Merhabalar sevgili okurlar.
Birleşmiş Milletler, 1990 yılında 1 Ekim tarihini Dünya Yaşlılar Günü olarak belirlemiş bulunuyor. 1 Ekim, o tarihten bu yana ülkemizde ve dünyada “Dünya Yaşlılar Günü” olarak anılıyor.
Sağlıklı ve aktif yaşlanan bir toplum oluşturmak, 65 ve üzeri yaş grubuna yönelik sağlık hizmetlerini geliştirmek ve yaygınlaştırmak amacıyla tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de
“1 Ekim Dünya Yaşlılar Günü” çeşitli etkinliklerle kutlanıyor. Bu yılın önemli etkinliklerinden biri de dün Ankara Meyra Palace Hotel’de gerçekleştirilen “Yaşlı Bakımında İyi Uygulamalar Ağı Kapanış Konferansı” idi.
Avrupa Birliği Bakanlığı tarafından 2008 yılından beri yürütülmekte olan Sivil Toplum Diyaloğu Programı kapsamındaki 55 ortaklık projesinden biri olan “Yaşlı Bakımında İyi Uygulamalar Ağı Projesi” Avrupa Birliği ve Türkiye Cumhuriyeti tarafından ortaklaşa finanse edildi. 12 ayda tamamlanan Proje, Sistem ve Jenerasyon Derneği tarafından yürütüldü. Projenin hedefi; İngiltere, Türkiye ve Almanya’daki yaşlı bakım merkezleri arasında güçlü bağlar kurulması, uzun vadeli işbirliği ve bilgi alış verişinin desteklenmesiydi. “Yaşlı Bakımında İyi Uygulamalar Ağı Kapanış Konferansı”, 12 aylık Proje süresi içinde yapılan çalışmalar ve elde edilen sonuçların geniş bir kitleyle paylaşılması amacını taşıyordu. Konferansta; Yaşlı İstismarı, Zorlayıcı Davranışlar, Aktif Yaşlanma Sosyo-Kültürel Faaliyetler ve Yaşlı Bakımı ve Engellilik konuları ele alındı. Bu konularda Avrupa’daki uygulamalar ve iyi örnekler paylaşıldı.
"Milyonlarca Nefes Teröre Karşı Tek Ses" mitingleri yapmaya hiç gerek yok.
Türk Halkı çoktan tek ses olmuş durumda terör karşısında.
Hatta şunu söyleyebilirim: milyonlarca kalp tek yürek olup çarpıyor her şehidin ardından… milyonlarca kalp aynı acıyı paylaşıyor her şehit ailesi ile… milyonlarca göz aynı kayıp için akıtıyor yaşlarını…
Son kaybımız, şehit Binbaşı Yavuz Sonat Güzel…
Merhabalar sevgili okurlar.
Bugün bu satırlardan iç açıcı bir bayram mesajı ile seslenebilmek isterdim sizlere... Ancak ne yazık ki ülkemizdeki ve yakın çevremizdeki durum elvermiyor buna.
A Haber'e göre 7 Temmuz–14 Eylül arasında 118 güvenlik görevlisini şehit vermiş bulunuyoruz. Çatışmalarda yaralanan ve ölen sivillerin sayısına ise ulaşamadım. Daha da kötüsü, ülkede yaşayanların neredeyse tamamına yakını psikolojik olarak yaralanmış durumda.
Suriye'deki çatışmadan komşu ülkelere kaçan mültecilerin sayısı 4 milyonu geçti. Ülkemizde dilenen, sınır kapılarında bekleyen ya da Avrupa’ya geçmek isterken Akdeniz-Ege sularında boğularak hayatını kaybeden mültecilerin durumu içimizi yakıyor.
Merhabalar sevgili okurlar.
Geçen hafta fizyoterapiye giderken bir reklam panosunda teröre karşı, "Milyonlarca Nefes Teröre Karşı Tek Ses" adlı bir miting düzenleneceğini gördüm. 20 Eylül Saat 16.00’da, Yenikapı’da yapılacağı belirtilen bu mitinge katılabilmeyi çok istedim. Ancak sağlık durumum elvermediği için, ne yazık ki, bu isteğimi gerçekleştiremedim.
