23 Mayıs 2004
<B>SAÇLARIMI</B> nerelere sığdıracağımı bilmediğim çocukluk ve erken dönem gençlik yıllarımın en önemli, en baskın markası <B>Necipbey Biryantin</B>’leri idi. Her sabah uyanır uyanmaz gittiğim yerde, burnumun dibinde bir Necipbey Biryantin kutusu durur, sürekli bana ‘Hadi artık sen de beni kullan!’ diye bana göz ederdi. Özenirdim babama, önceleri gizli gizli daha sonra açık açık saçlarımı biryantinlemeye başladım. Yıllarca biryantin hayatımın önemli bir parçası oldu. Bugün biryantin yok ne var? Bildiniz saç jölesi var. Çünkü hálá saçlar gençler için çok önemli, hálá gençler karşı cinsi etkilemek için saçlarını nerelere sığdıracaklarını bilemiyorlar. (Neyse ki benim öyle bir sorunum kalmadı, artık jöle yerine ‘keller daha çekici’ cümlesi her derdime deva oluyor!).
Türkiye’de gençler arasındaki ‘saç jöle’si dalgasını ilk gören ve reklam yatırımlarıyla marka olma fırsatını ilk değerlendiren firma Hobby.
Hobby yılların kozmetikçisi. İki kardeş Rıdvan Ilıca ve Armağan Ilıca, Hobby’yi 1974 yılında kurmuşlar. Çok uluslu dev şirketler Unilever ve P&G ile amansız bir pazarlama savaşına girmişler. Sayısız ürün çıkarmışlar piyasaya. Bazıları tutunmuş bazıları tutunmamış. Bugün bile çok kadın Hobby’nin pembe renkli el kremini anımsar. Ama Hobby asıl çıkışını pazardaki ‘saç jölesi’ dalgasını önceden öngörmesiyle yaptı, nerdeyse saç jölesinin jenerik markası haline geldi. Hatta saç jölesine yaptığı reklam yatırımı Hobby’nin diğer ürünlerini adeta ezdi. Hobby’den Hasan Aktaş’la konuştum, Hobby’nin bugün pazarda 60’a yakın ürünü varmış, söyler misiniz hangisini kim anımsıyor? Tarkan’ın, Hobby jöleli saçlı Şıkıdım, klibini, yine Mustafa Sandal’ın Hobby jöleli halini ise herkes anımsıyor. Hobby’nin radyo reklamlarını, Hobby’nin televizyon reklamlarını unutan var mı?
Aktaş’ın söylediğine göre Hobby geçen yıl tam 3.8 milyon dolar reklam yatırımı yapmış, saç jölesi pazarının değeri yaklaşık 75 milyon dolar civarında. Hobby yüzde 40 pazar payı ile neredeyse tekel. Aktaş’ın söylediğini göre artık saç jölesi pazarında yüzlerce firma var. Hepsi de Hobby’nin açtığı yoldan gelip pazardan pay almaya çalışıyorlar. En büyük sorun ise merdiven altı üretim. Saç jölesi üretiminde tutuculuğu sağlayan en önemli madde ‘pvp’ymiş ve ve piyasada kilosu 3 Euro’dan da pvp bulmak mümkünmüş 38 Euro’dan da..
Birçok markasız ürün ‘ucuz’ hammade kullanıp sanki normal saç jölesi gibi pazarlayıp, haksız rekabet yaratıyormuş, saç jölesi üretim izni varan Sağlık Bakanlığı da iyi piyasa denetimi yapmadığı için Hobby gibi hammadde kalitesine önem veren markalar ciddi şekilde mağdur oluyorlarmış.. Bakar mısınız Türkiye’de ’marka yaratan’ insanların kadersizliğine.. Yıllarca marka yaratacağım diye didin dur, iletişim yatırımı yap, sonra devlet gelsin, denetim yapmasın, oysun gözünü.. Söyler misiniz, kılavuzu karga olan bir ülkede kim niye marka yaratsın!
İlk olmanın gücü!
TAYLOR Nelson Sofres geçen ay bizim için 18 yaş üstü Türkiye temsili 2014 kişiye, ‘Aklınıza gelen ilk üç saç jölesi markası nedir?’sorusunu sordu. İlginçtir, yüzde 50’mizin aklında en az bir saç jölesi markası var. Ürün düşünüldüğünde bu çok yüksek bir oran. Bunda da yıllarca saç jölesi reklamı yapan Hobby’nin payı büyük. Nitekim Hobby marka liginde de yüzde 74,1 ile en yakın rakibi İmaj’a 56,9 puan fark atmış durumda. Egos’un anımsanma oranı ise yüzde 15,8.
İyi ki Özkök var!
NE zaman Ertuğrul Özkök’ün köşesinde adımı görsem başıma gelecekleri düşünüp ciddi bir gerginlik yaşıyorum. Perşembe günü Özkök, ‘Fenerbahçeli Tuncay Şanlı’nın saçını, konumuna uygun imaj nedeniyle uzatması tam Ali Atıf Bir’lik konu’ diye yazdı, her türlü hormonum ‘uyarı’ sinyali vermeye başladı. Bir hafta içinde medya kuyusunun derinliklerinde bir yerlerde çığlık çığlığa canlı canlı gömülürsem şaşırmayın.. Bu arada Özkök’ün pasına da dikkatinizi çekerim. Daha önce Ertuğrul Özkök’ün benim için müthiş bir ‘koç’ olduğunu yazmıştım. Özkök bunu hep yapıyor. Değişik konulara ilgimi çekiyor, güzel yazılarımı övüyor, beğenmediklerini yeriyor. Daha mükemmel yazıya ulaşmam için elinden geleni yapıyor. Ama yerli yerinde, rahatsız etmeden, moral bozmadan.. Ertuğrul Özkök, ‘Gazetecilik eğitiminde Uğur Mumcu’yu, Abdi İpekçi’yi aşmalıyız’ dedi, ağzı olan konuştu, eleştirmeyen kalmadı.
Özkök sonuna kadar haklı. Türkiye’de gazeteciler bu modelleri aşmalı. Bu modelleri tabii ki uygulayanlar olabilir. Diğer modelleri de.. Diğer modelleri uygulayanları niye eleştiriyoruz? Ben Ertuğrul Özkök modelini seviyorum örneğin. Benim gazetecilikteki idolüm Ertuğrul Özkök.. İsteyen istediği kadar eleştirsin, Özkök, Hürriyet’in yönetiminde çok başarılı. Özkök, Türkiye’yi çok iyi okuyor, Türkiye’nin dengelerini çok iyi yorumluyor ve Hürriyet’in Türkiye’nin geleceğinde nasıl bir kaldıraç noktası olduğunu çok iyi biliyor. Hürriyet onun yönetiminde hálá Türkiye’nin pazar ve imaj lideri gazetesi. İyi ki Türkiye’nin yaklaşık on yıldır geçmekte olduğu ‘sırat köprüsü’ ortamında Hürriyet’in başında Ertuğrul Özkök gibi bir ‘sosyolog’ vardı. İyi ki Ertuğrul Özkök var..
Not: Böyle düşünüyorum ve bunları yazmaya hakkım var. (Mehmet Yılmaz’ı da başka bir model olarak çok beğeniyorum örneğin onu da başka yazıda yazarım.) Kimse beni böyle düşünüyorum diye eleştirmesin. Düşündüklerimi eleştirebilir. Karalamadan, nefret kusmadan, ‘yalama’ diyerek yakışıksız tanımlama yapmadan. Sevgiyle..
Reklam çok iyi de bir de anlasam!
HTP araştırma şirketinin her hafta yapmış olduğu Reklam-Algı Endeksi Araştırması’na göre Arçelik yeni reklam kampanyaları süpürmen ve ankastre ürünleri (Azra Akın) ile hatırlanan reklamlar arasında ilk sıraya yerleşti Cola-Turka ise ikinciliğe geriledi. Evy Baby ve Polaris anımsanırlıklarını arttırdılar, Doritos Ala Turka’nın hatırlanma oranı düşse de dördüncülüğünü korudu. Regal ve Zorlu Holding yeni reklam filmleri ile yüzde 3’lik bir hatırlanma payı ile ilk kez marka ligimizde yerlerini aldılar.
