İl ve bölge dengesi de gözetilmiş. Mesela Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Süleyman Soylu. Erdoğan değil Trabzon kontenjanından listede sanki.Fakat toplamda kabine, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ‘uyum’ beklentisini karşılıyor.Binali Yıldırım yeniden Ulaştırma Bakanı. Berat Albayrak, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı. Bekir Bozdağ, Adalet Bakanlığı’na döndü vesair... Bu isimleri Erdoğan etkisinden ayrı değerlendirmek zor.
* * *
Başbakan Davutoğlu’nun koyduğu ağırlığa gelince, ilk bakışta hissediliyor. Binali Yıldırım Ulaştırma Bakanı ama halefi Lütfi Elvan onun üstünde Başbakan Yardımcısı. Ali Babacan yok ama ondan boşalan yeri aynı ekolden Mehmet Şimşek dolduruyor. Ve diğer örnekler...Babacan’ın takımdan çıkması, Maliye Bakanı olarak Naci Ağbal’ın girmesi dışında ekonomi kadrosu muhafaza ediliyor. Bu dizayn da Davutoğlu’nun ağırlığına işaret.
* * *
Daha önce de bir beyanına rastlamıştım, ‘gündelik yaşamdan keyif çıkartma, kültür ve birliktelik yaratma’ gibi değerleri yüzünden Paris’in hedef seçildiğini söylüyordu.
“Terör terördür, Müslümanlık’la hiç ilişkisi yok denilemez, çünkü Müslümanlık adına yapılıyor” gibi kitabın ortasından tespitleri de var.
Nilüfer Hoca, bu teröristlerin neden hep Müslümanlar arasından çıktığını din âlimleri tartışsın istiyor.
Tartışsınlar...
İstismarsa kimler, nasıl istismar ediyor İslam’ı? Kullanmaksa ne suretle kullanılıyor?
Tartışılsın ki onu radikal ideoloji ve barbarlıklarına alet edenlerin elinden alınsın...
Fakat bu analiz düzeyiyle mi sınırlı kalacak tartışma?
Gel gelelim basın özgürlüğüne ama’sız, fakat’sız görülmemiş bir omuz verdi, müspet köpürtene rastlamadım. Hürriyet de olmasa ilgisiz kalacaktı baş sayfalar.
* * *
Cumhurbaşkanı, 19 Kasım’da ATV ile A Haber kanallarının ortak yayınına katıldı. Bu harikulade olay da o sırada cereyan etti. En liberal, en özgürlükçülere bile parmak ısırtacak sağlam bir destek attı basına.
* * *
Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov, çarşamba günü Moskova’da basına konuşurken lafı ağzında dolandırmadı. Paris saldırısından sonra, Batı’nın Esad’a bakışında bir değişim gözlediğini söyledi.
Ve altın vuruşunu yaptı. Dedi ki “Bırakın artık Esad’ı istifaya çağırmayı, buna bir son verin...”
* * *
Batılıların gözündeki IŞİD korkusunda aynı değişimin işaretlerini yakalayan biri daha var, Esad...
IŞİD gibi bir vahşet organizasyonu karşısında ehvenişer oluverdi birden Esad. En ateşli karşıtlarının gözüne bile hoş görünmeye, kötünün iyisi diye benimsenmeye başladı.
Paris’teki ilk saldırıya tepkisinde en çok dikkat ettiği şey, bu ikisini özenle birbirinden ayırmaktı.
Fransızlara, canlarını yakan düşmanın Müslümanlar değil teröristler olduğu mesajını sıcağı sıcağına vermişti.
Kritik bir andı ve saldırının amacına ulaşmaması için Müslüman’la terörist arasındaki hassas ayrımı algılatması gerekiyordu, ki başarmıştı.
İkinci Paris katliamının en bariz etkisi işte bu tavır üzerinde oldu, Fransa Cumhurbaşkanı ağız değiştirdi.
* * *
Fakat o gün bugündür sureta ‘AK Parti’ci bir çevreyi mutlu etmiyor ‘fabrika ayarlarına geri dönme’ ihtimali.
Nasıl oluyorsa fabrika ayarlarından uzaklaşmayı değil de fabrika ayarlarına dönmeyi ‘ihanet’ görüyorlar.
* * *
‘AK Parti kuruluş ideallerini unutmasın’ diyorsunuz... Dünyanın en cılk fikriymiş gibi nevirleri dönüyor, abraş bir suratla ayağa fırlıyorlar.
Kavgacı, ayrımcı, ayrıştırıcı, ötekileştirici dili kötülüyorsunuz... Kendilerini kaybediyor, küfür kıyamet sövmüşsünüz gibi size saydırıyorlar.
İsmi lazım değil, aklı MİT TIR’ı komplolarında kalmış bir gazete, hâlâ eski ezberinden gidiyor. Ne yapıp ne edip saldırıdan bir Türkiye ayağı çıkaracak. Ne yapıp ne edip bir bağlantısını kuracak.
* * *
Ya bir saldırgan Suriye’den Fransa’ya geçerken Türkiye topraklarına ayak basmış olacak...
Ya düğmeye Türkiye’deki bir kumanda merkezinden basılmış olacak...
Ya altından, Türkiye’deki kamplarda beslenip barındırılmış ‘hücre elebaşısı’ bir mülteci çıkacak...
Paralel Yapı’yla mücadeleyi sulandırıp gözden düşürmeye dönük bir provokasyon olabilir; olmayabilir de.
Ne olursa olsun, haklı bir infial uyandırdı. En berrak ifadesini de Star gazetesinden Sibel Eraslan’ın dünkü yazısında buldu bu infial.
O fotoğraf karşısında hissettiklerini bir cümleyle şöyle tarif ediyor: “Benim beynim yanar, başörtüsüyle kelepçeyi yan yana gördüğüm anda...”
Sonra bir örnekle açıyor: