Lizbon, ve Porto bildiğim ve sevdiğim iki güzel kent. Biri İstanbul gibi yedi tepeli, diğeri ise yokuşlar kenti. Acemisini yorar. Güzeller güzeli bu iki kenti büyük efor sarf etmeden tanımanın, ruhlarına nüfuz etmenin bildiğim yolları var. Takılın peşime...
#Portekiz Gezisiİlk durağımda Arnavutluk vardı. Tiran’ın, İşkodra’nın sokaklarında dolaşırken kendimi zaman tünelinde geçmiş yıllara doğru yolculuk ederken buldum. Aynı duyguyu Kosovada’da yaşadım. Bize benzeyen, bizi seven, dilimizi anlayan bu insanlar, mekanlar, sokaklar bana çok keyif verdi. Özellikle yemekleri, köftelerinin ve böreklerinin lezzeti damağımı çatlattı. Balkan ülkeleri hem vize istemiyor, hem çok yakın. Uçağa atladığınızda bir saat sonra orada oluyorsunuz. Uzun bir hafta sonunda Balkanlar’da yapacağınız bir gezi sizi çok mutlu edecektir.
“Tatile, Bartın’a gidiyorum...” Siz dostlarınızdan bu cümleyi kaç kez duydunuz bilmiyorum ama ben hiç duymadım. Tatilciler Batı Karadeniz sahillerindeki Amasra’ya giderken nedense bu ilçenin bağlı olduğu Bartın’ı hızla geçiyor. Sadece mola için zaman ayırıyor. Aslında çok daha fazlasını hak ediyor Bartın. Çünkü, huzur dolu sokaklarda Safranbolu misali ahşap Osmanlı konaklarının sefasını sürebileceğiniz güzel bir şehir.
İtalya’nın güneydoğusundaki Foggia bölgesinde, turistik rotaların dışında, 30 bin nüfuslu bir şehir Lucera. 13’üncü yüzyıldan itibaren yakaladığı refah düzeyini İkinci Frederic’in Sicilya’dan getirtip burada iskân ettiği Müslümanlara borçlu. Kent onların tarım ve sulamadaki becerileri sayesinde zenginleşmiş. Sonra İkinci Charles tümünü katletmiş. Vezüv Yanardağı’nın volkanik taşlarıyla kaplı tarihi sokaklarındaki mimari doku ilk bakışta güzelliklerini ele vermiyor. Merak edip evlere girdiğinizde konak değil düpedüz saray yavrularıyla karşılaşıyorsunuz. En eskisi 16’ncı yüzyıldan kalma, çoğu 18 ve 19’uncu yüzyıllarda yapılmış bu sarayların salonları, odaları, tavan süslemeleri gerçekten şaşırtıyor insanı.
Geçen hafta G8 Zirvesi’ne ev sahipliği yapan Deauville, Paris’in kuş uçumu 180 kilometre kuzey batısında, Manş Denizi kıyısındaki bir kasaba. Trouville ile ortalarından Touques Irmağı geçiyor. Geçen yüzyılda önemli yazar ve ressamları ağırlayan, romanlara, filmlere konu olan iki kasaba bugün turizm merkezi. Mimarileri, sanatçılara ilham veren doğaları görülmeye değer.
Don Kişot’un yazarı Cervantes, Toledo’yu betimlerken “İspanya’nın en değerli mücevheri” diyor. Dünya turizminin göz bebeği Toledo binlerce yılın içinden süzülüp gelen birikimini, tarihi kent dokusunu bozmadan günümüze kadar getirebilmiş. Üç semavi dinin mensuplarını farklı inanç, yaşam biçimi ve kültürlerine rağmen bir arada, kardeşçe yaşatabilmiş. Üç farklı kültürün birikimini, deneyimini bir senteze dönüştürüp Rönesans’ın, Aydınlanma Çağı’nın, çağdaş bilim toplumunun önünü açmış.