25 Haziran 2004
Bir tasarım firmasının daveti üzerine bir iki günlüğüne Londra’ya gittiğimde bir Türk lokantası bulup ‘Türk yemekleri hovardalığı’ yapayım dedim.
Kokulu İngiliz, Amerikan mutfakları zaman zaman beni yemeden içmeden kesiyor. Dünya insanıyımdır, midem her şeyi kaldırır ama bazen böyle oluyor, Türk yemeklerine nerede olursam olayım aşeriyorum işte! Girdim Charing Cross üzerindeki kocaman kitapçı Blackwell’e, buldum Timeout Londra 2004 yeme içme rehberini, taradım sayfaları, karşıma yaklaşık on sayfa ‘Turkish Restaurants’ bölümü çıktı. İster istemez içimde taşıdığım ‘Bıyıklı Türk’ çok fazla mutlu oldu. Elin İngiliz’ine Türk’ün gücünü her alanda göstermek şarttı! Bir yerlerden İstanbul İşkembecisi kulağıma çalınmış, on sayfalık listeden İstanbul İşkembecisi’ne kilitlendim. Adresi yazdım kağıda: 9 Stoke Newingston Road.
Atladım taksiye, git Allah git yol bitmiyor. İstanbul İşkembecisi Londra’nın merkezine hiç de yakın değilmiş. Bilsem Sofra London’a giderdim. (İki hafta sonra yine bir konferans için Londra’ya davetliyim. Size söz Sofra London’a gidip, oradan da bildireceğim.)
BULAŞIKÇI ARANIYOR
Sanırım yirmi dakika geçmişti. Bir süre sonra Türkçe dükkan isimleri görmeye başladım. Örneğin Koray Berber Salonu, Safa Kebap... Beni bitiren Türk dükkanların birinin camında asılı eleman aranıyor ilanı oldu, Türkçe yazılmış: Bulaşıkçı Aranıyor. Yurdum insanı ya... Farkını her yerde ortaya koyuyor. Canlarım benim.
Yazının Devamını Oku 21 Haziran 2004
<B>ANIMSARSANIZ </B>geçen hafta <B>‘Müşteri Odaklı Olmak’</B> başlıklı yazımda <B>Yeşim Gülekli</B> isimli okurumun mektubuna yer vermiştim. Gülekli, özetle şöyle diyordu: ‘Doğa marka müsli aldım, aşırı derecede yulaf kabuğu içeriyordu, firmayı aradım, yulafı artık kendileri üretiyorlarmış, üretim hatası olmuş, yapacak bir şey olmadığını söyleyip, kuru bir özür dilediler, adresimi bile almadılar.’ Ben de Gülekli’nin mektubu üzerine ‘Bizim firmalar sözde değil özde müşteri odaklı olmayı ne zaman öğrenecekler?’ diye yazmıştım.
Doğa’nın sahibi Feryal Menemenli bu yazı üzerine bir yanıt göndermiş. Menemenli şöyle diyor: ‘Doğa ‘müşteri odaklılık’ın lafta kalmadığı ve bir yaşam tarzı olarak benimsendiği nadir şirketlerden biridir. 1991 yılından beri bu ürünleri üretiyor ve satıyoruz. Bu ürünün % 50-60’ını oluşturan yulaf, proses özelliği nedeniyle ne yazık ki ülkemizde insan gıdası olarak üretilemiyor, üretilse de aynı kalitede ürün elde edilemiyor. Biz de bu nedenle yulafı 13 yıldır aynı kaynaktan olmak üzere ithal etmekteyiz. Bazen gümrüklerde yaşanan zorluklar nedeniyle iç piyasadan hammadde alıyoruz. Bu olayda da Bursa’dan aldığımız sadece 500 kg’lık hammadde söz konusudur. Evet kabuk oranının sıkıntı yarattığı doğrudur. Tüketicimizin telefonu öncesinde biz ürünü piyasadan çekme kararı vermiştik. 3320 adetlik üretimi bulabildiğimiz yerden topluyor, kaçırdıklarımız içinse bize ulaşan tüketicileri birbir ziyaret ederek sıkıntıyı giderme yoluna gidiyoruz. Gıda üretimi, hele de katkısız ve doğal gıda üretimi zor şeydir. Hatalar olabilir, istenmeyen durumlarla karşılaşılabilir. Doğa bunlardan ders alan ve tüketicisine yakın olana bir kurumdur.’
Menemenli, ayrıca yeni dönem yulaf talebiyle ilgili proforma faturayı, ISO 9000 kalite sistemi gereği tutulan Yeşim Gülekli’ye ait şikayet formunu ve 500 kg’lık yerli yulaf alımı faturasını da ekli olarak göndermiş. Daha sonra Feryal Menemenli’yle bir de telefon görüşmesi yaptım. Tüketici şikayetinin gazete köşelerine taşınmasına oldukça üzülmüştü. Yazışmalar ve konuşmalar sonunda şu karara vardık: Şikayet edenle firma yetkilisi arasında telefonda ciddi bir iletişim kazası meydana gelmiş. Siz siz olun asla ‘Alt tarafı telefonla konuşma işte’ deyip geçmeyin! Kurumunuzda telefona bakan herkese mutlaka telefonda iletişimin inceliklerini öğretin. Unutmayın, telefona çıkan kişi bir firmayı rezil de edebilir vezir de!
