Biri, olası bir koalisyon senaryosunda Cumhurbaşkanı Erdoğan’la hükümet ilişkilerinin nasıl düzenleneceği. Diğeri de 4 eski bakanla ilgili soruşturma dosyasının yeniden açılıp açılamayacağı...
CHP’nin de MHP’nin de takıldığı yerler buralar. AK Parti’yle bir koalisyonda bu iki engelin nasıl aşılacağını çözemiyorlar.
Kolay bir çözümü var oysa, atla deve değil. Yeter ki koalisyon yapmaya gönülleri olsun.
* * *
Bugün bir AK Partilinin çözüm önerisini dikkatinize getiriyorum. Reza Zarrab’la fotoğraf vermeyecek kadar basiretli bir AK Partili dersem, belki dikkatlerinizi daha çok çekmeyi başarırım.
Hâlâ aynı fikirdeler mi, Sezer kadar diğerlerini de mazur görüyor ve anlayışla karşılıyorlar mı? Yoksa Sezer’in çok istediği halde mazereti nedeniyle katılamadığını ama diğerlerinin o fotoğrafa girmemek için mahsus cenazeden kaçtıklarını mı düşünüyorlar?
Bu arada hangi mazeretleri geçerli sayıyor, hangilerini saymıyorlar?
Sezer’in tutumuyla mesela kalantor burjuvazimizin taziye tutumu arasındaki farkı da belki bu vesileyle bize açıklayabilirler.
* * *
Rahmetli Demirel’in cenazesine İstanbul burjuvazisinin ilgi göstermemesi, komşum Özkök’ü isyan ettirmişti. Büyük patronların ya vefasızlık ya da korkaklıktan cenaze fotoğrafına girmediklerini düşünüyordu. Ardından ne bir taziye ilanı veren olmuştu gazetelere, ne de hizmetlerini minnetle yâd eden bir kodaman çıkmıştı.
SİYASİ hafiyeciliğin had safhaya çıktığı günlerden geçiyoruz. Çünkü merak had safhada. Acaba AK Parti içinde neler dönüyor? Acaba Başbakan Davutoğlu ne işler çeviriyor? Acaba Cumhurbaşkanı Erdoğan ne bomba sürprizler hazırlıyor?
Merak had safhadayken merak avcıları boş durur mu! ‘Top secret’ bilgi süsü verilmiş spekülasyonlara gün doğdu. Kırıntısı bile haraç mezat, kapış kapış gidiyor.
Epeydir unutmuştuk, eskide kalmıştı. Fakat tam ortamını buldu, yeniden canlanıyor o damar. Son iki gün içinde iki harikulade örneğini gördüm bu tür hafiyeciliğin.
İkisi de Cumhurbaşkanı Erdoğan’la Başbakan Davutoğlu’nun rutin işlerine önce büyük bir gizem havası katıyor. Sonra da onları bir zehir hafiye maharetiyle deşifre ediyor.
* * *
‘SARAY vesayeti’ söylemi sağ olsun, sayesinde yüzde 52 ile ne yapılabileceğini biliyoruz.
Yüzde 49’la ‘tek başına iktidar’ görünümlü çoğunluk diktası kurulduğunu da geçen dönemki tartışmalardan çıkarmıştık.
Yine yüzde 49’la çoğunluk diktasının yanında sivil vesayet rejimine de geçildiğini... Üstüne, sandıktan çıkmış antidemokratik iktidar sosunun da ilave edildiğini... Paketin içinde sandık sultası ve otoriterleşmenin de bonus olarak geldiğini çözmüş bulunuyoruz.
Peki ya diğer yüzdeler, onların her biriyle neler elde edilebiliyor?
* * *
‘28 Şubat postmodern müdahalesinin güneşinde Ergenekon davasının çamaşırı kurutulmaz’ demekti. “Dün dündür, bugün bugündür” demenin başka bir yolu. ‘Oradan sana ekmek çıkmaz, geçmişi haybeye kurcalama’ manasına...
Polemik ustasıydı rahmetli Demirel, hazırcevaptı, demagojiye ciddi kabiliyeti vardı, cerbezesiyle kolay kolay çene yarıştırılamazdı.