Regal’in anımsanma oranı gelecek hafta daha da artacaktır. Zorlu Holding’in listeye girmesini reklamın sık yayınlanması ile açıklayabilirim ama reklam ‘ne diyor’ diye sorarsanız açıklamam mümkün değil. Zorlu Holding, ‘kurumsal imaj’ reklamlarında zaman zaman böyle anlaşılmaz iletişim çözümlemelerine başvuruyor. Atların koştuğu, gökyüzünde kara kara bulutların dolaştığı, doğa üstü güce sahip bir çocuğun kara bulutları aklaştırdığı Zorlu reklamındaki göstergeleri anlayan arap olsun.. Reklamın üst yönetimi ya da kurucuları memnun etmek için yapıldığı çok açık ama verilen mesajı anlamıyorsak bu reklamdan bize ne! Üstelik reklam iki ayrı bölümden oluşuyormuş gibi.. İkinci bölümde Holding kapsamındaki şirketler tek tek resmi geçit yapıyor. Burada da mesaj fazlalığından beyinler neredeyse reklam komasına giriyor. Zorlu Holding, Türkiye’nin büyük gücü.. Zorlu’nun kurumsal imaja yönelik yapım kalitesi yüksek reklam kampanyası yapmasını takdirle karşılıyorum. Ancak kurumsal imaj reklamı yapıyorum diye de reklamın temel ilkelerinden taviz vermenin bir alemi yok...
CHP ne istiyor? Kitle partisi? Marjinallerin partisi?
TNS tarafından her ay yapılan, ‘Liderlerin Form Grafiği’ araştırmasının Nisan 2004 sonuçları elimize ulaştı. Çok ilginç bir sonuç var. Yerel seçimlerden sonra Tayyip Erdoğan hálá tavan yapıyor. Tayyip Erdoğan’ın yaptıklarını onaylayanların oranı tarihin en yüksek seviyesine çıkmış durumda: Yüzde 62.
Bu sonuç, AKP’nin son ‘imam hatip mezunları krizi’ni niye çıkardığı konusunda ipuçları veriyor. ‘Değiştim’ diyen AKP, ‘sınırları’ zorlayabileceği ‘halk desteği’ aşamasına geldiğini anlayınca ‘İslam Cumhuriyeti’ ateşiyle yandığını bir kez anımsadı galibaÖ
AKP’nin, ‘Halk desteğini aldım, herşeyi yaparım’ düşüncesinde yanıldığını herkes biliyor. AKP isterse yüzde 55 oy alsın. Türkiye Cumhuriyeti’ni, Türkiye Cumhuriyeti yapan özellikleri değiştiremez, Türkiye’ye laik olmayan bir düzen getirmez. Bu ülkenin demokrasi bekçileri buna izin vermez. AKP bir bunu anlasa rahat edecek ama nerede.. İnsanın aklı ‘dine’ kilitlenince gözü demokrasi falan görmüyor, basbayağı bir ‘dayatmacı’ olup çıkıyor. Nisan 2004 sonuçlarına son ‘imam hatip mezunları krizi’nin bir etkisi olmadığını söyleyeyim. Bu etkiyi Mayıs 2004 sonuçlarında göreceğiz.
CHP’de ise durum vahim. Baykal, ‘Bir haftada yerel seçim başarısızlığı unutulur’ dedi, ama kimsenin başarısızlığı unuttuğu falan yok. Baykal’ın form grafiği yüzde 15.2 ile dibe vurmuş görünüyor. Baykal gerçek CHP’li ise artık istifa etmeli ve CHP’yi kongreye götürmeli. Piyasada CHP’nin genel başkanlığı için çeşitli isimler geçiyor. Nurettin Sözen gibi, Ertuğrul Günay gibi.. Birileri yine saçmalıyor. Ortada adı geçen isimlerle CHP olsa olsa ‘mutlu insanların marjinal partisi’ olur. İnsan biraz halkı okur, ne istediğini görür, ondan sonra ‘genel başkan’ adayı çıkarır değil mi? Bugün için CHP’yi ateşleyecek, iktidara taşıyacak lider özellikleri sadece Mustafa Sarıgül’de var. Sarıgül’de halk ‘umutlarımı karşılar, derdime derman’ olur potansiyeli buluyor. Bunu görebilmesi için insanın galiba CHP’li olmaması gerekiyor..
Son olarak da Ağar’ın 4.4, Bahçeli’nin ise 5 puanlık ‘form’ artışlarını görmezden gelmemek gerekir. Kendi liglerinde yerel seçimlerden başarıyla çıkan Ağar ve Bahçeli küçük çaplı bir rüzgarı arkalarına almış görünüyorlar..
Depoyu ‘full’lemek isteyenlere
DÜNYANIN en iyi, en cesur, en yaratıcı pazarlama bilimcilerinin çalıştığı Northwestern Üniversitesi Kellogg School of Management, 18-23 Temmuz 2004 tarihleri arasında ABD’de son dönemin en tartışılan pazarlama konularının masaya yatırıldığı mükemmel bir ‘pazarlama stratejileri’ programı düzenliyor. Eğer olanağınız ve İngilizceniz varsa kesinlikle kaçırmayın. Ben bile, ‘Acaba gidip depoyu ‘full’lesem mi’ diye düşünüyorum.
(Bilgi için: execed.kellogg.nortwestern.edu).
Çekirgelik
Bugün, yaşamın en kritik konusu bir pozitif gelişmeyi izleyen karmaşa içinde boğulmadan o pozitif gelişmeden nasıl yaralanacağını bilmektir.
(M. Willmott&W.Nelson)
Yazının Devamını Oku 21 Mayıs 2004
İki haftadır Zeynep Tokuş’un Çocuklar Duymasın’da ne kadar yama gibi durduğunu yazıyordum. <br><br>Birol Güven’den yanıt geldi. Hadi okuyalım: ‘Sevgili hocam, yıllar önce genç bir subay, Cumhurbaşkanı Turgut Özal’a içinde ‘size alışamadım’ ifadesini kullandığı bir mektup yazmıştı. Rahmetli Özal’ın verdiği cevap çok kısaydı; ‘Alışırsınız, alışırsınız.’ Zaman Özal’ı haklı çıkarmıştı. Hepimiz çok kısa sürede Özal’a alışmıştık. Siz de merak etmeyin yeni Meltem’e de alışacaksınız.
Uzun süre devam eden bir dizinin hem de eski bölümleri halen her gün yayındayken başrol oyuncusunun değişmesi elbette yadırganacaktır. Bu zaten benim beklediğim bir şeydi. Size gelen e-postalardan bize de geliyor. Ama inanın Zeynep Tokuş’un Meltem rolüne çok yakıştığını anlatan
e-postalar çok daha fazla. İsterseniz size bu e-postalardan birkaç kilo gönderebilirim.
Ancak size gelen e-postada okurunuzun bir tespiti beni çok sevindirdi. Zeynep Tokuş’un yama gibi durmasında asıl suçun bende olduğunu söylüyor. Demek ki yeni Meltem’e alışmış, senaryoya alışamamış.
Ben bunu tedavi edebilirim. Ama şunu da söylemek isterim. Ben hikaye odaklı bir yazarım. Hikaye olursa tüm bir bölümü Fıs Fıs İsmail’in üzerine bile yapabilirim.
Uzun lafın kısası; Zeynep Tokuş’un da, benim de zamana ihtiyacımız var. Bizim asıl hedefimiz ekim ayında başlayacak olan yeni yayın dönemi. Göreceksiniz zaman bizi de haklı çıkaracak, ekim ayından itibaren eski bölümler yadırganıyor olacak. Tabii o zamana kadar bu reklam kirliliğinden dolayı izleyici, televizyon denen aletten nefret etmez ve bizler bu yüzden işsiz kalmazsak. Saygılar Birol Güven.’
Hımm... Birol Güven satır aralarında bana biraz hak vermiş gibi geldi. ‘Öykü Meltem üzerine kurulursa yama etkisi kalkar, düzelir’ diyor.
Bekleyelim görelim bakalım. Güven’in reklam kirliliği nedeniyle izleyicinin televizyondan soğuduğuna dikkat çekmesi de çok ilginç.
Bu şu demek: Türkiye’nin beğeniyle izlenen televizyon dizilerinin yazarı dizi arası reklam bolluğunun dizi izleme alışkanlığına zarar verdiğini düşünüyor. Katılıyorum.