Aldığım en güzel e-posta
GEÇEN hafta Ramazan Sert isimli okurumdan müthiş bir e-posta aldım. Sizinle paylaşmadan edemeyeceğim. Bence bana bugüne kadar gelen en güzel e-posta. İşte Ramazan’ın mesajı:
‘Merhaba Ali Abi. Çok yoğun olduğunu biliyorum. Allah kolaylık versin. Ben turizm sektörüne yeni başlamış, garsonluk yapan birisiyim. Şu an Marmaris’teyim. Amacım hem para kazanmak hem de İngilizcemi iyi bir seviyeye getirmek. Ben şu an yeni bir otelde işe başlıyorum. Müşterilerin çoğunluğu İngiliz. Benden müşterilerle ilgilenmem onlara daha çok satış yapmam isteniyor. Yemek için dışarı değil de otele bağlamam gibi. Bana verebileceğiniz fikirler var mı? İnsanlarla birden nasıl muhabbete girebilirim. Onların nasıl ilgisini toplarım. Küçük ama etkili birkaç tüyo lütfen.’
Ne diyeyim Ramazan’a bilemedim. Animasyon kurslarına falan mı yazılsa acaba?
O’nun Hikmeti (2)
‘O’nun hikmeti’ başlıklı yazımda O harfi ile biten ünlü markaları sayıp ‘Yoksa başarılarının sırrı O harfiyle bitmekten mi kaynaklanıyor?’ diye sormuştum. İki okurum yememiş içmemiş yazımı oldukça ötelemişler:
‘Hocam gerçekten enteresan. Ben de düşünüp O ile biten başka markalar buldum. Beko, Mudo, Mado, Mio, Dyo, Sabo, Şubuo, Apo (Bu marka değil pardon iğrenç oldu!)’ (Buğra San).
‘O harfi ile biten markaların Türkiye’de de başarılı olmasının nedeni belki de ülkemizde kişi ismi kısaltmalarının çoğunun O harfi ile bitmesidir. Sülo, Memo, Hüso, Neco, Selo gibi. (kadınlarda Oş oluyor tabii ki). İnsan sadece sevdiği, samimi ve senli benli olduğu kişilere bu şekilde hitap edebileceğine göre, O harfi ile biten markalar bilinçaltımıza bir samimiyet ve şirinlik telkin ediyor olabilir (Leda Ledoş- Çekem).’
Nasıl ama? Hürriyet okurları gerçekten farklı, gerçekten yaratıcı değil mi? Bu gerçeği kabul edin artık..
Çekirgelik
Sık sık kendimi mezarlık yöneticisi gibi hissediyorum. Altımda sayısız insan var ama beni dinleyen yok!
(General John Gavin)
Yazının Devamını Oku 20 Haziran 2004
<B>BİZİM Reklamcılar Derneği</B>’nin, <B>Kristal Elma</B> jürilerinin <B>hiç mi hiç</B> eleştiriye <B>hoşgörüleri yok</B>. Ne zaman onlarla ilgili bir şey eleştirsem bir torba dolusu laf işitiyorum. Hemen birileri, ‘Reklam sektörünün gelişimi ve halk arasında saygınlığı için..’ diye bir başlıyor, durdurana aşkolsun! Arkasından da internette, orada burada karalama kampanyası. Geçin sevgili arkadaşlar bunları geçin. Ne yapsanız boş. Yılmak yok! Siz yapacaksınız, biz eleştireceğiz. Nasıl siyaset, spor, ticaret, medya sahipleri, sinema, televizyon, gazete, gazeteci eleştirilecekse reklamlar ve reklamcılar da eleştirilecek, eleştire eleştire doğruya, güzele, iyiye ulaşılacak. Önemli olan iyi niyet. Niye yazdım bunları? Geçen hafta dağıtılan 16’ncı Kristal Elma ödüllerini eleştireceğim ‘yastıklama’ yapıyorum.
Önce işe basından başlayalım. 16’ncı Kristal Elma’da basın dalında büyük ödül verilmedi. Bu sonuca katılmıyorum. Basın reklamlarına gölge düşürdüğü için böyle bir ödülsüzlüğü doğru da bulmuyorum. T-box reklamları büyük ödülü almalıydı. Eğer T-box basın reklamları büyük ödülü alacak yaratıcılıkta değilse, hangi basın reklamı yaratıcı sorarım. Hem de T-box sadece basını kullandı ve ne olduğunu Sağır Sultan bile duydu. Daha ne isteniyor?
Televizyona gelince. Beko Havuz reklamı televizyon dalında büyük ödül aldı. Bence de büyük ödül bu reklamın hakkıydı, TBWA’yi kutlarım. Kampanya dalında ise büyük ödülü Shubuo kampanyası aldı. Rafineri’yi de kutlarım. Ancak Cem Yılmaz’lı Doritos reklamları dururken Shubuo gibi yaratıcılığı her şekilde sorgulanacak bir işe ödül verilmesini oldukça yadırgadım.
Shubuo’nun bugün abonelikli paket sayısı 960 bine ulaşmış olabilir. Bu sayıya ulaşmak genel pazarlama etkinlikleri açısından başarı da sayılabilir. Peki söyler misiniz, Shubuo kampanyası frekans etkisi nedeniyle isim öğretmekten ve Erol Büyükburç’u eski güzel günlerine döndürmekten başka hangi mesajı yaydı? Bir de Cem Yılmaz’lı Doritos kampanyasını düşünün. Doritos tutunmuş, bir grup üçkağıtçı da zengin olmak için sahte Doritos üretiyorlar. Eğer bu fikir ödüllük fikir değilse, biz, yaratıcı reklam diye neye diyoruz allahaşkına! Doritos’un hakkının yendiğini düşünüyorum.
