Ayşegül Domaniç Yelçe

Türkiye’nin Engelsiz Kapısı: TBMM

16 Şubat 2015
Merhabalar sevgili okurlar.

Geçtiğimiz yılın sonlarında Türkiye Büyük Millet Meclisi Protokol Başkan Yardımcısı Yeşim Uslu bana “Engelsiz Meclis” anlayışı çerçevesinde hayata geçirilen uygulamalarla ilgili bilgi ilettiğinde, TBMM’ni ziyaret etmeye karar verdim. Ancak geçirdiğim rahatsızlık bu ziyareti bir süre ertelemek durumunda bıraktı beni. Sonunda, geçen hafta Ankara’ya gidebildim ve TBMM’ni ziyaret ettim.

Meclis’te, Yeşim Hanım ve beraberindekiler kapıda karşıladılar beni. TBMM Genel Sekreteri İrfan Neziroğlu ve TBMM Basın, Yayın ve Halkla İlişkiler Başkanı Ali Özer beni makamlarında kabul ettiler. Engelsiz Meclis uygulamaları kapsamında;

- TBMM İnternet Sitesi’nde görme engelli yurttaşlar için özel bir bölümün hizmete sunulmuş,

- TBMM yerleşke ve binalarının engellilerin kolay erişimi için yeniden düzenlenmiş,

- Engelli, yaşlı ve hasta ziyaretçilere yönelik özel banko hizmeti uygulamasına başlanmış,

- Tüm personele engellilerle doğru iletişim konusunda eğitim verilmiş,

Yazının Devamını Oku

Darülaceze 120 yaşında

13 Şubat 2015
Merhabalar sevgili okurlar.

Kurulduğu günden bu yana din, dil ve ırk farkı gözetmeksizin 72 bin kişiye yuva olmuş bulunan Darülaceze 120 yaşına ulaştı. Bu köklü kurum kuruluşunun 120’nci yılını 2015 yılı boyunca düzenleyeceği 120 etkinlikle kutlayacak.

"Darülaceze 120’nci Yılını Kutluyor" kapsamındaki etkinliklerin açılışı, kurucusu Sultan Abdülhamit Han'ın ölüm yıldönümü olan 10 Şubat Salı günü Darülaceze Kültür Merkezi'nde düzenlenen bir programla gerçekleştirildi. Program, sakinlerin ünlü Ressam İsmail Acar önderliğinde 120’nci yıla özel olarak hazırladıkları, ''120 Yıl 120 Suret'' adlı resim sergisi kapılarının konuklara açılması ile başladı. Sergide sakinlerin, o güne kadar tamamlanmış otuz adet tablosu yer aldı. Yıl boyu devam edecek ve tablo sayısı giderek artacak olan Sergi, konukların büyük ilgisini topladı.

Sunuculuğunu İnci Ertuğrul'un yaptığı programda, Darülaceze'nin insana verdiği değer ile dünyada eşi benzeri olmayan bir kurum olmasına vurgu yapıldı. Ertuğrul ''Yıldönümleri önemlidir.Özellikle 120 yılı geride bırakan kurum temeline insana verdiği değeri koymuş ve bu düşünceyi sürdürmüşse, bu 120 yıl daha da değerli oluyor. Şefkat ve muhabbet kalbin bereketidir.'' diyerek tüm davetlileri selamladı. Kısa bir tanıtım filmi ile Darülaceze'nin kuruluşu ve bugünkü durumu anlatıldı.

DARÜLACEZE 120 YAŞINDA / HÜRRİYETTV

Açılış konuşmasını gerçekleştiren Darülaceze Başkanı Dr.Aylin Çiftçi '' Sultan Abdülhamit Han Darülaceze'yi o kadar güzel kurgulamış ki, bizler ancak üzerine daha neler ekleyebiliriz diye düşünüyoruz. Hem Darülaceze geleneklerini yaşatmak, hem de yeni çağa ayak uydurmak için geçmişimizi gelecek nesillerle buluşturmak istiyoruz. Amacımız Darülaceze'yi tanımak, tanıtmak ve Darülaceze felsefesini paylaşmaktır.'' diyerek katkıda bulunanlara teşekkür etti. Başkan Çiftçi 2015 yılında gerçekleştirilmesi düşünülen 120’nci Yıl Etkinlikleri’ni, her aya yaklaşık bir büyük etkinlik planlanmakta olduğunu söyleyerek, 12 ana başlık altında özetledi.