Enginarı çok seviyorum
Enginardan başka sebze tanımam, enginara hastayımdır. ‘Zeytinyağlı enginar’ deyince akan sular durur. Bir parça enginar için yapamayacağım şey yoktur. (Yani bir yere kadar!) Hani utanmasam ‘Enginar Sevenler Derneği’ kuracağım, başına da geçip Türkiye’de enginar ekili alanların fazlalaşması için lobi faaliyeti yapacağım. Tamam abartmış olabilirim, ama enginar kıtlığı başlarsa elimden geleni ardıma koymam haberiniz olsun!
Daha ilkçağlarda Doğu Akdeniz’e götürülerek ekilen enginarın Roma İmparatorluğu döneminde çok değerli bir bitki olarak ün saldığını biliyor musunuz? Atalarımın Romalı olmadığı kesin ama gerçekten çok seviyorum ben bu enginarı ve enginar sevenleri! Araştırdım enginar çok da faydalı bir şeymiş haberiniz olsun. ‘Cynarine’ içeriyormuş. Enginarda aynı zamanda yüksek miktarda magnezyum, demir ve C vitamini varmış. Kandaki üre, kolesterol ve şeker miktarını azaltan enginarın, düşük kalorili olması nedeniyle rejim yapanların baş tacı olması gerekirmiş. Damar sertliği ve kalp hastalıklarını önlermiş, sinirleri güçlendirirmiş, vücuda dinçlik verir, ruhi ve bedeni bitkinliği ortadan kaldırırmış. Ayrıca enginar, unlu yiyeceklerin sindirimini kolaylaştırdığı gibi kolesterolü düşürürmüş. Ayrıca karaciğer hastalıklarının çabuk iyileşmesini sağlar, böbrek kumlarının dökülmesine yardımcı olur, ishali keser, mide ile bağırsakların temizlenmesinde büyük rol oynar ve romatizma hastalarına tavsiye edilirmiş. Gördüğünüz gibi enginar resmen ayaklı eczane. Bir şark çıbanına iyi gelmiyor. Bir de ona iyi gelse var ya her gün kahvaltıdan önce bebe aspirini yerine iki kaşık enginar al, bir daha hastalık yüzü göreme! Keşke şu enginarı araştırmaz olaydım da benim masum enginarım enginar olarak kalsaydı. Enginar enginar olalı benim gözüme bu kadar ilaç gibi görünmemişti.
Not: Enginarın benim için tek olumsuz yönü, kendini tüketerek zavallılık mertebesine erişmiş bir şahsı anımsatmasıdır.
Cuma TAKINTISI
Geçen hafta gittim Divan Pub’lardan birine oturdum. Garson mönüyü getirdi. Anaa! Ne göreyim. Mönünün içinde küçük bir mönü daha var ve üstünde aynen şöyle yazıyor: Enginar Günleri! Gözlerim ışıldadı. Mönüde okuduğum enginar yemeklerinin çekiciliği karşısında beynimde kısa süreli yanıp sönmeler oldu. Bu kadar çok enginar yemeği çeşidini hiç bir arada görmemiştim: Enginar dolması, kuzu etli enginar, tavuklu enginar graten, enginar pane, karidesli enginar yuvası, enginar çorbası, zeytinyağlı enginar ve somonlu enginar salatası. Hemen enginar dolması, zeytinyağlı enginar, tavuklu enginar graten, enginar pane ısmarladım. Yanında da tabii ki kocaman bir bira. Sıcak enginar fikrinden pek hoşlanmadım. Zeytinyağlı enginar ve enginar dolmasının lezzeti karşısında aldığım hazzı anlatmaya ise uygun eylem bulamıyorum. Bir tane var ama o da yaşadığım enginar hazzının yanında hafif kalır! Divan’da Enginar Günleri 30 Mayıs’a kadar devam ediyor. Bu hafta sonu kendinizi bu lezzetten mahrum bırakmayın.
Cuma LAKIRDISI
Üzgün bir kadını teselli etmeye çalıştığınızda çözümler önermeyin, duygularını sorgulamayın ona sadece dinlediğinizi gösterin.
(Allan+Barbara Pease)
Yazının Devamını Oku 17 Mayıs 2004
Gezer, terlik sektörünün orta ve orta-alt pazar bölümüne hitap ediyor. Yeni başlayan reklam kampanyasında da hedeflediği pazara uygun gördüğü Müslüm Baba’yı kullanmış. Müslüm Baba çıkıyor, önce atansiyon matansiyon, ahdung mahdung hesapta dikkat çekip sonra bütün hısım akrabayı ‘Gezdiriyor’. Niye? Çünkü ismimiz Gezer. İyi ki Gezer! Bir de ismimiz Koşar olsaydı. İşin yoksa ismine uygun olsun diye spor ayakkabı üret. Gezer yıllardır reklam iletişiminde ismine uygun bir ‘gezdirme’ telaşı içinde ama Müslüm Baba’da bu gezdirme işine alet edilince anlamsızlığa bir dikkat çekeyim dedim. Hangi kadın ‘Ya bu marka terlikler gezdirme işinde acaip iyiymiş. Bir bineyim de gezeyim’ diye terlik alır arkadaşlar! Dikkat edin ‘hangi kadın?’ dedim. Mesajı aldınız mı? (*).
BesmeleStation’a bir iki
Video oyunu sektörü hızla ‘çoçuk işi’ olmaktan çıkıp tüketicilere ulaşmanın ana ortamlarından biri haline gelmeye başladı. Dünün video oyunu manyağı çocuklar, bugünün yetişkinleri ve hálá ellerinden video oyunu konsolü düşmüyor. Hatta video oyununa daha fazla zaman ayırıyorlar. Bu pazarın kısa sürede ABD dahil 10 milyar dolara ulaşacağı tahmin ediliyor. Bu nedenle de video oyunu sektörü Hollywood, spor ajanları ve reklamcıların oldukça iştahını kabartıyor. Video oyunları sektörünün lideri Sony Playstation 2. Onu Microsoft’un Xbox’ı izliyor. Üçüncü sırada ise Nintendo’nun GameCube’ü var. Bu üç şirketin de son günlerdeki tek derdi 2005 yılına video oyuncularının en beğeneceği konsolü yaratmak. AKP’nin tek derdi neydi? ‘İmamlarla’ dolu bir Türkiye yaratmak. Hükümetimizin gelecekle ilişkisi müthiş! Haklılar ama... Besmeleyle başlanmayan bir video oyununu kim kazanabilir ki!
Değişim yönetimi atölye çalışması
Önümüzdeki perşembe günü, Mercedes-Benz’in sponsorluğunda, Kemer Golf&Country Club’ta ilginç bir ‘değişim yönetimi’ atölye çalışması var. Sponsor Mercedes-Benz. Konuşmacılardan biri ünlü değişim yönetimi uzmanı Amir Kfir. Diğer konuşmacı yönetim danışmanı Ece Şirin. Ayrıca Türkiye’nin önemli şirketlerinin başarılı CEO’ları da ‘şirket gündemlerindeki değişimi’ tartışacaklar..İşte CEO listesi: Muzaffer Akpınar (Turkcell), Dr. Tiil Becker (Mercedes-Benz), Serdar Bölükbaşı (Efes Pilsen), Tufan Darbaz (Doğan Holding), İlker Keremoğlu (STFA Holding), Naci Sığın (Yapı ve Kredi Bankası), Işık K. Aşur (Shaaya), Ünal Aysal (Unit International). Bu çalışmayı kaçırmasanız iyi olur. LCV 0-212-337 65 75
Mutfağa odaklanmanın gücü
Lineadecor’un kurucusu Ercan Ecemiş’le konuşuyoruz. Yıllardır İtalyan malı sandığım Lineadekor’un saf kan Türk malı olduğunu öğrenince çok şaşırıyorum. Ecemiş’le konuştuşça da Lineadecor’un gerçek bir marka başarı öyküsü olduğunu anlıyorum. Lİneadecor bu güne kadar reklama iyi yatırım yapan hazır mutfak markası ve odaklandığı tek alan mutfak. Bu nedenle de Lineadecor deyince herkesin aklına tek sözcük geliyor: mutfak! Bence İtalyan imajı, tek alana adanmışlık ve tutarlı reklam başarıyı getirmiş: 100 milyon dolarlık markalı hazır mutfak pazarının lideri, yılda yaklaşık 15 milyon dolarla Lineadecor. Ercan Ecemiş’in şikayeti İtalyan imajı nedeniyle ‘pahalı’ bir marka olarak algılanmaları. Oysa Lineadecor’da B grubuna hitap edebilecek 3 milyara da mutfak varmış. Lineadecor’un yeni reklam kampanyasının arkasındaki hedef de bununla ilgiliymiş: ‘pahalı’ imajıyla mücadele etmek ve orta-üst (B grubu) yaşam standardına sahip pazar bölümünden pay alabilmek! ‘Aşçılar işsiz kalacak’ reklam kampanyasını beğendiğimi söyleyemeyeceğim. Mizah kullanılıyor ama fikir samimi değil, dört filmde de bu samimiyetsizlik sırıtıyor. Lineadecor jenerik marka olmaya oynasaymış daha iyi olurmuş (Reklam Ajansı: Güzel Sanatlar Rating. **)
Çekirgelik
İnsanlara ne istediklerini sorsaydım, daha hızlı giden at üretirdim.