16’ncı Kristal Elma’da ödül alan tüm işlere bakıldığında ise, üzülerek söylüyorum, Türk reklamcılığı ‘yaratıcılık’ açısından geriye gidiyor. Ya da Ali Taran, Serdar Erener, Hulusi Derici katılmayınca bana işin ‘neşesi’ kalmadı gibi geliyor. Kusura bakmayın ama Kral Çıplak! Birinin bunu mutlaka söylemesi gerekti. Söyledim. Rahatladım.
Cem Uzan’ın reklamcısı Ali Taran ne diyor?
MAVİ Jeans’ın, Filli Boya’nın ve Cem Uzan’ın reklamcısı Ali Taran sessizliğini bozup Marketing Türkiye’ye röportaj vermiş. Önce röportajdan alıntı yapalım:
Hiç inanmadığınız ya da yalan söylediğini düşündüğünüz bir ürünün reklamını yaptınız mı?
- İnanmadığımız hiçbir ürüne reklam yapmayız..
Genç Parti. Sizin için o da bir ürün değil mi? Onunla ilgili çalışma yaparken hiç rahatsız oldunuz mu?
- Hayır olmadım. Niye olmadım? Zorla yaptırmadı ki bize. Bunu yapmazsan o zaman şunları şunları da yapmazsın denmedi. Denseydi yapmazdık zaten. Böyle çok olay var hayatımızda. Yapmadık. Bunda hiç öyle bir şey olmadı.
Yani inanarak mı yaptınız o çalışmaları?
- Neye inandın mı? Şimdi biz Filli Boya’nın reklamını yapıyoruz. Yaptığımız günden beri ‘bir numara olacağız’ mantığıyla reklam yapıyoruz. Boyada kaliteleriyle ilgili bir şeyler söyleniyor. Buraya baktığımız zaman, demek ki daha fazla satış için çalışıyoruz. Öbür tarafa baktığımız vakit de onun daha oy alması için çalıştık. Bana orada söyledikleri yalan mıydı? Ben bilmiyorum. Ben herhangi bir yalan olduğunu düşünmüyorum. İnanmadan yaptık, ya da tersi inanarak yaptık başka. Ama Genç Parti üyesi değilim. Ajansımda Genç Parti üyesi kimse olmadı. ‘Oyunuzu nereye verdiniz? Derseniz ne fark eder..’ Aaa bak, kendi bile vermemiş veya vermiş.. ’Bak satılmış oy’ mu diyeceksiniz?
Yani olaya ticari boyutta bakıyorsunuz. Sonuçta para kazandınız.
- Böyle bir konuya ticari bakmak reklamcıya yakışır mı? Ne var ki bunda? Sana yakışmayabilir, bize yakışmış. Biz kendimize yakıştırdık. Karar verdik burada. Buradaki insanlar, ‘Ben kötü veya iyi ne yaparsam peşimden gelecek?’ diye bir şey yok ki. Bende bu saatten sonra bu müesseseyi tehlikeli sularda yürütecek bir düşünce ve ihtiyaç da yok. Ama ‘Kardeşim niye ona yapıyorsun’ diye sorarsan. Kendin cevap ver, ben nereden bileyim! Mavi Jeans’e, Filli Boya’ya niye yapıyorsak ona da yaptık. Bu kuruluş hiç kimsenin buyruğu altına bugüne kadar girmedi, şimdiden sonra da giremez. Uzan Grubu’yla çalıştığımız için her şeyimiz oraya mı bağlandı diye bir durum yok. Böyle bir şey olamaz.
Şimdi de yorum: Emin olun Ali Taran ne diyor anlamadım. Tekrar tekrar okudum anlamadım. Bir reklamcı yasal olan her türlü ürünün reklamını yapma hakkına sahiptir. Ancak yaptığını savunurken de bu kadar binbir dereden su getirmemelidir. Haksız mıyım?
Onlara Beckham bize Toroğlu
GİLLETTE, Beckham’la global bir reklam anlaşması imzaladı. Türkiye’ye bakalım. Gillette Türkiye’de kimle çalışıyor? Erman Toroğlu’yla... Ne alaka şimdi? Beckham’ın hiç, ‘Oynat Uğurcum’ dediği görülmüş mü? Beckham olsa olsa, ‘Oynat Victoriacım’ diyordur. O zaman bu ne perhiz bu ne lahana turşusu? Nerede kaldı marka bütünlüğü? Ya globaller Gillette markasını yanlış çözümlüyor ya da yereller... Sizce yanlış çözümleyen kim? Bu arada Erman Toroğlu’nun oynadığı reklamda ‘langırt turnuvası’ promosyonunu görünce, ‘Amma da gençliğin kapsama alanı dışına çıkmışım ha!’ diye üzülmüştüm. Kulağıma fısıldanana göre Gillette’in langırt turnuvasına sıfır başvuru olmuş. Bu iyi. Gençlik langırt düşkünü olacak da benim haberim olmayacak. Gillette’in nasıl haberi olmadı acaba?
Veysel hálá hafiften zorlanıyor
HTP’nin yapmış olduğu araştırmaya göre Arçelik geçen hafta en çok anımsanan reklam filmi. Sonra Veysel, pardon Vestel, Cola Turka ve Turkcell geliyor. Bunları Evy Baby, Polaris, Ariel, Ülker Golf, Coca-Cola izliyor. Veysel’li ikinci Vestel reklamı birinciye göre daha iyi ama ben hálá bu yaratıcı stratejinin Vestel’i üst kategoriye pozisyonlamada hafiften zorlandığını düşünüyorum.
