Bakırköy Savcılığı, şikâyet üzerine Zaman gazetesinin matbaasını mı polise bastıracak? Özgür Bugün gazetesinin ‘korsan’ denilen nüshalarını mı aratacak? Aranan suç delilleri ve eşyası bulunursa matbaa araç gereçlerine de suç aleti diye el mi koyduracak?...
İşte bu matbaa baskını olayını duyunca ‘Eyvah’ diyorum. Umudum kesiliyor...
* * *
Hayır, elleri kelepçeli karakola çekilen ‘abla’ların başörtülü olması değil mesele. Başları açık olsa ne yazar, 'abla' değil de 'abi' olsalar ne! Mesele, ortada kanuni zaruret yokken ellerine kelepçe vurulması. Mesele, bu uygulamanın alenen keyfiliğe kaçması...
Polise mukavemet mi gösterdiler? Hayır...
Kaçma ihtimalleri mi vardı? Hayır...
Kaba kuvvete mi başvurdular? Hayır...
Kendilerine ya da başkalarına zarar verecek durumları mı vardı? Hayır...
Ne yapacağı belli olmayan, ellerinden her fenalık gelebilecek azılı jiletçiler, bıçaklı hapçılar mıydılar? Hayır...
Hangi gerekçeye, hangi tehlikeye binaen kelepçelemek gibi bir tedbire ihtiyaç duyuldu?
Önceki gün mazbatasını alırkendi, Tuğrul Türkeş tartışmanın erken ve zamansız açıldığını söylemişti.
Tam sırasıymış gibi, göze girme uğruna cumburlop mevzuya atlayan AK Partililer yaptı oysa bu yersizliği, onlar başlattı.
Dün Başbakan Davutoğlu, daha da büyümeden tartışmaya el koydu. Öncelik sıralamasında yapılacak işlerin en başına yerleştirmedi sistem reformunu. Daha acil, daha öncelikli işleri var.
Davutoğlu için listenin başında toplumun biriken gerilimini boşaltmak, yükselen ateşini almak geliyor.
İznini almadığım için adını veremiyorum ama kurmaylarından biri Başbakan’ın aklındaki şeyi ‘Gezi parantezini kapatmak’ olarak tanımladı.
Eğer öyleyse 2 küsur yıllık huzursuzluğu sona erdirecek bir helalleşme dönemine giriyoruz. İşte buna ‘Haydi bismillah’ denmez mi?
İkisine de gerçekçilik değil fantezi ve romantizm hakim. İkisi de hep aynı basmakalıplar etrafında dönüyor.
1938’de Yaşar Nabi bir ‘Genç Neslin En Güzel Hikayeleri’ antolojisi çıkarmış. Peyami Safa da onu kritik ediyor (Cumhuriyet, 24 Haziran 1938).
Mealen diyor ki...
Gerçek hayatta her köylü mazlum, her jandarma zalim değildir. Ama Sabahattin Ali hikayelerinde hep bu rollere yazılırlar. Burjuva kini aşılama, devrimci romantizmi ateşleme icabı. Köylü, mutlak mazlumdur. Jandarma mutlaka zalim.
Diyor ki...
Necip Fazıl yazılarına dikkat edin; daima cin, peri, hortlak, ölü, cinnet, intihar gibi fantastik sözcüklerin tekrar ettiğini görürsünüz.
Diyor ki...
En iyi hikayecilerimizin bile hikayelerinde kahramanlar çok çabuk seviyor, kızıyor, soğuyor, vuruyor, ölüyor ve diriliyorlar.
Siyasi iktidar kaybı, başka arzu ve iktidarları da söndürüyormuş. Olay, komşumda baş gösteren seçim stresine bağlı uyku düzensizliği, cinsel isteksizlik, iştah dağınıklığı, moral çöküntü ve libido kaybından daha tehlikeli boyutlarda.