(Henry Ford)
Yazının Devamını Oku 16 Mayıs 2004
<B>‘FUNKY Business’</B> (Türkçe’ye Delifişek diye çevrildi) kitabının yazarları <B>Joans Ridderstrale</B> ve <B>Kjell Nordström</B>, şimdi de aynı gariplikte ikinci bir kitap yazdılar, adı Karaoke Kapitalizmi.Ridderstrale ve Nordström yeni kitapta bir Karaoke Bar’ı şöyle tanımlıyorlar: ‘Bir Karaoke Bar’a gittiğinizde (siz İstanbul’da, Maslak Princess’in altındakine gidebilirsiniz) ne görürsünüz? İnsanlar sahneye çıkar ve Sinatra şarkısı söylerler. İlk başta sesleri rezalettir. Daha sonra bir bira çekerler, performansları düzelir. Beş altı bira sonra sadece seslerinin iyileştiğini düşünmekle kalmazlar ayrıca da kendilerini Frank Sinatra (bizde Davut Güloğlo) sanmaya başlarlar. Özetle bir Karaoke Bar’ına başka biri olmak için gidersiniz. Yaptığınız sadece taklittir, üstelik zarar gören de karaciğeriniz olur. Dünyanın bütün içkilerini içebilirsiniz, süper yetenekli de olabilirsiniz ancak tüm bunlar başkasını taklit ettiğiniz gerçeğini değiştirmez. Başkasını taklit ederek ancak başkası olursunuz.’
Ridderstrale ve Nordström’ün Karaoke Bar’ı anlatmalarının nedeni oradan Karaoke Kapitalizmi’ne geçiş yapmak. Nitekim yapıyorlar ve özetle şunu söylüyorlar:
‘Dünya Karaoke şirketlerle dolu. İşletmeciler de, sanki taklitçilik bir farklılık yaratabiliyormuş gibi, taklitçiliği benchmarking (kıyaslama), best practice (en iyi uygulama) gibi ‘hoş’ sözcüklerle meşrulaştırma peşinde. Ne denirse densin, ne yapılırsa yapılsın taklitçilik bir firmayı lider yapmaz, ancak ortalara bir yerlere getirir.’
Ridderstrale ve Nordström’a yürekten katılıyorum. Sanki Karaoke Kapitalizmi kavramı bizi tanımlamak için türetilmiş gibi. Biz Türkler sadece taklit ediyoruz. Tam bir Karaoke Kapitalizmi’yiz. Her alanda ama. Bu nedenle de tam anlamıyla ne bir dünya markamız var ne de liderimiz. Bugüne kadar gerçek anlamda, farklı tek lider çıkardık o da Atatürk... Onu farksızlaştırmak için de elimizden geleni yapıyoruz.
(*) Karaoke Capitalism, FT, 2004.
Ha AKP ha CHP ne fark eder?
AKP aklını dinle, imam hatiple, türbanla bozmuş durumda. AKP zihniyetine sahip olup ‘demokrasi havarisi’ görünen köşe yazarları da öyle... Onlar da kafayı tam anlamıyla ‘dinle, dindar toplumla, dini eğitimle’ yemiş durumdalar.
CHP ise aklını devletçilikle, statükoculukla, laikçilikle, küreselleşme karşıtlığıyla, kaynaklarımızı koruyalım yabancılara yedirmeyelim sendromuyla, yaşasın dünya sosyalistlerinin kardeşliği klişesi ile bozmuş durumda. CHP yandaşı köşe yazarları da öyle... Dertleri Türkiye’yi içine kapatmak, gün yüzü göstermemek.
İyi ki yeniden imam hatip krizi çıktı! Çıktı da AKP’nin de CHP gibi ne kadar çağdaş dünyanın demokratik değerleri ile örtüşmeyen bir pozisyona (algılama haritası çıkarın sonuç böyle çıkmaz ise ne olayım!) kendini hapsettiğini gördük. AKP’de baskıcı. Hatta AKP zihniyetinde daha ciddi ‘tepeden inmeci’ eğilimler var. Anlayacağınız al birini vur ötekine... AKP de CHP’de ‘özgür aklı’ yaratmak yerine kafalarındaki toplum modelini insanlara damardan şırınga etmekten başka bir şey düşünmüyorlar.
Oyun oynamayalım. Gerçeği görelim. AKP’nin çoğunluk, CHP’nin muhalefet olması bir şeyi değiştirmiyor. ABD’nin, AB’nin ‘kötünün iyisi’ şeklindeki çıkarcı yaklaşımları gerçeği değiştirmiyor. Türkiye ne AKP ile ne de CHP ile bir yere gidebilir. Şekil 1’de görüldüğü gibi gidemiyor da.Türkiye zaman kaybediyor. Türkiye’nin Türkiye’yi uçuracak ‘sınırları olmayan’ bir partiye gereksinimi var. Çok acele...
Gönül bu, ota da konar robota da!
ARÇELİK yine bir ‘marka genişletme’ operasyonuyla karşı karşıya... Yeni kategorimiz ‘ankastre ürünler’. Bakalım Arçelik markası nerelere kadar genişletilecek. Yakında mobilya da geliyor, sonrası ne olur bilinmez!
‘Ankastre ürünler’ üst gelir grubuna yönelik bir kategori tabii ki... Yüksek kalite algısı şart! Sanırım bu nedenle Arçelik ankastre ürünlerinin iletişiminde Çelik’in dışında bir ‘ana karakteri’, dünya güzeli Azra Akın’ı kullanmaya karar vermiş.
Azra Akın’ın reklamdaki rolü ‘mutfakta gezen kadın rolü’.. Çelik, Azra’yı görünce aşık oluyor. Sırrı da ‘Materyal uyuşmazlığından’ bu ilişkiye son noktayı koyuyor. Çünkü, Azra Akın ve Çelik ayrı dünyanın güzelleri... (Sırrı’ya da burada teessüflerimi bildiriyorum. Gönül bu, ota da konar roboto da... Sevenleri ayırmaya kimsenin hakkı yok).
Yeni Arçelik reklamının esprisi iyi ama reklamın temel mesajı ile ilgisi yok. Üstelik ilk defa Arçelik’e bir ürünü için Çelik yetmiyor. Yoksa Arçelik, Çelik’ten vazgeçeceğinin ilk sinyallerini mi veriyor? Neyse bekleyelim görelim bakalım. Reklamın doğru durduğu bir yer var tabii ki. Dünya güzeli bile olsa ömrü mutfakta geçen her Türk kadınının hayali ‘İyi bir mutfağım olsun, girince ruhum açılsın, iki ayrı evyesi olsun, birinde bulaşık yıkayabileyim, diğerinde durulayabileyim, patlıcanları soğanları rahat rahat soyabileceğim geniş tezgahım olsun, asansörlü davlumbazım olsun’ değil midir? Dünya güzeli bile köleliğini tescil ettiriyorsa benim mutfakta harikalar yaratan evinin gülü kadınım niye Arçelik ürünlerini tercih etmesin!
(Reklam Ajansı:
Young /Rubicam Rating: * * *)
Aklını seveyim Hulusi Derici!
ON gün önceye kadar Regal diye beyaz ve kahverengi eşya markası biliyor muydunuz? Hayır. Şimdi? Evet. Peki bu markayı nasıl biliyorsunuz? Ucuz? Hayır. Pahalı markalardaki gibi her şeyi olan ama ucuz? Eveeet. Yani paranın karşılığı.
