25 Mayıs 2003
Bir kaç yıl önce ortaya attığı 'e.iş' kavramıyla sükse yapan IBM bu kavramı bir adım öteye götüren 'anında iş' kavramını tanıtırken, Nortel özel şirketlerin kablosuz ofislere geçişteki en büyük kaygısı olan güvenlik sorununu çözen ürünlerini anlattı. Bu hafta leyleği havada, teknolojiyi farklı diyarlarda gördüm. Pazartesi ve salı günü Almanya'nın Münih şehrinde gerçekleştirilen IBM Yazılım Konferansı'na, çarşamba ve perşembe günü ise İngiltere'nin başkenti Londra'da yapılan Kablosuz Yerel Ağ Etkinliği'ne (Wireless LAN Event) katıldım. Her iki etkinlikte de geleceğin iş ortamı ve iş yapış biçimleriyle ilgili önemli ipuçlarına tanık oldum.
Münih'te gerçekleşen IBM Yazılım Konferansı, adından da hemen anlaşılacağı gibi özel bir şirket toplantısıydı.
IBM Yazılım Konferansı boyunca yapılan tüm duyuruların hemen hemen tümünün tek bir ortak teması vardı; ''anında iş'' (on demand business). IBM bir süredir üzerinde durduğu yeni konsepti Münih'te artık tamamlanmış bir yazılım paketi olarak sundu. Henüz bir hafta önce IBM tarafından satın alınan Think Dynamics'e ek olarak ''anında iş'' yazılım portfolyosunun yeni üyeleri Rational'ın IBM tarafından satın alındıktan sonra ilk kez duyurduğu ürünleri, 11 endüstrinin özel gereksinimlerine seslenen yeni WebSphere yazılımları, DB2 Enformasyon Entegratörü ve masa başında çalışmayan bilgisayarsız elemanlara hitap eden yeni Lotus mesajlaşma çözümü.
IBM'in ''anında iş'' konseptinin önemi, bir şirkette kullanılan tüm bilgilerin ve tüm yazılımların birbirleriyle ilişkilendirilebilmesini sağlamaya yönelik çözümler sunmasında yatıyor. Bugün tipik bir şirket ortamında dağınık olarak tutulan bilgilerin yüzde 80'i birbirleriyle ilişkisiz saklanıyor. Bu da farklı bilgiler arasında istendiğinde hızlı bir şekilde ilişki kurulamaması anlamına geliyor. Kaba bir benzetme yapmak gerekirse, bir hazine haritasının dört parçasının farklı kişilerin elinde olması ve bu kişilerin birbirlerinden haberdar olmaması gibi bir durum söz konusu olan. IBM işte bu bilgileri birbirleriyle istendiğinde kolayca birleştirebilecek şekilde saklayan ve işleyen yazılım çözümleri sunuyor ve bu çözümlerini ''anında iş'' olarak tanımlıyor.
Londra'da gerçekleşen Kablosuz Yerel Ağ Etkinliği ise Münih'teki konferansın aksine genel katılımlı, geniş kitlelere hitap eden bir etkinlikti. ''Kablosuz yerel ağ''lar komünikasyon ve bilişim endüstrisinin son aylardaki en sıcak konu başlığı. Zor yılları geride bırakan endüstri, kablosuz yerel ağ teknolojilerine ve bu teknolojilerin yarattığı yeni faaliyet alanlarına balıklama dalmış durumdalar. Küçük bir fuar ve iyi hazırlanmış bir konferanslar dizisinden oluşan Kablosuz Yerel Ağ Etkinliği, bir bakıma bu teknolojiye en çok hangi şirketlerin önem verdiğinin de ön göstergesi oldu. Görünen o ki, kablosuz yerel ağ teknolojileri önümüzdeki aylarda Intel, HP, Nortel ve Fuijitsu Siemens tarafından başı çekilen bir katar görüntüsü verecek.
Aslına bakılırsa kablosuz yerel ağ teknolojilerinin, önümüzdeki aylarda endüstride büyük bir ivme yakalayacağı bilişim ve komünikasyon sektörünün önde gelenlerinin hemfikir olduğu bir nokta. Ofislerde kabloları ortadan kaldıran, evde, havalimanında, otelde, kafede kablosuz İnternet bağlantısı sağlayan kablosuz yerel ağ teknolojisinin sağlayacağı avantajlar çok açık. Bundan hiç kimsenin şüphesi yok. Ancak şirketleri ofislerini kablosuz yerel ağ teknolojisiyle donatmaktan alıkoyan önemli bir endişe var. Bu endişenin kaynağı, kablosuz yerel ağ erişimi kurulduğunda, bu ağın kötü niyetli kişilerce, şirketin özel sistemlerine sızma yolu olarak kullanılabilme riski. İşte bu güvenlik endişesi nedeniyle şirketler kablosuz yerel ağlar kurmakta nazlanabiliyorlar.