Bedbinliğin, depresyonun, göze uyku girmemesinin, sinirlerde laçkalaşmanın, ileriye odaklanamamanın... Kısacası, melankoliye eşlik eden yemeye-içmeye ve Woody Allen filmlerine vurmanın hangi seviyelerde seyrettiğini, bir komşumun hallerinden bir de ortamın şaka kaldırmamasından anlıyorum.
* * *
Bahçeli,
Kılıçdaroğlu’nun istifasını bekleyenlere itiraz etmekte haklı.
Bu arada umarım Özkök’e katıldığım için yine kızmaz Haşmet Babaoğlu. Seçim gecesi CNN Türk’te ‘trolleşme’ye dokundurmam onu rahatsız etmiş. Özkök’le aynı şeyleri söylememe bozulmuş edasında, Sabah’taki köşesinden istikamet veriyordu dün, ‘farklı olma’ görevi buyuruyordu bana.
Herhangi bir konuda Özkök’le aynı şeyleri düşünürken radara yakalanmam mı sorun, yoksa trollere laf ettirmeme hususunda ekstra bir hassasiyet ve alınganlık mı söz konusu, çözemedim.
Tabii ki üzüldüm zat-ı alilerini üzdüğüme. Gerçi ben trolleşmeden arınma konusunda iki tarafa da seslendim, Özkök’se hak verdi diye hatırlıyorum, lakin olsun.
Zaten üstünden 3 gün geçtikten sonra yazdığına göre izleyip aklına takıldığından yazmamıştır, belli ki bilahare dikkatine getirilmiş.
Sanırım bu da gıyabımda başıma kayyum atandığı anlamına geliyor. Babaoğlu’na zimmetlendim yani, yazıp çizdiklerim bundan böyle ondan sorulacak...
Suflelerini beklerim artık. Televizyonda ne konuşacağım, gazetede ne yazacağım, önden kulağıma üflerse uygun olmayan fikirlere kapılmam yanlışlıkla.
Fakat daha iyi yerlere layık değil mi sizce de? Bu kadarcık mı olacaktı emeklerinin mükafatı? Aranan bir kayyum olmak varken benim kayyumluğuma mı talim edecekti sadece? Durmasın, daha fazlasını istesin bence.
Sanki 7 Haziran sonuçlarını kendi varlığına tehdit olarak gören PKK değilmiş.
Sanki silahlı mücadele yöntemini anlamsızlaştırdığı için, HDP'nin yüzde 13 almasından en çok dağdakiler rahatsız olmamış.
Sanki silahsız yapılamayacak bir şey kalmadığını göstererek HDP'nin silahları taca çıkarmasından onlar korkmamış.
Sanki silahların sesini boğmazdan önce demokratik siyaset yönteminin zaferini boğmaya onlar girişmemiş.
İktidarın, aradan geçen 5 ayda halini düzelttiğini şuradan anlıyoruz. 1 Kasım’dan sonra karşıtlarına bir yenilmişlik duygusu yaşatmamak için elinden geleni yapıyor.
Galibiyetinin tadını, mağlup ettiklerinin üstünde tepinerek çıkarmıyor.
Ağır bir hezimet havasını dağıtmak için olağanüstü çaba gösteriyor.
Yıkılmış dünyaları ayakta tutmaya, çökmüş psikolojileri umutsuzluk girdabından kurtarmaya dönük mesajlar veriyor.
Başbakan Davutoğlu, zafer konuşmasından başlayarak iktidarın dilini değiştirdi. Bu ülkenin bir yarısının mutsuzluğu pahasına sevinç çığlıkları atmayı, kendi yüzde 50’sinin mutluluğuyla yetinme bencilliğini reddetti.
Bu zaferi, yüzde yüzün ortak baharına çevirmek istiyor. Genel bir bahar havası estirmek için muazzam çırpınış içinde.
Bir ‘kendine çeki düzen verme’, bir ‘iktidarı kullanma alışkanlıkları’nı iyileştirme arzusu, güçlü işaretlerle görünür oldu.