Özgüveni onarıldığına göre artık rahat bir nefes alıp itildiği köşeden çıkmasına, toplumu da içine hapsolduğu sıkışmışlıktan çekip ferahlığa çıkarmasına vesile olsun.
Güçten düşmüş bir AK Parti’nin eksiklerini, hatalarını dile getirmek daha zordu. Hem parti daha duyarlı ve alıngan hem de zor zamanında kusurlarını söylemek daha netameliydi. Şimdi gücünün zirvesindeyken AK Parti’nin dost eleştirilerinden yararlanmasına, dostlarının da yapıcı eleştirilerinde daha cömert davranmasına vesile olsun.
Özeleştiriden muaf olmak AK Parti’ye yaramadı. Daha çok özeleştiri yapılmasına, yapanların düşmanlaştırılmamasına, ikazların kulak ardı edilmemesine, asıl şimdi eleştirilere daha özgüvenli yaklaşılabilmesine, memlekette sağlıklı bir tartışma ortamının gelişmesine vesile olsun.
AK Partili düzene bir türlü alışamayanların da artık AK Parti’nin varlığını içlerine sindirmelerine, hazım sorunlarını aşmalarına, tercihlerinden dolayı seçmen kitlesini aşağılamaktan nihayet vazgeçmelerine vesile olsun.
* * *
Size kalmış, hangisinde karar kılarsanız...
Gerçi ideal hükümet modelleri tek parti iktidarlarıdır, koalisyonlar değil.
Fakat siz Türkiye’nin iyiliğini Alman usulü bir ‘grand koalisyon’da, bir ‘büyük uzlaşma’ denemesinde görebilirsiniz. Hakkınızdır.
Hakeza... Bugün hararetle ‘büyük uzlaşma’ diyen, ‘grand koalisyon’ arzusuyla yanıp tutuşan en ateşli koalisyonseverler bile tünelin ucunda tek başına kendi iktidarlarını gördüğünde tavır değiştirme hakkına nasıl sahipse... Su gelince teyemmümün bozulması gibi, siz de 7 Haziran’dan bu tarafa yaşananlara bakıp sandık başında abdest tazeleyebilirsiniz. Daha önce koalisyon demişken bu kez oyunu revize etmek de bir haktır.
* * *
Koalisyon hükümetleri birinci tercih değildir hiçbir zaman. En iyisi tek başına olandır.
Onlar da kışlalara, karargahlara ve askeri lojmanlara sokmadılar bizi. Lojmanlardaki ortak antenlerden çıkardılar, kumandalarda yasakladılar. Davalarla, akreditasyon ambargolarıyla, teftişlerle, cezalarla, ekran karartmalarla sıkıştırdılar; ‘irticayla mücadele’ bahanesiyle çok üstümüze geldiler...
Ama uydudan komple atılmadı Kanal 7. El konmadı, başına kayyum atanmadı. İflahını kesmediler, kesemediler.
Ancak madem, ne bugün o güne benzemektedir. Ne seçilmişlerle yürüyen bugünkü rejim, cuntacılarla yürüyen o günkü vesayet rejimiyle kıyas edilebilir. Ve ne de Kanal 7’nin o günkü konumuyla Koza-İpek medyasına halihazırda yöneltilen suçlamalar arasında herhangi bir ‘paralel’lik kurmak mümkündür...
Üstelik madem geçmişte yapılan haksızlıklar, bugün yapılanlara haklılık kazandırmaz. Suimisal emsal olmaz, kötü örnek, örnek değildir...
Öyleyse mukayese etmek gereksiz, yanlış ve yanıltıcıdır deyip hadi bunu geçiyorum.
* * *
Bunu yapan Yeni Şafak bile olsa niyetinden şüphe ediliyor, altında hinlik aranıyor, gizli bir ‘Erdoğan’sız Türkiye’ projesine hizmet etmekle suçlanıyordu.
Öyle ya ‘üst akıl’a uşaklık gibi bir ihanet içinde olmasa kim, niye ‘Başka Türkiye yok’ diyen bir sosyal barış kampanyası başlatsın ki!...