Nortel teknolojisi işte bu aşamada devreye giriyor. Nortel sunduğu kablosuz yerel ağ ürünlerinde, güvenlik konusuna çok önem veriyor. Nortel Networks WLAN Security Switch 2250, WLAN Access Point 2220, WLAN Mobile Voice Client i2050 ve WLAN Mobile Adapter 2201'den oluşan Nortel Networks kablosuz yerel ağ ürünleri portfolyosu, endişeleri giderecek yüksek güvenlik çözümleriyle kablosuz yerel ağların çok daha hızlı bir şekilde yaygınlaşmasına aracılık edecek bir izlenim veriyor.
Her yerden kablosuz İnternet
Nortel Networks Direktörü Trevor Dearing kablosuz yerel ağlarla ilgili şu senaryoyu anlatıyor:
Kendinizi bir kafede, rahat bir koltuğa oturmuş, mis kokulu kahvenizi yudumlarken hayal edin. Yetmez mi, daha da iyisini mi istiyorsunuz Peki! Aynı anda işinizin başındaymış gibi çalışıyor olmaya ne dersiniz?
Sorun kamuya açık yerel ağlar aracılığıyla artık erişilebilir olan şirketteki kurumsal sisteminizin, haklayıcıların saldırılarına da artık açık olmasında. Ve açıkça konuşmak gerekirse bu hiç de yabana atılacak bir risk değil. Benzer bir risk ofis ortamına kurulu kablosuz yerel ağlar için de geçerli. İyi haber, tüm bu risklerin artık bertaraf edilebileceğinde. Kullanıcı adı ve şifre ile bu riskleri sıfıra indirmek mümkün değil elbette. Haklayıcı radyo dalgalarını tarayarak bu tür bilgilere ulaşabilir ne de olsa. Ama artık teknoloji çok gelişti. Ve Nortel teknolojisinin farkı da, bu tür güvenlik tehditlerini ortadan kaldırmasında yatıyor. Ayrıntılı bilgi için nortelnetworks.com/ products/family/contivity.html
Anında iş
IBM Başkan Yardımcısı Tom Francese, Yazılım Konferansı'nın açılışında yaptığı konuşmada ''anında iş'' konseptini yaşama geçirmenin, şirketlere sağlayacağı avantajların altını çizdi: ''Tüm ekonominin dönüşümüne tanık oluyoruz. Milyarlarca insan ve milyonlarca şirket İnternet'e bağlanmış olacak. Bu gerçekleştiğinde 200 milyon yeni bilişim çalışanına ihtiyaç doğacak. Tabii gerekli dönüşümü gerçekleştiremezsek. Otonomik bilgi işleme geçiş tek çözüm. Bu dönüşümü başaran şirketler, büyük yarar görecekler. İş süreçlerini, çalışanlar, anahtar iş ortakları, tedarikçiler ve müşteriler dahil olmak üzere şirketin tüm kademelerine entegre etmek ve böylece gelecek olan her türlü müşteri talebine, pazar fırsatına ya da dış tehdide çok hızlı ve etkili cevap verebilerek çok büyük rekabet avantajları yakalayacaklar. İşte biz bunu ''anında iş'' olarak tanımlıyoruz.
Düzenli okurlarım okumasın
Önce bir fıkra, Münih'te yapılan IBM Yazılım Konferansı'nın açılışında dinledim:
Adam işinden çıkmış evine gidecek. Bir bakmış otobüs durakta, yakalamak için koşmuş, tam ayağını kapının basamağına atacak, otobüs kalkmış. Adam otobüsün peşinden koşmaya başlamış. Bir sonraki durağa kadar koşmuş. Otobüsü durakta yakalamış. Tam adımını kapıdan içeri atacak, otobüs yine kalkmış. Adam sebatkár, kovalamaya devam etmiş. Bir sonraki durakta yine aynı şey olmuş. Neyse uzun lafın kısası Ankara makarnası, otobüs önde, adam peşinde bu böyle beş, on durak devam etmiş. Neticede adam evine otobüse binemeden, peşinden koşa koşa varmış. Kapıyı açmış nefes nefese içeri girmiş. Karısı n'oldu, diye sormuş. Adam sorma, demiş, ''Bugün 500 bin lira kár ettim. Otobüse bineceğime, peşinden koştum, böylece bilet parasını ödemek zorunda kalmadan eve kadar geldim''... Karısı ''Aptal!'' demiş, ''Otobüsün peşinden koşacağına, bir taksinin peşinden koşsaydın ya, 500 bin lira yerine 20 milyon lira kár etmiş olurdun''...
