Paylaş
Çok ‘creme de la creme’ bir mağazanın önüneydik. Biz derken, ben yancı bile değildim. Sadece oradaydım ve kulak kabartıyordum.
- Git hayatım, pasaportun elinde, 10 yıllık vizen, paran cebinde, çoluğun yok, çocuğun yok, git hatta yerleş? dedi yanındaki.
İki kadın takmış, takıştırmışlardı. Fazla estetikten ikisi de birbirine benziyordu. Zaten aşırıya kaçan kadın, erkek herkes birbirine benziyor bu estetik işinde. Gotham City’nin Joker’i gibi bir hedef var demek sonunda.
- Nasıl gideceksin hayatım? Bir sürü kiracı, derdi tasası, yurt dışından sadece avukatla idare olur mu?
- Bal gibi olur. Bak Nurten’lere, on yıldır Amerik...
Uzaklaştım. Cemiyet insanı sorunsalı bünyemde tahribat yaratmaya başlamıştı. Jet Set bir ortamda vurgun yememek için yavaşça uzadım.
*
- Alıp başımı gideceğim vallahi, diye bağırdı mahallenin bakkalı.
İrkildim. Ne istediğimi bile söyleyemeden durdum. Kankasıyla konuşuyordu. Bakkalların hep bir kankaları var anladığım kadarıyla, ne zaman gitsen orda oluyorlar. Hiç işe güce bulaşmıyor, orada ayakta duruyorlar. Anca arka raftan bir şey bulamazsan,
- Selami oradan bir tane arpa şehriye versene, diyor bakkal mesela. Selami arpa şehriye nerede biliyor, tak alıp sana uzatıyor.
İşte böyle bir Selami’yle yan yana takılıyorlardı.
- Kirası ayrı dert, zammı ayrı dert, hipermarketi ayrı dert. Adam bir indirim yapıyor, alış fiyatımın altına satıyor kardeşim! Torba torba alış veriş yapıyor millet, buradan ekmek, süt, yoğurt. O da şanslıysak! Kapatıp gideceğim yurt dışına!
- Git abi, dedi. Ne duruyorsun? Dükkanın hava parasını koy cebine, al hanımı, çocukları Avusturalya’ya git. Kocaman ülke, kim kime dum duma.
- Git demekle olmuyor Selami, çocukların okulu, hanımın memuriyeti. Dil bilmeyiz, yol bilmeyiz.
- Abi ne diyorsun ya, Cemal abi yok mu hani Serhat’ın abisi, attı kapağı Sidney’e. Anında parayı bulmu...
Kaptığım gibi arpa şehriyeyi, çıktım. Herkes bir yerlere kapak atmaya çalışıyordu sanırım. Koca kıtadan kim kime dum duma şeklinde bahsedilen bir ortamdan acilen uzaklaşmak gerekiyordu ayrıca.
*
- Şu son çeyrekte promote edemezsem, ondan sonra kimse beni tutamaz baba, dedi. Gitmek lazım bu ülkeden.
Yan masadaki iki yakışıklı salatalarını yerken muhabbettelerdi. Söylenen artist, ağzını büke büke konuşuyordu. Demek İngilizce eğitim almıştı, çalıştığı firmalar hep yabancı ortaklıydı falan. Yani İngilizce - Türkçe karışık konuşmaya alışmıştı. Havasının bin beş yüz olmasından belliydi, böyle konuşmayı da seviyordu.
- Abi sen bunu çoktan dizörv ettin, CFO senden daha iyisini mi bulacak? Bir kompıtiyşın da yok, rahat ol. Ama senin yerinde olsam hiç durmam. Sat evi, arabayı, al tazminatı git abi, dedi arkadaşı. Aynı tornadan çıktıkları, büklüm büklüm konuşmasından belliydi.
Diyaloglarında geçen promote etmek terfi almak, dizörv etmek hakketmek, kompıtiyşın da rekabet demekti. Si-Ef-O ise bayağı büyük bir müdür işte, anlayın artık.
- Gideceğim gitmesine de, Uruguay istiyorum oğlum ben. Daha çok para lazım. İki, üç milyon yeşil olacak ki rahat olacaksın. Orada da biznıs kafasına giremem.
