Ali Atıf Bir

Roche Ders Almıyor

17 Temmuz 2005
<B>‘SSK’ya yüksek fiyatlı ilaç skandalı’</B> ile epeyce bir süre gündemi meşgul eden Roche Gebze’de 85 milyon dolara yeni tesis kurdu.. Törende açılış konuşmasını yapan Roche’un İlaç Gurubu Başkanı William Burns ‘Olay gereğinden fazla büyütüldü, kötü adam ilan edildik. Roche zarar gördü. Çalışanlarımız özgüven kaybına uğradı’ demiş..

İyi yönetilemeyen bir krizin sonuçları ancak bu kadar iyi özetlenebilir. Burns çok haklı.. Roche ‘SSK’ya fahiş fiyat skandalı’ ile Türkiye’de büyük imaj kaybetti. Suçlu? Kendisi..

Roche yönetimi krizi iyi yönetemedi, ‘şeffaf’ olduğuna kimseyi inandıramadı. Roche sözcüsü (var mıydı acaba?) çıkıp da doğruları ya söylemedi ya da doğruları söylediğine kimseyi ikna edemedi.

Roche’un uluslararası yönetimi, o dönemde anında Türkiye’de yönetime el koymalı, durumu incelemeli, sonuçları yine anında Türk halkıyla paylaşmalıydı. (Varsa) sorumluluları kendi eliyle adalete teslim etmeliydi. Krizin seyri böyle ‘kültürel’ çözüm gerektiriyordu.

Roche krizin büyümesini önlemek için her konuda geç kaldı. William Burns’ün krizin nedenini ‘olay büyütüldü’ şeklinde medyaya yüklemesi de Roche’un hálá hatalarından ders almadığını gösteriyor. Bu kafayla Roche bu krizi çok zor atlatır. Benden söylemesi..

Yabancı Sermaye Fobia

Başbakan
Erdoğan Roche’un açılış törenine gitmedi. En doğrusunu yaptı. 85 milyon dolarlık yatırım yaptı diye bir Başbakan ‘vicdanlarda hala aklanmamış’ yerli ya da yabancı bir firmayı kamuoyuna şirin göstermemeliydi.. O da göstermedi.

Önemli olan sermayenin yerli ya da yabancı olması değil. Kuralları çiğnediğinde, ülke yararına hareket etmediğinde ona ne yaptığımız, nasıl davrandığımız. Yabancı Sermaye Fobia’sına tutulanlar Başbakan’ın Roche’a verdiği ders bu açıdan iyi incelemeli.

Refah istiyorsak yabancı sermayeyi Türkiye’ye çekmekten başka çaremiz yok. Hem onurumuzu hem de ulusal kaynaklarımızı koruyarak yabancı sermayeyle yaşamak mümkün.. Yapan yapıyor. Biz niye yapamayalım? Milli görevlilerimizden mi korkuyoruz? Hani rüşvet falan alır, yabancı sermayenin Türkiye’de usulsüz işlemlerini görmezden gelirler diye..

Nasıl bir imaj veriyorum acaba

Geçen
hafta bir okurumdan aldığım çok ilginç e-posta aldım:

‘Selam ben Ritmix reklamında da oynayan Merve Sevi’ye ulaşmaya çalışıyorum ama nerden mail adresi falan bulabilirim yardımcı olur musunuz.. Yağmurlu bir İstanbul gündüzünde, okuldan çıkıp eve giderken Nişantaşı’nda gördüğüm anda şimşekleri çaktıran güzeller güzeli. Mor montuyla renk uyumu nedeniyle kafasına taktığı şapka bile güzelliğini tatlılığını engelleyememişti. Aslında onu gördüğüm zaman konuşacaklarımı kafamda kurmuştum. Ama birden karşımda görünce ve hayalim birden gerçek olunca, dilimin tutulmasına neden olan, ne olduğuna daha karar veremediğim bir an oldu benim için..’ (Yusuf İlhan).

Yusuf’un samimiyetini sevdim. Ama beni ne olarak gördüğünü düşünmeden de edemedim. Ne olarak görüyor acaba? Beni sürekli okuyorsunuz.. Yusuf böyle görmesi için bir neden var mı?

Şarap markalamasında karmaşa

TNS
Piar’la bizim için bu kez 18 yaş üstü, Türkiye kır kent temsili 2036 kişiye ‘Aklınıza gelen üç şarap markası nedir?’ sorusunu sordu. Sadece 685 kişi en az bir şarap markası anımsayabildi. Yani Türkiye’nin sadece yüzde 33,6’sının aklında en az nir şarap markası saklı. Ne kadar bakir bir alan değil mi? Geçenlerde Ertuğrul Özkök internet üzerinde şarap pazarlama konusuna kafayı takmıştı. TNS’in ‘bakir pazar’ sonucu Özkök’ün ne kadar doğru bir iz üzerinde olduğunu gösteriyor. Her zaman söylüyorum. Özkök doğarken beynine çok özel ‘pazarlama çipleri’ yerleştirilmiş.. Bu çipler sayesinde herkesin göremediği pazarlama fırsatlarını görüyor.. Pazarlama işi de böyle bir iş.. Görme işi.. Yapacak bir şey yok.. Zorlamayın..

Bizim şarapçıların göremediği ise pazardaki karmaşa.. İlk sırada yüzde 55.6 anımsanma oranı ile Doluca var. İkinci sırayı yüzde 38’le Kavaklıdere alıyor. Üçüncü sırada yüzde 9.8 ile Buzbağ ve dördüncü sırada yüzde 7 ile Güzel Marmara var. İlk iki firma markası, sonraki son iki şarap markası.. Daha doğrusu ismi..

Beşinci sırada yüzde 6.5 ile bir firma markası var.. Pamukkale. Daha sonra Kavaklıdere’nin markası Çankaya geliyor. Anımsanma oranı yüzde 6.2. Öküzgözü, Papazkarası, Horozkarası üzüm adları ama Türkler onları şarap markası sanıyor. Aynı Şirince ilçesinin adını da markadan sayması gibi.. Şarap sektöründe ciddi bir marka karmaşası var. Alan bu konuda da bakir.. Bu karmaşada Petrus’un 18’inci sırada markalar ligine girmesi ise kimin başarısı acaba?

Not: Dünyaca ünlü şarap pazarlama internet siteleri: www.wineinstitute.org, www.nzwine.com, www.purenz.com, www.francetourism.com, www.greekwine.gr, www.wine.co.za, www.napavinters.com, www.mondavi.com, www.inyourglass.com, www.chardfarm.com, www.terroirs.com, www.wineroute.com.

Şarapta marka ligi

Marka %

1. Doluca 55.6

2. Kavaklıdere 38.0

3. Buzbağ 9.8

4. Güzel Marmara 7.0

5. Pamukkale 6.5

6. Çankaya 6.2

7. Papazkarası 5.4

8. Öküz Gözü 4.0

9. Çubuk 2.7

10. Efes Günesi 2.6

11. Güzelbağ 2.4

12. Şirince 2.1

13. Kalecik Karası 1.8

14. Kalyon 1.6

15. Horoz Karası 1.6

16. Angora 1.5

17. Evin 1.5

18. Petrus 1.5

kaynak: TNs Piar

Mey yok Kayra var

Özelleştirmenin
bir ülkeye ne kazandırdığını merak edenler Tekel’i satın alan MEY’i izlesinler. Sizce ‘öldüren rakı’ krizi Tekel’in devlete ait olduğu zamanda çıksaydı, devlet Yeni Rakı’ları toplatır mıydı?

Toplatmazdı. Bir bakan çıkar.. Yok.. AKP’li hiçbir bakan içki içmediğine göre bir bakan çıkıp elinde rakı bardağıyla ‘Bana bir şey olmuyor siz de için’ demezdi. Ölen öldüğüyle kalır. Şişe kapakları, şişe tasarımları değişmez. Olay da unutulur giderdi..

Tekel şaraplarını adam eder miydi? Etmezdi. MEY şaraplarını kısa sürede ‘adam’ etti. Dağıtımı kontrol altına aldı. Pazar payını yüzde 1’den yüzde 6’ya çıkardı.. Ürün kalitesini arttırdı. Buzbağ, Hoşbağ, Güzelbağ, Güzel Marmara adı altındaki marka karmaşısını ortadan kaldırıp tüm şaraplarını Kayra adı altında birleştirdi ve Terra markasıyla lansmana başladı..

