Arada ufak tefek yakınma dileklerim de olur, onlar da gerçekleşir! Daha geçen hafta sonu beni evden dışarıya çıkarmak ve sosyalleşmem için çayıra salmak isteyen Nünü’ye ‘Çok yorgunum, kafam davul gibi, kimseyle konuşmadan biraz yatıp dinlenmek istiyorum’ diye ayak diretmiştim. O an için başaramamış olsam da, meğer bu dileğim de hemen değerlendirmeye alınmış. Haftanın ilk yarısını yatakta 39 derece ateşle geçirdim. Dileğim başka bir şekilde gerçek oldu ve üç gün yatakta hiç konuşamadan yattım. Bademciklerim birbirini özlemiş olacaklar ki, artık ayrılığa dayanamayıp ortada birleşmişler. E, arada da hiç boşluk kalmamış. Onca yılın özlemi tabi, ne diyebilirsin?
Elim kalkmıyor ki sosyal medya hesaplarımı takip edeyim, gözüm netlemiyor ki iki haber okuyayım netten. En sonunda film dinledim ya! Bildiğin eski zaman TRT radyo programlarındaki piyesler gibi. Efekt Korkmaz Çakar! şeklinde biten radyo piyeslerine bayılırdım küçükken, aynı tadı yakalayamadım evde hasta yatarken.
Neymiş? Dileklerde daha detaycı olmak gerekiyormuş.
Bir tavsiye: Dilek dilerken iyi düşünün.
Tabi ki tavsiye olayını bu şekilde sallamasyon idare etmeyeceğim. Bu köşenin vaat ve kalite anlayışına iki virüsün darbe vurmasına müsaade edemem. Ama bu hafta hasatımız zayıf, anlayışınıza sığınıyorum.
Bir belgesel: Soyut, Tasarım Sanatı / Abstract, The Art of Design
Bu belgeselin aile hayatımızda yeri çok büyük. Çünkü Nünü’nün ilk on beş dakika sonrasında uyumadan ve ilgiyle seyrettiği en uzun ‘herhangi bir şeydi’. Tam sekiz bölümlük bir dev! Arka arkaya yapıştırdık, çok muhteşem işler gösteriyor, tasarımı her yönden anlatıyor, anlaşılır kılıyor.
Nünü bu aralar değişti. Artık hayatını ‘
Eğer bu özelliklere sahipseniz, siz tam anlamıyla bir ‘beyaz yakalısınız’ demektir.
Yazdıklarım önem sırasına göre dizilmiştir.
Günler kahveyle başlıyor
Tabi ki filtre kahve. Sertlik derecelerini biliyorsunuz. Arabica, Robusta kelimelerine hakimsiniz. Çekirdek tercihi yapıyor, misal ‘Brazilian Mild alayım hocam’ diyorsunuz. Tabi ki bir kahve termosunuz var ve termosu tabi ki elde taşıyorsunuz. Ofisteyse, çalışırken içmek zorunda olduğunuz bir litre su şişesinin yanında, mutlaka ‘yazılı mug’ bulunduruyorsunuz.
Böyle havalar bende durma etkisi yaratıyor. Kapalı mekan çekiyor canım. Kitap, belgesel, film olsun her yanım. Dizi seyredeyim hep. Hiç kıpırdamayayım.
Bir belgesel: Sürdürülebilir - Sustainable
Yani tarımla ilgili de mi belgesel seyrediyorsun demeyin. Bu sürdürülebilirlik konusu çok önemli bir konu. Zirai Donatım Kurumu süne zararlısı belgeseli gibi bir şey değil. Öğrendikçe çok daha fazla karşı olduğum paketli gıdaların üretiminin dünya genelinde çiftçiliği, tek tip üretimi, zararlı kimyasal kullanımını ve tüm bunların sonucunda toprağın yapısının nasıl bozulduğunu anlatıyor.
Organik tarım denilen ve hepimize ‘kısıtlı, küçük ölçekli ve dünyayı doyurmaya yetmeyecek’ şeklinde kötü reklamı yapılan üretim biçiminin uzun vadede tüm dünyaya yetecek kadar besin üretebileceğini örnekliyor. Bu saptırmaları yapanların kar peşinde koşan ve doğayı sömüren, çiftçileri baskı altında tutan global üreticiler olduğunu anlatıyor.
Çok ilgimi çekti. Sizin de çekebilir diye düşünüyorum.
Bir film: Tatlım Tatlım
Aslında gitmeden bir filmi asla yazmıyorum. Ama bu filmin özel bir durumu var. Çünkü Yılmaz Erdoğan’ın ve sevgili Demet Akbağ’ın oynadıkları dünya güzeli oyun ‘Haybeden Gerçek Üstü Aşk’ın sinema versiyonu. Bu oyunu canlı da izledim, DVD’den de defalarca seyrettim. Çok güzel, herkese hitap eden, herkesin kendinden bir şeyler bulduğu, herkesi yakalayan ve güldüren bir oyundu.
Öğrendiğim kadarıyla Yılmaz hoca repliklerle de çok oynamamış. Oyuncu seçimi de muazzam. O zaman ben bu filmi çoktan izledim, vakti kaçırmadan yazayım dedim!
Çok ‘creme de la creme’ bir mağazanın önüneydik. Biz derken, ben yancı bile değildim. Sadece oradaydım ve kulak kabartıyordum.
- Git hayatım, pasaportun elinde, 10 yıllık vizen, paran cebinde, çoluğun yok, çocuğun yok, git hatta yerleş? dedi yanındaki.
İki kadın takmış, takıştırmışlardı. Fazla estetikten ikisi de birbirine benziyordu. Zaten aşırıya kaçan kadın, erkek herkes birbirine benziyor bu estetik işinde. Gotham City’nin Joker’i gibi bir hedef var demek sonunda.
