“Türkiye son 1,5 ayda 57 şehidin acısını yaşarken, Ankara’nın Kızılcahamam ilçesinde şehitlerin anısına yapılan ve her şehit için bir künye asılan Şehitler Ağacı’nda yer kalmadı. Şehitler Ağacı’na önceki gün, son 1,5 ayda yaşanan terör saldırılarında verilen 56 şehidin daha künyesi çakıldı. Dün ölen 57’nci şehit Yüzbaşı Ali Alkan’ın künyesi ise daha sonra çakılacak.”
Yukarıdaki paragraf dünkü gazetemizden bir alıntı. 2009’da, Heykeltıraş Dr. Derviş Özer’in hazırladığı Şehitler Ağacı projesi kapsamında, Kızılcahamam Şehit Fatih Duru Parkı’nda kurumuş bir sedir ağacı anıt haline getirilmiş.
Bu anıta da 1980 yılından sonra şehit olanların isimleri, rütbeleri ve ölüm tarihlerinin yazılı olduğu künyeler çakılmış.
7 bin 300’den fazla şehit künyesinin yer aldığı, Çözüm Süreci’yle beraber son birkaç yıldır künye çakılmayan Şehitler Ağacı’na önceki gün, son 1,5 ayda yaşanan terör saldırılarında verilen 56 şehidin daha künyesi çakılmış.
Sovyetler Birliği ve Afganistan arasındaki savaş dünyaya 13 yaşındaki bir Afgan kızının gözlerinden yansımıştı.
Şarbat Gula, Sovyetler Birliği ve Afganistan arasındaki savaş sırasında öksüz kalmıştı. 1984 yılında Pakistan'da bulunduğu mülteci kampında Steve McCurry tarafından fotoğrafı çekildiği sırada, Gula kamptaki okulda öğrenciydi. Fotoğrafı çekildiğinde yaklaşık on üç yaşındaydı.
Bu fotoğraf, National Geographic 1985 Haziran sayısında "Afghan Girl" (Afgan Kızı) başlığıyla yayımlandı. Şarbat Gula keskin bakışları ve yeşil gözleriyle, seksenli yıllardaki Afgan savaşının ve mültecilerin tüm dünyaya yayılan simgesi oldu. Fotoğraf ayrıca yayın dünyasında en fazla bilinen fotoğraf unvanına da sahip oldu.
“Artık havalar iyice soğudu. Kuş sesleri duyulmaz oldu. Şimdi yalnızca, anasını ya da babasını, kardeşini yitiren çocukların ağlamaları duyulabiliyor.
Bizler, bir ülkesi ve umudu olmayan çocuklarız.-Dunja, 14”
Bu sözler Eski Yugoslavya’da savaşı yaşamış, son on - onbeş yılda savaş yüzünden yaşamını, sağlığını, anne-babasını ve umudunu yitirmiş milyonlarca çocuktan birine ait. Çocuklar savaşın ve şiddetin en masum kurbanlarından. Onlar her dönemde savaştan en çok etkilenenler.
Aşağıdaki fotoğraftaki Suriyeli kız çocuğu fotoğrafçının elindeki kameranın silah olduğunu sanıyor. Ve ellerini kaldırıp teslim oluyor…
Anayasamızın 42. Maddesi uyarınca “Kimse, eğitim ve öğrenim hakkından yoksun bırakılamaz.” Ancak, ne yazık ki, bedensel engellilerin erişimine olanak vermeyen okullarımız bu maddenin uygulanmasını engelleyebiliyor.
Yeni bir öğretim yılına girmemize birkaç hafta kala bir okurumun konu ile ilgili olarak yazdıklarını sizlerle paylaşmak istiyorum. Cam kemik hastası bir evlâda sahip olan okurum bakın neler anlatıyor:
“Kızımın okula başlama yaşı geldiğinde ne yazık ki kendi yaşıtları gibi anayasal hakkı olan okumak hakkını kullanması için okul müdürünü ikna etmemiz gerektiğini, bunun için de iyi bir torpil bulmamızın şart olduğunu öğrendim. Ve kızım, ancak, 2 yıl gecikmeli başlayabildi okula. Çünkü gerekli torpil ancak bulunabilmişti. Bu arada, o yıl 2.sınıfları okutan öğretmen ‘bu kızı sınıfıma istiyorum’ demeseydi, belki de kızım kendisine verilen deneme süresi bitiminde o okulun öğrencisi olamayacaktı. Okuma yazma bildiği için sınavla bir üst sınıfa geçirildi. Hayatımda hakkını ödeyemeyeceğim ilk insan o öğretmendir bu yüzden.