‘Güneşi tadın, toprağı hissedin’ başlıklı reklamlarda Terra’nın ‘doğru mantıkla’ üretilen şaraplar olduğu anlatılmaya çalışılıyor. Reklamlarda kullanılan kadın mankende bir yapaylık var o yüzden çok uygulama hoşuma gitmedi. Bir de Terra şişesinin daha ön planda ve daha vurgulu olması gerekirdi. Şarap işinde tat tabii ki önemli ama araştırmalara göre ‘şişeyi sevmenin’ satın almaya katkısı da oldukça yüksek.

Türkiye şarap pazarının yaklaşık 70-80 milyon litre olduğu düşünülüyor. Ortalama bir litre şarabın 7 YTL’den satıldığını varsaysak 500 milyon YTL’lik bir pazardan söz ediyoruz..

MEY yeni atağıyla markalı şarap pazarında yüzde 15 Pazar payıyla lider olmayı düşünüyor. Türkiye şarap pazarında çok büyük bir marka karmaşası var.. Hiçbir üreticinin markasını doğru yönettiğini düşünmüyorum. MEY doğru iletişim yaparsa köpeksiz köyde değneksiz dolaşabilir. Hatta hem şarap pazarını büyütebilir, hem de pazar lideri olabilir.

Bunda sonra şarap kategorisinde MEY (eski tekel) yok Kayra var haberiniz olsun. MEY rakı votkanın üreticisi.. Kayra şarapların.. Dedim ya markalama doğru.. Uygulama sonuçlarını yakında göreceğiz..

Şarapta pazar payları

Firma Yüzde

Kavaklıdere 8

Doluca 7

Kayra 6

Yazgan 6

Diğerleri 73

Çekirgelik

Kötümser? Herkesin kendisi kadar kötü olduğunu düşünen, bu nedenle de herkesten nefret eden kişi.

(G. Bernard Shaw)
Yazının Devamını Oku

Enayi yerine konmak

15 Temmuz 2005
Gülben Ergen’in yeni albümü çıkmış. Albüm kapağında Madonnavari bir fotoğraf var. ’Güzel olmuş’ dedim, aldım. İçinde ne var ne yok bakmadım. Albümün ismini çözmeye çalışıyorum. 1 artı 9... Fıkır fıkır... Arabaya bindim, dinlemeye başladım. Fıkır fıkır çıstak çıstak, hopbidi hopbidi bir parça. ’Uçacaksın’ albümündeki parçalar gibi dillere pelesenk olma olasılığı yüksek.

Sonra... Kandıramazsın Beni, Uçacaksın... Hoppalaa. Bir şarkı yeni, dokuz şarkı 600 bin satan eski albümden. Kapak içine de not düşülmüş: ’Fıkır fıkır geçen albümü çıkarırken yer vermeye kıyamadığımız bir şarkıydı, sizi ondan mahrum etmeyelim dedik!’

Yahu ben o kadar parayı yeni şarkılar dinlemek için verdim. Albümün kapağından eski albüm olduğunu anlasam (bir yeni şarkı albümü yeni yapmıyor!) asla almazdım. Kendimi enayi gibi hissettim. 1 artı 9’luk bir enayi. Albümdeki Gülben Ergen gülüşleri sinirime dokundu birden. Soğudum... Bir daha Gülben Ergen albümüne el uzatanın eli kırılsın. Pazarlamanın insanları aldatmak olduğunu sananların da... Enayiler!

Yurdum insanı müziği neresiyle dinler

Yalım Aydın isimli okurum sanırım ‘Fatih Erkoç’ta eksik olan ne?’ başlıklı yazıma sinirlenmiş. Diyor ki: ‘Şöyle diyelim isterseniz. Sizde fazla olan ne? Siz hálá Fatih Erkoç’un Yankılar programının bitmesine üzüledurun, ki bu tip durumlarda mahallece sadece üzülmekle yetiniriz. Siz ve ben gibilerin her konuda ahkam kesmesi, suyla sabunu karıştırıp köpüklere prim vermemiz haliyle suyun berraklığından ve saflığından uzak kılıyor herkesi. Şimdi ‘Fatih Erkoç’ta eksik olan ne?’ sorunuza gelince. Ses tabii ki değil. Şarkı sözü hiç değil. Görüntü sorun olmamalı zaten. E, ne yapacağız? İnsanları Ray Charles paşamıza benzemiş kabilinden kalıplara sokmayacağız. Oldukları gibi kabullenip farklı algılamalar yaratmaya çalışacağız. Böylelikle büyük bir sorun çözülmüş olur. İnsan Fatih Erkoç’ta eksiklik aramadan önce yurdum insanının müzik duygusundan hangi uzvuyla yararlandığına bir bakmalı? Sonra da düşünmeli, niye bu adam patlama yapamıyor ya da yapmıyor? Bilmem ne kadar açıklayıcı oldum...’

Yanıt: Hiç açıklayıcı olamadınız. Yazıklarınızdan ne yurdum insanının neresiyle müzik dinlediğini anladım ne de Fatih Erkoç’un niye patlama yapamadığını. Ben de bu sorunun yanıtını arıyordum. Siz de aynı soruya soruyla karşılık veriyorsunuz. Varsa doğru dürüst bir açıklamanız yazın lütfen.

Harry Potter’ın çekildiği şatodaydım

Geçen hafta Lineadecor’un basın gezisi için Stuttgart’a uçtum. Hava sıcaklığının en fazla olduğu ay temmuz ayı imiş. Ben gittiğimde gece hava sıcaklığı neredeyse beş altı dereceye kadar düştü. Gündüz de on beş on altı derece işte. Stuttgart çam ormanından geçilmeyen yemyeşil bir cennet ama soğuk beni bozuyor. Mümkünse Stuttgart’ı bir daha almayayım ama alana da engel olmayayım.

Stuttgart bilmediğiniz gibi Baden Württemberg eyaletinin başkenti. Şehirde çok sayıda müze var. Müze meraklısı iseniz gez gez bitecek gibi değil. Porsche Müzesi, Hegel House Stuttgart, Mercedes Benz Müzesi, Doğal Tarih Müzesi, House of Art, Linden-Museum... Hava soğuk olunca ne yapsın adamlar görülecek yerleri kapalı alanlara tıkıştırmışlar işte.

Öğle yemeğini Oggi Restoran’da yedik. Şu sıralarda yolu Stuttgart taraflarına düşecek varsa, kesinlikle Oggi’yi öneririm. Popüler ve de oldukça tercih edilen bir restoran olduğu her halinden belli. Yemekler oldukça lezzetli, garsonları da oldukça eğlendirici.

Stuttgart’ın mecburiyet caddesi Königstrasse... Sağlı sollu marka mağazalar var. H&M ve Zara’yı ziyaret ettim. İkisi de iğne atsan yere düşmeyecek şekilde kalabalıktılar. Bedava veriyorlar sandım. Yanılmışım. İkisi de yüzde 50’ye varan indirime girmişler. Biraz dolaşıp malların etiketlerine baktım. Çin, Hindistan, Bangladeş, Fas, Bulgaristan, Hırvatistan, Endonezya, Malezya, Filipinler... Tabii ki özellikle penye ürünlerde ve denim kumaşlarda Türkiye... Ama çok az. Rakip çok fazla. Moralim bozuldu.

Akşam yemek Burg-Hohenzollern şatosundaydı. Şato isminin nasıl okunduğunu boşverin. Otobüste rehberimiz ve Bernaylafem’den Fem Hanım, ‘Yok öyle okunuyor, yok böyle okunuyor’ diye bir tartışmaya girdiler ben bırakın şato ismini okumayı, az daha şatoya gitmekten vazgeçecektim. Ne biçim isim o öyle hanzo manzo... Koyarsın şatona şöyle güzel bir isim ne bileyim Kısmet Şato gibi, Fem de okur rehber de. Öyle değil mi ama...