Çekirgelik
Bir kişinin ünü arkadaşlarının, düşmanlarının ve akrabalarının onun arkasından söylediklerinin karışımıdır.
(Margaret Lane)
Yazının Devamını Oku 19 Haziran 2004
İsrail ordusunun, Gazze Şeridi'ne operasyon düzenlediği bildirildi.
Filistinli yetkililer, İsrail helikopterlerinin bu gece, Gazze kenti yakınlarındaki Mughazi bölgesine 3 füze attıklarını kaydettiler.
Yetkililer, füzelerin, metal işlerinin yapıldığı bir atölyeye atıldığını söylediler. Saldırı sırasında atölyenin boş olduğu belirtildi.
Ambulansların ve itfaiyenin, olay yerine hareket ettiği bildirildi.
İsrail helikopterleri, dün de Gazze kentindeki iki boş metal atölyesine füze atmıştı.
İsrail, militanların, bu atölyeleri silah yapmak için kullandığını belirtiyor.
Yazının Devamını Oku 18 Haziran 2004
Teoman’ın son albümü ‘En Güzel Hikayem’de yer alan Duş şarkısının sözlerini çok beğenerek geçen hafta buraya taşımıştım. Teoman’ı farklılaştıran yönünün de bu olduğunun ipuçlarını vermiştim. Teoman çok iyi söz yazıyor, bu sözleri de hissederek, yaşayarak yazdığı çok ama çok belli oluyor. ‘En Güzel Hikayem’i de bir dinleyin bana hak vereceksiniz. Konuyu niye açtığıma gelince... Hürriyet’te, Arzu Akbaş’ın haberinden öğrendiğime göre bazıları Teoman’ın ‘Duş’ adlı şarkısının sözlerini müstehcen bulmuş. Teoman da demiş ki, ‘Bu sözler kimseyi rahatsız etmez. Duş erotik bir şarkı ama, bence kendince bir zarafet dozu var! Konu küçükleri şarkının muzır tesirinden korumaksa ben onu metaforlarla yaptım zaten.’ Ne gereksiz bir açıklama Teoman! Böyle şahane sözler yazacaksın, sonra da ‘müstehcen’ diyenlere akıllı, mantıklı yanıtlar vereceksin! Verme Teoman! Üret, sus, bırak ağzı olan konuşsun. Sanatçı olmak böyle yapmayı gerektirir. Eğer her yaptığını savunacaksan, anlatmaya çalışacaksan yara alırsın, ben de üzülürüm. Seni geç sevdim, çabuk yitirmeyeyim. Ağzı olup konuşanlara yanıt mı? Bırak onu da zaman içinde başkaları verirler. Örneğin, bu son eleştiriye ben cevap vereyim: ‘Bu sözlere müstehcen diyenler, küçüklerin bu sözlerden korunmasını isteyenler önce gitsinler tedavi olsunlar, tedavi ücreti benden!’
CUMA İTİRAFI
haayn; Cinsiyet: Erkek; Yaş: 28; İl: İstanbul
’Bugün televizyondaki spikerlerden birinin gözünün sürekli seyirdiğini farkettim. Karıma söyleyince, ‘Sende çok gelişme var yaa. Artık kadınların göğüslerine değil de gözüne bakabiliyorsun’ dedi!’
Gerçeği bu kadar ‘Şaaak’ diye insanın yüzüne söylememek lazım. Yazıktır!
Şener Şen’den Sakıp Ağa ve Manukyan taklidi
Yavuz Turgul’la daha önceden tanışırdım. Kankası Şener Şen’le Anadolu Üniversitesi’nin düzenlediği 6.Uluslararası Sinema Günleri nedeniyle Eskişehir’de tanıştım. Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi, Şener Şen ve Yavuz Turgul’a Türk sinemasına katkıları nedeniyle onur ödülü verdi. Şener Şen ödül töreninde çıkıp konuştu. Daha o dakika, ‘alçakgönüllü, sadece işiyle ilgilenen, insanlarla cıvık cıvık ilişkiye girmekten hoşlanmayan’ biri olduğunu anladım. Yavuz Turgul’u tanıyanlar bilirler, o da öyledir. İçimden ‘Galiba bu yüzden Turgul ve Şen birbirlerine bu kadar sadıklar’ diye düşünmeden edemedim.
Akşam kokteyl vardı. Şener Şen’le ayaküstü epeyce sohbet etme fırsatı buldum. Onunla sohbet etmek o kadar keyifli ki anlatamam. Çok ilginç bir öyküleme ustası. Anlatıyor, anlatırken oynuyor, ağzından bal damlıyor. Ama hiçbir zaman alçakgönüllülüğü elden bırakmıyor. Bir ara tabağındaki mezelerden bazılarıyla uzun süren bir meydan muharebesine girdi ve ağzının kenarına hafif yemek sosu bulaştırdı. ‘Üf’ dedi ve ekledi: ‘Şimdi kameralar olsaydı nasıl rezil olurdum değil mi? ‘Eşkıya’nın ünlü oyuncusu bir yemeği bile yiyemedi. Ağzına gözüne bulaştırdı azzz sonra’ deyip otuz sekiz açıdan sos bulaşmış ağzımı gösterirlerdi!’.