‘Mademki gidemedim bu mitinge, ben de televizyondan izlerim’ dedim ve dün Saat 16.00’da televizyon başındaki yerimi aldım. Başladım izlemeye…
Öncelikle şunu söylemeliyim ki, mitinge gelenlere dağıtılan Türk bayrakları inanılmaz güzel görünüyordu ekranda. “Bayrağımız… Görüyoruz değil mi? Yolumuz karlı dağlara düştüğünde kızıllığında ısındığımız, çöllere düştüğümüzde gölgesine sığındığımız, doğumumuzdan düğünümüze ve ölümümüze kadar gözümüzün önünden ayırmadığımız bayrağımız, bu bayrağın yere düşmemesi için hiçbir fedakârlıktan kaçınmadık, kaçınmayacağız.” dedi Sayın Cumhurbaşkanımız mitingde yaptığı konuşmada. Bu sözlerle ne de güzel tarif etti bayrağımızı. Ancak aynı konuşma içerisinde, “Cici çocuk… Siz kimi aldatıyorsunuz ya? Televizyon ekranlarında kimi aldatıyorsunuz?” diyen de, sözü 1 Kasım’daki seçime getiren de yine aynı Cumhurbaşkanıydı. Ben, şahsım adına, Cumhurbaşkanımın ne böyle bir cümle kurduğunu ne de teröre karşı düzenlendiği belirtilmiş bir mitingde sözü seçimlere getirmesini isterdim.
“Bedensel engelli bir birey için yaşamındaki en değerli eşya nedir bilir misiniz? Tekerlekli sandalye… Tekerlekli sandalyeleri ayaklarıdır biz yürüyemeyenlerin. O olmadan ne evin içinde dolaşabiliriz ne de dışarıda.” demiştim 14 Ekim 2013 tarihli, “Tekerlekli sandalyelerimiz…” başlıklı yazımda.
Gerçekten de, tekerlekli sandalye yürüme engelli bir birey için her şeydir. Sosyal hayata katılımı sağlayan en önemli araçtır. Ancak bu aracın işlevini tam olarak yerine getirebilmesi için erişilebilir bir çevre şarttır. Engelliler Hakkında Kanun’da yer alan “erişilebilirlik hükümleri”, ne yazık ki, geçen 10 yıla rağmen uygulanabilir olamamıştır. Başta yerel yönetimler ve kamu kurum/kuruluşları olmak üzere umuma açık hizmet verenlerin erişilebilirlik önlemlerini tamamlamadıklarını görmek, tüm engellilerde hayal kırıklığı yaratmıştır. Tekerlekli sandalye kullanan bir engellinin yollarda, kaldırımlarda, bina girişlerinde yaşadıkları sorunlar pek çok kez dile getirildi. Çok değil iki yıl önce, Ankara Keçiören’de kaldırımlar uygun olmadığından akülü sandalyesi yoldan gitmek zorunda kalan cam kemik hastası Nevzat belediyenin çöp kamyonunun altında kalarak feci şekilde can verdi. Nevzat ölümünün ardından suçlu bulundu. Kimse Nevzatın neden kaldırımdan değil de yoldan gittiğini sorgulamadı. Üstelik Nevzat, kaldırımlar için erişilebilirlik önlemlerini almayla yükümlü Keçiören Belediyesi’nin çöp kamyonunun altında kaldı. Suçlu Nevzat değildi. Kaldırıma çıkabileceği bir rampa olsa idi, kaldırımlar sandalyenin ilerlemesine uygun olsa idi, Nevzat elbette ana yoldan gitmezdi…
Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından 5 Ağustos 2015 günü Sağlık Uygulama Tebliği’nde yapılan değişiklik bizler açısından, yani tekerlekli sandalyesini kendisi kullanmayanlar için, tam bir facia sayılır. Yeni düzenleme, “hafif manuel tekerlekli sandalye ve pediatrik manuel tekerlekli sandalye” bedellerinin SGK tarafından karşılanabilmesi için “tekerlekli sandalyeyi hastanın kendisinin kullanabileceğinin belgelendirilmesi” şartını getiriyor. Bu şart ile artık benim gibi engelliler tekerlekli sandalye ödemesi alamayacak. Aynı şart “standart manuel sandalye” ödemeleri için geçerli değil. Kullanıcıları, standart manuel sandalyelerin ne denli ağır olduğunu bilirler. Bu sandalyeyi örneğin kaldırıp arabanızın bagajına koymak için refakatçinizin sağlam bir beli olmalı. Yürüme engelli bireylerin refakatçilerinin bel, boyun sağlığının ağır kaldırmaktan dolayı bozulduğu unutulmamalıdır. Bu nedenle kullanım kolaylığı için hafif manuel tekerlekli sandalye bizler için vazgeçilmezdir. Belli ki bu şartı koyan yetkililer tekerlekli sandalyenin kullanım amacını bilmekten uzaklar. Ödenekleri devlet bütçesi yararına kısıtlamaktan öte gitmeyecek olan bu uygulama ile tekerlekli sandalye kullanan tüm engellileri mağdur edilmiş olacaklar. Sokaklara bakarsanız kaç engellinin tekerlekli sandalyesini kendisinin kullandığını görürsünüz. Belki bir, belki hiç… Kullanabilecek durumda olsalar bile, kaldırımlar, rampalar, bina girişleri buna izin vermeyecektir.
Merhabalar sevgili okurlar.
Uluslararası bir sivil toplum girişimi olan Best Buddies, Zihinsel ve Gelişim Engelli bireylerle gönüllüleri arkadaş yapan bir program. Kelime anlamıyla “en yakın arkadaş” anlamına gelen bu sivil girişim, hayatımızda yeni bir arkadaşa yer vermeye olanak sağlıyor. Programın amacı, toplumdaki Zihinsel ve Gelişim Engelli bireyleri oldukları gibi kabul etme yolunda adım atılmasına aracı olmak.
25. yılına giren Best Buddies 53 ülkede faaliyet gösteriyor. Kâr amacı gütmeyen bu sivil toplum kuruluşu, zihinsel engeli olan bireylerin zihinsel engeli olmayan bireylerle karşılıklı ve eşit koşullarda arkadaşlık bağları kurmasını hedefliyor. Best Buddies Turkey, bu programın 50. uygulama noktası olarak 2011 yılında kuruldu. Best Buddies International aynı yıl, engelliler ve sosyal dezavantajlı guruplar yararına alternatif ve yenilikçi projeler üretip uygulayan Alternatif Yaşam Derneği’ne (AYDER) 2011 yılı başında Best Buddies Turkey’i oluşturma sertifikasını verdi.
Best Buddies Turkey 5. Akademik Yılı açılışı 9 Eylül Çarşamba Günü; Türkiye’deki sosyal projelere verdiği destek ile bilinen ABD’nin İstanbul Başkonsolosu Charles Hunter, ABD Istanbul Konsolosluğu Kültür Ataşesi Bayan Adrienne Bory ve Best Buddies’in ABD ofisinden Avrupa Koordinatörü Jennifer Allen’ın da katılımları ile Düşler Akademisi Ataşehir Binası'nda yapıldı. Günün programı, Best Buddies Turkey “arkadaşlık elçisi” Kanal D Ana Haber Bülteni Spikeri Gözde Atasoy tarafından sunuldu.
Altmış üç yıllık yaşamımda şahidi olduğum günlerden en kötülerini yaşıyoruz şimdilerde. Ülkemiz ve çevremizdeki ülkeler kan gölüne dönmüş durumda. Üstüne üstlük sevgili gazetem 48 saat içinde iki kez saldırıya uğradı. Hal böyleyken, başka bir konu üzerine söz söylemek gelmiyor içimden.