Vestel’in, yeni çıkardığı ikinci markası Regal’le beyinlerde tutmak istediği rekabetçi konum bu: Paranın karşılığı. Daha doğrusu on gün önce buydu. Hedefi de belliydi: Profilo ve bu kategorideki diğer markalar!
Kadın ve erkeğin, polis sorgusu ortamında 3 liralık Regal yerine 5 liralık ‘marka’yı tercih ettikleri ve tokat yedikleri reklam yayına girdi, milleti şoke etti ve Regal on günde (yukardaki sorulara verdiğiniz yanıtları anımsayın) amacına ulaştı. Rakipler de tir tir titremeye başladı. Abartmıyorum aynen böyle. Hem de yaklaşık 300 bin dolara..
Regal’in reklam stratejisi doğru. İki filmi de çok etkileyici, yapım kalitesi yüksek. Yönetmen tokat etkisini de insanları doğrudan şiddete maruz bırakmayacak şekilde vermiş. İşi tamamen hayal gücümüze bırakmış. Bu nedenle şiddet middet tartışmaları da çok abuk. Eğer bu reklamda şiddet varsa şiddeti onurlu bir hale getiren Kurtlar Vadisi’nin en kısa sürede yakılması gerek.
Reklam rahatsız edici kabul ediyorum ama bu yaratıcı yaklaşımın adı da bu: ‘Rahatsız edici yaklaşım’. Bu reklam rahatsız edici olmasaydı, bu kadar etkili de olmazdı. Neyi tercih ederdiniz? Seda Sayan’ın çıkıp sazlı sözlü bir Regal kampanyası yapmasını mı?
Hem Vestel’i hem de Hulusi Derici’yi cesaretleri için, kolaycılığa kaçmadıkları için, reklam gibi reklam yaptıkları için yürekten kutluyorum. Hulusi Derici, bu kampanya ile benim kalbimde ayrı bir yer elde etti. Hulusi, Türk reklamcılığının ‘en iyi beyni’ olma yolunda hızla ilerliyor. Hulusi’nin reklam aklını seviyorum.
(Rating: * * * * * Reklam Ajansı:Marka )
Sibel Can’ınki pamuksu yüzeymiş!
LİBRESSE ışık hızıyla ‘Çarli’nin tombul melekleri’ uygulamasından ‘Benimki pamuksu yüzey!’ uygulamasına geçti. Doğru da yaptı. ‘Çarli’nin tombul melekleri’ filminden Libresse’in tahriş etmediği mesajını çıkarmak için insanın ‘hindi’ pozisyonunda birkaç gün kuluçkada oturması gerekiyor. Şimdiki uygulamada ise düşünce sürecine falan gerek yok, ‘tahriş’ olayı çok açık: Sibel Can’ınki pamuksu yüzey!
Böyle bir ifade karşısında ekran başındakilere önerilecek tek şey var: Nazar etme ne olur, çalış senin de olur!
Çekirgelik
Daha iyi olmaya çalışmayan, iyi olarak da kalamaz.
(O..Cromwell)
Yazının Devamını Oku 14 Mayıs 2004
Gazeteciliğin sadece siyaset yazılarından ibaret olduğunu sananların mutlaka Zeynep Tokuş’la ilgili yazıma gelen e-postaları okumaları gerek. Alt tarafı iki satırlık bir yazıydı ve ‘Zeynep Tokuş Çocuklar Duymasın’da yama gibi duruyor’ demiştim. Böyle küçücük bir yazıya yüzlerce e-posta geldi. İnanın, bazı okurlarım, ‘Çocuklar Duymasın’ üzerine neredeyse bitirme tezi yazmışlar. Ne analizler var, ne analizler bir görseniz. Sosyolojik, antropolojik, psikolojik yani neredeyse Zeynep Tokuş üzerine bir jeolojik analiz yapılmadığı kalmış. Kendilerini sadece siyasete kitleyenler çok şey kaçırıyorlar emin olun. Hayatı kaçırıyorlar. Bir gün de hayat onları kaçıracak, gökten üç elma düştü biz çıkalım kerevetine.
İşte bu e-postalardan bir tanesi:
‘Köşenizi zaman zaman yorumlarınıza katılmasam da beğeni ile takip ediyorum. Geçen hafta reklamlar özellikle terlik reklamları ile ilgili yazınızı mizahınızın içerdiği doğruluk nedeniyle beğeni ile okudum. Zeynep Tokuş’un dizi içerisinde yama gibi durduğu görüşünüze katılıyorum. Ancak bana göre bu Zeynep Tokuş’un oyunculuğundan değil, Birol Güven’den kaynaklanıyor. Meltem karakterinin dizi içindeki hem ağırlığını hem de önemini oldukça azaltmış. Bu karakter dizinin dramatik yapısına göre mutlaka gerekli olan sahnelerde ve mümkün olduğu kadar az diyalog ile oynanıyor. Engin karakteri bile daha işlevsel kullanılıyor. Sanırım Birol Güven, Meltem karakterinin dizi içinde o kadar da önemli olamayabileceğini kendine ve seyirciye kanıtlamaya çalışıyor. Pınar Altuğ ile yaşadığı gerginlik nedeniyle Meltem karakterine belki de duyduğu kızgınlık ve küskünlük sebebiyle korkak ve soyadının aksine güvensiz davranıyor.
Zeynep Tokuş açısından bakıldığında bunu ancak oyuncu şanssızlığı olarak nitelendirebilirim. Bu rolü senaristin bu bakış açısıyla mesela Arzum Onan da ancak bu kadar oynayabilirdi. ‘Zeynep Tokuş, daha önce bu role uygun ne yaptı’ yorumunuzu anlayamadım. Bu role uygun bir şeyler yapmak ne anlama geliyor ? Yani anne rollerinde daha önce oynamış, bu konuda başarılı ve tecrübeli bir oyuncu mu seçilmeliydi? O zaman mesela Fatma Girik çok uygun olabilirdi :) Zira yıllardır anne rolü oynuyor. Zeynep Tokuş ‘Deliyürek’ ve ‘Vizontele’de sevgili rolleri oynamak dışında ‘Yazgı’da da farklı ve başarılı bir oyunculuk sergiledi bana göre ve Ankara Film Festivali jürisine göre. Pınar Altuğ’dan yeri ve oynadığı rol kolay doldurulamayacak bir oyuncuymuş gibi bahsetmek için henüz çok erken diye düşünüyorum. Meltem karakterinde başarılı olmak dışında henüz hiçbir vukuatı yok. Tabii bir de sevgilisi ile yaşadığı aşk. Medya yüzünden hak etmediği bir mağduriyetten hak etmediği bir kahramanlığa yükseldi. Bizde kahramanlık bu kadar ucuz ve kolay işte. Halbuki bu ne kahramanlığı ve bize ne.
(Ayla Peker)
Cuma ALINTISI
Bir erkekle konuşmanın sırrı şudur: Basite indirge! Ona bir defada bir şey söyle ve düşünmesi için zaman bırak! (Allan+Barbara Pease)..
Cuma TAKINTISI
İlginçtir, bir kere bile Popstar izlemedim ama Abidin’in kasedini aldım (CD değil, bir heves olarak düşündüklerimi kaset alıyorum). Hiç de fena bulmadım. Tekrar tekrar dinlenebilir. İlk tercihim hiçbir zaman için pop olmamıştır ama birinci ve üçüncü şarkılar çok hoşuma gitti. Abidin’in sesi çok Tarkan. Hatta bazı şarkılarında ara ara Tarkan dinliyorum sandım. Bence Ercan Saatçi Abidin’le iyi iş çıkarmış. Tarkan’ın meşhur olduğu zamanları (ona kıl olduğumuz zamanları) anımsasanıza. Neydi dillere pelesenk olmuş şarkısı: Kıl Oldum Abi! Abidin Tarkan’ın o günlerine on basar. Ama şimdi Tarkan resmen Tarkan ve Abidin’in başarısı kendini ‘özgün’ kılmakta olacak. Hem de pop gibi kendini tekrar eden bir kategoride. Zor ama olanaksız değil. Aksi takdirde Abidin gerçek star olamaz. Pop seviyorsanız Abidin’i mutlaka alın, bu haftasonu için iyi bir alternatif.
