Ayşe Aral - Kelebek

İki sihirli kelime

14 Ocak 2016
Nasıl oldu, neden oldu anlamakta zorluk çekiyorum. Hangi ara bu kadar sevgisiz, mutsuz ve hatta tahammülsüz bir toplum olduk? Empati yeteneğimizi kaybettik...


Neden mi böyle başladım bugünkü yazıya sevgili okurlarım. Bilmem siz ne düşünüyorsunuz ama dünyanın en güzel şehrinde, güzelim İstanbul’da, çarşıda, pazarda, sokakta ışıksız bakan öfke dolu yüzler görüyorum. Hemen kızan, hoşgörüsüz, teşekkür edeni yok denecek kadar az, selamsız, doğal olarak da “sevgisiz”...
Sevmek... Bize bağışlanan en yüce duygulardan biri... Yaşamımıza renk katan efsanevi kelime... Sevmek ve sevildiğini hissetmek, hissettirmek.
Sevgi dolu insanlardık aslında, yüreğimiz hep bu ışıltılarla doluydu. Peki, ne oldu da değiştik, karardık...
Halbuki ne güzeldir “seni seviyorum” diyebilmek. Bu iki kelimeyi kullanmaktan korkmasak, içimizden geldiği gibi ve hissettiğimiz anda söyleyebilsek... Çok mu zor?
“Seni seviyorum” öyle sihirli ve güçlü iki sözcüktür ki aslında... “Teşekkür ederim” de aynen öyle. Söylendiği anda karşımızda akan suları bile durdurur anında. Eşimize, evladımıza, sevgilimize, öğretmenimize, köpeğimize, kedimize, çiçeklere, büyüklerimize, tüm sevdiklerimize söyleyelim her içimizden geldiğinde; duraksamadan, “acaba tepkileri ne olur” ya da “çok söylersem etkisi azalacak” diye düşünmeden.
Olabilir mi hiç öyle bir şey, etkisi azalabilir mi hiç! Ne kadar sık kullanılırlarsa insanın içini o kadar okşar, ilişkileri düzene sokar, uzakları hemen yakınlaştırır, mesafeleri yok eder. Ne güzel bir şeydir bu iki kelimelik sözleri sıkça kullanabilmek, alışkanlık haline getirip gönülden söyleyebilmek.

Yazının Devamını Oku

Buyrun menopoza

8 Ocak 2016
Geçenlerde bir yazı yazmıştım, bir türkü için.

İçinde menopozda olduğumu yazmıştım.
Vallahi billahi, türküden çok menopoz halim ilginizi çekti.
Ne çok e-posta geldi...
Sadece hemcinslerimden değil, “yahu karım menopozda böyle giderse biz boşanacağız” ya da “şöyle böyle oluyor eşime, size de oluyor mu? diyen erkeklerden...
Türkülerin duygusallığı bir yana, herkes gerçek hayatın, yaşananın peşinde aslında.
Ve evet gelelim menopoza.
Ben 44 yaşındaydım, 5 Şubat’ta kısmetse 45.

Yazının Devamını Oku

Yine öyle bir sabah

5 Ocak 2016
Geçen sabah yine erkenden uyandım. Erkenden menopoza girdim gireli hâl bu bende.

Bir anda bir şeyler oluyor, sanki biri kafamdan aşağı kovayla su döküyor.
Ben de “ay aman ne oluyor” diye yataktan fırlayıveriyorum.
Hâlbuki su döken falan yok.
Olan şu... Terlemişim ama 100 kişilik! Hemen duş ve bir kahve...
Sonra oturdum camın önüne. Pencereden bir baktım, İstanbul bembeyaz. Ne güzel dedim kendi kendime...
Bakalım kaç gün sürecek bu hava diye televizyonu zaplıyorum, bir kanalda türküler var...
Ne zaman türkü dinlesem dedem gelir aklıma ve hüzün...

Yazının Devamını Oku

Güzel ülkemde

30 Aralık 2015
Her yeni yılda olduğu gibi yepyeni dilekler var yüreğimde...

Ama bu yıl en önemli dileğim BARIŞ... SEVGİ... HUZUR...
Artık analar ağlamasın istiyorum...
Belki ütopik olacak ama yoksulluk bitsin istiyorum...
Evine ekmek alamayan kalmasın...
Parasızlıktan okuyamayan öğrenci kalmasın...
Şehit haberleri dağlamasın kalbimizi...
Metrobüsten, kalabalıktan korkmasın insanlar...

