Paylaş
Bir anda bir şeyler oluyor, sanki biri kafamdan aşağı kovayla su döküyor.
Ben de “ay aman ne oluyor” diye yataktan fırlayıveriyorum.
Hâlbuki su döken falan yok.
Olan şu... Terlemişim ama 100 kişilik! Hemen duş ve bir kahve...
Sonra oturdum camın önüne. Pencereden bir baktım, İstanbul bembeyaz. Ne güzel dedim kendi kendime...
Bakalım kaç gün sürecek bu hava diye televizyonu zaplıyorum, bir kanalda türküler var...
Ne zaman türkü dinlesem dedem gelir aklıma ve hüzün...
Ağlatır türküler beni.
Babam da türkü severdi.
Amcam, of fena türkücüydü. Güzel saz çalardı.
Neşet Ertaş, Arif Sağ sıkı dostlarıydı.
Sonra o an çalan türküde kalıyorum, yabancı değil bana ve dinlemek istiyorum. Tam da sipariş vermişim de gelmiş gibi, çalan türküye bakın:
“Alçaklara kar yağıyor üşümedin mi? Sen bu işin sonunu düşünmedin mi?”
Evet, muhtemelen herkesin bildiği bir türkü ama bende garip bir merak uyandırıyor.
Cahilim, acaba bu güzel türkünün de bir hikâyesi var mı diyorum?
Baksana “sonunu düşünmedin mi” diyor, sonu nedir ki?
Bizler de hayatta bir sürü şey yapıyoruz sonunu düşünmeden, acaba bunun sonu nasıl bitmiş?
Hemen araştırmaya başlıyorum...
Hadi hazırlayın mendillerinizi...
Bundan 70-75 yıl önce yaşanmış bir hikâyeymiş...
Halime kız ile Hacı beyin hikâyesi...
Halime, Zonguldak ili Çaycuma ilçesi Perşembe beldesinin ileri gelen ailelerinden birinin kızıymış...
Güzelliği dillere destan bir genç kızmış.
Perşembe’nin ileri gelen ailelerinin oğlu memur Nuri beyle görücü usulü nişanlıymış.
Ama bizimkinin gönlü onda değilmiş, Hacı beydeymiş.
Hacı beyin gönlü Halime’ye, Halime’nin gönlü de Hacı beye düşmüş bir kez...
Hacı bey de Perşembeli’ymiş...
O da yakışıklı mı yakışıklı, gözü pek mi pek, mert, yağız bir delikanlıymış...
Bolu’da tahsil görmekteymiş.
Sevda bu, ferman dinler mi?
Halime’nin Çaycuma’da akrabalarını misafir gittiği bir gün...
Hacı bey Halime’yi almış atının terkisine... Bolu’ya doğru başlamış macera... Bolu dağlarında saklanmış iki genç aşık...
Bolu dağları, Bolu dağları olalı böyle tutkulu bir aşka tanık olmamış...
Lakin Halime’nin babası şöyle böyle biri değil...
Astığı astık, kestiği kestik, yerin dibinde de olsa bulacak kızını...
Bir yandan da mevcut nişanlısının babası, “Sen benim gelinimi getir, ne olursa olsun, ben gelinimden vazgeçmedim... Alacağım oğluma, davullu köçekli düğün yapacağım” der dururmuş...
Nitekim Halime’nin babası kısa süre içinde bulmuş genç aşıkları ve söküp almış Halime’yi Hacı beyin elinden...
Nişanlısıyla evlendirmek üzere Perşembe’ye geri getirmiş...
Ama o da ne? Nişanlısı Nuri beyin babası, Halime kızı oğluna almaktan vazgeçmiş, sözünden caymış...
Biter mi Halime’nin çilesi?
Küçük yerlerde dedikodu bitmez, sokağa çıkamaz... Yemeden içmeden kesilmiş bizim Halime...
Hacı Bey de pek farklı durumda değilmiş. Yüreği yangın yeri gibiymiş genç aşığın.
Ve bir kez daha kaçırmış sevdiği kızı, lakin yine almışlar elinden. Bu çabalar ve direnmeler, zalim yüreklere kâr etmemiş...
Yumuşatmak bir yana daha da körüklemiş kinlerini.
Halime’yi Devrek’te babası yaşında birine vermişler...
Yaşlı kocası da ölünce, mecburen yine baba ocağına dönmüş.
İtilip kakılmaktan, yediği dayaklardan kulakları da sağır olmuş bu arada, o canım dillere destan tombalacık Halime’nin...
İki aşık bir türlü bir araya gelememiş ama yürekleri hiç ayrılmamış...
Ne türkümüzün kahramanı Halime, ne de türküyü yakan Hacı bey şimdi hayatta.
Ama öyle bir türkü bırakmışlar ki dillerde ve gönüllerde öyle güzel bir sevda: Ocak başında kaldım Halime’m ince fikre daldım...
Kapılar açıldıkça Halime’m seni geliyor sandım...
Alçaklara kar yağıyor üşümedin mi?
Sen bu işin sonunu düşünmedin mi?
Ah işte aşk olunca işin içinde, sonu düşünülür mü ki?
Paylaş