Ama şato da şato... Avrupa’nın en güzel şatosuymuş. Şaka bir yana şatoyu Almanya tarihinin en güçlü ailesi Hohenzollern ailesi Prusya’ya adamış. Kilometrelerce uzaktan görünen silueti korkutucu. Zaten Harry Potter’ın bazı sahneleri bu şatoda çekilip sonradan filme monte edilmiş.

Şatoda 22 bölüm var. Konaklamak mümkün değil ama bizim yemek yediğimiz Burgschenke, şatonun zemininde yer alıyor. Böyle gizemli bir yemek yemek şaheser bir duygu. Yolunuz Stuttgart’a düşerse kesinlikle tavsiye ederim. Önceden lokantanın çalışma saatleri konusunda bilgi alın ama. Her zaman açık olmuyormuş. Biraz da serin bir yer. Tüm Stuttgart gibi... Stuttgart kesinlikle benim şehrim değil. Ben sıcak yerleri seviyorum. Sıcak çok sıcak.

CUMA TAKINTISI

Bu hafta sonu küçük bir kitaba takmanızı öneriyorum. Eğer şu yaz sıcağında ekonomi sayfalarında yeni köşeyi dönmüş, güçlü liderler gördükçe ‘Ne yaparsam ben de onun gibi çevremdeki her şeyi yönetebilir ve bundan maksimum yarar sağlayabilirim?’ diye düşünüyorsanız okumanız gereken kitap ‘Makyavelli Ne Yapardı?’ (Buna kıskançlık diyoruz ama kıskanmadan da insan bazı şeylere güdülenmiyor işte ne yaparsınız.) Yükselip şirketinizin başına geçmek istiyorsanız, para kazanıp yönetmek istiyorsanız Makyevelli’nin öğretileri tam size göre. Sizin sinsiliğe, kendi kaderinize aşık olmaya, paranoyaklığa, sürekli savaşmaya gereksiniminiz var. Kitabınız belli. Hamamböceklerinin kökünü kurutana kadar onlara kin beslemeyi sürdürün! Hadi yaz tatilini falan boşverin acımasız biri olmanın kurallarını öğrenin. Her yol sizin için kabul edilebilir. İleri!

(Stanley Bing, Makyavelli Ne Yapardı?, Dharma, 2004).

CUMA LAKIRDISI

Dünya her zaman hep aynı ihtiraslara sahip insanlarla dolu olmuştur.

(N. Makyavelli, 1503)

CUMA İTİRAFI

Akvaryumdaki balığım son günlerde sürekli yan yatıyor. Öyle yaptığı zaman ben de öleceğinden korkup başında bekliyorum. Geçen akşam yine aynı şey oldu. Komşum da balık beslediği için daha bilgili olacağını düşünüp, ‘Balık yan yatıyor, neden olabilir?’ diye sordum. Kadın bütün ciddiyetiyle, ‘Sen onu suya koy’ dedi! Balığı bahçede beslediğimi mi zannetti acaba?

Yorum: Dinleme ülkece en büyük sorunumuz! İtirafçı dua etsin komşusu burada en azından balık-su ilişkisini kuracak kadar bir dinleme davranışı göstermiş. Ya ‘Arkasına destek koy saniyede ayağa kalkar!’ deseydi?
Yazının Devamını Oku

Güvenli sürüş kültürü

14 Temmuz 2005
Güvenli araba kullanmak bir kültür işi. ‘Ankara-İstanbul arasını beş saatte alana adam mı denir oğlum’ cümlesi, sanırım araba kullanmakla kültür arasındaki bağlantıyı bize çok rahat gösteren bir cümle. Renault, ‘güvenli sürüş kültürü’nün ne olduğunu anlatabilmek için çok güzel bir kitap hazırlamış. Kitabın adı ‘Güvenli Sürüş Kültürü’. Kitap Fransa’da hazırlanmış, Türkçeye çevrilmiş. Kitabın içinde çok yararlı bilgiler var. Otomobil güvenliğinin anlamı, trafikte insani hatalar ve nedenleri, arabayı ve kendini kontrol etme yöntemleri, özgür sürücünün anlamı.. Çok sayıda ayrıntı ve çağdaş tasarım, kitabı çok okunur kılmış..

Tek sorun kitabın içinde yer alan bazı istatistiklerin Fransa’ya ait olması. Keşke kitap Türkiye’de yayına hazırlanırken bu istatistikler yerelleştirilseymiş. İşte o zaman tam ‘Bundan iyisi Şam’da kayısı durumu’ olurmuş..

Umarım kitabın yeni baskılarında Renault uyarımı dikkate alır.

Hazır Renault’nun kitabından söz açmışken, içindeki bir haberi verip uyarıda bulunacağım: ‘Finlandiya’da 10 Şubat 2004’te, ülkenin dev sosis üretim şirketinin veliahtı 27 yaşındaki M. Salonoja, saatte 40 km sınırı olan yolda 80 km ile radara yakalanınca yaklaşık 170 bin Euro gibi rekor para cezasına çarptırıldı. Finlandiya yasaları gereği tam tutarı 169.728 Euro olan ceza, sürücünün gelir düzeyine göre belirlendi.

Sürücü daha önce de 2000 yılında otoyolda saatte 200 km hız yaptığı için yaklaşık 40 bin Euro ödemeye mahkum olmuştu’ (Reuters).

Türkiye’de de bazı cezalar sürücülerin gelir düzeylerine göre belirlenmek zorunda. Ayda 1000 YTL kazanan biri ile 15.000 YTL kazanan biri için 90 YTL nasıl aynı caydırıcılığa sahip olabilir?

TRT hoyratça yok ediliyor..

‘Kale İçi’ diye bir dizi ismi duydunuz mu? Duymadınız.. Ne güzel! TRT’de yaz döneminde başlayan tek dizi. Ve sizin bu dizinin başladığından haberiniz yok. Belki uygun bir saatte olsa, kanallar arasında uyuşuk uyuşuk gezerken takılacaksınız, ama o da mümkün değil.

TRT’nin dahi yayın plancıları bu diziyi cumartesi günleri saat 19.00’a koymuşlar. Yaz sezonunda! Cumartesi cumartesi saat 19.00’da yeni bir dizi.. Hangi akla hizmet? TRT ratinglere üye, ama hálá programcılarının ‘grid’ denilen analizden haberi yok.

‘Kale İçi’, büyük emeklerle çekilmiş. Her bölümü 90 milyara mal olmuş, yaklaşık yüzde 60’ı reklam karşılığı ‘takas’ usulüyle çekildiği için zor şartlar altında 13 bölümü yedi ayda çekilebilmiş.

‘Kale İçi’nde Ankaralı oyuncular var. Dizi, gecekondu bölgesindeki yaşamı resmediyor. Dizide olaylar Ankara’da, Ulus’un Kaleiçi Mahallesi’ndeki sokaklarda, sur diplerinde, eski Ankara evlerinde geçiyor. Yoğun olarak insan ilişkileri ele alınıyor.

Aşk var, intikam var, gözyaşı var. Bir de dizide neredeyse her erkeğin iki kadını var. Dizi Ankara’da geçince iki kadın ‘standart’ diye düşünüyor insan.

‘Kale İçi’, Türkiye’yi Ankara’nın tarihi dokusuyla tanıştırma açısından çok önemli bir dizi. Dizi bir tarafta aşırı para kazanma hırsı, diğer tarafta da sarsılmayan komşuluk ve dostluk ilişkilerini vurgulayarak biraz da piyasa ekonomisi eleştirisi yapıyor.

TRT böyle bir diziyi duyurmayıp, yazın ortasında cumartesi günü saat 19.00’da yayınlayıp, sonra da parasızlıktan şikayet ediyor.

Yazık.. Çok yazık..

TRT elden gidiyor. TRT’yi birileri hoyratça yok ediyor. TRT sahipsiz..

Vah benim TRT’me vah..
Yazının Devamını Oku

Astrologlar yalancı mı? (2)

12 Temmuz 2005
Geçen perşembe söz verdiğim gibi, Georges Charpak ve Henri Broch’un Debunked (Maskeler Aşağı!) isimli kitabının sayfalarını çevirmeye devam ediyorum. Charpak, Nobel ödülü sahibi ünlü fizik profesörü, Broch da fizik profesörü. Hedefleri altıncı hisçilerin, telekinezi uzmanlarının, falcıların ve diğer sözde bilimcilerin foyalarını ortaya çıkarmak..