Kokteyl sırasında bir ara Şener Şen’i ve Yavuz Turgul’u gözden kaybettim. Merakla izlerini sürdüm. Tahmin ettiğim gibi kendilerini kalabalığın dışına atmış, iki başına bir köşede sohbet ediyorlardı. Daha sonra rektör Prof. Dr. Engin Ataç ve eşi Prof. Dr. Beyhan Ataç sohbete dahil oldular. Son olarak da Prof. Dr. Naci Güçhan. Şener Şen, her zaman mı böyle bilmiyorum, anlattıkları ile herkesi kırdı geçirdi. Öyküleme yeteneğine bir daha hayran kaldım. Bir Sakıp Sabancı taklidi yaptı, peşinden bir Manukyan, gözlerimden yaşlar geldi. Boş yere Şener Şen Şener Şen, Yavuz Turgul da Yavuz Turgul olmuyor. Değerlerini bilmek lazım. Niye mi bunları yazdım? Yeni bir filme başlıyorlar ya, çorbada biraz da benim tuzum olsun istedim.
CUMA TAKINTISI
Asmalı Mescit’te yeni bir yer keşfettim, adı Flamm. Sofyalı sokakta hemen köşe başında. İçi de güzel, sokak üstünde masaları var. Bu havalarda ben olsam dışarısını tercih ederdim. Beyoğlu taraflarında böyle oturduğun yerden geleni geçeni izleyip, gördüklerinin üzerine konuşmak pek makbuldür biliyorsunuz. Flamm’in mezeleri de çok güzel. Etler de öyle... Bu hafta sonu tercih edilebilir.
(0-212-2457604-05)
CUMA LAKIRDISI
‘Söylediklerinizi duyurmak için kimseyi kolundan tutmayın; zira insanlar sizi dinlemeye arzulu değillerse, onları tutmak yerine çenenizi tutmanız daha hayırlıdır (Chesterfield)’.
Erkek ve kadın beynine katkılar
Geçen hafta yayınladığım erkek ve kadın beyni şemalarına birçok okurum katkıda bulundu. Bu şemalara inananlar var inanmayanlar var. Bazıları da eksik bulup tamamlama gereksinimi hissetmiş. İşte bunlardan bir tanesi: ‘Televizyondaki programınız ve Hürriyet’teki yazılarınız gerçekten zevkli. Merak ettirici. Sonuna kadar canlı. Zevkle okuyoruz, izliyoruz.
Simdi gelelim konumuza: 11. 6. 2004 tarihli Hürriyet’teki, ‘Kadın ve erkek beyni farklı mı?’ başlıklı yazınıza cevaben. Evet gönül rahatlığıyla açıklamam gerekirse: Bir defa kadın beyni şemasında görülen çeşitli noksanlıklar var. Mesela:
Erkeğini hizaya getirme noktası: Bunu bütün kadınlar hissettirmeden uygularlar.
Duygusal değerlendirme kiti: Erkeğinin duygularındaki sapmaları anında tespit edip müdahale ederler. Not: Bir erkeği en gelişmiş uydu sistemleriyle bile bu kadar mükemmel izleyemezsiniz!
İstekler bölümü: Esasında bu bölüm kadın beyninde epey büyük bir yer tutar. Kadının devamlı istemek özelliği olmasa erkekler çalışmaz ki. Peki erkek hiç mi tepki vermez kadının bu devamlı isteklerine? Verir tabii.
Ne diyor beyin şemasında: Erkeğin yemekten sonra gaz çıkarma mevzuu var ya; işte bu esasında erkeğin ağzıyla veremediği tepkiyi bir tarafıyla vermesidir! Ayrıca şemaya baktığımda erkeklere haksızlık edilmediğini görüyorum ve erkek beyin şemasına kökleşmiş en az iki özelliği de ilave etmek gerekir diye düşünüyorum: Ayılık Modu: Erkek bu bölümü sık sık aktif hale getirir. Skor takıntısı merkezi: Erkeğin gönlü hep şeş-beşten yanadır ama çoğu zaman hep yeke razı olur. (Berkan Kartal Kuyumcu Vize/ Kırklareli)
Görüyorsunuz, Türkiye ne beyinlere sahip değil mi? Emin olun Türkiye’nin yaşadığı gereksiz siyasi çalkantılar içinde birçoğumuz harcanıyoruz.
Yazının Devamını Oku 14 Haziran 2004
<B>ÖNÜNE</B> gelen ‘<B>müşteri odaklıyım</B>’ deyip duruyor. Müşteri odaklı olmak her koşulda müşteri mutluluğu için çalışmak ve müşteri mutluluğu için gerekirse para kaybetmeyi göze almaktır. ‘Müşteri odaklıyım’ demekle, ‘müşteri odaklı’ olunmaz. Gelin bir okurun mektubuna kulak verelim ve niye Türk firmalarının gerçekten müşteri odaklı olmadaıklarını bir kez daha düşünelim:
‘Köşenizi sürekli takip ederim. Başıma gelen birşeyi sizle paylaşmaya karar verdim. Doğal ve ekolojik ürünlerle beslenmeye çalışan biriyim. Sabah kahvaltılarında katkı maddesi içermeyen müslileri tercih ediyorum. Şeker, yağ, tuz ve koruyucu madde içermeyen ürünleri tercih ediyorum. Yerli markalar arasında Doğa’yı tercih ediyorum. Moda Tansaş’tan aldığım Doğa müslinin aşırı şekilde yulaf kabuğu içerdiğini, yenmeyecek şekilde ağız ve boğaza battığını gördüm. Bir atın dahi önüne dökülemeyecek bu ürünün sebebini anlamak için Doğa’yı arayarak şikayetimi ilettim. İnanmayacaksınız ama bana verdikleri yanıt aynen şöyle idi: ‘Yulafı ithal ediyorduk, kendimiz üretmeye karar verip makine aldık. Ancak aldığımız makine kabukları belli bir oranda ayıklıyor. Bu aldığımız altıncı şikayet. Herhalde üretimi durduracağız.’ Piyasaya sunulan ürünleri toplatmayı düşünüp düşünmediklerini sordum. Benden kuru bir özür dileyerek, mağduriyetimi telafi etmek için adresimi dahi almaya gerek görmediler. Yabancı standartlarda üretim yaptığını iddia eden firmalar müşteri şikayetleri karşısında niye bu kadar duyarsızlar? (Av. Yeşim Gülekli).’