1. 120’nci yıl Kültür Sanat Buluşmaları
- Darülbedai’nin 100’üncü ve Darülaceze’nin 120’nci Yılı kapsamında İ.B.B Şehir

Yazının Devamını Oku

“Haatchi ve Küçük Dostu”

9 Şubat 2015
Merhabalar sevgili okurlar.

1924 yılında Tokyo Üniversitesi'nde görev yapan Japon profesör Hidesabura Ueno, tren istasyonunda bulduğu küçük bir köpek yavrusunu evine götürdü. Profesör Ueno minik köpeğine, Japonya'da ''sekiz tane'' anlamına gelen Hachiko adını koydu.

Safkan Akita cinsi beyaz bir erkek köpek olan Hachiko, her sabah üniversiteye gitmek için evden tren istasyonuna yürüyen sahibine eşlik etti. İstasyonun dış kapısına kadar getirdiği sahibini uğurladıktan sonra tekrar evine döndü. Çok geçmeden bir akşam üniversite dönüşünde Profesör, Hachiko'yu istasyon çıkışında kendisini beklerken gördü ve çok şaşırdı. Bu akıllı ve şirin köpek sahibinin akşam eve dönüş saatlerini hesaplayarak istasyonun önüne gitmişti. Ondan sonraki bir yıl boyunca her sabah sahibini istasyona kadar götürdü, her akşam iş çıkışında da istasyonun önünde karşıladı. Saatini bir dakika olsun şaşmadı. Ne olursa olsun o istasyonun önüne sahibini karşılamaya gitti. Tren sesleri duyulduğunda seslere kulak kabartıyor ve istasyonun önünde yattığı kaldırımlardan ayağa kalkıyordu. Biliyordu ki, sahibi biraz sonra o kapıdan geçerek yanına gelecekti. Ama bir akşam, sabah neşeyle uğurladığı Profesör iş çıkışında o trenden inmedi. Hachiko, bütün gece istasyonun karşısındaki her zamanki yerinde biricik sahibini bekledi. Bir sonraki akşam yine yoktu Profesör. Üçüncü akşam açılan istasyon kapısından yine gelmedi. O masum köpek, Profesör’ün üniversitede kalp krizi geçirip öldüğünü nereden bilebilirdi ki...

Haftalar, aylar geçmek bilmedi. Hackiko, her gün sahibini o istasyonun önünde bekledi. Tam 10 yıl boyunca… Ama sahibi ona geri dönmedi. Ve Hachi, 12 yaşında o tren istasyonunun önündeki soğuk kaldırımlarda sahibini beklerken, öldü. Japonlar, ölümünün hemen ardından, Hachiko'nun heykelini sadakat ve insan-hayvan ilişkisinin sembolü olarak Shibuya İstasyonu'nun karşısına diktiler.

Profesör Ueno Hachiko ile beraberliklerinin yalnızca bir yıl süreceğini bilmiyordu. Ama onlar bu kısa zaman içinde muhteşem bir ilişki yaşadılar ve dünya tarihine konu olacak kitaplara ve filmlere ilham verdiler.

Yazının Devamını Oku

“Yılın Genç Bürokratı Ödülü” Kenan Önalan’ın

6 Şubat 2015
Merhabalar sevgili okurlar.

Genç Bürokrat Dergisi tarafından düzenlenen “2014 Yılın Bürokratları” ödülleri 30 Ocak 2015 tarihinde Ankara’da gerçekleşen törende sahiplerini buldu. “Yılın Genç Bürokratı Ödülü”ne, Türkiye’nin görme engelli ilk üst düzey bürokratı olan Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Bakanlık Müşaviri Kenan Önalan lâyık görüldü.

Kenan Önalan, 1977 yılında Malatya’da doğdu. Ailesindeki kan uyuşmazlığı nedeniyle

7 yaşında görme yetisini kaybetti. İstanbul Yeşilköy 50. Yıl Lisesi’nden mezun olduktan sonra Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’ne girdi. 2 yıl okuduktan sonra, okulu bırakarak, burslarımdan biriktirdirdiği para ile Kanada ve ABD’ne gitti. Yurtdışında bulunduğu yıllarda bir organizasyon firması ve bir radyo kurdu ve yaklaşık 6 yıl bunların yöneticiliğini yaptı. 2005 yılında eğitimimi tamamlamak üzere Türkiye’ye döndü. 2009 yılında Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden mezun oldu ve aynı yıl Başbakanlık’ta Basın ve Halkla İlişkiler Müşaviri olarak çalışmaya başladı. Halen, yukarıda da ifade ettiğim gibi, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nda Bakanlık Müşavirliği görevini yürütüyor.