- Abi yapma ya, bizim Tankut var ya insan kaynaklarından giden? Adam Uruguay’a yerleşmiş baba. Bir resimler paylaşıyor Instagram’dan, herifte reputeyşın süper. Montevideo’nun yarısı herifi tanıy...
Acilen kalktım. Bu arkadaşların beyaz yakalı prablımları da (burada yazar problem demek istiyor) beni germişti. Reputeyşın dediği, insan kaynaklarından Tankut Uruguay’da iki dışarı çıkıyorsa bin fotoğraf çekiyor, Türkiye’deki arkadaşları görsün diye paylaştıkça paylaşıyordu anlayacağınız.
*
- Bizdeki sıkıntı ne biliyor musun? Tahsilat, dedi elektrikçi abi. Mal satmakta problem yok. Malı satmıyorsun, dağıtıyorsun sanki. Kimse parasını ödemiyor kardeşim! Nasıl para kazanacağımızı bıraktık, malı nasıl yerine koyacağız onu düşünüyoruz! Satıp, savıp gideceksin aslında!
Küçücük bir dükkandan bütün Türkiye’ye mal satan Eminönü toptancılarından biriydi. Büyük, küçük müşteri demez, perakendeye de bakardı.
- Hiç durma Zeynel abi, dedi yanında çay içen esnaf arkadaşı. Senin şartların bende olacak, şu an Ontario gölüne bakarak demli çayımı yudumluyordum!
Komşu esnaf abinin coğrafya bilgisine ayrıca şaşırarak dinlemeye devam ettim. Anladığım kadarıyla komşu esnaf abi Kanada ve tavşan kanı çay seviyordu.
- Kolay mı İlhan’ım bu yaşta düzeni bozup başka yere yerleşmek? Dededen kalma işi kime bırakıp gideceğiz?
- Abi öyle deme. Ne yaptı kampçı Hüseyin abi? Bir gün bir baktık kapatmış dükkanı, ertesi gün Toronto’da outdoor mağazası açmış. Dolarla oynuyormuş diyorl...
Uzatma kablosu da eksik kalsındı. Sıvışıverdim. Ya bu komşu esnaf İlhan Abi, gaz vermek süratiyle Zeynel Abi’nin dükkana çökmeye çalışıyordu, ya da sadece demli çay seviyordu, ne bileyim?
*
Taksiye bindim. Taksici kendi kendine konuşuyordu. Ben binince sohbeti bana denk geldi.
- Nasıl olacak abi bu? Sabahtan akşama kadar direksiyon salla, kendi paranı denkleştiremeden sabah oluyor. Ek iş olarak taksicilik yapıyoruz, neredeyse borçlu çıkacağız. Bir fırsatını bulsam, ver elini Almanya!
Topa bir girsem; mazotun fiyatından gireceğiz, İstanbul’un trafiğinden çıkacağız. Patronun oğlunu çekiştireceğiz, taksi plakası rantını derinlemesine inceleyeceğiz.
- Abi bir telefon açayım mümkünse, dedim.
- Aç abicim aç. Gideceksin Berlin’e, çekeceksin altına Mersoyu, taksimetre tıkır tıkır Euro işleyecek. Yok efendim kısa mesafe, aman efendim köprü trafiğ...
- Müsait bir yerde abi, acil bir işim çıktı kusura bakma, dedim. Hemen indim. Artık aynı muhabbetten şişmiştim.
*
Sanırım bugün denk geldiğim herkes memleketi bırakıp gitme peşindeydi. Gidilecek ülkeler tasarlanmış, şehirler bile seçilmişti. Komşunun tavuğu komşuya kaz görünmekteydi. Hadi desen bir çoğunun gidemeyeceğini, hatta gitmeyeceğini biliyordum. Bu söylenmeler, memnuniyetsizliği dile getirmeler, her kesimden gitmeye yeltenmeler sadece laftaydı.
Herkes söyleniyor, kimse gitmiyordu.
Bakmayın, herkesi burada tutan bir şey vardı. O da iki kelime laftan fazlaydı.
*
Not: Bana Twitter, Facebook ve Instagram’dan ulaşabilirsiniz: @anlatanadam
Paylaş