Eleştiri hakkına saygı ama.
GEÇEN Pazartesi yaptığım Pusula reklamı eleştirisi için Koçbank’tan aradılar ve dediler ki: ‘Pusula lansman reklamımızın girişini, ‘Kurtlar Vadisi’ dizisine benzetmeniz ve yazınızda Kurtlar Vadisi görseli kullanıp Koçbank’la bu dizi arasında çağrışımlar oluşturmanız bizi üzdü. Üstelik o gün Hürriyet’in ön sayfasındaki Kurtlar Vadisi haberi de söz konusu çağrışımlara tuz biber ekti. Eleştiri hakkınıza tabii ki saygı duyuyoruz ama bu gibi istenmeyen etkilere özen gösterirseniz seviniriz. Reklama yönelik ‘saçmalık’ tanımlamanızı da ‘absürd’ reklam stratejisinin Türkçesi olarak algılıyoruz doğru mu?’
Biz de diyoruz ki: İstemeden çevreye verdiğimiz zarar için özür dileriz. ‘Absürd’ doğrudur.
O’nun hikmeti
BİRŞEYE dikkat ettim. Sonu ‘O’ ile biten markalar oldukça başarılı oluyor. Örnek vereyim: Volvo, Lego, Omo, alo, Vakko, arko, Rinso, Marlboro, Sanino, Tesco, Metro, makro, Pedo, Cipso, Kenzo... Biraz daha düşünsem daha fazlasını da bulurum ama sanırım ne demek istediğimi anlatmak için bu kadar örnek yeter. Sizce haklı mıyım? Yoksa bu ‘O’ işi tamamen tesadüf mü? Değil galiba.. Hanzo bile bu kadar çok yaygın olduğuna göre bu ‘O’ ile bitmenin bir hikmeti olmalı. Öyle değil mi?
ÇEKİRGELİK
Birçok insanın hayatının büyük bir bölümünü olduğundan farklı görünebilmek için feda eder.
(Richard Wilkins)
Yazının Devamını Oku 13 Haziran 2004
<B>HER</B> hafta sizlerden <B>yüzlerce posta</B> geliyor. Hepsini <B>tek tek okuyorum</B>. Gerekli olanlara yanıt yazıyorum. Gerçekten teşekkür ederim. Çok duyarlısınız, çok içtensiniz, sizlerden çok şey öğreniyorum. Gelen mesajlardaki içtenliği, dikkati, bilgi arayışını gördükçe sizlere olan sevgim ve saygım gerçekten artıyor. Sizleri çok sevdiğimi düşünüp daha iyi yazılar yazmaya çalışıyorum. Şuna karar verdim ki, okur sevilmeden iyi yazı yazılamıyor! İyi yazı yazmak için işini sevmenin yanında okuru da sevmek, ona kulak asmak şart!
Gelen e-postaları yayınlamayı sevmediğimi daha önce de yazmıştım. Ancak zaman zaman gelen e-postaların kapsamından haberdar olmanız gerektiğini düşünüyorum. Haberdar olun ki, beni daha iyi anlayın, yazılarımla daha iyi ilişki kurun. Bu hafta var mısınız, beni daha iyi anlamaya? Alın size ortaya karışık bir okur mektubu salatası. Bakalım beğenecek misiniz?
İtinayla ödevlere yardımcı olunur!
ODTÜ’de master yapıyorum. Bir arkadaşım ODTÜ’nün imajına kanıp çok şey bildiğimi sandı ve bir konuda benden yardım istedi. Piyasaya girecek bir içeceğin pazarlama planını yapmamı istiyor. ‘Biraz fikir verebilir misiniz’ diyecektim. Yüzümü kara çıkarmamak adına. İki cümle yazsanız bile yeter. Ne olur, nolur, nolurrrrrrrr.. Ay pardon, ciddi bir mail yazacaktım ama neyse.. Cidden bir iki cümle bile olsa fikir verin nolurrrrrrrrrrr. Söz, on sene sonra ben de süper yüksek yerlere gelince bi jest yaparım size. Unutmam sözümü nolurrrrrrrrrrrrrrr... (Gözde İyicil)
Cevap: Kütüphaneye git, bir pazarlama planı nasıl yapılır kitabı ödünç al, otur oku. Noluuuuuur...
Türk polisi yakalar
McDONALD’S’a dersini veren Filipinli yılın girişimcisi başlıklı yazınızı okudum. İnternette, Tony Tan Caktiong’u iyi tanımak için küçük bir araştırma yaptım ve iki yanlışınızı buldum:
1) Caktiong işe 1973 yılında değil, 1975 yılında başlamış.
2) İki dondurmacı dükkanı değil, bir dondurmacı dükkanı varmış. Bu arada hurriyet.com.tr’de yazılarınız korkunç imla hataları ile dolu, bir göz atın. (Burak Arıcı)
Cevap: Helal Burak! Takibe devam. Senin gibi okurlar oldukça benim sırtım yere gelmez!