Kenan Önalan, “Yılın Genç Bürokratı Ödülü”ne Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’ndaki öncü çalışmaları ve engellilere yönelik hizmetlerinden dolayı layık görüldü. Kendisini ben de gayet iyi tanıyorum. Özellikle engellilik konusundaki önyargıları yıkmak için var gücü ile çalıştığını biliyorum. Önalan’ın engellilikle ilgili düşüncelerini özetleyebilmek için; Engelsiz Sanat Derneği’nin “Yorgan Altındakiler” projesi kapsamında verdiği bir röportajda kendisine yöneltilen “Sizce, Türkiye’de toplumun genel olarak engellilik algısına bakış açısı nasıl?” sorusuna verdiği cevabı sizlerle paylaşmak istiyorum:

Yazının Devamını Oku

Kibele Dergisi Öykü Yarışması sonuçlandı…

2 Şubat 2015
Merhabalar sevgili okurlar.

Kibele Altınokta Dergisi 25.Gümüş Sayı onuruna -yalnızca görme engellilere açık olarak- düzenlenen görme engelli kadının yaşam mücadesi konulu öykü yarışması sonuçlandı. Ödüller 17 Ocak 2015 tarihinde Altınokta Körlere Hizmet Vakfı Konferans Salonu’nda düzenlenen törenle sahiplerini buldu.

Benim de aralarında bulunduğum altı jüri üyesi, yapılan titiz değerlendirme sonucunda, yarışmaya katılan 61 eserden 5’ini ödüle değer buldu. Değerlendirme yapan diğer jüri üyeleri; İstanbul’dan öykü yazarı Gaye Boralıoğlu, İzmir’den öykü yazarı Atiye Tümüklü, Adana’dan yazım dersleri konusunda uzman Ayşegül Kanat, Ankara’dan Türkçe öğretmeni Aysun Yeşilyayla ve Dergi’nin Yazı Kurulu Üyesi Zeynep Yıldırıcı idi.

Yarışmanın birincisi, “Hece Hece Büyümek” adlı öyküsüyle Ayşe Çelik oldu. Çelik, engeline karşın dimdik sürdürdüğü yaşam mücadelesini anlattığı öyküsünde; “Görmemenin ayıp, hata, başarısızlık olduğunu düşündüren insanlara bugün bakıyorum da aklıma şu soru geliyor: Görmemek sorun da düşünmemek sorun değil mi? Onların beni ömür boyu iç dünyama teslim edecek tavırlarında kalsaydım, ne okul ne de iş hayatım olurdu. O insanlar çocukluğumu bir çocuk gibi yaşamama izin vermedi ama beni düşündürdü, bana başka hayatlarda olma hayali kurdurdu. Hayaller hayaller... İşte bana göre insanın hedefine ulaşmak için sahip olması gereken en önemli araç. Beni çevre içerikli bir benden kopartan hayaller...” diyor ve sımıkı sarılıyor hayallerine. “Genel olarak insanlar kendilerine şans verilmesini isterler diğer insanlardan. Oysa biz kendimize şans vermezsek beklenti merkezli bir hayatın esiri olmaz mıyız?” diyen yazarımız kendine hak ettiği şansı veriyor ve başarmak istediği herşeyin üstesinden gelebiliyor.

Yarışmanın birincisi olan öyküden kendimle birebir özdeşleştirdiğim bölüm ise şöyle: “Engelim uyku dışında her anımda karşıma çıkmasına rağmen hiçbir zaman bunun için oturup üzülmedim. Bir an hariç. Annemi kaybettiğimizde hastaneye, mezara gidememiştim. Son olarak görmek için çıktığım cenaze arabasının içi karanlıktı. Ne kadar ışık tuttularsa da seçemedim. Sadece elimle dokunabildim. İşte buna kahroldum.” Evet, ben de annemin, babamın, kardeşimin mezarlarının başına gidemediğim için kahroluyorum. Sevdiğim birisi hastalandığında onunla birlikte hastanede kalamadığım için kahroluyorum. Kızımı kucaklayamadığım için canım çok yanıyor. Ayşe Çelik; “Ama ben, son nefesime kadar az görmeme rağmen çok düşünmekten, hayatın ana caddelerinde inadına yürümekten asla vazgeçmeyi düşünmüyorum.” diyerek bitiriyor öyküsünü. Bu konuda da kendisine katılıyorum. Ben de asla vazgeçmeyi düşünmüyorum…