Yazının Devamını Oku

O sopayı bana verecekler

25 Aralık 2015
Kanım dondu görüntüleri izleyince. Gözlerimi kapattım, görmek istemedim.

Yüreğim burkuldu, yutkunamadım...
Kayseri’deki cani kadından bahsediyorum anladığınız gibi. O vahşi kadının kocası Allahtan uyanmış işe de, gizli kamera koymuş eve.
O iki küçük çocuğa yaptıkların yüzünden zaten cezanı çekeceksin de senin cezan asıl öbür dünyada olacak.
5 yaşındaki yavrucak altını ıslattı diye ağzını burnunu elleriyle kapatarak boğmaya çalıştı bu aşağılık kadın.
Tekme tokat, yumruklarla dövdü elleri kırılasıca...
İçim daraldı, nefesim kesildi...
Çocuklara dokunan o ellerini kırmak istedim. O sopayla seni evire çevire dövmek istedim.

Yazının Devamını Oku

O adama güvenme... Güvenme!

24 Aralık 2015
Bir dizi seyrediyorum, seyrettiğim diğer 50 kadarının yanında...

Bunun tadı farklı diğerlerinden... Duygu yüklü, vurmacalı kırmacalı değil. Son zamanlarda çok moda olan Amerikan dizilerine benzemiyor. Bilim kurgu, fantastik değil. Aşk konulu.
Seyredeniniz vardır. Seyretmeyenleriniz için ön bilgi. Öncelikle adı “The Affair”... (Affair ilişki, yani kaçamak ilişki, ukalalıktan yazmadım bu açıklamayı da, neticede herkes İngilizce bilmek zorunda değil!)
Bilirsiniz ki Amerika’da ve hatta diğer ülkelerde aldatılma olduğunda ortalık birbirine girer, büyük olay kopar. Bizdeki gibi vah vah, Nişantaşı’nda iki salata, üç beş dedikodu, “ah şekerim çok üzüldüm”le geçmez... Bir kere aldatan adamın mal varlığı büyük tehlikeye girer ve çocuk ya da çocukların velayetleri çok önemli konu olur.
The Affair’ın kısaca konusu şu:
Adam dört çocuklu, zengin bir hatunla evli, fazlasıyla da mutlu...
Ama kayınpederinin yazlık evine gittiğinde, bir lokantada gördüğü garson kıza abayı yakıyor. O derken, bu derken aşk başlıyor. Adam yuvasını yıkıyor. Ha bu arada, garson kız da evli! O da yuvasını yıkıyor; sonrasında ne aşk ne aşk...
Kayboluyorlar aşkın içinde, o gizemde... O heyecanda, o delilikte...

Yazının Devamını Oku

Belgesel...

18 Aralık 2015
Zaman zaman hepimiz gibi ben de belgesel izliyorum.


Bilhassa hayvanlar ile ilgili olanları izlerken adeta büyüleniyorum.
Bizlerin yaşamında da çok önemli olan “iki aşamayı” bakın can dostlarımız nasıl gerçekleştiriyor...
EŞ BULMAK...
Hemen hemen her birimiz belli yaşlara gelince bir şekilde “eş” buluruz. Görücü usulü olur, okulda olur, işyerinde olur, çoğunlukla tesadüf olur, öyle olur böyle olur...
İzlediğim bir bölümde cennet kuşları anlatılıyordu. Papua Yeni Gine’de yaşayan bu sevimlilerde, dişilere kur yapma süreci oldukça ilginç ve farklı işliyormuş.
Bir kadın olarak kıskanmadım desem yalan olur vallahi...

Yazının Devamını Oku

İki lanetli atlet

11 Aralık 2015
10 Aralık, Dünya İnsan Hakları Günü’ydü ancak önemini ne kadar biliyoruz tartışılır elbette. Bugüne özel, hepimizin bildiği ibretlik bir yaşanmış hikâyeyi sizlerle tekrar paylaşmak istiyorum.

Olaydan yıllar sonra bu hikâyeyi okuduğumda çok etkilenmiştim. Hatta bu birlik ve beraberlik ruhunu ülkem insanı adına kıskanmıştım...
İşte o beni çok etkileyen, düşünülmesi, tartılması hatta özellikle de şu günlerde ders çıkarılması gereken “iki lanetli atletin eylem kardeşliği” hikâyesi...
Yıl 1968 Mexico City Olimpiyatları...
200 metre finali koşulmuş. Amerikalı (siyahi) atletler Tommie Smith ile John Carlos birinci ve üçüncü gelirken, ikinciliği Avustralyalı (beyaz) Peter Norman kazanmış. Buraya kadar her şey normal. Ancak madalya töreni için bekledikleri sırada Carlos, Peter Norman’ın yanına gelerek soruyor:
- İnsan haklarına inanıyor musun?
- Evet, inanıyorum.
Bunun üzerine, iki siyahi atlet kafalarındaki eylem planını açıklıyor, Norman da tereddütsüz katılıyor:

Yazının Devamını Oku