İnce alaya takılmayın değişemem
SEVGİLİ Hocam,
Hürriyet’teki yazılarınızı ve CNN’deki programlarınızı kaçırmamaya çalışıyorum. Reklamcılık gerçekten geniş ve ilginç bir konu. İlk kez bu alanda siz yazmaya başladınız ve sonradan taklitleriniz çıktı. Hiçbirinden sizin yazdıklarınız kadar zevk almıyorum. Bu iltifat değil, herkesin bildiği gerçek. Geçen hafta imam hatipler konusundaki negatif görüşünüzü çok ilginç bir duyuruyla ortaya koymak istemişsiniz. Niye duyurudaki 24 saat sıcak sulu ifadesini abdest almaya yönelik bir hizmet olarak algıladınız? Niye bu ifade ile dalga geçtiniz? Medeni insanlara has bir özellik olan 24 saat sıcak su imkanından yararlanmayı böylesine alaya almak, bunu abdest almanın bir şartı veya sebebi saymak sizce ne anlama geliyor Hocam?
(Ahmet Yılmaz)
Cevap: İmam Hatip Lisesi reklamındaki ‘24 saat sıcak sulu’ ifadesiyle ‘abdest‘ arasında bağlantı kurabildiğim için beni kaçırmamaya çalşıyorsunuz. Bu bağlantıları kuramazsam bu dükkanı ikinci gün kapatırım siz de taklitlerle idare edersiniz.
Bize yardım et Hocam
ODTÜ Endüstri ürünleri tasarımı 3’üncü sınıf öğrencisiyim. Derste Sony Playstation ürün grubunu inceleyen bir sunuş yapacağız. Elinizde bu konuda reklam varsa paylaşabilir misiniz?
(Seda Özçetin)
Cevap: Nasıl göndereyim. Hangi formatta?
BOĞAZİÇİ Üniversitesi Sosyoloji Bölümü 3’üncü sınıf öğrencisiyim. Final ödevimi yapıyorum. Ödevim Türkiye’yi tanıtan reklamla ilgili. Bu reklamı yapan ajansla görüşmek istiyorum. Yardımcı olur musunuz?
(Özde Karataş)
Cevap: Olurum. DDA Armağan Birkiye..
MERHABA, ben İpek. AÖF İşletme 2’nci sınıfta okuyorum ama reklamcılıkla ilgili eğitim görmek istiyorum. Dil eğitimi için bir yıl Londra’da olacağım. Konuyla ilgili ne yapabilirim? Daha fazla da kalabilirim. Türkiye’de bağlantıya geçtiğim yerler var. Hangisini seçeyim? Yardım eder misiniz?
(İpek Şenödeyici)
Cevap: Ederim. Okul isimlerini gönderiver...
Ara sıra RÖK’le karıştıranlar var
TÜRK Traktör reklamında, ‘yerli malı Türk’ün malı’ gibi bir imaj oluşturulmaya çalışılıyor. Fabrika görüntülerinde ‘Türk Traktör’ yazısı ön planda. Halbuki aynı fabrikanın yan duvarında New Holland yazısı yer almakta olup, bu fabrika Koç Holding ile Case New Holland ortaklığıdır (Bakınız 04/06/2004 tarihli Hürriyet Gazetesi sayfa 9). Burada vatandaşların milli duyguları kullanılıyor ve sömürülmüyor mu? Kimi kandırıyorlar ve neden ortaklıktan söz etmiyorlar. Kurumun reklamlarında en kısa sürede düzeltme yapılması için gereğini bilgilerinize arz ederim.
Caner Kılıç)
Cevap: Sömürülmüyor. Yabancı imajı oluşturmak daha iyi iş yapmaz mıydı sence? Biz Türkler, traktör teknolojisinde ünlüyüz de benim haberim mi yok!
İyi ki varsınız!
ERDOĞAN’ın çizgili takım elbiseleri benim de dikkatimi çekiyor, daha geçen hafta kendi kendime ‘Hep takım elbiseleri çizgili, çok ilginç!’ demiştim siz de yazdınız. Ne zaman gazetede resmini görsem üstünde çizgili takım elbise. Başka türlü giyinmeyi bilmiyor, belli zevki o kadar. Pusula reklamı da dediğiniz gibi çok anlamsız, gereksiz uzunlukta ve sıkıcı. Nerede Cem Yılmaz’ın Doritos reklam filmi.
(Münir Şahin)
Cevap: Siz olmasanız ben ne yaparım!
Herkesi memnun etmek mümkün değil
17 yaşındayım. Adana’dan yazıyorum. Reklam eleştirilerinizi beğeniyle okuyorum, programınızı da izliyorum. Siz beğenmemişsiniz ama ben Hazır Kart reklamını izlediğimde koptum, gözümden yaş geldi. O an ruh halim nasıldı bilmiyorum ama Nil, ‘Gel iki gel iki laf edelim’ diye başlayınca hoşuma gitti. Bence reklam çok sıcak olmuş, Muharrem sıcaklığa çok iyi hizmet etmiş. Saygılarımla. (Sizi çok seven Desen Yılmaz)
Cevap: O an ruh halinin müthiş iyi olduğu ortada!
Çekirgelik
Sen neye hazırsan o da senin için hazırdır.