Charpak ve Broch, astrologların toplumun öngörüleri çabuk unutmasından yararlandıklarını ileri sürüyor:

‘Yıl sonlarında yayınlanan süpermarket gazetelerinde, sık sık gelecek bir ya da iki yıl içinde bir başkanın katledileceği ya da İsa’nın yeniden dünyaya geleceği yazılır. İnsanlar da on yıllardır bunlara benzer kehanetleri okuyup dururlar. Fransa’da, eski bir başbakan için yapılmış kehaneti anımsamaktadır:

‘Geride bıraktığımız yılın genelde olumlu görünümüne karşın, yeni yılın ocak ayının ilk 15 gününde ve eylül’ünde Pierre Beregovoy, ciddi sorunlarla yüz yüze kalabilir... ’

Bu kehaneti, Yoru Horoscope 1993’ün yazarı Elizabeth Teisssier’e borçluyuz. İlgilenenler için söyleyelim, Pier Beregovoy 1 Mayıs 1993’te kendisini tabancayla kafasından vurarak hayatına son verdi. ABD’de binlerce kişi 11 Eylül 2001’de Dünya Ticaret Merkezi’nde hayatlarını yitirdi. Belki de bunlardan hatırı sayılır bir kısmının yıldız haritalarında, o gün ne yapmaları gerektiğine ilişkin yararlı kehanetler vardı- ‘aşk yaşamınız için yeni bir gün!’- ve ertesi gün!

Charpak ve Broch diyorlar ki: ‘Kitlesel ölümleri bir yana bırakalım, bireylerin ölümleri bile o günkü yıldız haritalarında yer almıyordu. Eğer astroloji yaşamınızdaki böyle önemli bir olayı öngöremiyorsa ve ertesi gününüz için yeni yeni kehanetlerde bulunuyorsa ne işe yarar ki!’

Boşluk astrolojisi

Charpak ve Broch astrologların yalanlarını ortaya çıkarmak için tabii ki bir takım bilimsel gerçeklerden yola çıkıyor ve bir takım hesaplamalar yapıyorlar.

Aynen şöyle:

‘9 Ocak 1960’ta doğan bir Oğlak’ın, 9 Ocak 1924’te doğan başka bir Oğlak’la aynı gezegen etkisi altında olması mümkün değil. Güneş her yıl aynı tarihte gökyüzünde aynı yere gelmez. Yukardaki iki tarihte Dünya’nın konumları arasında 22 bin millik bir fark vardır ve bu da Dünya’mızın çapının üç katıdır. Bu iki tarih arasındaki sapma tam 780 bin mildir!’

Yazarlar astrolojinin kullandığı yıldız haritalarına da hakimler. Anlayacağınız astrologlar bu kez kafalarını çok ciddi şekilde taşa çarpmışlar:

‘Çoğunlukla astrolojik falcılar ‘tropikal zodiak’ adı verilen şeye dayanarak çalışırlar. Bu güneş tabanlıdır ve ‘sidereal (burçsal) zodiak’ tabanlı yıldızlarla ilgisi yoktur. Astrologlar bir yıldız analizini bütünleştirdiklerinde genellikle içlerinde gök kürenin bölündüğü 12 eşit dikdörtgenle tanımlanan tropikal zodiakın 12 işaretini kullanırlar.

Bu bölümün başlangıç noktası ‘gama’ olarak adlandırılır ve tutulumun (güneşin yörüngesinin) gök ekvatoru ile ilkbahar ekinoksuna bağlı olarak kesiştiği noktadır.

Bir zamanlar İsa’nın doğumundan kısa bir süre önce tropikal zodiaka dayalı hesaplamalar, yıldızlar ve burçlara dayalı siderael (burçsal) zodiak’ın çeşitli işaretlerinin özgün belirli niteliklerine göre yapılan hesaplamalarla, hemen hemen aynıydı. Ama artık ekinoks kaymaları gök kürenin yıldızlı arka planına göre gama noktasının yerini değiştirdi! Astrolojik işaretlerin orijinal yıldızlarla hiçbir bağı kalmadı! Bu nedenle de günümüzün ‘tropikal tabanlı’ astrologları işe yarar yanları olmayan boş kutuları, yıldızlarla hiçbir ilişkisi olmayan dikdörtgen işaret bölgelerini körükörüne kullanıyorlar.’

Körü körüne yıldız falı okuyanlara benden bu kadar.. Gerisini merak eden, olasılık hesabı öğrenmek isteyen Maskeler Aşağı!’yı okusun..

Merak etmeyen astrologlara kulak asmaya devam etsin..

(*) Georges Charpak ve Henri Broch, Maskeler Aşağı, Kapital yayınları, 2005.
Yazının Devamını Oku

Kresthmer: Müzakere amacı kesin üyelik

11 Temmuz 2005
<B>3 </B>Temmuz Pazar günü yazdığım <B>‘Bu ihalede bir iş var’</B> başlıklı yazımın girişi şöyleydi: ‘Bugün size gözlerden kaçan bir ihaleden söz edeceğim. Avrupa Birliği Türkiye Delegasyonu’nun 3 Mayıs’ta internet üzerinden yaptığı ihale çağrısından... Neyin, ne için yapıldığı belli olmayan ‘karanlık’ bir ihaleden... İhalenin konusu ‘Türkiye’de iletişim stratejileri uygularken Avrupa Birliği Delegasyonuna yardımcı olmak’. Halen Delegasyon Türkiye’de bir firmadan iletişim hizmeti alıyor. Sonuçlardan memnun değil ki ihaleye çıkmayı uygun bulmuş..’

Yazımın ilerleyen evrelerinde de açılan ihaleyi ‘sadece taşeron arıyorlar, duruma göre bütçe Türk halkını özel üyeliğe ikna için bile harcanabilir, ihale çağrısında hiçbir ayrıntı yok, bütçe yeterli değil, niye önce niyet mektubu istenmedi genel kural böyledir’ diye eleştirmiştim. Aynı gün ikinci bir yazıda da Avrupa Birliği Türkiye Delegasyonu’nun Ankara’daki ofisini bilgi almak için aradığımda yapılan bir saygısızlığı anlatmış ve ‘Delegasyon önce kendi çalışanlarını bilinçlendirsin!’ öğüdünde bulunmuştum.

8 Temmuz 2005 günü Avrupa Birliği Türkiye Delegasyonu Başkanı H.J. Krestshmer’den bir mektup aldım. Krestshmer’in mektubu şöyle:

‘Sayın Profesör..Bu mektubu 3 Temmuz Pazar Günü Hürriyet gazetesinde çıkan makalenize yanıt olarak yazıyorum. ‘Bu ihalede bir iş var’ başlıklı makale Avrupa Birliği Türkiye Delegasyonu’nun iletişim ve bilgilendirme program ve politikasının doğru olmayan bir eleştirisidir.

Yeni ihaleye çıkılan bilgilendirme ve iletişim sözleşmesi Ankara’daki Avrupa Birliği’ne profesyonel iletişim hizmetleri sağlamak için gerçekleştirilmiştir. Eski bilgilendirme sözleşmesi Eylül sonu itibariyle biteceği için yeni sözleşmenin Ekim 2005’te başlaması beklenmektedir. Eski sözleşme bitince yeni sözleşme için ihaleye çıkmak standart Avrupa Komisyonu prosedürüdür. Yeni çıkılan ihalenin, makalenizde ima edildiği gibi, eski yüklenici firmanın performansı ile hiçbir bağlantısı yoktur.

İlgilenen tüm firmalar, şu andaki yüklenici firma dahil, ihaleye girebilirler. Tüm ihale, ihale dosyasındaki açık olarak belirtilen ölçütlere göre açık ve şeffaf bir şekilde yapılacaktır. ‘Açık yöntem’ Birliğin sağlayıcılardan hizmet alırken uyguladığı standart mekanizmadır. Bir proje içerisinde geniş aralıkta farklı hizmetler söz konusu olduğunda konsorsiyum istenmesi de normal bir uygulamadır.