Sonunda kızım da okulun formalı öğrencisi oldu. Girişte merdivenleri olan ve 2. kattaki sınıfımıza bin bir eziyetle çıkılan okulumuzu sevdik biz. Ama bir süre sonra kızımı taşıyamayacak, merdivenleri çıkaramayacak hale geldiğimde okula neden rampa yapılmıyor diye düşündüm. Rampa yaptırtmak istediğimi söylediğimde, müdür yardımcısı şöyle dedi bana: ‘Rampa o kadar çirkin bir hava verecek ki, okulun dış görünüşüne yazık olur.’ Bu cevabı duyduktan sonra karşımdaki insanların el birliği ile ‘okulda engelli öğrenciye hayır’ kampanyası başlattıklarını da gördüm. Ve ben karşımda okul yönetimi ve birçok veli olduğu halde mücadeleye başladım.
Merhabalar sevgili okurlar.
Ülkemizde engelli bireylerin eğitimi ile ilgili faaliyetler yürüten Özel Eğitim ve Rehberlik Hizmetleri Genel Müdürlüğü’ne bağlı okul ve kurumlarda çeşitli engel türlerine sahip öğrenciler okul öncesi, ilkokul, ortaokul ve lise düzeyinde eğitim alıyorlar. Bu eğitimler özel eğitim anaokulları, özel eğitim ilkokulları, özel eğitim ortaokulları, özel eğitim meslek liseleri ve uygulama merkezlerinde sürdürülüyor. Ayrıca bir kısım engelli öğrenci de -mental engelliliği olmadığı için- ilk, orta ve lise eğitimine “kaynaştırma öğrencisi” (ya da bütünleştirme öğrencisi) olarak, herhangi bir engeli olmayan akranları ile birlikte, genel eğitim içinde devam ediyor.
Ülkemizde özel eğitimin tüm kademe ve türlerinde 259.105 özel eğitim öğrencisi, 13.047 öğretmen, 6.090 sınıf ve 1.418 okul/kurum bulunuyor. Hepimizin bildiği gibi, eğitim bireyselleşme ve toplumsallaşmanın ilk ve en önemli adımını oluşturuyor. Milli Eğitim Bakanlığı Özel Eğitim ve Rehberlik Hizmetleri Genel Müdürlüğü, bu ilk adımın en doğru şartlarda atılması gereğine inanıyor. Bu yüzden, özel eğitim öğrencilerinin daha nitelikli bir eğitim almaları adına, okulların fizikî imkân ve donanımlarından ders programlarına, ders araç-gereçlerinden yardımcı öğretim materyallerine, öğretmen eğitiminden veli eğitimine kadar pek çok konuda her türlü tedbiri almak için yoğun bir çaba gösteriyor.
Engelli bireylerin ihtiyaçlarını gözeten, ait oldukları sosyal çevre ile kuracakları ilişkileri geliştirici ve güçlendirici katkı ve çalışmalar günümüzde büyük önem taşıyor. Milli Eğitim Bakanlığı Özel Eğitim ve Rehberlik Hizmetleri Genel Müdürlüğü, bu doğrultuda, işitme ve görme engelli bireyler için son derece yararlı iki önemli çalışmaya imza atmış bulunuyor.
15 Nisan 2013’de ABD’de yapılan Boston Maratonu sırasında bitiş çizgisi yakınlarında iki ayrı patlama meydana gelmişti. Olayda 3 kişi hayatını kaybetmiş, 200’den fazla insan yaralanmıştı. Bu patlamada pek çok kişi alt bacak yaralanmaları ve şarapnellere maruz kalmış, bazı yaralıların kulak zarları yırtılmış, en az 13 kişinin bacaklarının kesilmesine (ampütasyon) mecbur kalınmıştı. Bu kişilerden biri de saldırıda sol bacağını dizden aşağı kaybeden profesyonel dansçı Adrianne Haslet-Davis idi.
Bu korkunç terörizm saldırısında ölümün köşesinden dönenlerden biri olan Adrianne Haslet-Davis, “Ben bir kurban değilim; kurtulanım, hayatta kalanım” dedi ve yeniden dans edeceğine ant içti. Şans eseri, bu andını yerine getirmesine katkı verebilecek birisi, Hugh Herr, onun sesini duydu. MIT Media Lab bünyesindeki Biomechatronics grubunun başkanı olan ve kendisi de iki bacağını kaybetmiş bulunan Herr, biyonik çağın lideri kabul ediliyor. Herr, derhal, dansın dinamiklerinin araştırılması için 200 günlük bir çalışma emri verdi. Bu araştırmanın sonucunda, Biomechatronics grubu tarafından Adrianne’a özel bir biyonik bacak tasarlandı. Hugh Herr, “Korkaklar ve alçaklar Adrianne’i 3,5 saniye içinde dans pistinden indirdiler; biz ise 200 günde onu tekrar piste çıkardık.”
Adrianne ve dans partneri Artsiom Chapialiou uzuvlarını kaybetmiş başkalarını da dansa özendirmek, cesaretlendirmek istiyorlar. Siz de onların danslarını izlemek isterseniz, https://www.youtube.com/watch?v=GQyDSrFM4lY adresini ziyaret edebilirsiniz.
Merhabalar sevgili okurlar.
Bildiğiniz gibi, engelli aylığı ve evde bakım ücretlerini düzenleyen 2022 ve 2828 sayılı yasalarda 2013 yılında yapılan değişikliklere göre artık ihtiyaç sahibi bireylere kendi gelirlerine bakılarak değil, aile ve akrabalarının toplam gelirleri ölçü alınarak yardım yapılıyor.
Sivil Toplum Kuruluşları’nın yüzbinlerce kişinin mağduriyetine neden olan bu uygulamanın düzeltilmesi yolunda gösterdikleri yoğun çaba, ne yazık ki, bugüne kadar olumlu bir sonuç getirmedi. 164 Engelli Sivil Toplum Kuruluşu’nca hazırlanmış olan yeni bir yasa tasarısı 2015 yılı başlarında AKP, CHP, MHP ve HDP Grup Başkan Vekilleri’ne ve farklı siyasi partilerden çok sayıda milletvekiline sunuldu. Önerilen yasa değişikliği teklifi, ayrıca, Aile ve Sosyal Politikalar Bakan Yardımcısı ile Yaşlı ve Engelli Genel Müdürü’ne de iletildi.
Beklenen yasa değişikliğinin Meclis’in gündeminde yer bulmaması üzerine; kanun değişikliğinin gerçekleşmesini sağlamak için, 28 Mart saat 13.00’ten 29 Mart saat 13.00’e kadar, 164 Engelli Sivil Toplum Kuruluşu önderliğinde “Uyumuyoruz! Uyarıyoruz!” sloganıyla Türkiye genelinde bir oturma eylemi gerçekleştirildi. Katılanların battaniyelerini kuşanıp 24 saat oturdukları bu eylemlerde engelli, yaşlı ve muhtaçların sorunları ve hakları tartışıldı.
“Terör örgütü PKK, Ağrı’nın Doğubayazıt İlçesi’ne bağlı Karabulak Jandarma Karakolu’na 2 ton patlayıcı yüklü traktörle intihar saldırısı düzenledi. Saldırıda karakolda görevli 2 asker şehit düştü, 31 jandarma da yaralandı. İnfilak eden traktörün parçalarının isabet ettiği evlerde bazı köylüler hafif yaralanırken, intihar saldırısını yapan terörist de parçalandı.”
Yukarıdaki paragraf Gazetemizde dün yer alan bir haberden alındı. Haberde, ayrıca, sekiz askerin durumunun ağır olduğu da bildiriliyordu. Bir başka haberde ise; Mardin'in Midyat ilçesinde askeri aracın geçişi sırasında PKK'lıların yola önceden döşediği mayının patladığı, olayda bir askerimizin şehit olduğu, 8 askerimizin de yaralandığı bildiriliyordu. Yani dün, yalnızca iki haber okuyarak; terörün 4 can daha aldığını, 39 kişinin daha yaralanmasına neden olduğunu öğrendim. Ve bu bana çok ağır geldi…
Yaralıların durumu hakkında detaylı bilgi yok. Kim bilir bunlardan kaçı bacağını, kaçı kolunu, kaçı her ikisini birden kaybetti? Kim bilir kaçı görme ya da işitme yetisini yitirdi? Kim bilir kaçı yaşadıklarının sonucu olarak ruhsal bir bunalım içine girdi? Ve acaba bu otuz dokuz askerin kaçı ona yaşatılan bu acı tecrübenin ardından yeniden hayata tutunmayı başarabilecek?
Savaş ve terör engelliliğe neden olan çok önemli iki faktör. Her ikisi de insan eliyle gerçekleştiriliyor. Yani kader değil… Savaşa ve teröre evet diyerek yeni engelliler yaratmak yerine, savaşı ve terörü engelleyip barıştan yana olmalı tüm yetkililer.
Merhabalar sevgili okurlar.
Türk savaş uçaklarının PKK kamplarına yağdırdığı bombalar ve PKK’nın şehit ettiği TSK ve güvenlik mensupları konuşuluyor televizyon programlarında günlerdir. Gazeteler deseniz yine aynı konudaki haberleri manşetlerine taşıyor. Yani anlayacağınız ben İstanbul’da savaşın haberleriyle bile baş edemezken, özellikle güneydoğuda sınır yakınlarındaki kent ve kasabalarda yaşayanlar hayatlarını o savaşın içinde sürdürmeye çalışıyorlar.
Aklımdaki tek şey bu savaşın daha çok ölüm, daha çok engelli, babasız büyüyecek daha çok çocuk anlamına geldiği… Meselâ Diyarbakır’da devriye görevi yaparken vatandaşların sorduğu soruyu cevaplamak için araçtan indiği sırada vurulan polis memuru Mehmet Uyar geride dört aylık hamile eşini bıraktı. Mehmet 30 yaşındaydı; doğacak çocuğu onu hiç tanımayacak…
Kendisi de polis memuru olan Nedime Uyar’ın fotoğrafları yer aldı dünkü gazetelerde. Bu fotoğraflardan birini köşemde bir kez daha yayınlamak istedim.