Sırada ikinci fıkra:
Bir adam hava almaya çıkmış, parası yokmuş içeri girmiş.
Ve basit bir mantık sorusu:
''Benim her söylediğim şey yalandır'', diyen birisi yalan mı söylüyordur, doğru mu?
Son olarak zor bir zeka sorusu:
Rafta birden ona kadar sıralı bir şekilde, on ciltlik bir ansiklopedi yan yana dizili duruyor. Her bir cilt, kapakları dahil yüz yapraktan oluşuyor. Bir kitap kurdu birinci cildin birinci sayfasından başlayarak ansiklopedileri kemirmeye başlıyor ve düz bir rota izleyerek onuncu cildin son sayfasından çıkıyor. Toplam kaç yaprak kemirmiş olur?
Şimdi sadede geliyorum. Eğer düzenli okurlarımdan değilseniz, yazılarımı nadiren okuyanlardansanız bana herhangi bir e.posta mesajı göndermeden önce mutlaka yukarıdaki fıkra ve bilmeceleri okuyun. Fıkralardan en az birine içinizden de olsa hafifçe tebessüm etmediyseniz, sorulardan en az birinin cevabını bulamadıysanız lütfen bana mesaj göndermeyiniz. Ne benim zamanım boşa gitsin, ne sizinki...
Düzenli okurumsanız sorun yok. Düzenli okuduğunuza göre, (eğer yazılarımı mesleği gereği diğer tüm yazılar gibi satır satır okumak zorunda olan fişçizadelerden değilseniz tabii ki) yazılarımdan ya keyif alıyorsunuzdur ya da işinize yarayacak bilgi. Bu durumda yukarıdaki latifemi de hoş görmüşsünüzdür zaten. Ama neden böyle bir latifeye gerek duyduğumu da merak ediyorsunuzdur kuşkusuz. Açıklayayım. Örnekleriyle tabii ki...
Okur mektubu:
''Sayın Yazar, On dakikada yazı yazmak zorunda değilsiniz. Bu sizin yaptığınız hile aslında böyle bir ciddi gazetenin bırakın yayınlamasını size doğrudan kapıyı göstermeleri gerekir. Ondan sonrada Turkiyede en az guvenili kurumlarin basinda Gazeteciler niye geliyor bu memleket kimse niye gazete okumuyor diye basbas bagirmasiniz''.
Fazla okuma zorluğu yaratmaması amacıyla ilk iki cümledeki karakter bozukluklarını düzelttim, hatalara dokunmadım. Son cümleye ise hiç dokunmadım. Fransa'dan yazan bu kişi geçen haftaki yazımda kullandığım ''on dakikada yazmak zorunda kalmak'' esprisini gerçek sanmış. O kadarla kalsa iyi. Yazının içeriğini de tam olarak kavrayamadığından, yazılanları boş bulmuş. Bu konuda yalnız da değil. Benzer şikayetler içeren beş, altı okur mektubu daha aldım.
Peki efendim mizahı, mantığı ve zekayı bir yana bırakıp, düzenli okurlarımın da bir kez olsun affına sığınıp, dümdüz bir şekilde yine açıklayayım. İki hafta önce Microsoft'un İngiltere'de İnternet bağlantılı umumi tuvaletleri test edeceğini yazmıştım. Haber kaynağım Microsoft İngiltere'nin resmi İnternet sitesinin, resmi basın odasında yayınlanan bir basın bülteniydi. Haber ciddiyetleriyle tanınan, yabancı medya kaynaklarında da yayınlandı. Derken Microsoft bu haberin bir şaka olduğunu, böyle bir prototipin yapılmayacağını açıkladı.
