Azrail’in gelişini öngörmek, vaktini, saatini tutturmak ne mümkün.
Sıralı ölüm de yok, her yaşta vakitsiz ve erkendir, hazırlıksız yakalanırsınız mutlaka...
Ama acaba şairler ve şarkıcılar arasındaki ölüm istatistikleri, bize hatırı sayılır bir şey söyler mi isabetli ‘ecel’ kestirimlerinde bulunmamız için? Sene 1936. Tan gazetesinin Osman Müftüoğlu’su, buna takmış. Vitaminlerle minerallerin faydalarını yazacağına sağlıkla edebiyat arasındaki münasebeti ele alıyor.
Peyami Safa da, sahanın hâkimi olarak tatlı tatlı harcıyor onu. “Edebiyatçılar arasında ölüm” başlığını taşıyan bir kritiğinde...
* * *
Bırakın bilfiil işlemeyi, silah bırakmak gibi bir kusuru işlemeye henüz ‘niyet’ten dolayı bile HDP-Kandil eşrafından özür ve açıklama bekleyenleri gördükçe şaşırıyor.
Daha yeni Kandil’e dek gidip mikrofon tuttular Cemil Bayık’a. Öcalan’ın silah bırakma çağrısında bulunmadığını, sadece niyet beyanında bulunduğunu söyledi o da. Talimat sayılmazmış ki... Müsterih olunmasını istedi, ‘maazallah terör bitecek mi yoksa’ korkusuyla ağza gelmiş yüreklere su serpti, Türkiye’ye demokrasi getirmeden bırakmayacaklarmış.
Keleşle oynamaya devam etmek için kelimelerle oynamaya devam yani.
* * *
Zannediyor ki Davutoğlu, herkesin üzerinde mutabık olduğu ortak bir ‘iyi’ anlayışı var. Bir şey iyiyse MHP’li için de HDP’li için de eşit derecede iyidir. Kötüyse AK Partili için ne ölçüde kötüyse CHP’li için de aynı ölçüde kötü.
Ve PKK’nın daha fazla insan öldürmemesi, herkesi sevindirecek ‘iyi’ bir şeydir...
Zannediyor ki Davutoğlu, bir şey için özür dilenecekse o devletle pazarlık uğruna bomba patlatmaktır, okul ve yurtları ateşe vermektir, çoluk çocuk demeden dağa kaldırmaktır, cana kıymaktır. Bunları yapmaktan vazgeçmek değil...
“AK Parti Genel Başkan Başdanışmanı Doç. Dr. Hüseyin Çelik” imzalı metinle baş başa bırakıyorum sizi. Hiç araya girmeden. Buyursunlar...
* * *
“Sayın Beki,
10 Mart 2015 tarihli “Küskünler Kıpraşması” başlıklı yazınız üzerine aşağıdaki açıklamaları paylaşmak zarureti doğmuştur.
Evvela, Sayın Gül’le Beyoğlu İmam Hatip Lisesi Uygulama Camisi’nde buluşmamız, ima veya iddia ettiğiniz gibi planlı bir buluşma değildir.
AK Parti, açılmamış bir kapatma davasının sorumlusu olarak kaybedecekti. Otoriterliği, muhalefete tahammülsüzlüğü ve ceberutluğu da tescillenmiş halde...
CHP ile MHP ise bir kapatma davasına gerçekte maruz kalmadan kapatılmış kadar olacak, mağdur olmadan mağdur görünüp kazanacaktı. Hep AK Parti’ye çalışan şu ‘mağduriyet’ çarkı tersine dönecek, biraz da onların değirmenine oy taşıyacaktı...
Pek kıyak bir mağduriyet senaryosuydu velhasıl. Düğmeye, paralellerin Twitter fenomeni basmıştı, paralel istihbarat havuzunun hesabından dedikoduyu o vermişti yayına.
Kılıçdaroğlu kaçırır mı? Pası havada kapmış, seçim üzeri ilaç gibi gelen hayali bir mağdurluk çalımına doğru koşuyordu.
Düz mantığa göre mükemmel bir plandı; tıkır tıkır işleyecek, halk her zamanki gibi mağdurun yanında saf tutacak, CHP ile MHP sandıktan gırla tepki oyu kaldıracaktı...
* * *
Ama bu kıyak mağduriyet hesabında dikkate alınmamış küçük bir boşluk ortaya çıktı. Açılmamış bir kapatma davası açılmamıştır ki açan bir antidemokratik rejim olsun ortada. Kapanmamış bir parti de tabiatıyla kapanmamıştır ki mağduriyet yaşamış olsun...
Onlar ayrı ayrı memnuniyet belirtirken haberlere başka bir sürpriz düşüyor bu kez: Beyoğlu İmam Hatip Lisesi camisinde tesadüfi cuma karşılaşması fotoğrafları...
“Planlı değildi” deniyor. AK Parti’de 3 dönemini dolduranlarla eski cumhurbaşkanları hep Beyoğlu İHL camisinde kılar ya cuma namazlarını. Ne var bundan daha tabii... Güneşin her akşam aynı ufukta batmasından bile yüksek bir olasılık sanki rastlaşmaları. Yoksa, alttan alta kamuoyu oluşturduklarından değil. Kendiliğinden gündemleşiyor Gül’ün adı.
* * *
Bas bas bağıran bir ‘eski siyaset’ tiyatrosu bu...
