Paylaş
Onlar ayrı ayrı memnuniyet belirtirken haberlere başka bir sürpriz düşüyor bu kez: Beyoğlu İmam Hatip Lisesi camisinde tesadüfi cuma karşılaşması fotoğrafları...
“Planlı değildi” deniyor. AK Parti’de 3 dönemini dolduranlarla eski cumhurbaşkanları hep Beyoğlu İHL camisinde kılar ya cuma namazlarını. Ne var bundan daha tabii... Güneşin her akşam aynı ufukta batmasından bile yüksek bir olasılık sanki rastlaşmaları. Yoksa, alttan alta kamuoyu oluşturduklarından değil. Kendiliğinden gündemleşiyor Gül’ün adı.
* * *
Bas bas bağıran bir ‘eski siyaset’ tiyatrosu bu...
‘Küskünler hareketi’, kendine bir medya yüzü arıyor. Açıktan ‘Küskünler hareketi’ dedirtmeyi yediremiyorlar ama kendilerine. Çekingen bir deneme. ‘3 dönemlikler’ tabiri daha tavırsız ve nötr...
Üzerlerine biçtikleri misyon da aynı derecede cafcaflı; AK Parti’nin dünüyle yarını arasında köprü kurmak. Çok lazımmış, dünle yarın arasında onlardan başka bir bağ yok ya...
Siyasi bencillik, tebdil-i kıyafet dolaşıyor gene aramızda, her zamanki gibi ‘umumun yararı’ ve ‘maslahat’ kılıklarında...
Hem dün hem yarın olmak ‘vazgeçilmez’lere, ‘yeri doldurulamaz’lara mahsus çok büyük bir iddia. Bu ayrıcalık bir faniye nasip olsaydı, 3 dönemliklerden önce Erbakan partilerinin ‘eskimez ağabeyleri’ne nasip olurdu. “Olmaz öyle şey” diyenler, onlardan ayrılıp AK Parti’yi kurdu oysa. Ta yolun başında da 3 dönem sınırını getirdiler ki bir daha böyle rezillikler yaşanmasın.
AK Parti, siyasette tekelleşmeye isyandı. ‘Eski kurtlar’ın siyasetin kaderine bir karabasan gibi çöküp bir daha kalkmamasına...
3 dönem kuralı, neredeyse varlık sebeplerinden biri AK Parti’nin. Siyaset, aynı kadronun elinde dönüp dolaşacaktıysa AK Parti niye kuruldu? Parti içi iktidarın el değiştirmediği, gücün aynı ellerde tekelleştiği bir düzende değişim ve dönüşümden mi söz edilirmiş... Hani nerede kaldı yeniliğin, değişimin ve dönüşümün partisi olma iddiası. Zülfüyâre dokununcaya kadar mıydı?
* * *
‘Harekete geçmiş’ bu 3 dönemlikler açısından durum garip. Batı demokrasilerine duyduğu özlem ve hayranlık düşünüldüğünde, hareketlendirmeye çalıştıkları Gül açısından daha da garip.
Tadında bırakmak diye de bir şey var; popüler kültürcesi, zirvede bırakmak.
Bakanlık, dışişleri bakanlığı, başbakanlık ve en nihayet cumhurbaşkanlığından sonra omzundaki bütün kıdem pırpırlarını söktürüp düz milletvekilliğine niye talip olsun Abdullah Gül... Hiç ihtimal veremiyorum.
Meclis’te oturarak dünü yarına bağlayacakmış. Bu makyaj, kapatır mı arkadaki sakilliği...
Üstelik, son 3 dönem üst üste milletvekilliği yapanlara verilen özel bir yetki mazbatası mıdır ki bu ‘dünü temsil etme’ ehliyeti... Devamlılık, onların Meclis’teki devamına bağlı olsun?
Kalanların hepsi AK Parti’nin de, ‘eski siyaset Türkiyesi’nin de dününden bihaber ‘yeniyetmeler’ mi olacak yani...
* * *
Bana sorarsanız, bir ‘akil adam’a da değil, yetiştirdiği bütün adamların aklına tek tek ihtiyacı var AK Parti’nin. Ama pusuya yatmış fırsat kollayan bir Deniz Baykal’a ihtiyacı yok.
Arkadan itekleyenler, en büyük haksızlığı AK Parti’ye ve bizzat Abdullah Gül’e yapıyor. Kendi hesapları için Gül’ün adını cepheye sürüyorlar. AK Parti’ye CHP’leşme, Gül’e Baykallaşma görüntüsü verme pahasına...
Tecrübe birikimi değerlidir. Para pul israfından daha beter bir kayıp, tecrübeyi zayi etmek. Ancak eskilerden yararlanmanın tek yolu, onları son nefeslerine kadar milletvekili yapmak olamaz.
Siyasi mevki ve makamlar, evde canı sıkılacakları oyalayacak bir meşgale, ömürlük bir uğraş değildir. Sırasını savan arkasına bakmaz artık, yeni gelenlere terk eder...
Neyse ki benim tanıdığım Abdullah Gül, bırakın bu dolduruşlara iltifatı, civarından geçmeye dahi tenezzül
etmez. Ya yoldan çıkmaya meyilli bir heveskâr olsaydı?
Paylaş