Neyin ya da kimin silahşorluğunu yaptığını anlamadığım biri bir gazetedeki köşe yazısında; bu ekranı paylaştığım, gazetemin değerli yazarlarından birine “İstersek seni sinek gibi ezeriz. Bugüne kadar merhamet ettik de hala hayatta kalabiliyorsun.” diye seslenebiliyor. Ve yetkililerin hiçbirinden en küçük bir ses bile çıkmıyor… Söyler misiniz şimdi ben nasıl inanacağım demokrasinin varlığına ve her dakika tekrarlanan “burası bir hukuk devletidir” ve “hukuk ne derse o olur” söylemlerine…
Gazetemize yapılan ilk saldırının en acı yanı belki de bir milletvekillinin önderliğinde ve kendisinin ağzından çıkan tehditler eşliğinde meydana gelmiş olması. Eğer demokrasimiz işliyor olsaydı bu milletvekilinin, hiç olmazsa, partisi tarafından cezalandırılması gerekirdi. İkinci saldırının ardından ise 2 gün içinde 20 kişi gözaltına alındı. Ve dün, bu 20 kişinin tamamı ifadelerinin alınmasının ardından savcılık talimatıyla serbest bırakıldı… Kim bilir, belki de benim haberim yok… Belki de gazete binası basmak, cam çerçeve indirip tehditler savurmak demokratik bir hak bizim ülkemizde…
Ben Hürriyet gazetesiyle büyüdüm. Rahmetli eşim hem Milliyet gazetesinde Abdi İpekçi ile hem de Hürriyet gazetesinde Çetin Emeç ile çalışmıştı. Terörün insanın sevdiklerini, meslektaşlarını, dostlarını elinden almasının ne demek olduğunu biz daha o yıllarda acı bir şekilde öğrenmiştik. Bu yüzden, ülkemizin en köklü gazetelerinden biri olan çalıştığım kuruma yapılan, en hafif tabiriyle, haksız ithamlar beni derinden yaralıyor.
Yönetim Kurulu Başkanımız Vuslat Doğan Sabancı’nın dün gazetemiz önünde hepimiz adına verdiği sözü kendi adıma da tekrarlamak isterim:
“Hedef göstermeler, baskınlar, saldırılar, taşla sopayla yapılan sindirme girişimleri bizi korkutmaz, korkutamayacak. Tek amacımız var: Okurlarımıza ve izleyicilerimize en doğru bilgiyi en hızlı biçimde vermeye gayret göstermek. Bu görevimize aynı kararlılıkla devam edeceğimizden hiç kimsenin şüphesi olmasın.”
Çünkü ben eşim Özer Yelçe’den öyle gördüm… tıpkı onun Abdi İpekçi’den ve Çetin Emeç’ten gördüğü gibi…
Merhabalar sevgili okurlar.
Geçtiğimiz hafta tüm dünya Bodrum sahillerine vuran bebek cesedi ile ilgili haberle çalkalandı. Minik Aylan’ın sahilde uyurmuşçasına yatan cansız bedeni, mülteci dramını görmezden gelenlerin gözlerinin içine soktu.
Savaşın ya da terörün bedelini en ağır ödeyenler her iki durumda da hiç payı olmayan çocuklar ne yazık ki. Onlar, yalnızca, onları hiç düşünmeyen büyüklerin kurbanı… Dünyanın bir başka yerinde oyunlar oynarken arkadaşları, ölüme gidiyor aralarından bazıları… Oysa “çocuk”, dünyanın her neresinde yaşarsa yaşasın yine çocuktur. Hiçbirinin yaşam hakkı diğerininkinden daha az değildir. Ancak, böyle düşünmeyenlerin sayısı hiç de az değil. İşte size sosyal medyadan alınmış bir örnek:
Babasının terör örgütü üyesi ya da katil olması hiçbir çocuğu bağlamaz. Hepsi masumdur çocukların… Ve eğer taşıyamıyorlarsa bu masumiyeti yetişkinliklerine, kabahat onlarda değildir. Bunu hepimizin kabul etmesi gerekir. Rakel Dink'in Hrant Dink’e veda konuşmasında söylediği gibi: "Yaşı kaç olursa olsun, 17 veya 27; katil kim olursa olsun, bir zamanlar bebek olduğunu biliyorum. Bir bebekten bir katil yaratan karanlığı sorgulamadan hiçbir şey yapılamaz…"
İşte bu masum çocuklar yaşamak istiyorlar… Savaş istemiyorlar…