‘Küskünler hareketi’, kendine bir medya yüzü arıyor. Açıktan ‘Küskünler hareketi’ dedirtmeyi yediremiyorlar ama kendilerine. Çekingen bir deneme. ‘3 dönemlikler’ tabiri daha tavırsız ve nötr...
Ali Babacan, 3 dönem kuralı nedeniyle zaten artık olamıyor. Mehmet Şimşek de yeni kabinede en azından yerini koruyacağa benzemiyor. Dışarıdan izlenim bu.
Yerlerine kim gelecek? Rasyonel oyuncular mı olacak, yoksa fanteziye mi kaçılacak?
* * *
Dolar için belirsizlikten büyük risk yok. Çünkü bir ihtiyat akçesi, ihtiyatı yaşam biçimi haline getirmiş bir piyasanın parası. Ve şu an Türkiye’de önünü göremiyor.
Başbakan Davutoğlu, uluslararası yatırımcıları, Türkiye’nin parlak geleceğine ikna etmek için New York’ta. Ekonomi kurmayları Başbakan Yardımcısı Ali Babacan ile Maliye Bakanı Mehmet Şimşek de beraberinde. Davutoğlu’nun en büyük zorluğu ise, bu iki ismin de 3 ay sonra yerlerinde olamayacağı bir senaryoyu satmaya çalışması...
Sabah gözlerimi açar açmaz gördüğüm iki şeyden biri, cep telefonuma gelen şöyle bir mesajdı: “Nedir bu Hakan Fidan’la alıp veremediğin...”
İkincisi de, USA Today gazetesinin manşetindeki haber. Eski CIA Direktörü General Petraeus’un ortalığa saçılan kara defterleri, seks hayatı ve FBI’yı yanıltan yalanları hakkındaydı. Biyografisini kaleme alan metresine gizli ajanların isimleri, Başkan’la görüşmelerine ait hassas notlar ve savaş planları gibi çok mahrem bilgiler aktardığını yazıyordu.
Yasak aşk ilişkisi ortaya çıktığında istifa etmek zorunda kalmıştı Petraeus. Ama devletin askeri ve istihbari sırlarını yatağına da taşıdığı anlaşılınca asıl kıyamet koptu. Soruşturmaya uğradı. Ulusal bir kahramanken gözden düştü. Gazete, adli sürecin son detaylarını veriyordu...
Hakan Fidan da bir istihbarat teşkilatının eski şefi. Fakat ne güvenlik kurumlarını aldattığı ne yalan söylediği ne metres tuttuğu ne devlet sırlarını kara defterlerine not ettiği ve ne de bunları deşifre ettiği için tartışılıyor.
Erdoğan’ın güvenini kötüye kullandığı, görevine ihanet ettiği ya da ayağa düşürdüğü için değil... Erdoğan kalmasını istediği halde MİT’in başından ayrıldığı için gündemde.
Kafa karışıklığı da buradan geliyor. Affedilmeyecek bir cürmü olmadığına göre, mutlaka birileri uğraşıyordur ki uzuyor mesele. Aldığım mesajdan bu çıkıyor.
* * *
O gün Hürriyet’in sürmanşetinde, Erdoğan’ın, Hakan Fidan’a hâlâ kırgın olduğunu söylediği röportajı yer alıyordu. Uçakta bir grup gazeteciyle yaptığımız ortak söyleşiden alınmıştı.
Havadaki zamanımı kokpitte harcasam dönmeye kalmaz pilot brövesi bile alırım. Geziden yana o derece açıldı şansım.
* * *
TUR’un müdavimi gazetecilere ‘mürettebat’ diyerek imrenenler, yerlerinde olmaya can atanlar var. Yüksek irtifalara göz diken, ‘jet seyyahlar’ kadrosuna katılmaya heves edenler için söylüyorum. Dilerim bu harika olay tez zamanda başlarına gelir. Komşum Özkök başta, en az bir tur bindirilmelerini bütün kalbimle isterim.
Ortada felaket özenilecek bir durum var zira. İştahlarının kabarmasını pekâlâ anlıyorum.
Rahmetli Ecevit’in işinin zorlaştığı günlerdeydi. Bir yandan ağırlaşan sağlık sorunlarıyla boğuşuyor, bir yandan da atılan yazar kasalar, başbakanlık önünde yakılan kamyonlar, ekonomik bunalımın tırmandırdığı protestolarla uğraşıyordu... Üzerindeki baskı giderek artıyordu. Bunalmıştı ama direniyordu. Koltuğuna yapışıp kalmakla, dünya batsa da bırakmaya niyeti olmamakla suçlanıyordu. Yine böyle bir gün gazeteciler, yeni bir istifa çağrısını hatırlattı.
Ecevit’in tepkisini hiç unutmam. Şöyle dedi: “Takdir edersiniz ki Türkiye’de başbakanlık yapmak, bugünlerde hiç de keyifli bir meşgale olmasa gerektir...”
Siz de takdir edersiniz ki iki cumartesi arasında önce Cumhurbaşkanı’yla İstanbul’dan yola çıkıp 2 gün içinde Cidde, Mekke, Cidde, Medine ve Riyad’ı dolaşıp Ankara’ya dönmek... Sonra da aynı gün, Esenboğa Havalimanı’ndan ayrılmadan aynı uçakla Başbakan’ın Lizbon seferine dahil olup, oradan New York’a devam etmek... Ve planlanan rotaya göre, ertesi cumartesi gece yarısını da devirerek Ankara üzerinden İstanbul’a, nihayet sıcak yuvamıza avdet etmek çok daha keyiflidir.