(M.V. Hansen)
Yazının Devamını Oku 11 Haziran 2004
Bir süredir Allan ve Barbara Pease’nin ‘Erkekler Niçin Dinlemez, Kadınlar Neden Harita Okuyamaz’ isimli kitabını okuyorum. Çok değerli yazarlar, şu ana kadar yapılmış araştırmalara dayanarak erkek ve kadın beyninin farklı özellikler taşıdığını, farklı yetenekleri barındırdığını savunuyorlar. Bunu da erkek ve kadın beyinlerinin geçirdiği evrime bağlıyorlar. Yüzyıllar boyunca erkekler avlanma peşinde koşmuşlar, hedefe kilitlenmişler, öldürmeye odaklanmışlar. Bu nedenle de duygusal yeteneklerinin gelişmesinde ciddi sorunlar meydana gelmiş, asla güçlü ilişkiye dayalı bir beyin yapısı geliştirememişler. Kadınlar ise, daha geniş bir alana yayılıp aynı anda birkaç eylemi yapma yeteneği geliştirmişler. Daha iyi iletişim kurma becerileri kazanmışlar. Kadın hep koruyucu rolünü üstlenmiş, erkek ise hep saldırgan, elde edici ve hükmedici bir rol. Bu nedenle de iki farklı beyin yapısı oluşmuş. Erkekler daha fazla sahiplenme sonucu özünde ‘seks’ isteyen bir mertebeye, kadınlar ise daha fazla ‘ilişki’ isteyen bir mertebeye ulaşmışlar. Allan ve Barbara’nın yazdıkları kitap 300 sayfa ama ben bu kitabı size iki şemada özetlemek istiyorum. Sizden ricam bu sayfada yer verdiğim kadın ve erkek beyin şemalarını inceleyip, (cinsiyetinize göre) Allan ve Barbara’ya hak verip vermediğinizi gönül rahatlığıyla açıklamanız. Bana sorarsanız yazarlar yerden göğe kadar haklı. Erkek ve kadın beyni deyip geçmemek, farklara bir bakmak gerek. Şaka maka ama gerçekten ben etkilendim. Bakalım siz de etkilenecek misiniz? Yorumlarınızı bekliyorum. Gerçekten bekliyorum. Erkeklere haksızlık edildiğini düşünen var mı?
Girdapta kayboldum
Girdap ya da orijinal ismiyle Twisted tam anlamıyla gitmeyeceğiniz filmlerden biri. Yönetmen Philip Kaufman niye böyle bir film yapmış anlamak mümkün değil. İlk yarım saat zaten bir şey anlamak mümkün değil. İkinci yarım saat anlasanız ne olacak? Jessica Sheapard San Fransisco’da bir polis memuru. Azılı birini yakalayınca cinayet masasına terfi ediyor. Peşinden ortaya bir seri katil çıkıyor ve Jessica’nın birlikte olduğu adamları bir bir öldürüyor. Jessica da zaten sorunlu. Babası eski polis, karısını ve kendini öldürmüş. Jessica ablam bu olayı unutamıyor. Üstelik birinci derece cinayet zanlısı olarak sorgulanmaya başlıyor. Film çok ağır ilerliyor. Hadi ağır ilerlesin de bir konu olsa, o da yok. Film size bakıyor siz filme bakıyorsunuz, film size bakıyor siz filme bakıyorsunuz. Benekli dana örneği öyle zaman geçip duruyor. Andy Garcia bu filmde oynadığı için ona kesin madalya vermek lazım. Bir oyuncu kariyerine ancak bu kadar zarar verebilir. Sonuç mu? Ne önemi var. Asla ve asla gitmeyin. Gidenleri de uyarın. Getirmeyin Türkiye’ye böyle filmleri ayıp oluyor.
CUMA İTİRAFI
(İtiraf.com’dan)
Barbunya pilaki; Cinsiyet: Kadın; Yaş: 30; İl: Konya.
Mümkün olduğunca 45 yaş üstü erkeklerle sevişmeyi tercih ediyorum. Çünkü yaşlarından doğan açığı kapatmak için tüm hünerlerini gösterebilmek adına, hiç karşılık beklemeden sadece benim için çalışıyorlar.
Yorum: Mevláná’nın kemikleri sızlamıştır . Hani ‘Ne olursan ol yine gel’di? Ne o 45 yaş ayakları falan...
CUMA TAKINTISI
Teoman’ı baştan kabul edemedim. İtici geliyordu bana. Bir ara müziğini değil sözlerini dinlemeye başladım, çok sevdim. Teoman çok iyi söz yazıyor. Yeni albümü ‘En güzel hikayem’de Teoman aynı Teoman. Sözler yine müthiş. Duş isimli parçanın sözlerine bir dikkat edin. Teoman metaforlarla anlatmayı biliyor ve seviyor:
Bu aşk/ bizi nereye kadar savurursa/ o kadar acıtacak canımızı/ ama olsun/ daldır elini göğsüme/ al kalbimi/
bul damarımı, bas ilacı/ dindir acımı/ çok mutluyum/ şu anda ellerim/ vücudunda/ umurumda değil artık dünya/ son defaymış gibi kaybederken/ kendimi/ en ucuz şaraplarda/ sırılsıklam/ vücudunda/ eğildim/ öptüm dudaklarından/ saç telin vücudumdan küvete/ aktığında/ içindeyim/ içimdesin, anladım/ aşk kanımda/ kasıklarımda/ güneşteyim/ eriyor balmumum/ sapır sapır dökük/ kanallarım/ aksın bacaklarından/ oluk oluk/ milyonlarca/ doğmayacak çocuklarım.
Bu eşsiz sözlerle Teoman dinlenmeyi hak ediyor. Şiddetle öneririm.
CUMA alıntısı
Kadın ve erkek arasındaki eşitsizlik siyasi ya da ahláki bir konudur. Temel farklılık bilimsel olandır. (Allan&Barbara Pease)
Yazının Devamını Oku