- Nasıl gideceksin hayatım? Bir sürü kiracı, derdi tasası, yurt dışından sadece avukatla idare olur mu?
Her cumartesi olduğu gibi sizlerle bazı tavsiyeler paylaşayım dostlar, naçizane, kişisel tercihlerim.
Bir film: Logan
Tavsiyeler hep olumlu olacak değil ya, bu film tavsiyem biraz nötr. Yani karar veremedim aslında. Filme ziyadesiyle para dökülmüş. Patlayan patlıyor, çarpışan çarpışıyor, arabalar harcanıyor, mermiler havada uçuşuyor, ölen öldüğüyle kalıyor.
Ama bir burukluk var içimde. Bir defa Logan hasta, ha bire tıksırıyor. Mr.X zaten ölüm döşeğinde. Biliyoruz ki kötüler kazanmayacak, kahramanlar sonunda galip gelecek. Sorun ne? Galiba ben süper kahraman filmlerinde zavallı kahraman görmek istemiyorum!
Zaten hepimiz gerçek hayatta kendi filmlerimizin kahramanıyız. Zaten aynı film kahramanları gibi, bir başka şekilde debeleniyoruz. Bari bir filme gittiğimizde işler olması gerektiği gibi olsun kardeşim!
Süper kahraman adam gibi davransın, herkesi pataklasın. Kötüler derbeder olsun. İyiler sonunda kazanacak, evet ama öğretmen yoldan da not versin! Film boyunca nerede tıkanıp kalacak diye endişe ettiğin süper kahraman filmi mi olur?
İçim sıkıştı seyrederken, bin pişman oldum sinemadan çıkarken.
Bir film daha: İstanbul Kırmızısı
Yeni jenerasyonun artık pek bilmediği, eskilerin de unutmaya yüz tuttuğu ‘boş zaman’ların en sonuncusu, Anadolu kırsalında 2008 yılında görülmüş; boş boş uzağa bakan bir amcanın elini cebine sokup akıllı telefonunu çıkarmasıyla yok olmuştu, biliyorsunuz.
Facebook, ardından Twitter, Instagram, Vine, Snapchat ve türlü boş zaman katliamı yapan yasal şirketlerin çoğalmasıyla; dünya üzerinde anlamsızca sağa sola bakan, yan masadaki gıybete kulak kabartan, gözlerini kısıp sessizce denize içlenen insanların telefonlarına yönlendirilmesi sistematik ve global bir çalışmayla başarıya ulaştı.
Aynı amaçla kurulan WhatsApp grupları sayesinde; insanlar birbirleriyle sosyal medyada paylaştıkları ama herkesin gördüğünden emin olamadıkları ya da paylaşamadıkları müstehcen, çok anlamsız, aşırı politik veya özel buldukları resim ve videoları hunharca birbirlerine iteleyerek boş zaman katliamına devam ettiler. Bu grup paylaşımlarına yazılan uzun yorumlar, yaklaşan etkinliklere plan yapmak için eklenen emoji dolu yazışmalar sayesinde, aklı dışarıda olanların kafasını sürekli akıllı telefonlarına kanalize etme çalışmaları etkili oldu.
Beş dakika telefonundan uzak kalan insanlarda önce bir titreme, ensede hissedilir ağrılar, gözlerde kararma baş gösterdi. Akıllı telefonunu aradığı yerde bulamayanlarda ise daha şiddetli davranışlar izlenmeye başlandı. Panikle iki eli hızla ceplerin olduğu bacaklara, sonra popo bölgesine, sonra iki elle göğüs kafesine ve son olarak tekrar iki cebe vurma hareketi dalgalar halinde dünya geneline yayıldı.
Demek öyle çok film, belgesel, dizi anlatıyorum ki; ‘gel bakayım buraya, sen film seyretmekten başka bir şey yapmıyorsun galiba’ dediler ve Hürriyet Video için her cuma yayınlanacak şekilde, Sinefil adında bir programa başladık!
Vizyona girecek olan filmlerin kısa fragmanlarını yayınlıyor, öncesinde de filmin fragmanından filmle ilgili çıkarımlar yapıyorum. Dün ilki yayınlandı, çok da enerjik oldu. Hurriyet Video’da seyredin, bakalım beğenecek misiniz?
Artık filmlere karar vermeden önce taraflı, süper sübjektif, gerçek fikirlerin programı Sinefil’e bakmadan gitmek yok!
*
Bu hafta tavsiyelerim arasında film yok artık. Film tavsiyelerimi Sinefil izleyerek daha detaylı öğrenebilirsiniz. Hem çekip, aynısını da yazacak halim yoktu her halde!
Bir Kitap: Haşırt Dı Blekbord
Bu memleketin en yetenekli oyuncularından Zafer Algöz’ün Haşırt Dı Blekbord’unu kahkahalarla okudum. Kimler kimler yok ki kitapta; Cem Yılmaz’lar, Kemal Sunal’lar, Öztürk Serengil’ler, Sadri Alışık’lar, Erkan Can’lar...
Çünkü kibir tek bir kişiye yönelik bir davranış biçimi değil. İnsanın içinde yaşayan, kişinin derinliklerine yerleşen, habis ruhlu bir tümör.
Size üzücü bir haberim var, maalesef bir kişi bile sizi kibirli buluyorsa, kesinlikle kibirlisiniz.
Kimi otoritelere göre bu bir rahatsızlık. Hubris Sendromu da deniliyor.
Eğer tanıdığınız birileri;
- Her hareketinizden önce kendi imajını geliştirme peşindeyse,
- Kendini yaptığı işlerle bir tutuyorsa,