“Günümüzde ticarete girmek kolay değil” diyorsanız size iyi bir haberim var. KOSGEB (Küçük ve Orta Ölçekli İşletmeleri Geliştirme ve Destekleme İdaresi Başkanlığı), projenizi inceledikten sonra, yakınlarınız bile hayallerinizi onaylamıyorken, size inanıyor, inanmakla da kalmıyor üstüne işinizi kurmanız için hibe veriyor. KOSGEB’in destekleri bununla da kalmıyor, işinizi geliştirmek, büyütmek istediğinizde yine Hızır gibi yetişiyor. Özellikle kadın girişimciliğini desteklediklerini belirten KOSGEB Güney Hizmet Müdürü Mustafa Çanakcı, destekleriyle kurulan ve büyüyen şirketleri anlatırken bile müthiş bir heyecan ve mutluluk duyduklarını ifade ediyor. Çanakcı ve farklı sektörlerden 4 girişimci kadın KOSGEB’i bakın nasıl anlatıyor...
Mustafa Çanakcı- KOSGEB’in girişimcilik desteğinden kimler, hangi şartlarla yararlanabilir?
- Kafasında kendi işini kurmaya yönelik bir iş fikri olan her girişimci adayı Girişimcilik Destek Programı’ndan faydalanmak üzere uygulamalı girişimcilik eğitimlerimize başvurabilir. Ancak, girişimcilik eğitimi düzenlemek amacıyla işbirliği yapmış olduğumuz kurum ve kuruluşlara özel uygulamalar olabiliyor. Örneğin İŞKUR’la yapmış olduğumuz eğitimlere başvurabilmek için girişimci adayının işsizlik kaydının olması gerekiyor. Ya da belediyelerle yapmış olduğumuz eğitimlere başvurabilmek için ilgili belediyenin ilçe sınırları içerisinde ikamet etmek gerekiyor. Yalnız destek alabilmek için eğitim sonrası kurulacak işletmenin mutlaka, KOSGEB tarafından desteklenen sektörlerde faaliyet gösteren bir işletme olması gerekiyor. Bu sektörlerin listesine; www.kosgeb.gov.tr adresinden ulaşılabilir.
- Daha çok hangi alanlarda destek sağlanıyor, özellikle tercih edilen konular var mı?
- Yenilikçi, yeni teknik ve teknoloji kullanabilecek, katma değeri yüksek veya ihraç edilebilecek ürün veya hizmet üretebilecek işletmeler, imalat sektöründe kurulan işletmelerle mesleki ve teknik eğitim mezunu ve mesleki yeterlilik belgesine sahip olanları istihdam edecek işletmeler kurmaya yönelik iş fikirleri önceliklerimiz. Bunun yanı sıra hizmet ve ticarete yönelik işletme kurmaya yönelik iş fikirlerini de desteklememiz mümkün.
İŞ KURANA 30 BİN TL HİBE, SONRASINDA FARKLI DESTEKLER
BİRÇOK yardım organizasyonu, balosu ve yemeğinde amaç para toplayıp destek vermektir. Ama ilk kez Ayşe Akın’ın başkanlığındaki Kadın Meclis Üyeleri Derneği’nin (KAMED) düzenlediği Yağmur Çocuklar Beceri Şöleni’nde hem yağmur çocuklar, hem de birçok gönüllü kadın bir araya geldi ve günlerce çalışarak çok anlamlı bir gösteri çıkardılar ortaya. Amaç hem parasal destek sağlamak, hem de farklı derecelerdeki otistik çocuklarımızın sevgi ve sabırla eğitildiklerinde yapabileceklerini ortaya koymaktı. Bunda da son derece başarılı olundu. Gece, hem çocukların hem de gönüllü kadınlarımızın farklı farklı yeteneklerini çıkardı ortaya.
Bir iş kadınımız bir yağmur çocuğumuzla dans ederken, gazete genel yayın yönetmeni birlikte şarkı söyledi. Bir avukat kadın gönüllü ritm tutarken bir doktor koroda görev aldı. Ben ise törenin sunucusuydum. Daha önce de bu tip organizasyonlarda görev aldım ama bu gece, çocuklarımızı yeteneklerini ortaya koymaları için cesaretlendirdiğinden bence fark kazandı.
İzmirli kadınları böyle güzel bir amaç için bir araya getiren bu özel gecenin mimarlarını ve çocuklarımızın sabırlı eğitmenlerini gönülden tebrik etmek gerekli...
ELHAMRA’DAKİ DUVAR TABLOLARI KİME AİT?İzmir’in önemli kazanımlarından Arkas Sanat Merkezi, önemli bir sanatsal boşluğu doldurdu. Dünya klasiklerinin yanısıra, şehirde pek rastlayamadığımız Türk resim sanatının önemli ressamlarına da yer veren ASM, şimdi de ünlü ressam Naci Kalmukoğlu’nun sergisini ağırlıyor.
Sergi öncesi Lucien Arkas ve Halilhan Dostal ile yaptığımız sohbet sırasında Dostal, Kalmukoğlu’nun duvar tablolarından bahsetti. Ressamın, İstiklal Caddesi’ndeki Yıldız, Kadıköy’deki Süreyya Paşa Sineması’nın yanısıra İzmir’deki Elhamra Sineması’nın duvarlarını da resmettiğini söyleyince çok ilgilendim.
Öyle ya, İzmir’in en önemli sembol yapılarından olan Elhamra’ya gittiğimizde o güzel duvar tablolarını görüyoruz, ama kaçımız kime ait olduğunu biliyoruz?
Kimselerin gitmeye cesaret edemediği İç Moğolistan’a yatırım yapan, “dünya markası olacağız” diyerek ilk mağazasını lüksün merkezi Zürih’te açan Zamanpur, geldikleri noktanın tesadüf olmadığını anlatıyor. Marka olmak konusunda en önemli kriterin, “farklı ve bunu ifade edecek cesaret” olduğunu belirten Zamanpur tüm hikayesini, gelirini KAGİDER’e bağışladığı kitabı Kaşmir Yolu’nda paylaşıyor.
Ayşen Zamanpur ile İzmir Ekonomi Üniversitesi İletişim Fakültesi stüdyolarında yaptığımız sohbeti http://iletisim.ieu.edu.tr/video/?p=2094 adresinden görüntülü olarak da izleyebilirsiniz.
- Herald Tribune siz ve Silk & Cashmere için projelendirilmiş tutku tanımını yapıyor. Siz bu tutkunuzu nasıl keşfettiniz?
- İnsan yaşarken bazı şeylerin adını koymuyor. Ben de düşününce sonradan farkettim ki çocukken anneme dayımın hediye ettiği mavi, ne modeli ne de rengi güzel olmayan kaşmir bir kazak takımı vardı. Her akşam ben ona dokunarak öyle yatıyordum. Hayatım boyunca gösterişli, parlak şeylerden çok, tene uyumlu, yumuşak şeylere ilgim oldu.
- Peki bu tutkunuzu hayata geçirmeniz nasıl oldu?
- Hep farklı şeyler yapmak istiyordum. Bir şey rutine girdiğinde keyfim kaçıyor. Hayallerim vardı peşinden gittim. Herkesin hayalleri olabilir ama önemli olan gerçekleştirebilmek. Düşlerinizi sohbet masalarına meze yapmayın, çalışarak gidin, projelendirin. Ben öyle yaptım.
- Tesadüflere inanır mısınız peki?
Bir şekilde yolunuz hastanelere düşmüşse, bahçesinde arabada ya da banklarda yatan hasta yakınlarıyla mutlaka karşılaşırsınız. Uzun süreli tedavi gerektiren talihsiz hastalıklara yakalanmış hastaların, şehir dışından gelen yakınları için barınma gerçek bir sorundur. Hastalığın getirdiği mali zorlukların yanısıra bir de yakınların barınma ve yeme-içme masrafları büyük sıkıntı yaratır. İşte bu ortamda KİT-VAK’ın geliştirdiği H.A.Y.D.İ. Projesi gerçek bir fark yaratıyor.
1991’de Prof. Dr. Suat Çağlayan’ın girişimleri ile lösemili çocuklara maddi ve manevi destek vermek amacıyla kurulan KİT-DER daha sonra vakfa dönüşerek KİT-VAK adını aldı. Türkiye’nin dört bir yanından kanserli çocuk hastaların başvurup kemik iliği kök hücre nakliyle sağlık bulduğu ve bugüne kadar 270 çocuğa kemik iliği kök hücre nakli yapılmasını sağlayan KİT-VAK, Türkiye’nin ilk Onkoloji Merkezi olan Tülay Aktaş Onkoloji Hastanesi’nden sonra, yılda en az 20 bin hasta ve hasta yakını ağırlamayı hedefleyen 40 oda, 102 yatak kapasiteli Ege Üniversitesi KİT-VAK Hasta ve Hasta Yakınları Konuk Evi’ni 30 ay gibi kısa bir sürede tamamlamıştı.
KİT-VAK, bu kez aynı şeyi Dokuz Eylül Üniversitesi Hastanesi için yapacak. Kampus içerisinde inşa edilecek KİT-VAK Hasta ve Hasta Yakınları Konukevi’nin protokolu, Bakan Binali Yıldırım’ın tanıklığında KİTVAK Yönetim Kurulu Başkanı Ramazan Soncul ile Rektör Prof. Dr. Mehmet Füzün tarafından imzalandı.
KİTVAK Yönetim kurulu başkanı Ramazan Soncul “Hastanede kanser tedavisi gören çocuklar ve aileleri ile hastanenin değişik kliniklerinde tedavi gören hasta ve hasta yakınlarının barınma sorununu çözmekte olan konuk evinin yapımının başarısında ve hızla yol almada oda satışlarının yanı sıra, hayırseverlerin ve gönüllülerin maddi ve manevi desteğini hep yanımızda hissettik. Türkiye ve Ege Bölgesi’ne örnek olacak 3. projemiz için de, başta İzmir ve Ege Bölgesi olmak üzere hayırsever ve gönüllülerimizden destek bekliyoruz” diyor.
Ne dersiniz, özellikle kanserli çocuklar için bu kadar çabalayan bir vakıf, küçücük de olsa desteğinizi haketmiyor mu? Evet diyorsanız, yardımlarınızı Halkbank Konak Şb. 16000008 nolu hesaba, hemen gönderin.
Diva ve Pakize Sükan’a bravo
Yaşar Holding, Türkiye’de birçok konuda olduğu gibi, sanat alanında da ilkleri gerçekleştiriyor. Özel sektörün desteklediği ilk ve en uzun soluklu resim yarışması olan ‘DYO Resim Yarışması’ bu yıl 35. kez düzenleniyor. Türk sanat hayatında önemli yer tutan yarışmaya ilgiden memnun olduklarını anlatan Yaşar Holding Yönetim Kurulu Başkanı İdil Yiğitbaşı, sanata desteklerinin artarak devam edeceğini anlatıyor. Çocukluğunda sanat ve sporla ilgilendiğini, ama önemini iş hayatına atıldıktan sonra çok daha iyi anladığını söyleyen Yiğitbaşı, özellikle çocukların ve gençlerin daha yakından ilgilenmelerini desteklediklerini vurguluyor. 35. Dyo Resim Yarışması’nda ödül alan ve sergilenmeye değer bulunan eserler, İzmir Resim, Heykel Müzesi Kültürpark Sanat Galerisi’nde 28 Ocak’a kadar sergilendikten sonra Antalya, Gaziantep, Ankara, Erzurum ve Krasnodar/Rusya’da sanatseverlerle buluşacak.
RENKLERDE VE BOYAYA OLAN TUTKUYLA BAŞLADI
- DYO Resim Yarışması’nın ilk düzenlenme amacı neydi? Sanat hayatına nasıl etki bırakmak amacıyla başladı?
- 1941’de Türkiye’nin ilk üretimiyle ilk boya markasını yaratan ve 1954’de DYO Boya Fabrikası’nı kuran merhum Durmuş Yaşar ve Onursal Başkanımız Selçuk Yaşar’ın renklere ve boyaya olan tutkusu eskilere dayanıyor. Bu tutkuyla, DYO’nun kuruluşundan 13 yıl sonra Türk resim sanatını desteklemek, yeni sanatçılar kazandırmak, gençleri resme özendirmek amacıyla DYO Resim Yarışması başlatıldı.
- Başladığı dönemin ve bugünün sanat hayatına bakılınca nasıl bir süreç göze çarpıyor? Yarışmanın nasıl etkisi olmuş olabilir?
- Yaşar Eğitim ve Kültür Vakfı’nın düzenlediği DYO Resim Yarışması 1967’de Türkiye’nin sanayileşme süreci devam ederken ve Türkiye ekonomik anlamda değişirken sosyal değişime destek ve sanata katkı amacıyla başlatıldı. 45 yıllık süreçteresim sanatının gelişimini izlemek mümkün. Başladığı yıldan bu yana yarışmaya katılan eserleri incelediğimizde sanatın ve sanatçının nasıl geliştiği, değiştiği ve hatta teknolojinin sanata yansıması ve katkısını çok net görebiliyoruz.
İLKİNE 91 SANATÇI KATILMIŞKEN BUGÜN SAYI BİNE ULAŞTI
YENİ ZELANDA’DA ÖRNEK UYGULAMAYılbaşı gecesi başına gelen serseri bir kurşun yüzünden ölen 11 yaşındaki Arif, hepimizi derin üzüntüye boğdu. Parkta oynarken aynı şekilde hayatını kaybeden Umut’un ardından Foça’da yine bir serseri kurşunun vurduğu Alistair’ın dedesiyle röportaj yapmıştım. Silahsızlanma konusunda ne kadar duyarsız kaldığımızdan bahsetmişti. Son derece haklı. Basit bir yol verme kavgasının ya da gürültü şikayetinin cinayetle son bulmasının en önemli nedeni anlamsız bir şekilde silah taşıyan insanlar. Yok yere öldürülen insanların (bulunabilirse) katilleri ise hapiste bir anlık öfkeleri, dikkatsizlikleri ve cehaletleriyle geldikleri noktadan ve yarattıkları kötülükten memnunlar mı acaba? Eğer ellerinde bu kadar rahat sahip oldukları bir silah olmasaydı, her şey daha farklı olur muydu?
İSTEYEN ÇOCUK KARAKOLA ÇAĞIRILIYOR
Silahlanma sadece bizim ülkemizin sorunu değil aslında. Yakın zamanda Amerika’da çocukların katledildiği bir okul saldırısıyla, orada da aynı soruların sorulmasına neden oluyor. Bazı ülkeler ise bu konuda çok kararlı. Birkaç yıl önce Rotary Değişim Programı’yla evimizde Yeni Zelandalı bir polis kadını ağırlamıştık. Ülkesinde suç oranının yok denecek kadar az olduğundan bahsetmişti. Geceleri kapıları açık yatanlar bile oluyormuş. Silahsızlanma konusunda konuşmalar yapan Salim Kadıbeşegil ise yine Yeni Zelanda örneğinden bahsetmişti. Orada bir çocuk oyuncak silah almak istediğinde önce polise müracaat ediyormuş. Burada çocuğa neden bir silaha sahip olmak istediği soruluyor, “oyun oynamak için” dese bile, Yeni Zelanda’da sadece tehlikeli hayvanlardan korunmak için silah kullanıldığı anlatılıyormuş. Çocuk, silaha ihtiyacı olmadığı konusunda ikna edilmeye çalışılıyor. Eğer “vahşi hayvanlardan korunmak” cevabı verirse, bu defa doğal hayatın korunması gerektiği, hayvan türlerinin giderek azalmakta olduğu anlatılıyor. Buna rağmen hala oyuncak silahta ısrar ederse çocuk bir ruhsat almak zorunda kalıyor. Evet, oyuncak bir silah için ruhsat düzenleniyor ve çocuk bunu üzerinde taşımakla sorumlu oluyor. Düşünebiliyor musunuz, bizde gerçek silah almak onca kolayken orada oyuncak silahın bile ruhsatı var…