16 senedir gazetecilik, 8 senedir köşe yazarlığı yapıyorum. Bugüne kadar daha tek bir haberim, tek bir yazım yalan çıkmadı. Hakkımda tek bir hakaret davası açıldı, ondan da beraat ettim. Resmi bir basın bülteniyle yanıltılmış olsam da, bir haberimin sonradan asılsız çıkması bu yüzden beni çok etkiledi. Gazetecilik sorumluluğu gereği, resmi kaynağı tarafından sonradan yalanlanan bir haberi, kamuoyunu yanıltmamak amacıyla düzeltmek, işin doğrusunu yazmak boynumun borcuydu. Ama madem haber kaynağı olayı bir şakadan ibaret görüyordu, o zaman benim de düzeltmeyi yine bir şaka yoluyla yapmamda bir sakınca yoktu. Bu düzeltmeyi soğuk bir metin yerine, mizahi bir üslupla yapmanın daha yerinde olacağını düşündüm. Ve öyle de yaptım.
Durum bundan ibarettir. Mesaj geçmeyi düşünen gelip geçer okurlarımdan ricam, mesajlarının başlarına iki sorumun doğru yanıtlarını iliştirmeyi unutmamalarıdır...
Yazının Devamını Oku 18 Mayıs 2003
Bu haftaki yazımı bitirip, sayfaya göndermiş olmanın rahatlığıyla İnternet'teki gizli kaynaklarımı karıştırırken öyle bir habere tosladım ki, koltuğumdan düşmeme ramak kaldı. Hemen telefona sarıldım, elinizde tuttuğunuz Hürriyet Pazar ekinin görsel mimarı Sanlı Ergin'i aradım. O unutulmaz film sahnesindeki gibi bağırmaya başladım, ''Durdurun baskıyı, durdurun baskıyı''... Sanlı şaşırdı, ''Ne baskısı yahu, sayfa daha film çıkışına bile gitmedi''.
Sanki ne dediğimin farkında mıyım ben? Bulduğum bulunmaz haberin heyecanıyla, gazetenin önünden otoyola fırlayıp ''Evraka, evraka duy sesimizi... İşte bu rakip gazetecilerin nallarımı toplama sesleri'' diye çığırtacağım neredeyse.
Kendimi toparladım, naramı atmaktan vazgeçip, meramımı anlatmayı başardım. Daha doğrusu o kadar hebele hübelememe rağmen Sanlı beni anlamayı başardı. ''Tamam'', dedi, ''sorun değil, yeter ki yeni yazın on dakika içinde bende olsun''.
Lafı başından beri dolandırıp durmamın nedeni de bu yazıyı on dakikada yazmak zorunda olmam. Ama biliyorum sizin de sabrınız kalmadı, çıkart artık şu baklayı ağzından diyorsunuz. Ya da demiyorsunuz. Onun yerine ''Amma şapşal yazara çattık, hem haberi başlıkta vermiş hem de bizi meraklandırmaya çalışıyor'', diyorsunuz.
Ama peşin hükümlü olmayın. Bonus kartınız varsa vade farksız beş ay taksitle, ''Worldcard''ınız varsa kat kat ''Worldpuan'' kazanarak üç ay taksitle hükümlü olabilirsiniz. Ama ben sizin yerinizde olsam her gördüğüm başlığa da kanmam.
Kullandığım başlığın vereceğim haberle bir ilgisi yok. Yani Microsoft'un porno işine girme gibi bir niyeti yok. Varsa bile ilan etmiş değiller. Kullandığım başlık bir şakadan ibaret. Ne yani kandırıldığınızı mı düşünüyorsunuz. Burada maydanoz yok, müdür benim, bana konuşun. Hem bu başlık doğru olmasa bile büyük bir araştırmanın sonucunda atıldı, bundan da haberiniz olsun. Bir gazete yazarından araştırmacı gazetecilik, inanılmaz ama gerçek... Tam bir gün araştırdım, Microsoft'un resmi İnternet sitesinin, basın odasında bu konuda tek bir satır bile bulamadım. Yani Microsoft porno işine girdiğine dair herhangi bir açıklama yapmadığına göre, konunun gerçek olma ihtimali oldukça yüksek. Basın odasında ''Microsoft porno işine el attı'' diye bir bülten bulsam, o zaman tamam diyeceğim Microsoft büyük bir olasılıkla porno işine girmiyor...
Dediğim gibi, tepedeki başlık sadece bir şaka. Microsoft'un yaptığı şakaya karşı bir misilleme...