Ben böyle çorba içmedim
Geçen hafta Elazığ’daydım. Fırat Üniversitesi’ndeki yemekte bir çorba ikram ettiler, damağıma inanamadım. Böyle nefis bir şey olamaz. Hemen mutfağa gidip şef ahçı ile tanıştım. Adı Saim Çelik. Çorbanın adı Harput çorbası imiş. Sizin için tarifini aldım. Tarif on kişilik yalnız. Şimdi yarım kilo nohut ve yarım kilo dövmeyi akşamdan suya koyuyorsunuz. Sabah ayrı ayrı haşlıyorsunuz. Sonra bir tencere lazım (çelik olacak). İçine 2 kilo yoğurt, 2 yumurta, 1 su bardağı un ve tuz koyuyorsunuz, sonra iki litre su ekliyorsunuz ve karıştırarak kaynatıyorsunuz. Eğer seyreltik olursa biraz daha su ekleyebilirsiniz. Sonra kaynayan karışıma nohut ve dövmeyi atıyorsunuz (Nasıl ama Ayşe Tüter halt etmiş değil mi?) Daha sonra bir kapta 200 gr. kıyma kızartıyor ve karışıma ekliyorsunuz, iki taşım kaynatıp (nasıl ama taşım, maşım, aşım derken gurmelik işini de bitirmiş bulunuyorum) tencereyi dinlenmeye bırakıyorsunuz. Sonra elinize bir tava alıyorsunuz ve içine uygun miktar yağ koyuyorsunuz, yağı kızartırken son noktada haspir otu (hastirle karıştırmayalım) ve kuru nane ekip hemen yağı ateşten alıyorsunuz. Yağı tencerenin üzerine gezdirerek (tencerenin kapağını açmayı unutmayın ama!) döküyorsunuz. Bu arada küçük küçük patatesler de kızartıp üzerine ekleyebilirsiniz. Saim Usta’nın dediğine göre eğer misafir önemliyse kıyma yerine küçük küçük doğranmış et parçaları da kullanılabilirmiş. Biz etlisini yedik. Bilmem anlatabiliyor muyum?
Van Helsing mi James Bond mu belli değil
Yazacak olmasam Van Helsing’e gider miyim bilmiyorum. Biraz daha düşüneyim. Kesinlikle gitmem. Van Helsing bir sürü özel efektin olduğu, bir sürü yakından akraba olduğumuz yaratığın bulunduğu, iki saatlik, gürültülü mü gürültülü, sürükleyici, nefes kesen bir macera. Ama ben almayayım. Kişisel olarak sinemada bu kadar saçmalığa dayanamıyorum. Çocuklarınızı tabii ki götürebilirsiniz. Film Amerika’da gişe rekorları kırıyor, büyük izleyicisi var, çocuklar ve gençler. Yalnız şunu anımsatayım: Amerika’da Van Helsing ‘13 yaşın altındakilere aile yanında izletiniz’ uyarısıyla çıkmış bir film. Adamlar haklılar, Van Helsing’de elini sallasan eciş bücüş yaratığa değiyor, vampir ve vampir yumurtası görmekten insanın midesi içi dışına çıkıyor. Filmde Frankenştayn’dan Drakula’ya, Mr Hyde’dan Kurt Adam’a herkes var. Van Helsing’in bir konuda hakkını verelim yalnız. Öykü çok sürükleyici, kurgu inanılmaz etkileyici, bu yaratıklar benim gördüğüm en iyi yaratık yorumları. Bir kurt adam var, ben böyle kurt adam görmedim. Hani insan diyor ki yerlisi olsa kesin Ergenekon’dan o çıkar, herkesi de peşine takarmış. Öykü mü? Tipik Bond öyküsü. Vatikan Van Helsing’i kötü işler yapmak isteyen canavarların üstüne salıyor. Van Amca da elindeki süper güçlerle verilen görevi başarmaya çalışıyor. Gidelim mi? Yukarda yanıtı verdiğimi sanıyorum. Zevkinize (midenize de olabilir) kalmış.
Koçarslan Kalua’da kalitesini konuşturmuş
Bu hafta size önerim Bebek’te yeni açılan Yunan lokantası Kalua (eski Süreyya ya da S Restoran). Reina’yı bilenler, Reina kalitesini bilenler Mehmet Koçarslan’ı da bilirler. Parmaklarınızı yiyeceğiniz, Yunan mutfağından seçme yemeklere sahip Kalua, Mehmet Koçarslan kalite damgasını taşıyor. Atmosferi nasıl derseniz; çok ferah bir yer. Deniz manzarasıyla Papermoon, Loft, Park Şamdan’a ciddi alternatif. Sunset severler için de farklı bir lezzet, farklı bir manzara. Sanırım verdiğim örneklerden Kalua’nın müşteri portföyü hakkında bir bilgiye sahip oldunuz. Mehmet Koçarslan gerçekten Kalua’yı kaliteli bir mekan yapmak için elinden geleni yapmış. Size de gidip keyfini çıkarmak kalıyor. Gecenin ilerleyen saatlerinde çalan Türkçe ve Yunanca pop şarkılar ise ortamı daha bir keyifli yapıyor. Hele de Doluca’nın Karma’sından üçüncü kadehe gelmişseniz. Giderken façaya dikkat! (0212 257 70 40). Not: Başlığa bakar mısınız! Nasıl 4 K’yı bulmuşum ama?
Yazının Devamını Oku 10 Mayıs 2004
<B>COLA</B>-Turka yeni film yapmalı eski film aşındı’ dedik, kısa süre içinde ‘Hoydonk’lu ve Gazanfer Özcan’lı Cola-Turka filmini karşımızda bulduk. Yeni filmde Cola-Turka’nın ‘Türkleştirme gücüyle’ Türk Milli Takımının gözde siyahi oyuncularından biri olan Hoydonk, Gazanfer Özcan sayesinde yüz ünlü Türk bıyığından birini yüzüne yakıştırmaya çalışıyor.
Son söyleyeceğimi baştan söyleyeyim, ikinci filmin öyküsü ilk filmlerin öyküsüne göre çok zayıf (Serdar Erener reklam yasaklısı olduğu için sorun yaşanıyor galiba!). Irak savaşı da bitti, ortada esen bir milliyetçilik rüzgarı da yok, bu filmdeki hangi unsur gaza getirecek pozitif milliyetçileri acaba? Sadece mizah? Reklama yedirilmiş A, B, C şeklindeki izleyici etkileşimi? Bunların hiçbiriyle Cola-Turka’nın beslenmesi ve pazar payını koruması mümkün değil. Cola-Turka daha baştan yaptığı kolaycı konumlandırmanın cezasını çekiyor, çekecek de..
Cola-Turka Hoydonk’lu reklamla birlikte bir de promosyon kampanyasına başladı. Promosyon malzemeleri arasındaki futbol malzemeleri ağırlığı dikkat çekici. Yoksa Cola-Turka’da her şeyin farkında ve eninde sonunda o da futbola ‘ceee’ mi diyecek..
Yeni reklamda anlamadığım iki nokta var. Kısa süre önce yayına giren Cola-Turka Light reklamında ‘For Men For Women’ denilerek erkeklerin de rahatlıkla light Cola-Turka içebileceğine vurgu yapılmıyor muydu? Niye bu filmde ‘light’ ürünle bıyıksızlık eşleştirilerek başka çağrışımlar yapılıyor ?
Daha da vahimi nerede görülmüş normal ve diyet ürünlerin reklamının birlikte yapıldığı. Madem bu filmde Cola-Turka ve Cola-Turka Light birleştirilecekti niye daha önce iki ayrı ürüne iki ayrı reklam yapıldı? Ya Cola-Turka ne yaptığını bilmiyor ya da bizim bilmediğimiz bazı pazarlama kuralları keşfetti, onları uyguluyor. Bize göre Diyet ve normal ürünü aynı kategoride gibi gösterip imajlarını iç içe sokmak resmen öldürücü pazarlama hatası. Siz ne düşünüyorsunuz? (Reklam Ajansı: Alameti Farika Rating: * *).
AKP için demokrasi hálá araç..
YENİ YÖK yasası ile ilgi tartışmalar aklıma 1978’de Ankara Bahçelievler’de 7 TIP’li genci, evlerinde basıp, kiminin beynine kurşun sıkarak, kimini iple boğarak öldüren ülkücü ekibin üyesi Haluk Kırcı’nın yazdığı (ya da onun için yazılan) ‘Bırak beni Eşkıya bellesinler..’ isimli şiiri getirdi. Bu şiirde Kırcı normal bir insan olduğunu ama ‘Eline tabanca tutuşturulduğunda’, ‘bir ‘dava’ uğruna katliam yaptığını anlatır.