Bilgilendirme projesinin Ekim 2005’ten başlayarak maksimum 4 yıl sürmesi beklenmektedir. Ve bu proje delegasyonun iletişim stratejisinin en uzun dönemidir. Projenin amacı ‘3 Ekimden önce halkı bilgilendirmek ya da özel üyeliğe ikna etmek’ değildir. 29 Haziran’da Avrupa Birliği müzakere için çok açık bir çerçeve ortaya koymuştur. Türkiye ile müzakerenin hedefi Avrupa Birliği’ne kesin üyeliktir.

STANDART YANIT

2005’te basılan Türkiye’deki ilk Euro barometer anketinin sonuçları dikkate değerdir. Bu ankete göre Türk halkının sadece % 25’i Avrupa Birliği ile ilgili bilgiye sahiptir. % 73 ise herhangi bir bilgiye sahip olmadığını hissetmektedir. Delegasyon bu dengesizliği ortadan kaldırmak için tamamen çok açık ve basit olan hedeflerimizle bağlantılı bir iletişim stratejisi ortaya koymaktadır. Hedeflerimiz şunlardır:

Halkın Avrupa Birliği hakkında bilgisini arttırmak onu anlamasını sağlamak;

Türkiye’nin Avrupa Birliğe girişiyle elde edeceği yararları ve giriş sürecindeki engelleri halka anlatmak ve Avrupa Birliği üyeliği için destek sağlamak;

Üyeliğe hazırlanmak için yapılacakların süresi ile müzakere süreci arasındaki bağlantıyı açıklamak..

Bu mektubun bilgilendirme hizmeti sağlama sürecimiz ve iletişim eylemlerimizle ilgili durumu açıklık kazandıracağını umuyoruz. Aynı zamanda açıklamamız hakkında okurlarınıza bilgi umuyoruz.’

Gördüğünüz gibi Avrupa Birliği’nin Türkiye’deki en büyük sözcüsü Kretschmer’in mektubunu olduğu gibi yayınlayıp sizi bilgilendirdim. Ama Kretschmer’in yazdıkları ‘standart’ şeyler. Kretschmer ‘Özel üyelik değil kesin üyelik..Önceki yüklenicinin performansı nedeniyle değil sözleşmenin bitişi nedeniyle’ düzeltmelerini yapıyor ama birçok soruyu da yanıtsız bırakıyor. Bir kere Kretschmer en can alıcı soruma yanıt vermiyor. Niye önce firmalardan niyet mektubu istenmedi?

İkincisi, benim temel eleştirim zaten iletişim ihalesinin ‘çok standart’ olmasıydı..Türkiye’nin, Türk halkının ne istediğinin önemsenmemesi..Avrupa Birliği yerel duygu ve düşünceleri önemsemeden kendi değerlerini Türk toplumuna enjekte etmeye uğraşacaksa bunun adına bilgilendirme değil ‘propaganda’ denmez mi?. Ama ‘propagandaysa’ Delegasyonun da rahatça kontrol edebildiği, sesini çıkarmayan bir iletişim taşeronunu aramak istemesi son derece normal değil mi?

Üçüncüsü ihale dosyasının ayrıntı içermemesi, özensizce hazırlanması..Kretschmer bu konuda da bir şey söylemiyor. Sonra bütçenin yetersizliği konusu var. Tabii ki telefonda yapılan ‘Bilgi veremeyiz efendim hanımefendi misyonda’ saygısızlığı..

Propaganda’ mantığının da ne sonuçlar verdiğini Fransa ve Hollanda da gördük. Avrupa Birliği artık her ülkede ‘standart‘ davranmaktan vazgeçmeli..Örneğin Türkiye’nin gerçekten Avrupa Birliği’ne üye olmasını istiyorsa Türkiye’yi ayrı bir ‘değer’ olarak görüp politika ve süreçlerini ona uyarlamalı. Ofislerini de ona göre işletmeli..Ofislerinde çalışan elemanları da ‘Kraldan çok kralcı, batı hayranı züppelerarasından’ değil. ‘Türkiye’yi iyi tanıyan, Avrupa’nın ve Türkiye’nin değerlerini bilen, anlayan ve saygı duyan insanlar’ arasından seçmeli..

Çekirgelik

Gurur ve zayıflık Siyam ikizleridir.

(Lowell)
Yazının Devamını Oku

Morgan’ın Güneş Vadisi’nde ne işi var?

10 Temmuz 2005
<B>Morgan Freeman’</B>ın, <B>Sydney Pollack’</B>ın Sun Valley’de, işadamları toplantısında ne işi var? Geçtiğimiz Ocak ayında Davos’ta <B>Angelina Jolie, Lionel Richie, Richard Gere, Sharon Stone </B>siyasetçilerin arasındaydı. Politikacı ya da işadamı değil ki bu insanlar... Sadece ünlüler... Çok ünlüler... Siyasetçiler, işadamları dinlenmediklerinin farkında. Oysa ünlüleri tüm ülke insanları dinliyor. Üstelik ünlüler tüm ülkelerde sınıfsız, kaynamış bir kitleye ulaşıyorlar. Dikkat çekiyorlar. Sözleri dinleniyor.

Siyasetçiler, işadamları sıkıyor. Bu nedenle hem siyasetçiler hem de işadamları tüm ülkelere ve toplum katmanlarına mesajlarını iletebilmek için, ünlüleri kullanıyor. Yoksulluğa karşı, küreselleşme karşıtlarına karşı, AIDS’e karşı, çevre sorunlarına karşı ünlüler öne çıkarılıyor. Dikkat ekonomisinde ratingi en fazla ünlüler topluyor. Ünlü stratejisi her yerde her işte çalışıyor.

Tahminler şöyle... Ünlü kullanımı gelecekte çok daha artacak. Ünlüler sosyal konulardaki davranışlara öncülük etme konusunda anahtar rol oynamaya devam edecek. İnsanlar ün oyununu daha karmaşık bir şekilde oynadıkça gerçek ve yapay ünlüler arasındaki farklar ortadan kalkmaya devam edecek. Kıtalararası ve kültürlerarası ünlü değişimi hızlanacak. Yeni teknolojiler, fanlarının ünlülere doğrudan ulaşımını çok kolaylaştıracak. Ünlüler daha hayatın içine girip daha da popülerleşecek..

Ünlünün gücünü keşfeden ülkeler, markalar, insanlar kazanacak...

Erkan Mumcu’nun ünü yetti

TNS
Piar’ın her ay yaptığı ‘Liderlerin Form Grafiği’ araştırmasının Haziran 2005 sonuçları geldi. ’Türban, kuran kursu, imam hatip’ konularındaki çıkışları Tayyip Erdoğan’ın form kaybını önleyemiyor. Erdoğan, Haziran ayında da 1.3 puan kaybetti. İlginçtir Baykal’da AKP’nin kaşıdığı ‘Türban, imam hatip, kuran kursu’ konularında ‘şahinleşince’ ciddi form kaybına uğradı. Baykal 3.3 puanla Haziran’ın en fazla form kaybeden lideri..

Mayıs ayına göre formunu az da olsa arttıran tek lider Mehmet Ağar. Form artışı 0.4 puan. Ağar kongrede yaptığı çıkıştan sonra, medyada daha fazla görünülürlük sağladı. Ağar çizgi üstü iletişimin sağladığı dirençten yararlanıyor.

Bahçeli’deki form kaybı dramatik. Mart ve Nisan aylarında, hiçbir siyasi etkinlik yapmadığı halde konjonktürel olarak form kazanan Bahçeli kazandığı formu hızla (-2.2 puan) kaybetti..

Erkan Mumcu’nun başlangıç form puanı ise ‘ünlü’ stratejisinin ne kadar doğru olduğunu gösteriyor. Önceki lider Nesrin Nas’ın formu yerlerde sürünüyordu. Erkan Mumcu ilk ölçümde yüzde 12.5’le üçüncü sırayı yakaladı. Bu sonuç olası bir seçimde ANAP’ın da potaya girebileceğini gösteriyor. Erkan Mumcu, ‘AKP’ye türban işbirliği çağrısı yapma’ gibi tribünlere oynayan göstermelik etkinlikleri bırakıp, ANAP farkını ortaya koyarsa daha da etkili olabilir.

