Paylaş
Kimselerin gitmeye cesaret edemediği İç Moğolistan’a yatırım yapan, “dünya markası olacağız” diyerek ilk mağazasını lüksün merkezi Zürih’te açan Zamanpur, geldikleri noktanın tesadüf olmadığını anlatıyor. Marka olmak konusunda en önemli kriterin, “farklı ve bunu ifade edecek cesaret” olduğunu belirten Zamanpur tüm hikayesini, gelirini KAGİDER’e bağışladığı kitabı Kaşmir Yolu’nda paylaşıyor.
Ayşen Zamanpur ile İzmir Ekonomi Üniversitesi İletişim Fakültesi stüdyolarında yaptığımız sohbeti http://iletisim.ieu.edu.tr/video/?p=2094 adresinden görüntülü olarak da izleyebilirsiniz.
- Herald Tribune siz ve Silk & Cashmere için projelendirilmiş tutku tanımını yapıyor. Siz bu tutkunuzu nasıl keşfettiniz?
- İnsan yaşarken bazı şeylerin adını koymuyor. Ben de düşününce sonradan farkettim ki çocukken anneme dayımın hediye ettiği mavi, ne modeli ne de rengi güzel olmayan kaşmir bir kazak takımı vardı. Her akşam ben ona dokunarak öyle yatıyordum. Hayatım boyunca gösterişli, parlak şeylerden çok, tene uyumlu, yumuşak şeylere ilgim oldu.
- Peki bu tutkunuzu hayata geçirmeniz nasıl oldu?
- Hep farklı şeyler yapmak istiyordum. Bir şey rutine girdiğinde keyfim kaçıyor. Hayallerim vardı peşinden gittim. Herkesin hayalleri olabilir ama önemli olan gerçekleştirebilmek. Düşlerinizi sohbet masalarına meze yapmayın, çalışarak gidin, projelendirin. Ben öyle yaptım.
- Tesadüflere inanır mısınız peki?
- Bir söz vardır. ‘Hayatta ya herşey tesadüftür ya da hiçbir şey değildir’. Buradan bakarsak şans ve tesadüfe çok inanmıyorum. Bence en büyük şans sağlıklı bir bedene ve ruha sahip olmaktır. Bundan sonrasında çok etkili olduğuna inanmıyorum.
MAĞAZACILIKLA BAŞLADIM, ULAŞILABİLİR LÜKSÜ AMAÇLADIM
- Siz iş hayatınıza Şişe Cam’da çalışarak başlamışsınız. Sonrasında tekstile geçmişsiniz.
- Şişe Cam’da keyifli bir ortamda çalışıyordum. Herşey yolundaydı ama ben devam edemeyeceğimi hissettim ve ayrıldım. Sonra Galleria’da Benetton bayiliği aldım ve mağazacılığa başladım. Türkiye’nin ilk alışveriş merkeziydi. Aslında çevrem dükkan açtı diyerek şaşırdı.
- Silk & Cashmere ilk nasıl başladı?
- Herşey romanım Kaşmir Yolu’nun kapağında resmi olan keçiyle başladı. Bu keçinin peşinden Moğolistan’a kadar gittim. Bu keçi esas yününün altında insanlara çok iyi gelen, çok kaliteli bir yün üretiyor. Onun için İç Moğolistan’a gidip yatırım yaptım. Diğer işlerimizi bırakıp, Çin Devleti’yle bir fabrika yatırımı yaptık. Dünyanın en iyi tasarımcılarıyla çalıştık, ipek, kaşmir ve kaşipekten koleksiyonumuzu ürettirdik ve ulaşılabilir lüksü yaratmak için yola çıktık.
YOLUMUZ KOLAY OLSAYDI BİZİM GİBİ 20 MARKA DAHA OLURDU
- Şimdi herkes Çin’e gidiyor ama siz 20 yıl önce ilk giden Türklerden oldunuz herhalde..
- Hatta ilk giden Avrupalılardanız. Biz gittiğimizde Çin’de bizlerin fotoğraflarımızı çekiyorlardı. Çünkü hiç yabancı, bizim gibi büyük gözlü insan görmemişlerdi. Merkezde de değildik, Ulan Batur’daydık.
- Oralara ulaşmak zor olmuyor muydu?
- Kolay olsaydı, 20 tane daha benim gibi marka olurdu. Oralara gitmek gerçekten çok zordu. Hala zor, perakendede bir marka olmak, dünyaya yayılmak, rekabetin bu kadar yoğunlaştığı bir ortamda ayakta kalabilmek… Ama Silk & Cashmere çok doğru bir marka, çok doğru bir fikir, çok iyi bir ekip. Bir şeye bu kadar tutkuyla inanıp çalışınca olmayacak bir şey göremiyorum.