Geçen hafta Microsoft'un kendi resmi İnternet sitesinin resmi basın odasında yayınlanan bir basın bültenine dayanarak, Microsoft'un hela işine el attığını yazmıştım. Bir Microsoft kuruluşu olan MSN İngiltere, İnternet bağlantılı umumi bir hela üreteceğini duyurmuştu. e.hela (i-loo) adı verilen portatif, umumi tuvalet yaz boyunca İngiltere'de gerçekleştirilecek festivallerde hizmet verecekti. Haberi önce aylık e.yaşam ekimizin yazarı Edip Emil Öymen göndermişti. Birkaç kaynaktan birden doğrulamak için İnternet üzerinde sıkı bir araştırmaya girdim. Haberi kullanan pek çok ciddi haber sitesi arasında Microsoft sermayeli MSNBC.com bile vardı. Haberin basın bültenini resmi Microsoft sitesinde de bulunca kuşkum kalmadı ve yazımda kullandım.
Acı haber, yazım yayınlandıktan iki gün sonra Associated Press'ten geldi; ''İnternetli tuvalet şakaymış''. Microsoft, ''i-Loo'' isimli İnternet bağlantılı tuvalet lanse edeceği haberinin, şirketin İngiltere şubesi tarafından üretilen bir şaka olduğunu açıklamış.
Hemen basın bülteninin yayınlandığı resmi Microsoft sayfasına bağlandım. Bültenin yerinde yeller esiyor. Ne bir özür, ne bir açıklama... Microsoft Türkiye'yi arayıp bir açıklama istedim. Microsoft'un uluslararası merkezinden yapılan İngilizce açıklamaya göre e.hela hikayesi sözde, böylesi yenilikçi bir konsepte gelecek tepkileri ölçmek için yazılmış. Hikayenin gerçekmiş gibi pek çok ciddi medya kanalında yayınlanması, konseptin göreceği ilginin kanıtı olmuş. Ama bu ilgiye rağmen, Microsoft e.helayı yine de üretmeyecekmiş.
Şimdi söyleyin Allah aşkına... Microsoft da benim bu şakamı hak etmemiş mi?
Dünya 'e.yaşam'la şenlendi
Türkiye Bilişim Vakfı ve Bilişim Hizmetleri Derneği TÜBİSAD'ın desteklediği Hürriyet e.yaşam eki her ayın son cuma günü yayınlanıyor. Okurlar kadar sektörün de beğenisini kazanan e.yaşam için Türkiye'nin önde gelen teknoloji guruları neler söylüyor?
e.yaşam Mayıs
e.yaşam'ın 30 Mayıs'ta yayınlanacak yedinci sayısında yine birbirinden ilginç konular var.
- Düşünceyle kumanda ne zaman mümkün olacak? Üç boyutlu televizyonlar kapımızda mı? Bilişim dünyasının uzmanları geleceğimize ışık tutuyor.
- Bilgisayarlarınızı birbirleriyle konuşturun. Avuçiçi bilgisayarınızdan arkadaşınızın avuçiçine bilgi transferi yapmanın püf noktaları.
- Bilgisayarda, cep telefonlarında, İnternet'te kullanılan video standartları. Dijital video nereye koşuyor?
- Toplu ulaşım araçlarında cep telefonu kullanımı. Metro kapsama alanına giriyor, sırada otobüsler ve uçaklar var...
- Cep telefonlarınızın özelliklerini artırmak elinizde. Telefonlara Java uygulama yüklemenin pratik yolları.
Prof. Dr. Namık Kemal Pak - TÜBİTAK Başkanı
Hürriyet'in e.yaşam eki, sektörle doğrudan ilgili kişilerin yanı sıra, genel anlamda okuyucuyu bilgilendirme, elektronik yaşama hazırlama ve özendirme açısından da işlev görüyor. Bu nitelikleriyle e.yaşam'ın önemli bir ihtiyacın karşılanmasına katkı sağladığını düşünüyorum.
Ali Y. Koç - Koç Bilgi Grubu Başkanı
e.yaşam Bilgi Toplumu olma yolundaki Türkiye'miz için önemli bir misyon üstlenmiş durumda; bilgi teknolojilerini geniş kitlelerle tanıştırmak. Koç Bilgi Grubu olarak bizler de Türkiye'nin e.yaşama geçişinde, e.dönüşümünde önemli bir rol üstlendik. Bu noktada Hürriyet e.yaşam eki ile aynı hedefte olmak bizim için mutluluk verici.