Liderlerin form grafiği

Lider Mayıs 2005 % Haziran 2005 %

Erdoğan 41.4 40.1

Ağar 12.2 12.6

Mumcu - 12.5

Bahçeli 14.4 12.2

Baykal 14.7 11.4


Kaynak: TN Piar. Türkiye kır/kent temsili 18 yaş üstü 2019 kişi. Deneklere o lideri genel olarak düşündüklerinde yaptıklarını onaylayıp onaylamadıkları soruluyor. Tablo onaylayanların yüzdesini gösteriyor.

Kristal saygısızlık

‘Hakan ve Utku’
Cuma günü Günaydın’daki köşelerinde yazdılar. 18’inci Kristal Elma Reklam Yarışması’na katılan reklamlar İstiklal Caddesi’nde çöpe atılmış. Gelen geçen de bu örnekleri yağmalamış. Çok üzüldüm. Yarışmaya katılan ajanslara da, yaratıcılara da büyük saygısızlık. Yarışmaya katılan eserler bir teşekkür mektubu eşliğinde sahiplerine geri gönderilmeliydi. Umarım Dernek ve Vakıf üyeleri böyle bir saygısızlığa kim aracılık etmişse onu bulur ve cezalandırır.

Almanya’da mutfağı kim alır?

Lineadecor’
un basın gezisindeyiz. İran, Porto Rico, Azerbaycan, İsrail, Kırgızistan, Kıbrıs, Arnavutluk’ta birer bayi açan Linedecor’da sıra Almanya’ya gelmiş.

Yurt dışı satış ve pazarlama müdürü Buket Nişel’e ‘Almanya bayiniz Timur Bozkuş’u nereden buldunuz?’ diye soruyorum. ‘O bizi buldu’ diye yanıtlıyor Nişel. Ocak ayında Lineadecor olarak Köln’deki mobilya fuarına katılmışlar. Bozkuş orada bulmuş Lineadecor’u.. Sonra araştırılmış. Mağaza açmak istediği Stutgart yakınlarındaki Leinfelden ve Sindelfengen bölgeleri ziyaret edilmiş. Talep tahmin edilmiş. Lineadecor markasını taşıyabileceğine karar verilince anlaşmaya varılmış.

Bozkuş, tasarım mühendisi. 13 yıldır Almanya’da yaşıyor. Çok iyi bir satışçı olduğu her halinden belli. Daha mağazayı açmadan altı mutfak satmış bile. Konuşurken ‘Almanya’da mutfak pazarı Türkiye’den farklı’ diyor. Konuyu açmak için ‘Ne farkı var?’ diye soruyorum. ‘Tüketici farklı’ diyor.

Almanya’da erkek ve kadının mutfakta geçirdikleri süre aynı olduğundan eşler mutfak alımına birlikte karar veriyorlarmış. İnşaatlar mutfaksız teslim edildiği için de Almanlar taşınırken mutfaklarını da söküp götürüyorlarmış. Yeni gittikleri yerde de mutfağa bir ek gerekince dönüp mutfak aldıkları yere ‘Bu parçadan istiyorum’ diyorlarmış. Bu nedenle Alman Tüketiciyi Koruma Kanunu’na göre, bir mutfakçı bir modelden, en az beş yıl talepleri karşılayacak üretimi yapmak zorundaymış..

Buket Nişel’e soruyorum: ‘Türkiye’de de aynı kanun var, ama talep olmaz Almanya’da talep olur. Ne yapacaksınız? Bu şartlarda nasıl Almanya’ya gelme kararı verdiniz?’

Nişel
’in yanıtı ilginç:

‘Ercan Bey gerekirse bütün mutfağı değiştiririm’ dedi, biz de geldik..’

Büyük cesaret değil mi? Linedecor’un Yönetim Kurulu Başkanı Ercan Ecemiş böyle biri ama... Çok cesur... Dünyaya açılmaya karar veren bir markanın sahibinde olması gereken en önemli özellikten kanında çokca var. Her an hissediyorsunuz bunu. Yerinde duramıyor.

Lineadecor’dan kutuplara mutfak

Lineadecor
Yönetim Kurulu Başkanı Ercan Ecemiş’e ‘Sırada hangi ülke var?’ diyorum. ‘İzlanda... Reykjavik’ diyor. Oturduğum koltuktan düşecek gibi oluyorum. İster istemez ağzımdan ‘Orayı nereden buldunuz?’ sorusu çıkıyor. ‘İnternetten. Onlar bizi buldu...’

Daha önce Danimarka’da bir firmanın mutfaklarını satan İzlandalı Ingvy Ingvason ve Egill Ingvason kardeşler Internet’ten pazarlayacakları bir mutfak markası ararken Lineadecor’u buluyorlar. Yazışıyorlar. Sonra Türkiye’ye geliyorlar. Gelecek hafta da Lineadecor ekibi İzlanda’ya yolculuğa hazırlanıyor. Yeni mağazayı açmak üzere. Gördüğünüz gibi Lineadecor kutup mutup dinlemiyor. Dünya markası olmaya karar vermiş. Sınır tanımıyor.

Türkiye olarak refaha ulaşmak istiyorsak ihtiyacımız olan iki şey var. Dışarıya markalı mal satmak ve yabancı sermayeyi Türkiye’ye çekmek. İkisini de yapabiliriz. Yeter ki hükümetin aklını ‘türban’ tartışmalarından alıp, bu iki stratejik konuya yöneltelim. Türkiye’yi doğru tanıtalım. İş adamlarımızın, markalarımızın, insanlarımızın sorunlarını çözelim. Cesur ve iş bilen insanlar yetiştirelim. Lineadecor örneği herkese örnek olmalı. Küresel dünyada her ülkeye, her şeyi pazarlamak mümkün. Çin tehlikesi, Hindistan dalgası fasa fiso. Sizin yeter ki satacak bir ‘değeriniz’ olsun, dünya sizi arıyor ve buluyor.

Mizah her zaman satıyor

Sakızcıların ‘trendy’ ürünleri beni öldürüyor. Vivident’in yaz için önerdiği sakıza bakar mısınız: Vivident Ice... Siz ’Alt tarafı sakız’ deyin geçin... Dünya sakız üzerine dönüyor haberiniz yok. Babanızdan bir sakız fabrikası kalsa böyle sürünür müydünüz?

Vivident Ice’ın televizyon reklamına diyecek yok. Verilmek istenen mesaj belli:

‘Vivident Ice çiğnediğinizde serinlik verir.

Adam klimanın kapağını açıyor. İçerde bir genç oturuyor. Biz ‘Ne oluyoruz?’ derken adam gencin ağzına Vivident Ice koyuyor. Genç başlıyor üflemeye.

Slogan: ‘Buz serinliğini keşfet..’. İnce komik... Zeki... Mizah da satıyor. Ama satıcı mesajla iyi birleştirilirse, çok daha iyi satıyor. Aynı Vivident Ice örneğinde olduğu gibi.

Yaz okumaları

Tatilde ‘romanı momanı bırak, kendini geliştirmeye bak!’ diyenler için dumanı üstünde iki kitap..

İlki MedyaCat’ten..Aşkla Yaratılan Markalar..Neill Duffy ve Jo Hooper yazdıkları kitapta güçlü markalar yaratmak için duyguları ateşlemek gerektiğini söylüyorlar..Tabii duyguları ateşlemenin yollarını da gösteriyorlar..

İkinci kitap Rota’dan..Ödülü İçinde..Mor İnek kitabını yazıp mor inek sınıfına atlayan Seth Godin bu kez bizi pazarlama yeni fikir yaratmanın gücüyle tanıştırıyor. Godin dikkat çekmek için nasıl yeni fikirler yaratılacağı konusunda reçeteler sunuyor..

Kitap önerilerim devam edecek.