Pratik aklı her neviden lafı savuştursa da arkasında açık bir hesap bırakmasını engelleyemedi. Belki de en kabarık açık hesabı, 28 Şubat Süreci’ndeki rolüyle ilgilidir.
* * *
Gerçi 7 sene önce, 2009 Mart’ında o dönemle yüzleşen bir röportaj verdi. Vatan gazetesinden Semra ve Bilal Çetin’le konuşmaları, 6 günlük bir tefrika halinde yayınlandı. Ama cevapları, iç muhasebeden çok nefsi müdafaa şeklindeydi.
SELAHATTİN Demirtaş’ın iki büyük sözü vardı. Biri “Seni başkan yaptırmayacağız”dı. Diğeri de “Ne yaparlarsa yapsınlar biz o barışı buraya getireceğiz” şeklindeydi.
Kampanya boyunca bu ikisine asıldı. İkisini birleştirdiği sloganları da bolca kullandı. “Seni başkan yaptırmayacağız, barışı da getireceğiz” gibi...
Seçimden sonra da yeni versiyonlarını geliştirerek sürdürdü bu söylemi. “Barajı yıktık, barışı da getireceğiz” gibi...
O yüzde 13’ü böyle aldı.
Sırf Erdoğan’ın başkanlık hesabını bozsun diye oy verenler oldu elbette. Ama onlar da barış vaadi sayesinde verebildi. Yoksa beyaz Türklerin eli, savaş çığırtkanlığı yapan bir HDP’ye emanet oy vermeye gider miydi?
Demirtaş’ın seçmene vaat ettiği iki şeyden biri gerçekleşti sonuçta. Başkanlık engellendi...
Peki ya öteki sözü, hani barışı da getirecekti?
Henüz tamamını okuyamadım. Okuduğum kadarıyla ana fikri şu: Abdullah Gül, Tayyip Erdoğan’ın iyi huylu, güzel ahlaklı, dürüstlük timsali olan tarafı. Eksikliklerinin tamamlayıcısı...
Fakat her nasılsa keramet Erdoğan’daymış gibi gelişti olaylar. Gül’ün erdemleri hasbelkader ona mal edildi. Nitekim Gül sahneden çekilince çıplak gerçek de ortaya çıktı. Varlığının kıymeti ancak yokluğunda fark edilen bir bahtsız siyasetçi olarak karşımıza çıkıyor Gül.
Ahmet Sever de yenmiş hakkını Gül’e iade görevine soyunuyor. Kitap için, Gül’ün kuyruk acılarının toplamı da diyebilirsiniz yani.
* * *
AK Parti’nin övgüye değer ne kadar icraatı varsa Abdullah Gül’e borçluyuz. Ne kadar yerilecek işi varsa sorumlusu Tayyip Erdoğan. Gül en birinci reformcu, en süper vizyoner, en şampiyon özgürlükçü, en faziletli demokrat, hep en en en... Erdoğan ise hep onun yancısı. Ne biliyorsak tersi yani.
SIRRI Süreyya Önder’in varsayımını doğru kabul edelim. HDP, barajı geçerek muhalefeti özgürleştirmiş olsun.
Dün ne demişti muhalefet partilerine:
“Bugün Meclis’te ya da siyasi platformlarda salınabilmelerini, bizim barajı geçmeye dönük yürüttüğümüz yoğun çalışmaya borçlular. Eğer biz barajı geçmeseydik, bugün muhtemelen hepsi kendi odalarından daha dışarı çıkamamışlardı...”
Sayalım ki doğru...
Sayalım ki HDP, Türkiye’yi AK Parti iktidarına esaretten kurtardı, özgürleştirdi, muhalefete bağımsızlığını kazandırdı...
Peki HDP’yi, PKK’nın tasallutundan kim kurtaracak, Kandil’in vesayetinden kim özgürleştirecek, dağdakilerden kim bağımsızlaştıracak?
Baraj misyonu başarıldığına göre, şimdi diğer merhaleye geçebilir HDP. Silahsız siyasete verilen oyları silahlı siyasete yedirmeme misyonunu da üstlenebilir.