İZMİR’DE ‘FINE DINING’ RESTORAN YOK DİYENLERE
Swissotel’in Ekinoks Restoran’da her ay bir şarap markasını destekleyeceği menülerini tatmak üzere gittiğimiz yemek çok keyifliydi. Sevgili Deniz Sipahi de yazdı, bu tip organizasyonlar Türk şarap sektörünü desteklemesi açısından çok önemli. Swissotel Büyük Efes Genel Müdürü Rıza Elibol ve ekibi İzmir’e daha fazla organizasyon ve turist çekmek için var güçleriyle çalışıyor. Dünyanın en büyük acentelerini ağırlıyorlar, en önemli kongre ve konferansları İzmir’e getirmeye çalışıyorlar. İzmirlileri de unutmadan, çeşitli organizasyonlarla onları çekmeye çalışıyorlar.
“İzmir’de iyi bir ‘Fine Dining’ restoranı yok” diyenlere ise Ekinoks Restoran’ı mutlaka denemelerini öneririm. Çok farklı ve kaliteli tatları, çok hoş bir ortamda alabilirsiniz. Fiyatlar da bir balık restoranından fazla değil. Aslında sadece Swissotel’de değil, başka otellerimizde de böyle restoranlar olduğunu duyuyorum. Henüz deneme şansım olmadı ama bunların artması çok olumlu. Malum İzmir’e üstüste birkaç kez gelen misafirimizi rakı-balık dışında götürebileceğimiz fazla alternatifimiz yoktu. Şu bir gerçek ki, İzmir’in ihtiyacı olan turist profili tam da bu. Herşey dahil sisteme uymayan, şehirde zaman geçirmeyi, farklı tatlar almayı seven ve kaliteye para harcayan profil. Böylelikle organik bir varlık olan şehir tüm katmanlarıyla büyüyebilir. Sevgili Rıza Elibol ve ekibini bu yöndeki takdire değer çalışmaları nedeniyle kutlamak gerekli.
ÇOCUĞUNUZ sınıfta devamlı sıkılıyor, yerinde duramıyor, ders yapmak, hatta okula gitmek istemiyorsa hemen kızmayın. Çünkü o, Psikolog Gülgün Sharafat’ın dediği gibi, sağlıklı, normal sadece bugünkü akademik sistem içerisinde zorluk çeken bir çocuk. Sağ beyni baskın ya da her iki tarafı da eşit ama henüz bütünleyemiyor, bu da tamamen sol beyin odaklı akademik sistemde sorun yaşamasına neden olabilir. ‘Peki bu ne demek’ derseniz size Albert Einstein’ın ‘Sol beyin bir köle gibi çalışır, sağ beyin ise yaratıcıdır. Biz köleyi yücelttik, bir hediye olan yaratıcı parçamızı unuttuk’ sözüyle yanıt vermek mümkün. Sol beyin toplumu olmaktansa, sağ beyni de yüceltmeyi ve her iki tarafı da kullanan bir toplum olmayı başarmalıyız. Çünkü bir çok gelecek bilimcisine göre dünyayı gelecekte sağ beyni baskın olanlar yönetecek.
Tüm bu kavramları bilimsel olarak açıklayan Psikolog Gülgün Sharafat, sömestir tatilinde Kemalpaşa Su Perisi Otel’de düzenlenecek Beyin Aktivite Kampı ile çocuklara hem sosyal, hem de akademik hayatta daha verimli ve güçlü olmaları için gereken tüm eğitimleri vermeyi hedeflediklerini anlatıyor.