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı kendi hizip liderleri zanneden trolbaşları durur mu?
Ne çekti yayın yönetmeni İbrahim Karagül bunlardan. Erdoğan’ı ona ve gazetesine karşı da cansiperane korudular.
Ne de olsa öbür mahalleye el uzatarak, ‘Yeni ve ortak bir dil bulalım’ diyerek arkadan vuruyor... Planlı programlı koalisyonculuk yapıyor, psikolojik altyapısını vesair hazırlıyor, Allah muhafaza uzlaşmanın dilini geliştiriyordu... Karşı tarafa gülücükler atarak Erdoğan’a kalleşçe bir operasyon çekiyordu Karagül, korkunç bir suç işliyordu...
‘Hayır biz kavgadan yanayız, çatışacağız, daha da kutuplaşacağız, çok daha fazla parçalanıp bölüneceğiz, dediğimiz olana kadar barışmayacağız, kanlı bıçaklı kalacağız, herkesi mum gibi yapana dek yumruklarımızı gevşetmeyeceğiz, nefretimizi yere bırakmayacağız’ diye diye acayip merdane savundular Erdoğan’ı. Sinsice kuşatmaları yiğitçe yararak ‘düşman’ı püskürtmeye koyuldular...
Ben CHP milletvekili İlhan Cihaner’in yorumunu benimsiyorum. Eski bir savcı olarak mütalaası hem hukuki değer taşıyor hem de akla gayet yatkın. Cihaner’in görüşünü, önemine binaen kısaltmadan alıyorum buraya:“Eğer Fethullah Gülen örgütlenmesinin, yapısının, cemaatinin ya da MGK’nın deyimiyle Fethullah Gülen Terör Örgütü’nün bir suç yapılanması olduğuna karar veriyorsanız, o şirketlerin de o yapılanmayla ilişkilerini belgelemişseniz, bu tarz tedbirlere başvurulabilir. Kanalları Digiturk’ten çıkarma gibi tedbirlere de böyle bakmak gerekir. Ancak üzerinde asıl durulması gereken şey, Fethullah Gülen yapısının bir suç örgütü olup olmadığıdır. Bana göre, bu yönde güçlü emareler, bulgular var. Sadece kanun dışı dinlemelerin bile, belli bir organik yapı içerisinde bu gruba mal edilebileceğine ilişkin ellerimizde veri var...”
* * *
Hasılı, medya şirketleri dahil Koza İpek Grubu yönetiminin kayyuma devrini, hukuken ne yanlış ne sorunlu ne de yadırgatıcı buluyor Cihaner. El koyma gerekçeleri ve pratiğinde garipsenecek bir durum görmüyor, anlayışla karşılıyor.Fakat tüm şartların oluşup oluşmadığı konusunda çekinceli konuşuyor, bir ihtiyat şerhi de düşüyor.Karara ilişkin en can alıcı değerlendirmesi şu cümlede:“Ancak, öncelikle Fethullah Gülen yapılanmasının suç örgütü olup olmadığı yönünde bir karar olmalı. Bu karar eğer varsa, bu yapıya destek olan şirketlerin yönetimine kayyum atanması doğal karşılanabilir...”Prensipte gözü kapalı amel edeceğim muteber görüş budur. ‘Eğer ve ancak’ FETÖ diye bir terör örgütünün varlığı hukuken sabitse ve Koza İpek Grubu’yla ilişkisi de yargılama sonucu bir mahkeme kararıyla tespit edilmişse...Soruşturmalar, açılmış davalar ve mahkemelerce kabul edilmiş iddianameler var ama henüz tamamlanmış bir süreç ve kesinleşmiş bir yargı kararı yok. Birinci pürüz burada. Gerçi zaten hâkim kararıyla gerçekleştirilen işlem de müsadere yani şirketleri sahibinin elinden alıp devletin üzerine geçirme anlamında bir el koyma ameliyesi değil. Mahkeme sonuçlanıncaya kadar geçici tedbir olarak yönetimlerine kayyum atanıyor. Yine de suçun sabit görüldüğüne dair nihai hüküm beklenemez miydi? İstimin arkadan gelmesi şart mıydı? Bu tedbirin gecikmesi halinde hukuken telafisi imkânsız ne tür zarar ve sakıncalar oluşacaktı?...Bu tür soru işaretleri var ortada ve henüz doğru cevapları bilmiyoruz.