Yazının Devamını Oku

Tekerlekli sandalyeleri ayaklarıdır biz yürüyemeyenlerin…

30 Ocak 2015

14 Ekim 2013 tarihinde “Tekerlekli Sandalyelerimiz” başlıklı bir yazım yayınlanmıştı bu köşede. O yazıda, yürüme işlevini yitirmiş bedensel engelliler için tekerlekli sandalyenin ne denli önemli olduğuna değinmiş ve Toplusal Haklar ve Araştırmalar Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Sevgili Hakan Özgül’ün konu ile ilgili yazdıklarını paylaşmıştım. Dün aldığım bir

e-posta mesajı işte o yazıyı çağrıştırdı bana…

Uzun yıllardır tekerlekli sandalye kullanan okurum Mine Bülbül, akülü bir tekerlekli sandalye edinmek istiyor ve bunun için öncelikli olarak gereken doktor raporunu alıyor. Ardından kullanımına uygun sandalyeyi seçiyor ve geri ödeme için faturaları ile birlikte SGK’ya başvuruyor. Ancak, gerekli tüm belgelerin hazır olmasına karşın, hiç beklemediği kötü bir sürprizle karşılaşıyor. SGK yetkilisi kendisine SGK’nın deposunda iade malzemeler bulunduğunu ve bunların içinde akülü tekerlekli sandalyeler de olduğunu, bu sandalyelerden birini seçmesini, SGK’nın yeni bir sandalye için ödeme yapmayacağını söylüyor. Okurum “neden” diye sorduğunda, “kural bu” yanıtını alıyor.

Mine Bülbül SGK’nın deposundan iade edilen kullanılmış bir akülü sandalye alıp evine dönüyor. Bütün bunlar geçtiğimiz Kasım ayında oluyor, yani üç ay önce. Ancak okurum arızalı çıkan akülü sandalyeyi asla kullanamıyor. SGK akülü sandalyeyi kendilerine teslim ederken herhangi bir garanti belgesi vermemiş. SGK yetkilisine akülü tekerlekli sandalyenin arızalı olduğunu bildirip garanti belgesini istemişler. Ama yetkili “garanti belgesi yok, yasa gereği o artık sizin” diyerek yanıtlamış onları. Tamir için başvurdukları yetkili bayi ise sandalyenin tamirinin mümkün olmadığını söylemiş.

Okurum: “Bağımsız evden çıkmamı sağlayacak olan ve beş yıllığına bizim olacak olan akülü tekerlekli sandalye arızalı… Yine evden dışarı yardımsız çıkamıyorum. Üstelik SGK ödemeli araç alma hakkım da artık yok. Bana yaşatılan bu haksızlık karşısında susmak istemiyorum. Bizlere yapılan bu insanlık dışı muamelenin tek sorumlusu olan SGK yetkililerine, ‘Siz olsanız kullanılmış bir akülü tekerlekli sandalyeyi gidip SGK’nın deposundan alır mısınız?’ diye sormak isterim.” diyor.

Yazının Devamını Oku

Social Inclusion Band ve Yeni Yüzü

26 Ocak 2015
Merhabalar sevgili okurlar.

Alternatif Yaşam Derneği’nin bir süredir engellilerin hayallerini gerçekleştirmek adına oluşturduğu Düşler Akademisi’nin en keyifli çıktılarından biri Social Inclusion Band, yani dezavantajlı grupları da içinde barındıran bir müzik grubu…

Kemal Mallı kendisi de sosyal dezavantajlı kesimden gelen yakışıklı bir genç. Eskiden sadece müzik dinlemeyi çok seven bir çocuk iken, Düşler Akademisi’nin DJ Atölyesi’nde ve müzik atölyelerinde aldığı müzik eğitiminin ve Alternatif Yaşam Derneği’nde yıllardır üstlendiği çeşitli görevlerin ardından Social Inclusion Band’in başına getirilmiş. 19 Ocak akşamı Babylon’un kapısında bizleri yeni sorumluluğunun gururuyla karşılıyor. Defalardır Social Inclusion Band’e ev sahipliği yapan Babylon ve kadrosu da artık engelli gruplarla çalışmanın doğallığını öğrenmiş. Hem mimari koşullar açısından gereken tüm uyarlamalar yapılmış hem de mekânın tüm ekibi her türlü durumu sıradan kabul eder olmuş.

Babylon’a girdikten sonra ortamın gerek servis kalitesi gerekse izleyici olarak herhangi bir Babylon konserinden farklı olmadığı görülüyor. Ve konser başlıyor… Grubun Müzikal Direktörü Şentürk Öztaş önce orkestra elemanlarını ardından da teker teker solistleri tanıtıyor. Daha önce gittiğim Social Inclusion Band konserlerinde engelli olan ve olmayanı kolayca ayırabilirken, bu kez bunu yapamıyorum. Yapılmış olan ince düzenlemeler sonucu, sahneye çıkan müzisyenlerin ve harika seslerin hangilerinin engelli ya da sosyal dezavantajlı bireyler olduklarını anlayamıyorum. Oysa herhangi bir engelli derneğinin bir etkinliğine gittiğimizde, üzülerek de olsa, kişinin performansından önce engeline bakarız. Sesini ve müzik yeteneğini dikkate almaksızın alkışlarız onu. Halbuki bu sefer müziğin keyfini çıkarttım. Ve yalnızca yaptıkları müzik için alkışladım Social Inclusion Band üyelerini.

Yazının Devamını Oku

Hayvanların da hakları olduğunu unutmamalıyız…

23 Ocak 2015
Merhabalar sevgili okurlar.

Birkaç gündür hep uyumak istiyorum. Artık epey yaşlanmış olan kedim Chianti de benden pek farklı değil. Akşama doğru bir ara uykulu gözlerle birbirimize baktığımızı fark ettiğimde, acaba mutlu mu Chianti diye düşündüm... Onu ne kadar sevdiğimi biliyor mu? Ona iyi bakabiliyor muyum? Sonra bir fotoğraf geldi gözümün önüne, geçenlerde gördüğüm bir kampanya fotoğrafı.




İstanbul Üniversitesi Hayvan Deneyleri Yerel Etik Kurulu ve Deneysel Tıp Araştırma Enstitüsü Laboratuvar Hayvanları Bilimi Anabilim Dalı tarafından Araştırıcılar için düzenlenecek olan “Deney Hayvanları Kullanım Sertifikası” eğitim kursunun iptal edilmesine yönelik bir dilekçe kampanyasında kullanılan fotoğraf bu. Deney hayvanlarının eziyet çekmesine vicdanı razı değil kampanya düzenleyicilerinin. Ülkemizde deney hayvanlarının hakları 15 Şubat 2014 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan “Hayvan Deneyleri Etik Kurullarının Çalışma Usul ve Esaslarına Dair Yönetmelik” ile düzen altına alınmış olsa da, düzenleme eziyeti ancak asgariye indiriyor. Çok acı çeken ya da tedavisi mümkün olmayacak seviyede zarar gören deney hayvanlarının hayatlarına son verilmesini öngörüyor. Dilekçe sahiplerinin önerisi; hayvan testleri yerine, insan sağlığı ile ilgili daha doğru bilgiler verdiği kanıtlanmış olan yöntemlere rağbet edilmesi.

İnsanoğlunun kendini diğer varlıklara üstün görmesinin en acı örneklerinden birine yine geçtiğimiz hafta içinde rastladım. Çekilen resimleri köşeme taşımak bir yana, kendim bile bakamadım. Konuya yönelik başlatılan imza kampanyasının düzenleyicileri de benim gibi hissetmiş olacaklar ki, kampanya sayfasında hayvancağızın resmine yer vermemişler. Evet, bir ilçemizde peşinden kovalayan avcılara yakalanmamak için koşarken kendini bir mahalle arasında bulup mahallenin gençleri tarafından taşlanarak öldürülen yavru domuzdan bahsediyorum. İnsandan kaçarken insana yakalanan suçsuz bir canlı... Hani yaratılanı seviyorduk Yaradan’dan dolayı?

Yazının Devamını Oku