SAĞ-SOL ARASINDA DENGE SAĞLAYACAĞIZ
- Sömetir tatilinde bir Beyin Aktivite Kampı düzenliyorsunuz. Bu nereden çıktı?
Yıllardır çocuklarla çalıştığımdan hep bir beyin aktivite kampı düzenlemeyi istiyordum. Sömestirde düzenleyeceğimiz kampın fikri daha çok bir arkadaşımdan geldi. Çalışmalarımı bir otelde yapmamın daha iyi olacağını söyleyince ben de 9-11 yaş çocuklarla bu çalışmayı yapmaya karar verdik. Çünkü bu yaş hala değiştirilebilir, esnek bir dönemdir.
- Beyin Aktivite Kampı’nda çocuklar neler yapacaklar?
Hani bir reklam var... Kızla oğlan, boğaz manzaralı bir kafede flört ediyorlar, ama oğlan ciddi bir ilişki isteyip istemediğinden emin değil. ‘Ya ben pek beceremiyorum bu ilişki işlerini’ deyip hapşırıyor. Kız arkadaşına tekrar baktığında şoka giriyor, çünkü kız gelinlikle bir başka erkeğin yanında oturmuş, evleniyor. Kız hemen tweet attığını, birinin yanıtladığını, üstüne facebook’tan dürttüğünü, nerede olduğunu anında gösteren foursquare v.s. programlarıyla buluştuklarını ve sadede geldiklerini anlatıyor. Bir de pişkin pişkin ‘giden gider, yenileri gelir’ demezler mi?
Her ne kadar, özellikle genç kızı müthiş duygusuz ve evlenme odaklı gösterse de günümüz gençliğinin teknolojiyle olan ilişkisini harikulade anlatan çok başarılı bir reklam bence.
Kabul etsek de etmesek de günümüzde teknoloji, insanların hayatlarında büyük değişimler yapabilecek kadar güçlü ve hızlı. Artık herhangi bir ülkedeki bir organizasyona katılmak, bir olayı izlemek, dünyanın öbür ucundaki bir iş toplantısına katılmak için fiziksel olarak orada bulunmanız gerekmiyor.
Artık Urfa’da da
Oxford var
Bugün bir bilgisayar ve internet bağlantısı sayesinde istediğiniz üniversite ve okula kayıt olup uzaktan eğitim alabilirsiniz. Hatta ben de bunu fırsat bilip Oxford Üniversitesi’nde, hep merak ettiğim bir konuda, 3 ay sürecek bir eğitime başladım. Sınıfım 30 kişilik ve Hong Kong’tan Peru’ya, İngiltere’den, Suriye’ye, Birleşik Arap Emirliklerine kadar dünyanın her yerinden katılan var. Yani, zamanında İbrahim Tatlıses’in söylediği ‘Urfa’da Oxford vardı da biz mi gitmedik’ argümanı artık geçerliliğini yitirdi. Teknoloji sayesinde her okulda okuyabilirsiniz. Yeter ki isteyin...
Teknoloji gelişirken 30 yıl önceki eğitim sistemi ne kadar doğru?
Bizler bile teknolojiye böylesine uyum sağlarken, beyinleri taptaze olan çocuk ve gençlerin bundan uzak durmasını beklemek yanlış olur. Nasıl ki bir kuşak için gramofon, sonraki kuşak için radyo, daha sonraki kuşak için televizyon doğal bir aletti, şimdiki gençler için de bilgisayar ve internet aynı derecede doğal. Bizler 20 yıl önce herşeyi okuldan öğrenebilirken onlar hiç çabalamadan bilgiye ulaşabiliyorlar. Gözümüz gibi baktığımız koca koca ansiklopediler gelişen teknoloji karşısında çöp olmadı mı? Beğenelim veya beğenmeyelim herşey bu kadar hızlı değişir ve buna en çok çocuklar ve gençler uyum sağlarken, okul ve eğitim sistemlerinin 30-40 yıl öncesiyle aynı kalması ne kadar mantıklı? Artık öğretilmesi gereken bilginin kendisi mi yoksa nasıl kullanılacağı mı?