Çekirgelik

Günün birinde dikkat çekici bir şey yaratmak kendinize karşı borcunuzdur

(S. Godin)
Yazının Devamını Oku

150 milyon dolarlık Sungate şaşırtıyor

8 Temmuz 2005
Geçen hafta yolum Kemer Beldibi’nde yeni açılan Sungate Port Royal Otel’e düştü. Şaşırdım kaldım. Evet, Sungate’in bende bıraktığı duygu bu. Şaşkınlık...Esas işini ‘inşaat sektörü ’ olarak gören Rizeli Cengiz Ailesi sanırım turizm işinde söz sahibi olmaya kararlı. Gerçi ailenin Antalya Kiriş’te de Yusuf Namoğlu ile ortak Le Jardin Otel Resort diye bir otelleri varmış. Ama Sungate tescilli turizmci olunduğunun kanıtı. Kısa bir süre önce İstanbul İstinye’de alınan yer de turizm işinin ciddiye alındığının kanıtı.DÜNYANIN İKİNCİ BÜYÜK SPA MERKEZİCengiz Ailesi Sungate’i yaparken hiçbir ayrıntıdan kaçmamış. Büyük düşünmüş, neredeyse 150 milyon dolar harcamış, büyük oynamış. 1100 oda, dört bin kişilik konferans salonu, 15 ayrı lokanta, 18 ayrı bar, 22 bin metrekare toplam havuz, iki sinema salonu, dünyanın ikinci büyük SPA merkezi, diğer davetlilere kapalı havuzu, restoranı ile Deluxe odalar... Her şey çok etkileyici, her şey çok güzel.Sungate’in logosunda ağır bir Uzakdoğu konsepti hakim. İçeri girdiğinizde ise aynı ağır havayı bulmak mümkün değil. Ya logoda sorun var ya da içerde. Sadece ‘SPA ve bir Çin lokantası ile Uzakdoğu oldum’ sanmak yanlış. Zaten olunamamış da. O zaman da insan ‘Keşke logo daha tanımlayıcı bir logo’ olsaymış demeden edemiyor. Sungate’in bir dudağı yerde bir dudağı gökte. Çalışan personel sayısı tam 1174. Dev bir ordu... Ne kadar dev bir otel olursan ol, günün sonunda çalışan personel seni vezir de edebiliyor rezil de. Sungate’in eğitim işini çok ciddiye alması, giden insanların yerine gelenleri eğitmeden güzelim tesise salmaması şart. McDonald’s tarzı bir eğitim modeli benimsense çok iyi olur. Böyle gurur verici, Türkiye’nin yüz akı bir tesiste verilen hizmet de yedi yıldızlı olmalı. Her an dur durak bilmeden.Sungate’in çalışan personeli Cengiz Ailesi gibi en iyisini yapmak için uğraş veriyor. Doğru hizmeti vermek için paralanıyor. Ama şunu da söyleyeyim yıllardır girmediğim otel kalmadı, ilk defa bir otelde uzunca bir süre resepsiyonun telefona yanıt vermediğini gördüm. Demek ki otel yönetiminin bazı süreçleri gözden geçirmesi şart. Aynı anda 3 bin 500 kişinin konaklayabileceği bir tesiste her süreç inceden inceye gözden geçirilmeli.RUSLARI VE İÇ PAZARI HEDEFLİYORİtalyan ve Türk-Yunan lokantalarında yemek yedim. İtalyan yaklaşık 250 kişi bir anda yüklenince dağılmıştı. Uzunca süre beklemek yemeğin tadını kaçırdı. Türk-Yunan lokantası daha organize olmuştu, mezeler ve balık çok iyiydi.Sungate şu anda iç pazarı ve Rus pazarını hedefliyor gibi geldi bana. Konakladığım gün Microsoft yıllık geleneksel toplantısını Sungate’de yapıyordu. Serdar Ortaç da gala yemeğinin sürprizi idi. Hem yurtdışı hem yurtiçi pazarda kendini iyi ifade ederse Sungate çok rahat önemli turistik markalarımızdan biri olur. 150 milyon doları tesise yatıran Cengiz Ailesi’nin bir beş on milyon doları da reklam ve halkla ilişkilere yatırması şart. Bir turistik tesise su kaydırağı, SPA, spor merkezi yaptırmak çok önemli birer yatırım. Ama doğru iletişim yatırımı yapılmazsa tesis bir yatıyor bir daha kimse kaldıramıyor.KURUMSAL İLETİŞİM ŞARTDikkat ederseniz yukarıda hep Cengiz Ailesi’nden söz ettim. Cengiz Ailesi başta Mehmet Cengiz olmak üzere çok sayıda kardeşten oluşuyor. En son Seydişehir Alüminyum’u bünyelerine kattılar. Adları sıkça Rizeli siyasetçilerle birlikte geçiyor. Ortada net bir resim olmadığı için Cengiz’ler hakkında ağzı olan konuşuyor. Bunu durdurmanın yolu planlı kurumsal iletişim. Belki inşaat işinde Cengiz’lere kurumsal bir arka güç gerekmiyordu ama turizm, alüminyum derken artık kurumsal imajın da iyi yönetilmesi gerektiği ortada. Tabii amaç kalıcı olmaksa... Kalıcı olmak istemeyen niye böyle dev bir tesis yapsın. Öyle değil mi?Fatih Erkoç’ta eksik olan ne?Fatih Erkoç’un son albümü ‘Beklenen’i dinliyorum bir süredir. TRT’deki Yankılar programını bırakmasına üzülenlerdenim. Nefis bir programdı. 6 yıl sonra çıkan son albümdeki şarkılar da nefis. Albüm tekdüze değil. Her şarkıda insanın ruh hali değişiyor. Başka bir dünyaya atlıyor. Müzikler çok kaliteli, çok net. Arkadan, önden garip garip sesler çıkmıyor. ‘Hah tamam işte pop müzik bu galiba’ diyebiliyorsun. Arabesk yok, popbesk yok, teknobesk yok, bilmemnebesk yok... Katışıksız Türkçe pop... Peki niye bu kadar kaliteli müzik yaparken Fatih Erkoç’un hiçbir şarkısı istenen çıkışı yapamıyor? Sorun seste mi? Şarkı sözünde mi? Görüntüde mi? Bu soruya gerçekten bulamıyorum. Neden? Alın dinleyin aynı soruyu siz de soracaksınız. Bu arada Fatih Erkoç’a Ray Charles imajı da yakışmış. Thai masajıyla on santim uzadımMasaj seviyorum, nereye gitsem yaptırmadan duramıyorum. Sungate’de de masaj yaptırmasaydım çatır çatır çatlardım. Aldım SPA kataloğunu elime... Klasik İsveç, geleneksel Türk, yüz, sıcak volkanik taşlar, Hint baş, klasik Thai, modern konsept Uzakdoğu... ’Klasik Thai olsun’ dedim. Kataloğa göre bu masajı Thai uzmanı terapistler uyguluyormuş. Vücuttaki eklemleri geriyor, elastikiyet artırılıyor ve vücut rahatlıyormuş. Daha dinç hissediyormuşsunuz.SPA binası çok etkileyici. Resepsiyonda Kırgızıstanlı, Tatar bayanlar var. Rusça biliyorlar diye seçilmişler. Masaj odasına alındım. Uzakdoğu dekoru ve müzik daha masaj başlamadan elastik kılıyor ruhu.Çok geçmeden kapıda Taylandlı Mi göründü. Mi Tayland’dan geleli iki ay olmuş. İsmi daha uzun ama ben sadece Mi’sini anlayabildim. Mi konstantre oldu, selam verdi ve bana girişti. Bir saat içinde parmaklamadığı noktam, çekiştirmediği eklemim kalmadı. Niye yalan söyleyeyim tahminim çekiştirme sonucunda bir on santim uzamışımdır. Yatakta aldığım pozisyonlar akla zarar verecek cinsten. Her biriyle ayrı bir ‘Ayın güzeli Mualla’ ödülüne aday olmam işten bile değildi.Mi’nin eli acayip hafif ama... Memleket hasreti çekiyormuş. Bir de tavuk dışında ağzına layık yemek bulamamaktan şikayetçiymiş. Hálá morali yerinde ve yumuşak yumuşak çekiştirmekte de üstüne yok. Katalog doğru. Thai masajıyla insan kendini daha bir dinç hissediyor. Ta ki 90 Euro masaj ücretini ödeyene kadar. Sonra birden insanın ruhunu garip bir yorgunluk kaplıyor. CUMA İTİRAFIahbelindabelinda; Cinsiyet: Kadın; Yaş: 28; İl: İzmirTrafikte birini sollamak zorunda kaldıysam veya bir arabayla yan yana gitmek durumundaysam direksiyonu mutlaka sol elimle, alyansım görünecek şekilde tutuyorum. Niye mi? Hani olur da yanlış anlar, asıldığımı zanneder diye! Araba sağımda kalmışsa bu defa da yüzüğümü elliyormuş, yanağımı kaşıyormuş gibi hareketler yapıyorum! Ama ne yapayım, tacizci şöförlerden çok korkuyorum.Yorum: Kadın haklı! Türkiye’de trafik magandası çok. Ama tacize uğramayacağım diye de dikkatsiz ve tedbirsiz araç kullanmanın alemi yok. Başka yöntemler denenebilir. Örneğin kaportaya şöyle bir slogana ne dersiniz: ‘Evliyim taciz etme ne olur, çalış senin de olur!’CUMA LAKIRDISIErkek, vermeye motive olmak için, verdiğinde kendini iyi hissetmelidir. O değer verildiğini ve saygı gösterildiğini hissetmek ister. Erkeklerin savaşa gitmelerinin nedeni egodur. Büyük şirketler kurmalarının nedeni budur. Jimnastik salonunda ağırlık kaldırmadan önce popolarına iğne batırmalarının nedeni egodur. Yalvarmalarının, çalmalarının ve ödünç almalarının nedeni budur. Ve aşık olmalarının nedeni de egodur. Erkeğin kendini ‘erkek gibi’ hissetmeye gereksinimi vardır. (Sherry Argov, Erkekler Cilveli Kadınlardan Neden Hoşlanır, Dharma, 2005). CUMA TAKINTISIÇok ilginç bir kitap okudum. Size de önermek istiyorum. İsmi Nasıl Aptal oldum? ‘Aaa olur mu, bizim böyle bir kitaba gereksinimimiz yok ki. Biz zaten...’ şeklinde düşünmeyin. Bu bir roman. Fransızca’dan çevrilmiş. Kitaptaki kahramanın adı Antoine. 11 yaşında kendini birden 77 yaşındaymış gibi hissediyor. 25 yaşına geldiğinde ise aptal olmaktan başka bir seçeneği kalmıyor. Beyni kültür çöplüğüne dönünce intihar etmeye karar veriyor. Aynı Hemingway, Virgina Woolf, Seneca gibi... Ama intihar bu, herkesi kabul etmiyor. Antoine’a aptallaşmak kalıyor. Çok ilginç bir kitap. ’Nasıl aptal oldum?’ diye düşünüyorsanız bu kitaba mutlaka takın. (Martin Page, Nasıl Aptal Oldum, 2005)
Yazının Devamını Oku