Beyinler yıkanınca, ‘tek yönlü düşünmeye şartlandırılınca ’kimin hangi dava için neler yapabileğini’ kestirmek zor. Şu andaki AKP beyin takımının çoğunluğu fırsat bulsalardı birer ‘İmam’ olmaya adaydılar. Yüz bulamadılar ‘muhafazakar demokrat’ oldular. Ya bulsalardı? Ya da hálá bulsalar sizce demokrasiden yana tavır koyarlar mı? Koymayacakları çok açık. AKP yönetimi demokrasiyi hala bir araç olarak algılıyor. Buna inanmak istemiyorum ama öyle. Kanıt için bakınız yeni YÖK yasasındaki İmam Hatip’le ilgili madde.. Bilmem anlatabiliyor muyum?
Yazının Devamını Oku 9 Mayıs 2004
<B>BİR</B> reklam ajansı niye yeni, daha yaratıcı işler yapacağı halde daha önce çiğnenmiş yollardan gider? Bu soru sadece Türkiye için sorduğumuz bir soru değil. ‘Taklit etme, daha önce yapılanı yapma, kolaya kaçma ’ sadece Türkiye’deki reklam ajanslarını sorunu değil. Örneğin İngiltere’de Canon ve Carlsberg’in Euro 2004 sponsorluklarını duyurmak için yapmış oldukları, yüzü boyalı taraftar reklamları neredeyse birbirinin aynı. İngiliz reklamcılar da günlerdir ‘Ne olacak bu İngiliz reklamcıların kabız hali?’ sorusunu tartışıyorlar, söz konusu benzerliği utanç verici bulanlar de çoğunlukta. Doğrudur, eğer bir reklam ajansı risk alamıyorsa, kendini sağlama almak için hep güvenli yollarda geziniyorsa bu reklam ajansı için utanç verici bir durumdur. Eğer bu riski göze almama durumu tüm sektör için geçerliyse, utanç tüm sektöründür. Riskin alınmadığı yerde yenilikten farklılıktan söz edilebilmesi mümkün mü? Bir reklam ajansı yeni yollar denemiyorsa, risk alamıyorsa varlığının sorgulanması gerekmez mi?
Kesinlikle gerekir. İngiltere’de olduğu gibi Türkiye’de reklamcılar artık ‘taklitçilik, sıradanlık, risk alamama’ konusunu iyice bir masaya yatırsalar iyi olacak. Sıkıcı, sıradan, yaratıcı olmayan reklamlar reklamverenin suçu değil, reklam ajansının beceriksizliğidir. Bir reklam sektörü taklitçilikle sıradanlıkla mücadele etmeyecekse neyle mücadele edecek? Reklam eleştirmenleriyle mi?
Niye biz bu filmi izliyoruz!
ALGİDA (Unilever) geçen yıl Türkiye’nin yurtdışı tanıtım kampanyasını desteklemeye başlamıştı. Algida sayesinde tanıtım filmimiz, Avrupa’da, MTV dahil birçok önemli kanalda yayınlanıyor. Desteğin boyutu 2 milyon dolar. Algida’nın tanıtım desteğini iyi düşünülmüş bir sorumluluk kampanyası olduğu için kutluyorum. Anlamadığım Algida’nın niye bize de ısrarla Türkiye’nin tanıtım filmini gösterdiği. Ne yapacağız bu filmi izleyip? ‘Aaaa Türkiye’de ne biçim güneş, kum, tarihi güzellikler varmış’ deyip, otel rezervasyonu yapmak üzere telefona mı sarılacağız? ‘Üüüf be! Bizden de ne Türkiye güzeli çıkarmış’ deyip gerim gerim gerilecek miyiz? Yoksa, ‘Vay bee şimdi bu filmi İspanyollar da izleyip ne biçim bize hayran oluyorlardır’ deyip kendimizi mi seveceğiz? Gerçekten soruyorum. Bu filmi, biz Türkler izleyip ne yapacağız?
Bosch’un emiş gücü müthiş!
BOSCH’un yeni elektirik süpürgesi reklamını beğenmemek mümkün değil. Bir elektrik süpürgesinin emiş gücü ancak bu kadar sevimi ve güçlü bir şekilde anlatılır değil mi? Bir bebek emekleyerek uzaklaşmaya çalışıyor, her seferinde de ‘bir güç’ tarafından engellenip gerisin geriye gidiyor. Filmin sonunda ‘bu gücün’ Bosch elektirik süpürgesi olduğunu anlıyoruz. Başarılı yönetmenlik, başarılı yapım, etkili reklam. Bosch reklamının fikri yurtdışı uygulamalar düşünüldüğünde klişe gibi gelebilir. Fikir Türkiye için yeni ve uygulamasını da çok beğendim. (Reklam Ajansı: Adcom.tr Rating: * * * * *).
Bosch reklamı ile ilgili olarak Mahmut Tibet isimli okurumdan bir e-posta aldım. Tibet, Bosch reklamı yaratıcılarının 19 Şubat 2000 tarihinde Yenibinyıl Gazetesi’nde yayınlanan kendi karikatüründen esinlendiğini söylüyor. Gerçekten de benzerlik müthiş ama daha önce de belirttiğim gibi bu fikir yurtdışı için o kadar klişe ki, bu fikrin yaratıcılarının bir yerden esinlenmelerine gerek yok. Diyelim ki, esinlendiler ya da taklit ettiler, karikatür de bir popüler kültür ürünü değil mi? Reklamcı beyni popüler kültürden beslenmeyecek de nereden beslenecek! Beslenme bu kadar birebir olursa telif sorunu doğar mı? Bu sorunun yanıtı için de bize değil ‘Avukatınız konuşuyor’ köşelerine başvurulmasında yarar var...
Colin’s titre ve kendine dön!
COLİN’S yeni reklamında Afrikalıları giydiriyor. Colins’in kararlı bir şekilde reklama devam etmesi iyi ama ‘This is Turkish you know’ diyen ilk reklamla Afrikalılara Colin’s giydiren yeni reklamın verdiği ‘düşünce lezzeti’ arasında dağlar kadar fark var. İlk reklam Türkiye’ye burun kıvıran Avrupa ülkelerini protesto ettiği için yani ‘taraftarlık’ stratejisi uyguladığı için tat veriyordu. Afrika konsepti ise yapım kalitesi açısından sorun olmamasına rağmen içerik açısından bir şey ifade etmiyor. Colin’s ilk reklamla neyi yakaladığının farkında değil galiba. Önerim üçüncü film olacaksa mutlaka ‘taraftar’ reklamlarına dönülmesi ve daha ‘protestocu’ bir tavır alınması. Gençler bu tavrı sevecektir.(Reklam Ajansı: Art Grup, Rating: * *)
Elazığ usulü metroseksüel
GEÇEN hafta sonu İletişim Fakültesi Dekanları Elazığ’da Fırat Üniversitesi’nde bir araya geldik. Bir taraftan iletişim fakültelerinin çeşitli sorunlarını tartıştık, bir taraftan da yedik, içtik ‘gezelim görelim’ programı kapsamında kültürümüzü artırdık. Türk insanının misafirperverliği dillere destan ama doğu insanının misafirperverliği gerçekten bir başka! Rüya gibi geçen Elazığ toplantısı için Fırat Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Fevzi Bingöl’e, İletişim Fakültesi Dekanı Pof. Dr. Asaf Varol’a ve 8. Kolordu Komutanı Korgeneral Ethem Erdağı’na sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum.
Elazığ’a kadar gitmişken ‘Atıf Hoca ile Reklam ve Rekabeti’ de Fırat İletişim’in televizyon stüdyolarında, Elazığ İletişim’in öğrencileri ile birlikte yapalım dedik. Sağolsunlar CNN Türk Genel Müdürü Efe Önbilgin ve Genel Yayın Yönetmeni Ferhat Boratav ve Program Müdürü Başar Başarır büyük destek oldular ve bu çekimi gerçekleştirebildik. Elazığlılar, onlara ne kadar teşekkür etse az. Yarın gece yayınlacak programın konuğu da Elazığ’dan Damat-Tween markalarını çıkartmış bir isim Süleyman Orakçıoğlu. Mutlaka izleyin, Elazığ’daki öğrencilerin katılımıyla çok keyifli bir program oldu, ciddi ciddi ufkunuz açılır.
