Paylaş
Demek öyle çok film, belgesel, dizi anlatıyorum ki; ‘gel bakayım buraya, sen film seyretmekten başka bir şey yapmıyorsun galiba’ dediler ve Hürriyet Video için her cuma yayınlanacak şekilde, Sinefil adında bir programa başladık!
Vizyona girecek olan filmlerin kısa fragmanlarını yayınlıyor, öncesinde de filmin fragmanından filmle ilgili çıkarımlar yapıyorum. Dün ilki yayınlandı, çok da enerjik oldu. Hurriyet Video’da seyredin, bakalım beğenecek misiniz?
Artık filmlere karar vermeden önce taraflı, süper sübjektif, gerçek fikirlerin programı Sinefil’e bakmadan gitmek yok!
*
Bu hafta tavsiyelerim arasında film yok artık. Film tavsiyelerimi Sinefil izleyerek daha detaylı öğrenebilirsiniz. Hem çekip, aynısını da yazacak halim yoktu her halde!
Bir Kitap: Haşırt Dı Blekbord
Bu memleketin en yetenekli oyuncularından Zafer Algöz’ün Haşırt Dı Blekbord’unu kahkahalarla okudum. Kimler kimler yok ki kitapta; Cem Yılmaz’lar, Kemal Sunal’lar, Öztürk Serengil’ler, Sadri Alışık’lar, Erkan Can’lar...
Kitapla ilgili tek bir sıkıntı var, o da çabucak bitmesi. Keşke üç cilt olsa da okusam diyorsunuz. Zafer Başkan Kafa dergisine yazdığı öykülerini kitaplaştırmış. Ben ilk defa duyuyorum.
Pardon duyuyorum yazdım, sonra da silmedim. Çünkü öyküleri okurken hep aklımda olan şey buydu. Keşke bu öyküleri Zafer Algöz’den, tek kişilik bir oyunda dinlesek! Hem de başka bağlayıcı esprilere gerek kalmadan, stand up dinamiklerine takılmadan, özgün bir öykü dinletisi şeklinde. Müthiş olur müthiş!
Başkan ellerine, kalemine sağlık! Her zaman yaz, hemen okuyalım!
Bir dizi: River
Tek sezonluk bir dizi. Hem de 2015 yapımı. Geç olsun güç olmasın, sizinle paylaşmak istedim. İngiliz yapımı kriminal dizilerin genel özellikleri var. Bir, çok detaycılar. İki, çok muhabbet, az aksiyon işliyorlar. Üç, patlama ve gümbürtü yerine oyunculuklar ön planda. Dört, inanılmaz gerçekçi görünüyorlar.
Silah taşımaları yasak olan İngiliz polis dedektiflerinin, izleme yaparak, dosyaları kurcalayarak, görüşmelerden fikir çıkararak sonuca gittiği dizilerden biri. Süper ağır aksak ilerliyor. Ama kafanı çevirdiğin anda diziyi takip edemiyorsun. Bence bu çok özel. İki bölüm seyretmeyip, annenin kısa bir anlatımıyla devam edebildiğin diziler bana göre değil.
Hiç bir diyaloğun boş olmadığı, oyunculukların en üst düzeyde ve minimal olduğu, renkleriyle, işlenişiyle örnek bir dizi River.
İngiliz dizilerindeki ağlama rolüyle, bizim dizilerdeki ve Amerikan dizilerindeki ağlamayı karşılaştırıyorum hep. Canım sıkılıyor. Diyelim ki biri öldürülmüş ve polis en yakınına cinayeti haber veriyor:
Türk dizisi: Abartılı bağırış, gözyaşsız ağlama, sinir, uzun bir sahne. Sonuç, inandırıcı değil.
Amerikan dizisi: Neredeyse sükunetle kabul etme, sorulan sorulara mantıkla cevap verebilme, gözyaşsız ağlama, kısa bir sahne. Sonuç, çok mantıksız.
İngiliz dizisi: İnsanın içini yakan bir sessiz ağlama, ağlayarak konuşma; ağlarken bırak gözyaşı selini, burundan su bile gelmesi, kısa bir sahne. Sonuç, mükemmel inandırıcılık.
O yüzden bu aralar İngiliz kriminal dizilerine sardırdım. Kısa, net, boş yok. Ne güzel işler bunlar, özeniyor insan.
Bir belgesel: Hitler A Career – Bir kariyer olarak Hitler
Neden bilmiyorum, 2.Dünya Savaşı’na karşı özel bir ilgim var uzun yıllardır. Bu konuda bir koleksiyoncu değilim. İlgim Hitler üzerine de değil tabi ki. Beni esas çeken konu, bir psikopatın gündüz rüyalarına kapılan insanların nasıl olup da bu kadar adanmış ve acımasız bir savaşı yürütebildikleri sanırım.
Bu konuda çekilmiş bütün işleri seyrettiğimi sanırken, daha henüz işin ABC’sini kaçırmış olduğumu fark ettim. Çünkü size bahsettiğim belgesel 1977 yapımı. Hiç bir yerde görmediğimiz görüntüleri vadetmiyor. Ama Hitler meselesini bir kariyer planlaması olarak inceliyor, işte bu çok ilginç.
Kendisi ve etrafındaki yardakçıları tarafından ölçülü bir şekilde planlanan Hitler’in kariyerinin, Alman toplumu içindeki yükselişini anlatıyor. Savaş ve soykırım gibi insanlık dışı olayların yaşanmasından önceki zamanı bu kadar derinlemesine inceleyen bir belgesel seyretmemiştim.
Planlanmış konuşmalar, mimikler, önceden hesaplanmış sevinçler, üzüntüler, kamera için ayarlanmış kalabalıklar, abartılmış ve politize edilmiş asker cenazeleri, yalan haberler, kandırmacalar ve bir ruh hastasının peşinden koşan koca bir ulus. Bütün bunlar sadece bir kişinin değil, o kişinin küçük çemberindeki akıl hocalarının, reklamcıların, danışmanların, komutanlarının toplu bir etkisi. İnsan çok kötü bir yaratık. Çok etkilendim.
İki buçuk saatlik bir belgesel su gibi akıyor. Nette her yerde var, izlemenizi tavsiye ederim.
Bir grup: Rubato
Piyasanın çok yakından tanıdığı, her biri yıllardır en büyük sanatçılarla çalışan ve enstrümanlarına fena hakim dört özel insanın kurduğu bir grup Rubato.
Viyolonseli ağlatan Özer Arkun, klarnetin efendisi Göksun Çavdar, udu konuşturan insan Fatih Ahıskalı ve bas gitarın ustası Eralp Görgün çaldıkları her şarkıyı bambaşka çalıyorlar. Bir de Özer Arkun’un sesi yok mu? Sesindeki buğu adamı öğle vakti efkarlandırıyor!
Ben dört yılda sadece ‘Hay’ adlı şarkılarını bin iki yüz elli altı kere falan dinlemişimdir.
Hangi birini söylesem ki favorim Hay dışında? Şebnem Ferah’ın Yağmurlar’ını mı söyleyeyim, İmparator’un Yıkılmışım Ben’i mi, Müslüm Baba’nın Senden Vazgeçmem’i mi, Unutamadım’ı mı, yoksa sözleri Sıla’ya ait olan Beter’i mi?
Arka arkaya dinlemek bile kesmiyor. Ne yapsam acaba?
Rubato benim iki favori grubumdan biri. Diğeri mi? O da haftaya!
*
Not: Bana Twitter, Facebook ve Instagram’dan ulaşabilirsiniz: @anlatanadam
Paylaş