* * *
Havaalanı yolunda telefonuma davrandım, bir de ne göreyim, Twitter adresim magma gibi küfür kaynıyor. Sanki ‘küfürlerinizi ikiye katlayın’ emri aldıkları bir rüyayı kazibeden, bir yalancı rüyadan kalkmış mübarekler. Volkan çukurundan beter paralel ağızlar, kızgın çamurlar püskürüyor üzerime. Uyanır uyanmaz bu kadar formda sövebilmek için hem sağlam bir sinkaf edebiyatı dağarcığı hem de çok iyi bir ‘muhabbet fedailiği’ terbiyesi lazımmış.
Ben böyle idmanlı, böyle jilet gibi küfürbaz trolkanlılarla karşılaşmamıştım evvelce. ‘Benim’ diyen trol halt etmiş yanlarında.
‘Yargılanacaksın’ naralarına ‘Bu kahkahanın hesabını vereceksin’ diye başlayan küfürnameler eşlik ediyor.
Seçkin birer ‘muhabbet fedaisi olmak üzere’, güya ‘vurana elsiz, sövene dilsiz’ şiarıyla yetiştirilmiş ‘altın nesil’ mensupları bunlar. Bayramlık ağızlarını açmış, en sunturlusundan küfür, hakaret, tehdit yağdırıyorlar.
İçlerinden birine bir fiske mi vurmuşum? Hayır...
Ya birine sövmüş olabilir miyim? O da hayır...
Bu ipinden kurtulmuş trol çetesi niye hırlıyor öyleyse sabah sabah? Bismillah daha kahvaltı sofrasına oturmadan, yemeden-içmeden ne diye köpükler saçarak saldırıyor bu ağzı bozuklar peki?
‘İkisi de terör örgütüdür’ dendiğinde PKK propagandistleri ayağa fırlıyor mu, fırlıyor.
Ahlaki üstünlük iddiasını ‘IŞİD terör örgütüdür ama PKK bir terör örgütü değildir, bir halk hareketidir’ ‘tespiti’ne yaslıyorlar mı, yaslıyorlar.
* * *
Şöyle de bir şey yok mu: YPG, lafta PYD’nin silahlı gücü. Ama siyasi komutası PYD’de değil. PYD Eşbaşkanı Salih Müslüm’ü uluorta takmazken asla ikiletmeyecek bir emir komuta zinciriyle PKK’ya göbekten bağlı.
Ve Uluslararası Af Örgütü, bu YPG’nin köyleri yakıp yıktığını, savaş suçları işlediğini uydu görüntüleri ve mağdur ifadeleriyle belgeledi. Geçen yaz IŞİD’den aldıkları 14 köy ve ilçede uyguladıkları mezalimi, “Gidecek yerimiz yok” başlıklı bir raporla duyurdu. Arapların, Türkmenlerin ve öteki Kürtlerin evlerini barklarını ateşe vermiş, tehditle göçe zorlamışlar.
Artık hararetli hararetli konuşacak, tatlı tatlı sündürecek bir mevzumuz var. Bahçeli bir şeyler duyduğundan, bildiğinden mi beşinci bir partinin kurulacağını ifşa etti? Yok yahut çarşıyı, pazarı karıştırmak için bir zoka olarak mı bu ‘hayali senaryo’yu imal edip ortaya attı?
Üretilmiş mi, bir gerçekliğe mi dayanıyor?...
Ya da aslında kuru kuruya bir arzunun, bir temenninin ifadesi mi?...
Bahçeli’nin açtığı yolda, AK Parti’yi çekiştirme seanslarına bir katkı da benden bugün.
* * *