Elazığ gezmeleri sırasında reklam panolarındaki Mert Optik reklamı oldukça ilgimi çekti. Çekmemesi de mümkün değil, neredeye bütün Elazığ, Mert Optik’in bu reklamıyla donatılmış durumda. Reklamdaki erkek fotoğrafında üç ana unsur göze çarpıyor: Bıyık, Elazığ’a özgü sekiz köşeli kasket ve kocaman çerçeveli Ray Ban gözlükler. Reklamın başlığı da şöyle: ‘Özünde mert, sözünde mert, gözünde MERT’.
Süleyman Orakçıoğlu ile konuşurken söz Mert Optik’in bu reklamından açıldı, ben reklamdaki erkeği kastederek ‘Elazığ usulü metroseksüel bu olsa gerek’ dedim. Orakçıoğlu şöyle bir bana baktı, ‘Yok hocam’ dedi, ‘Bu metroseksüel değil, olsa olsa Elazığ usulü maçoseksüel olur.’
Reklamdaki erkek maçoseksüel mi yoksa metroseksüel mi onu bilemem ama bildiğim bir şey var o Mert Optik reklamının ‘Global düşün yerel hareket et!’ stratejisine yeni bir boyut kazandırdığı. Bu boyutun adı mı ne? Söyleyeyim: Global düşün, taşralı hareket et!
Çekirgelik
Vizyon aklın parfümüdür
(J.Ridderstrale& K. Nordstrom)
Yazının Devamını Oku 7 Mayıs 2004
Biraz sıkıntılıydım, kafamı dağıtmak için gidip bir kere daha Cem Yılmaz’ı izleyeyim dedim. BKM’ye gittim, izledim, güldüm, güldüm, güldüm, çok iyi geldi. Cem’in performansı her zamanki gibi süperdi. Bir kere espri zamanlaması müthiş. Vücut hareketini, mimik ve espri eşlemesini çok iyi yapıyor. Yeri geldiğinde iyi soğutuyor, peşinden hızlı çıkışlarla vurdukça vuruyor, bazen patlayana kadar gülüyorsunuz ve 3-5 saati nasıl geçirdiğinizi anlamıyorsunuz. Cem Yılmaz, Türkiye’nin gelmiş geçmiş en iyi komedyeni. Çok zeki, yaratıcı, samimi ve kompleksli değil.
O gün Yılmaz Erdoğan da Cem Yılmaz’ı izlemeye gelmişti. Ara sıra paslaşıp birlikte espri ürettiler. Cem için söylediğim özellikler Yılmaz’da da var. O da süper zeki, yaratıcı, samimi ve komplekslerinden arınmış biri. İkisini de bu yüzden çok seviyorum. Yaptıkları yaratıcı üretime burun kıvıranlara da gerçekten çok gülüyorum. Bazıları, Türkiye’de birçok Cem Yılmaz, birçok Yılmaz Erdoğan var da kimi nasıl eleyeceklerini bilmiyor sanki!
Türkiye’de güldüren adam mı kaldı? Televizyona bakın. Yasemin Yalçın, Levent Kırca, Hamdi Alkan’dan eser yok. Cem Yılmaz ve Yılmaz Erdoğan ise kendilerini doğru konumlamanın, doğru yere odaklanmanın, doğru işler yapmanın hálá ‘güldürüyor’ olmanın iktidarını yaşıyorlar. Kıymetlerini bilmek lazım. Ben biliyorum. Çok yaşa sen Cem, çok yaşa sen Yılmaz!
Not: Gitmediyseniz Cem Yılmaz’ı kaçırmayın. BKM’de...
Zeynep Tokuş yama gibi duruyor
Birol Güven’in hata yaptığını daha önce yazmıştım. Pınar Altuğ’u özel yaşamındaki olaylar nedeniyle Çocuklar Duymasın’dan aforoz etmek hataydı. Hadi yaptık bir hata hiç olmazsa ikincisini yapmasaydık. Pınar Altuğ’un yerine gelen Zeynep Tokuş tam anlamıyla yama gibi duruyor. Zeynep Tokuş daha önce bu role uygun ne yaptı da, neyi başardı da Pınar Altuğ’un yerine seçildi anlamak güç. Zeynep Tokuş, Vizontele’de ve Deliyürek dizilerinde sevgili rollerinde belki tutulmuş olabilir ama Çocuklar Duymasın’da Pınar Altuğ’un yarattığı çağdaş anne tipini ‘silik’ anneye çevirmek için birebir. Sizi bilmem ama benim için dizinin tadı kaçtı.
Çatı: Adaletsizlik yok, kural var
Çatı Restoran’a gitmiş, deneyimlerimi yazmıştım. Daha sonra Ümit Gür isimli okurum, aynı restoranla ilgili şikayetini bildirmişti. Şimdi de Çatı’nın sahibi Hasan Özen’den yanıt var: ’16 Nisan günü yayınladığınız, ‘Çatı’daki ÇATLAK’ yazınızla ilgili olarak yazıyorum.
1) Sayın Ümit GÜR önce 30-35 kişilik yer ayırttılar. Biz kendilerinden faksla teyit isteyince, 30 kişilik faks çektiler. Randevularına 30 dakika kala sözlü olarak sorunca ‘32-28 olabiliriz’ dediler ve ‘Bunun için neden bizi rahatsız ediyorsunuz!’ gibi ifadeli tavır takındılar. Halbuki biz iki tarafın da mağdur olmaması için iki masada otuz iki sandalyelik yer ayırdık.
2) Hizmetimizden memnun olup olmadıklarını, masalarını dolaşıp tek tek iki defa sordum, herkes son derece memnundu. 32 kişilik masada boş kalan dokuz veya yedi kişilik yer için ‘Ayrılan sandalye sayısının toplamının ücreti alınır!’ uluslararası kuralını uyguladık! Yurtdışında örneğin (100 kişilik) rezerve yapıp, hiç kimse gitmese de, alacağın tamamı tahsil edilir. Ümit Bey’den eksiklerin tamamını kesinlikle talep etmedim. Kesinlikle böyle bir ısrarım olmadı. Böyle bir kuralı hatırlatmak ve öğretmek amaçlı, bizden sonrakileri düşünmek adına yaptım. Adı geçen bu kuralı büyük otellerin tamamı Hilton’la birlikte 50 yıla yakın bir süredir, Seyahat Acenteleri Birliği TÜRSAB da en az 20 senedir uygulamaktadır. Lokantacılarımızın pek çoğu eksik ve bilgisiz ve de sahipsiz oldukları için ezilmektedir. Bu sonuç lokantacılarımızın olduğu kadar, lokantalardan hizmet alanların da aleyhine işlemektedir!
Geçtiğimiz cuma ve cumartesi günü, yazınız nedeniyle 50 civarında Çatı dostundan telefon aldım. Çatı’nın tarihinde misafirlerine adaletsiz davranma diye bir kural söz konusu olmamıştır! Hasan Özen olarak, çocukluğumdan beri adaletin baş savunucularından biri olduğumu göğsümü gererek söyleyebilirim.
Sayın Hocam köşenizde konuya yer vererek, işlemenizi hassasiyetle üzerinde durmanızı, iletişimci bir hocamız olarak, sizden bekleme hakkını kendimde görüyorum. Bizde ÇATLAK olmadığını bilmenizi istiyorum. (Hasan Özen).
Bu konuyu burada kapatalım. Bir yere yer ayırtıp giden de önceden ‘Eksik gelirsek para alır mısınız?’ diye sorsun. Tamam mı?
Cuma ALINTISI
Erkek sessiz
kaldığı zaman, kadının sevilmediğini hissetmeye başlaması an meselesidir.
(Allan&Barbara Peace)
Cuma TAKINTISI
Divan, çikolatalı gofret çıkarıp Nestle’ye, Eti’ye, Ülker’e rakip olmuş. Ama ne gofret biliyor musunuz! Yeme de yanında yat. Divan, gofretçiyim diyen markaları ezmiş ezmiş. Mutlaka bu hafta sonu yiyin, ağzınız çikolatalı gofret görsün!
Yazının Devamını Oku