Paylaş
Her cumartesi olduğu gibi sizlerle bazı tavsiyeler paylaşayım dostlar, naçizane, kişisel tercihlerim.
Bir film: Logan
Tavsiyeler hep olumlu olacak değil ya, bu film tavsiyem biraz nötr. Yani karar veremedim aslında. Filme ziyadesiyle para dökülmüş. Patlayan patlıyor, çarpışan çarpışıyor, arabalar harcanıyor, mermiler havada uçuşuyor, ölen öldüğüyle kalıyor.
Ama bir burukluk var içimde. Bir defa Logan hasta, ha bire tıksırıyor. Mr.X zaten ölüm döşeğinde. Biliyoruz ki kötüler kazanmayacak, kahramanlar sonunda galip gelecek. Sorun ne? Galiba ben süper kahraman filmlerinde zavallı kahraman görmek istemiyorum!
Zaten hepimiz gerçek hayatta kendi filmlerimizin kahramanıyız. Zaten aynı film kahramanları gibi, bir başka şekilde debeleniyoruz. Bari bir filme gittiğimizde işler olması gerektiği gibi olsun kardeşim!
Süper kahraman adam gibi davransın, herkesi pataklasın. Kötüler derbeder olsun. İyiler sonunda kazanacak, evet ama öğretmen yoldan da not versin! Film boyunca nerede tıkanıp kalacak diye endişe ettiğin süper kahraman filmi mi olur?
İçim sıkıştı seyrederken, bin pişman oldum sinemadan çıkarken.
Bir film daha: İstanbul Kırmızısı
Tabi ki bir Ferzan Özpetek hayranı olan Nünü’nün sonsuz baskılarıyla, biraz mecburen, biraz meraktan, vizyona girer girmez İstanbul Kırmızısı’na gittik.
Hürriyet TV’de her cuma yayınlanmaya başlayan yeni programım Sinefil’de; fragmanına, yönetmenine, oyuncularına bakıp söylemiştim: Bu film çok orantısız bir güç olmuş. Yönetmen Ferzan Özpetek. Zaten bu bile bize çok şey ifade ediyor. Olmazsa olmazı Serra Yılmaz da oynuyor, bir ‘çek atalım’, favorilerinden Mehmet Günsur da...
Başrolde Halit Ergenç var. Yeteneği tartışılmaz bir oyuncu, tamam. Ama bu kadar değerli oyunculara haftada 120 dakika dizi çektirip, uzun uzun birbirlerine baktıkları dizilerde oynatıp, sanatlarını yok ediyoruz bence. Halit abi bir fırsatını bulunca, çok daha müthiş oynuyor, gerçek gibi rol yapıyor, hakkını fazlasıyla veriyor.
Tuba Büyüküstün de başrollerde. Çok gerçek, yeni saçlarıyla çok alımlı, tam rolünün insanı. Bayıldık.
Nejat İşler ve daha da kısa bir rolü olan Zerrin Tekindor ise, filme deyim yerindeyse ‘kuş kondurmuşlar’. Bu kadar mı güzel oynanır? Bu kadar mı içten hissettirilir? Ferzan Özpetek’in oldukça elit cümlelerini bile içimizde yaşattılar. İşte oyunculuk budur. Hele Zerrin Tekindor ve Halit Ergenç’in karşılıklı bir sahneleri var ki, kendimi tutamayıp Nünü’ye dönerek, sesli bir şekilde ‘yuh arkadaş, ne biçim oynamışsınız!’ diye tepki gösterdim. Sinemada bir iki kişi dönüp bana baktı, o kadar yani.
Bir yönetmen her filminde bir oyuncuyu oynatıyorsa, beni biraz gıdıklıyor bu konu. Film inandırıcılığını baştan kaybediyor benim için. Çok kişisel bir yaklaşım tabi. Dışarıdan bir örnek vermek gerekirse, yönetmen Tim Burton ve Johnny Depp ile Helena Bonham Carter üçlüsü mesela. Arkadaş, içim kıyılıyor her filmde şablon gibi!
Bu söylediğim tabi ki bu oyuncuların ne kadar iyi oyuncular olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Aynısı Serra Yılmaz için de geçerli, diyecektim ki, Serra Yılmaz’ın bu filmdeki rolüne ba-yıl-dım! Zaten oyunculuğu tartışılmaz, ama bu kadar mı cuk oturur?
Tek eleştirim Mehmet Günsur’a. O da genel bir eleştiri zaten. Hep aynı, hep kendi gibi, hiç sahici değil. Bu tabi benim fikrim. Mehmet Günsur ekranda göründükçe filmin yarattığı öyküsel havadan çıktım. Yalan mı söyleyeyim?
İstanbul Kırmızısı iyi film. Çıkışta Nünü’yle bir saat filmi tartıştık. Eleştirdik, beğendik, beğenmedik, anlaşamadık, anlaşamadığımızda anlaştık. Zaten sanat böyle bir şey. Bu bile bize yeter. Ellerine, emeklerine sağlık!
Bir Belgesel: Animasyon Hayat – Life Animated
İngilizceden nasıl çevireceğimi bilemedim. Çünkü çok özel bir insanı, çok özel durumunu, çok akıcı bir şekilde anlatan bir belgesel bu. Animasyon Hayat ismi tam oturmadı doğrusu. Bu yılın ‘En İyi Belgesel’ Oskar adaylarından biriydi, biliyorsunuz.
