Paylaş
Zaman zaman düşünürüm. Acaba bizim her erkeğimizin içinde bir ‘‘İttihatçı Enver’’, her genç kızımızın içinde bir ‘‘Çalıkuşu Feride’’ ruhu mu dolaşır?
Ben kendi payıma, çok kızsam da içimdeki o ittihatçı ruh zaman zaman fırlar.
Özellikle de Kafkaslar'da ve Balkanlar'da dolaşırken...
Öyle anlarda ruhumdaki ateş, Misak-ı Milli'nin içine sığamaz.
Beynimin çeperleri içindeki görünmez senaristler, müthiş misyonları kaleme almaya başlar.
Böyle anlar gelip geçidir.
Ama öyle bir gidip de hiçbir zaman geri gelmeyenler türünden değil.
Giderler, yine geri dönerler. Bir küçük cümle, bir Kür Irmağı, bir serhat türküsü, ne bileyim küçücük bir işaret, pusudaki gerilla gibi bilincimin bir kenarına saklanmış olan o derin ittihatçıyı yine geriye çağırır.
Misyona davet eder.
* * *
Kimbilir hangi genime, kimler tarafından, ne zaman yazıldığını bilmediğim o süvari, o zabit, bir heyecan dalgası halinde boğazımdan yukarılara doğru eyleme geçer.
Şüphesiz, Misak-ı Milli gerçeğinin duvarları çok yüksektir. Hayallerimizden bile yüksektir. O derin ittihatçının çılgın taarruzu bile o duvarları yıkamaz, çoğu kez iki küçük gözyaşı damlası halinde Kür Irmağı'na karışıp akar gider.
Bana kala kala, Sevket Süreyya'lar ve onun kahramanları kalır.
* * *
Kadın ikizim ise hep Çalıkuşu Feride'dir.
Reşat Nuri'nin misyonperver genç kız portresi, bir yurtseverlik prototipi olarak her fırsatta gelir karşıma dikilir.
O genç kızı çok iyi tanırım.
Nerede görsem şıp diye tanırım.
Tıpkı geçen perşembe Kelkit'te bir okulun mütevazı spor salonunda şıp diye tanıyıverdiğim o genç kız gibi.
* * *
Yemyeşil kasabayı, Erzincan'a bağlayan yol üzerinde yürüyoruz. Yan tarafta bir lise binası.
Anadolu'nun bütün kasabalarında rastladığımız o aynı tornadan çıkmış lise binalarından birisi.
Tam önünden geçerken, bahçeden genç bir kız çıkıyor. Başında rengârenk bir örtü var. Daha doğrusu türban.
Hiç beklemeden söze başlıyor:
‘‘Beş dakikanızı alabilir miyiz? İçerde bir sergimiz var. Ne olur gelip bir göz atın.’’
Erkeklerde hiç hareket yok. Türbanlı genç kız, bizi zorla spor salonuna götürüyor.
Orada dört kız daha var.
Üçünün başı örtülü. İkisininki ise açık.
Mütevazı spor salonunun bütün duvarları kilimlerle kaplı. Karşımızda sanki Türk coğrafyasının rengârenk bir sanat haritası duruyor.
Balkanlar'ın bir ucundan başlayıp, Kafkaslar'ın çok ötesine kadar giden bir desen ve renk mozaiği, bir heyecan haritası.
Ama beni kilimlerden çok bu genç kızlar heyecanlandırıyor.
Erkekler sessiz, onlar ise durmadan anlatıyorlar. Sanki yüzyıllardır sessizliğe mahkûm edilmişler gibi konuşuyorlar.
Biri kök boyacı. Bölgeden ve başka yerlerden topladığı bitki kökleri ile nasıl boya yaptığını anlatıyor. Öteki desenci.
Bir diğeri dokumacı.
Ve yanlarında daha sessiz duran başı açık bir başka genç kız.
* * *
Ege'nin Nazilli kasabasından kalkıp gelmiş. Anadolu'nun öteki ucunda Kelkit'te çalışıyor.
Karşımda bir Çalıkuşu Feride ordusu duruyor.
Kimi kasabalardan, kimi Kelkit'in köylerinden.
Erkekler susuyor, onlar ise durmadan anlatıyorlar. Kilimlerini pazarlamak istediklerini, sergilerini başka şehirlere götürmeyi arzu ettiklerini anlatıyorlar.
* * *
Ben, heyecan verici Türkiye derken işte bunları anlatmaya çalışıyorum.
İçindeki Çalıkuşu Feride ateşini söndürmeyen, söndürtmeyen genç kızları, hiç çekinmeden, ruhunda o derin ittihatçıya yataklık eden o genç erkekleri anlatmaya çalışıyorum.
O ruhu, bugünün ticari, kültürel, sportif ve felsefi gerçeklerine tedavül etmeyi başaran insanları kastediyorum.
Onlar beni çok iyi anlıyorlar.
Ben de onları...
Paylaş