İLK MAĞAZAMIZI LÜKSÜN MERKEZİ ZÜRİH’TE AÇTIK
- Peki ilk mağazanızı İsviçre’de açma kararınızı şimdi nasıl buluyorsunuz?
- Fazla cesaretli buluyorum. Gençliğinde verdiği bir cesaret, benim çabuk heyecanlanım harekete geçmem sonucu alınmış bir karar. Ama biz şunu düşünmüştük; biz bu işi Zürih’te başarabilirsek her yerde başarabiliriz. Hatta ilk 5 gün ben satmadı zannettim ve çok üzüldüm. Oysa iletişim kopukluğuymuş. Zürih’te test edildi ve onaylandı.
- Yabancılar, Türk markası olduğunu öğrendiklerinde nasıl bir tepki veriyorlar?
- Yabancılar bizi uluslararası bir marka olarak görüyor ve kabul ediyor. Türkler için ise hiçbir marka müşterileri tarafından bu kadar sahiplenilmemiştir diyebilirim. İnsanlar hiçbir markaya yürekleriyle, kalpleriyle bu kadar coşkulu sahip çıkmamıştır. Yurtdışındaki Türkler mağazalarımızın vitrin dekoruna kadar karışıyor. Hatta Paris’te mağazamız bir gün açılmayınca 4 ayrı kişiden mail geldi mağazanız açılmadı diye…Yani dünyanın her yerini kontrol edebiliyoruz.
EĞİTİM SİSTEMİMİZ FARKLILIKLARI CEZALANDIRIYOR, YARATICILIK ORTAYA ÇIKAMIYOR
- Marka olmak konusunda neler söyleyeceksiniz?
- Uzman değilim ama deneyimlerimi paylaşabilirim. Bence Türkiye’de bir özgüven eksikliği var. Bu da öğrencilik ve eğitim sistemimizden kaynaklanıyor. Çünkü tekdüze ve sıradan insan yapmaya çalışıyoruz ve bireysellik ve farklılığı hoş karşılamıyoruz. Hele böyle bir ekip oluşturulduğunda hiç hoş bulunmuyor. Yani ne bireysel ne de ekip olacaksın, böyle bir arada kalınmışlık var. Bu Türkiye’nin önünü çok kapatan ve özgüvenleri aşağıya çeken bir mekanizma.
- Peki bunu nasıl yenebiliriz sizce?
- Bunun eğitimden başladığını düşünüyorum. Türk eğitim sisteminin, insanların sivriliklerini o kadar törpüleyen, aykırlıkları cezalandıran ve tekdüzeleştiren bir yapısı var ki bir genç soru sormayı, ifade özgürlüğünü bile çok geç kazanabiliyor. Eğitim sisteminde ezber kalkmalı hatta yasaklanmalı, yaratıcılık öne çıkarılmalı. Gerisi kendiliğinden gelir zaten. Bir de aile desteği önemli. Robert Kolej’de geç kalmak, derse girmemek herşey için imza gerekiyordu. Babam doktordu, baktı sıkılıyorum. bütün reçetelerinin altını imzalamış, al kızım üstüne ne istersen yaz ver okula dedi. İşte bu özgüvenle ben herşeyi yapabilecek duruma geldim. Çalışmak, azmetmek, inanmak önemli ama marka olamamamızın esas nedeni ben yapamam, ben olamam düşüncelerimiz.
KADINLAR YA SAÇLARINI SÜPÜRGE YAPMASIN, YAPACAKSA DA DIRDIR ETMESİN
- Kadın olmanız tüm bu süreçte sizi nasıl etkiledi?
- Böyle bir marka hikayesinde kadın veya erkek olmanın öneminin olmadığını düşünüyorum. Çünkü bu fiziksel bir güç değil beyin ve ruh gerektiriyor. Mutlaka çocuklardan ayrı kalmak kolay değil ama ben hep kızlarımıza şunu söylüyorum. Ya saçınızı süpürge etmeyin, edecekseniz de dırdır etmeyin. Hayat bir kararlar silsilesi. Çocuklarınıza onları çok sevdiğinizi, onlardan daha değerli bir şey olmadığını hissettirirseniz, yanlarında kaldığınız zaman önemini yitiriyor. Yine de ben çocularımın kitabım için yazdığı şeyleri ağlamadan okuyamıyorum. Tabi şu da var, ben çalışmadan evde otursaydım, enerjimi bana göre boşa harcasaydım, mutsuz ve zararlı olurdum bence.
- Bundan sonra sizi ne heyecanlandırır?
- Silk & Cashmere’in Türkiye’de geldiği noktadan gurur duyuyorum ama yine de gerçek bir dünya markası henüz değiliz. Çünkü dünyada mağazalar açmak başka birşey, dünya markası olmak başka birşey. Ama biz dünya markası da olacağız. Buna az kaldı.
Paylaş