Baba Ron Suskind, aynı adla bir kitap yazıyor. Kitap otizm hastası oğlu Owen Suskind’le ilgili. Belgesel de bu kitaba dayanarak çekiliyor.
Owen’in özel bir durumu var. Üç yaşında otizm teşhisi konduğu yıllarda ailesiyle ve çevresiyle iletişimini kesiyor. Kimseyle konuşmuyor. Sadece kimsenin anlamlandıramadığı kelimeleri tekrarlıyor. Yıllar geçiyor, Owen kimseyle kelime konuşmuyor. Babasının belgeseldeki deyimiyle, aile ‘çocuklarına ulaşabilme umutlarını yitiriyorlar’.
Owen, konuşmayı kestiğinden tam dört yıl sonra, bir gün abisinin doğum gününde babasına gelip ‘Walter aynı Peter Pan gibi büyüdüğü için çok mutsuz’ diye tam bir cümle kuruyor!
Hiç konuşamayacağı sanılan bir çocuğun kurduğu bu komplike cümleyle, ümidini yitirmiş bir aile tekrar canlanıyor, yeşeriyor. Öncelikle Owen’ın sakinleşmek için seyrettiği Disney çizgi filmlerini kelime kelime ezberlemiş olduğunu fark ediyorlar. Sonra onunla iletişime geçebilmek için aile de çizgi filmlerin repliklerini öğreniyor. Film repliklerini kullanarak konuşmaya başlıyorlar! Daha fazla anlatmayayım, bulup buluşturup izleyin.
Bir ailenin ne demek olduğunu, iletişimin önemini, otizm farkındalığını tek bir hikayede toplayan bu sıra dışı belgesele hayran oldum! Çok sıcak, kalbi ısıtan bu çok başarılı belgeseli bazen hüzünlenerek, bazen gülümseyerek, ama bir çırpıda izledim. Çok kaliteli bir zamandı...
Bir grup: Taksim Trio
Geçen hafta cumartesi günü en sevdiğim iki gruptan biri olan Rubato’dan bahsetmiştim. Tabi ki diğeri de Taksim Trio! Beğenmeyip de ne yapacaksın?
Taksim Trio’yu anlatmaya gerek yok elbet. Klarnette Hüsnü Şenlendirici, bağlamada İsmail Tunçbilek, kanunda Aytaç Doğan olunca zaten Marvel Avengers gibi bir şeyle karşı karşıyayız. Hulk, Thor, Ironman bu üçlüden daha güçlü değil abi!
Bilirsiniz; Hüsnü Şenlendirici klarneti bir üflüyor, içinin sesini duyuyorsun, nefesinin özünü, ruhunu. Söylenecek bir şey yok onun hakkında. Niyet ederse, bir üfler, dağılırız...
Aytaç Doğan kanunu kanun gibi çalmıyor. O yüzlerce yıllık enstrüman onun ellerinde benim için yeniden icat ediliyor. Canım babam da bir kanuni, yani kanun çalan olduğu için, Türk Sanat Müziği’nin içinde büyümüş biriyim. Aytaç’ı babama ilk seyrettirdiğimde tepkisi ‘oğlum bu adam kanun çalmıyor!’ olmuştu. Başka bir şey yapıyor çünkü. Saygılar!
Gelelim sevgili kardeşim İsmail Tunçbilek’e. Parmakları sanki bağlamanın sapında örümcek gibi dolanıyor. Mızrabı tellere vururken elini göremiyorsun. Herhalde hasbelkader tanıştığımıza da çok pişmandır, çünkü ne zaman Taksim Trio dinlesem, sabah akşam fark etmez, bir şekilde İsmail’e mesaj atarım. Ya sosyal medyadan, ya telefondan. Derim ki ‘Eh be büyücü, ne biçim insansın!’
Yaptıkları müzik benim için bir büyüdür çünkü. Huşu ile dinlerim. Hayran olurum...
Biliyor musunuz bilmem, bizim memlekette on’salar, Arap Yarımadası’nda yüz’ler! Bizim için de çok değerliler tabi ki, ama her biri birer Michael Jackson oralarda! Sevgiyle dinliyoruz, gurur duyuyoruz!
Bir radyo programı: Rabarba
Herhalde bir çoğunuza Mesut Süre’nin kim olduğunu söylememe gerek yok. Son derece yetenekli, bir çok ödüllü bir radyocu ve daha da önemlisi çok müthiş bir stand up’çı. Her cumartesi BKM Mutfak’ta milleti ‘ayı gibi’ güldürüyor. Yüreği de kendi gibi kocaman bir adam işte!
Uzun yıllardır önce RockFM’de, sonra da KentFM’de sürdürdüğü, muhabbet ve kahkaha yoğun programı Rabarba’ya çok kısa bir süre ara vermişti. Şimdi Joy Türk’te bu Pazartesi saat 18:00 – 20:00 arası yayına başlıyor. Ne güzel! Hafta içi her gün tabi ki...
Zaten yüzbinlerle dinleyeni olan Rabarba, artık ulusal bir yayınla daha da çok dinlenecek. Ne mutlu bize.
Şu Anlatanadam kardeşiniz de Mesut Süre’nin daimi konuğu olarak her pazartesi yayında olacak. Hem de dünya tatlısı Firuze Özdemir’le birlikte! Çok şahane bir muhabbet oluyor, bekleriz efendim!
*
Not: Bana Twitter, Facebook ve Instagram’dan ulaşabilirsiniz: @anlatanadam
Paylaş