıyor. Hareketli bir geçmişi olan Carla Bruni, kocasından ayrı tatile çıkıp albüm yapıyor, ‘Sam Cam’in ancak açık bir ayakkabı giydiğinde görünen dövmesi seksi bulunuyor, Wulff’un kolundaki dövme nedeniyle hiç de kıyamet kopmuyor. Üstelik ülkesinin en önemli gazetelerinden biri, cumhurbaşkanının eşinin, resmi asker dolabına yapıştırılacak kadar güzel olduğunu ilan ediyor.
First leydiler altın çağını yaşıyor.
Siz şimdi testi çözün haftaya devam edelim
Yeter ki İste, Kendine İnanmak, Her Şey Mümkün, Benim Hatam Değil, Hayallerinizdeki Hayatı Yaşayın, Altın Başarıyı Yakalayın, Kazanmak İstiyorsanız, Her Zaman İstediğiniz Hayatı Elde Edin, Kompleksiz Yaşam, İstediğinizi Elde Etmenin Büyüsü...
Bunların hepsi kişisel gelişim kitapları. Online kitabevlerinden birinde arama yaptım, tam 1722 sonuç çıktı. Şu kitapları okumaya bir zaman ayırabilsek, hepimiz mükemmel olacağız.
Seçtiğim başlıklar tesadüfi değil. Hepsi her şeye muktedir olduğunuza inandırmak üzere tasarlanmış. Kendinizi yeniden programlamayı becerebilirseniz, elde edemeyeceğiniz başarı yok, aslında potansiyel mükemmelsiniz. Nietzsche’nin ‘Übermensch’ hayalleri gerçek olmak üzere.
Ben Nesli kitabının yazarı Jean Twenge, Keith Campbell ile birlikte yeni bir kitap yazdı. Asrın Vebası: Narsizm İlleti. Kitap aslında geçen yıl çıktı ama Türkçe’ye çevrilmesi yeni. Özellikle bugün üniversite çağında olan gençler arasında narsizmin salgın gibi yayıldığı, ABD’de her dört gençten birinin narsistik belirtiler gösterdiğini iddia ediyorlar. Türkçesi; kendimize aşık olduk!
Salgının nedeni olarak gösterilen pek çok şey var. Web 0.2 ile kişisel gelişim kitapları da bunlardan ikisi.
Elbette bahsedilen salgın ABD’de. Bizde, özellikle de büyük şehirlerin dışında, bireysellik hala serpilmekte olan bir kavram. Ucunun narsizme varmasına daha çok var. Fakat gayri bilimsel gözlemlerim, virüsün Edirne’den girip yolda oyalanmadan doğrudan İstanbul’a vardığını söylüyor bana.
O yüzden kitaptaki testi buraya aldım. Soruları cevaplayıp, kendi durumunuzu tespit edebilirsiniz. Hatta keşke sonuçları bana mail atsanız. Böylece başka bir gayri bilimsel veri elde eder, memlekette narsizmin boyutlarına dair gayri bilimsel sonuçlar tespit ederiz.
NARSİSTİK KİŞİLİK ENVANTERİ
(Dürüstçe cevaplamaya çalışın)
Aşağıdaki cümlelerden size en çok uyanı seçin. Her cümle çifti için yalnızca bir yanıtı işaretleyin.
1. A) Dünyayı yönetme düşüncesi beni çok korkutuyor.
B) Dünyayı ben yönetsem, dünya çok daha iyi bir yer olurdu.
2. A) Kalabalığa karışmayı tercih ederim.
B) İlgi odağı olmayı tercih ederim.
3. A) Hayatımı istediğim şekilde yaşayabilirim.
B) İnsanlar hayatlarını her zaman istedikleri gibi yaşamazlar.
4. A) Özellikle vücudumla gösteriş yapmaktan hoşlanmam.
B) Vücudumla gösteriş yapmak hoşuma gider.
5. A) Tüm hak ettiklerimi elde edinceye kadar asla tatmin olmayacağım.
B) Hak ettiklerim gerçekleştikçe mutlu olacağım.
6. A) Çoğu insandan daha iyi ya da daha kötü değilim.
B) Özel bir insan olduğumu düşünüyorum.
7. A) İnsanları yönlendirmek bana kolay geliyor.
B) İnsanları yönlendirdiğimin farkına varmak hoşuma gitmiyor.
8. A) Gösteriş yapmamaya çalışırım.
B) Fırsat yakalarsam genellikle gösteriş yaparım.
9. A) Ben de başkaları gibiyim.
B) Ben sıra dışı biriyim.
10. A) Başkaları üzerinde hüküm sahibi olmaktan hoşlanıyorum.
B) Emirlere uymaya itirazım olmaz.
PUANLAMA: 3, 5, 7 ve 10. sorularda A şıkkını seçtiyseniz 1 puan. Geriye kalan sorularda B şıkkını seçtiyseniz 1 puan.
0-3 PUAN: Narsizm puanınız düşük.
4-5 PUAN: ABD’de ortalama bir üniversite öğrencisiyle aynı puanı aldınız. Ama 40 yaşından büyükseniz, ortalamanın üzerinde bir puan sayılıyor.
6-7 PUAN: Narsizmde ortalamanın üzerindesiniz.
8-10 PUAN: Ortalamanın önemli ölçüde üzerindesiniz.
Yazının Devamını Oku