Astrologlar yalancı mı?

7 Temmuz 2005
G<B>eorges Charpak</B>, 1992 Fizik Nobel Ödülü sahibi. <B>Henri Broch </B>da öyle.. Oturmuşlar, büyücülerin, ruh tacirlerinin foyalarını ortaya çıkarmak için Debunked isimli kitabı yazmışlar. Kitap kısa sürede Fransa’da en çok satan kitaplar listesine girmiş. Birçok internet kitapçısında da üst sıraları zorlamış.. Hálá da zorluyor.. Debunked şimdi Maskeler Aşağı ismiyle Kapital yayınlarından Türkiye’de piyasaya çıkmak üzere..

Charpak
ve Broch, kitabın önsözünde ‘Umudumuz, büyücülük ve bilicilik hakkındaki bazı ortak deneyimleri, dostlar arasında gülümsemelerle karşılanacak biçimde gözler önüne sermek ve çağdaş büyücülerin, saf dinleyicileri nasıl kandırdıklarını anlatabilmek!’ diyorlar.. Ve anlatıyorlar. Çok etkili bir şekilde büyücülerin, falcıların, astrologların maskelerini aşağıya indiriveriyorlar.

Bilimsel bilginin nasıl üretildiğini bilen, inançlarla gerçeği ayırt edebilen biri olarak hayatımda bir kez bile yıldız falı okumadım, fal baktırmadım, büyücülere gidip gelecek tahmini yaptırmadım. Tahmin ederim Maskeler Aşağıya’yı okuduktan sonra, düşüncenizi değiştirecek ve yıldız falı okumaktan vazgeçeceksiniz.. Umarım.. Ne geliyorsa başımıza bilimsel bilgiyle inançları birbirinden ayırmayanlar yüzünden gelmiyor mu?

Astroloji nasıl çalışır

Charpak ve Broch ilk bölümde işe astrolojinin nasıl çalıştığını anlatmakla başlıyorlar:

‘Astrolojinin işlediğinin hem de iyi işlediğinin kanıtı, yıldız haritamın başıma gelenleri doğru tahmin etmesidir. Böyle sözleri kim bilir kaç kere duyduk.. Kaç kere bu tür kişisel deneyimlerin astrolojinin geçerliliğine kanıt gösterildiğini dinledik.. Konuya açıklık getirelim: Evet, yıldız haritaları işler, aslına bakacak olursanız, iyi de işlerler. Ama yıldız falının geçerliliği, astrolojinin de ‘işlediğine’ inanır. Bu insanlar, önceden görülen olayların -üstelik kendileri de tanık olmuşlardır- ‘İşaret Bilimi’ tanımlarının geçerliliğinin kanıtı olduğundan emindir. Ayrıca, yıldız haritalarının kendilerini anlamanın temelini oluşturduğuna ve yazgılarına karşı ne yapmaları gerektiğine rehberlik edeceğine inanırlar.

Böyle insanlar için, yıldız haritaları büyük anlam ve önem taşır, ama işin gerçeği yıldız haritaları, inananlar için anlamlı olmaktan çok, inananlardan anlam kazanırlar. Kişisel deneyimlere ters düştüğünden, bu noktada anlaşmak zordur: ‘Benim başıma geldiği için doğru olmadığını söyleyemezsin.’ Kendi yıldız falını okuyan bir birey, kendi yıldız falıyla baş başa olduğu inancındadır, yani o harita kendi yazgısı için çizilmiş, doğaüstü bir güç tarafından kendisi için yaratılmıştır.’

Charpak ve Broch astrolojinin nasıl çalıştığını anlatmak için bir de deney yapmışlar:

Öğrencilerden adlarını, soyadlarını doğum yer ve tarihlerini ve son kurdukları düşlerini bir kağıda yazmalarını istemişler. El yazılarından ve doğum tarihlerinden yıldız tabanlı bir hesaplama yapacaklarını belirtmişler. Daha sonra öğrencilere, yıldız fallarına göre bireyselleştirilmiş kişilik tanımlarını dağıtmışlar. Sonradan yaptıkları ankette öğrencilerin yüzde 69’u kendi kişiliklerinin mükemmel ya da iyi olarak tanımlandığını söylemiş. Şimdi sıkı durun.. Öğrencilerin dağıtılan kişilik tanımlarının hepsi aynıymış. Ortak tanım öğrencilerden alınan bilgilere göre değil kafadan uydurulmuş..İyi huylu, biraz inatçı, tuttuğunu koparan.. Ama yeri geldiğinde cesur’ çok rastladığınız tanımlar gibi..

Yazarlar astrolojinin çalışmasını Kuyu Etkisi’ne bağlıyorlar. Kuyu etkisi.. Yani anlatım ne kadar bulanık olursa, kendini o tanımın içine yerleştirecek insanların sayısı da o kadar fazlalaşır.

‘Siz daha güçlü birisiniz..’ Ne boş bir tanımlama değil mi? Ama bu boş açıklamayı yıldız falında her okuyan kendisinin kastedildiğini düşünür. Kuyu etkisini iyi bilen astrologların da yaptığı şu.. İnsanlar hakkında ne bildiklerini değil, nelerin gerçek olması gerektiğini söylemek.. Bu konuya gelecek salı devam edeceğiz..
Yazının Devamını Oku