Faruk EczacıbaşıTürkiye Bilişim Vakfı Başkanı
e.yaşam, bilişimi akıllıca kullanırsak bilgi toplumuna nasıl gideceğimizin örneklerini gösteriyor. Bu bakımdan, Türkiye'de bir 'ilk'. Medyada hep gördüğümüz, bilişimin ileri teknolojik aygıtlarına ilişkin haberlerden ibaret bir ek değil.
Erol Bilecik - TÜBİSAD Başkanı
Hürriyet gibi bir basın kuruluşunun böyle bir ek yayınlaması her şeyden önce çok kötü geçen bir 2 yılın ardından sektöre moral kattı. Devletin bile yapmadığını bir anlamda Hürriyet yapmış oldu. Türkiye'de verilmesi gereken en önemli kavga bilgi toplumu olma yolunda ilerleyen bir Türkiye olmak.
Rahmi AktepeTürkiye Bilişim Derneği Başkanı
Bizzat bilişim sektörünün içerisindeki entelektüel ve akademik çevreden ziyade, vatandaşı kucaklayan bir yapı geliştirmemiz gerekiyor. e.yaşam, toplumun çeşitli kesimlerine ulaşarak bunu gerçekleştiriyor.
Emre KurttepeliTüm İnternet Derneği Başkanı
İnternet ve teknolojinin temelinde insan vardır. e.yaşam günümüz trendlerini takip eden ve bununla da kalmayıp bu yeni trendleri hayatına herkesten önce uygulamaya sokan insanı ifade ediyor.
Haluk MagaMicrosoft Türkiye Genel Müdürü
Hürriyet e.yaşam eki de bilişim sektöründeki yenilikleri takip ederek iş dünyasını ve tüm kamuoyunu son gelişmelerden haberdar eden bir yayın olması nedeniyle bizim inancımızla örtüşüyor.
Ayşegül İldeniz Intel Türkiye Genel Müdürü
Bilgi ve iletişim teknolojileri toplumları, hatta tüm dünyayı değiştiriyor. Bilgi ve iletişim teknolojilerinin yaygınlaşması için her türlü çabayı gösteren e.yaşam, çok önemli bir misyonu gerçekleştiriyor.
Ülkem Kırımlı Nokia Pazarlama Müdürü
Hürriyet e.yaşam ekini büyükbir merak ve ilgi ile takip ediyorum. Bu eki, özellikle gençlerin ve teknoloji takipçilerinin severek okuduklarını düşünüyorum.
Siyami Kahyaoğlu - Linux International Yönetim Kurulu Üyesi
e.yaşam eki bir boşluğu dolduruyor ve tek sesliliği önleyip tarafsız, toplum yararına bir yayın ve ahlak anlayışına güzel bir örnek oluyor, tek eksiği haftalık olmaması.
Cem Soysal Tepum Genel Müdürü
Bilgi Toplumu’na geçiş sürecinde e.yaşam, karar ve aksiyonlarında bilimsel veriyi yoğunlukla kullanacak olan bilgi toplumunun eko sistemi görevini görüyor.
Atilla Kıral Oracle Türkiye Genel Müdürü
Bilgi ve iletişim teknolojisinin yaygınlaşması ve hepimizin hayali olan e.Türkiye'ye bir an önce ulaşılması için her türlü çabayı göstererek çok önemli bir misyonu gerçekleştiren e.yaşam'ın yolu açık olsun...
Alper Köstem - Meteksan Bilişim Grubu Murahhas Üyesi
Hürriyet e.yaşam eki gerek ulaştığı geniş okur kesimi ve gerekse seçtiği yaklaşımı ile çok önemli bir misyonu yerine getiriyor.
Ali Akurgal - Netaş İş Geliştirme Direktörü
e.yaşam, bir hizmetin ticari olarak ve ürünler hazırlanıp da sunulmasından önce, topluma bilgi aktarılmasında öncü. Toplumun bilgilenmesi açısından çok yararlı.
Tijen Mergen - Bilkom Genel Müdürü
e.yaşam, teknik yazılardan kendisine anlamlı sonuçlar çıkaramayan okurlara sağladığı faydayla beraber bilişim sektörünün kendisini anlatabilmesine olanak yaratan bir kaynak özelliği taşıyor.
Sertaç Akyüzol Telsim Genel Müdürü
Sektörümüze özel eklerin hazırlanması, sürekli değişim ve gelişim içindeki GSM alanındaki yeniliklerin duyurulması açısından önem taşıyor. Bunu başaran 'e.yaşam'a başarılar dilerim.
Prof. Dr. Selahattin Kuru Işık Üniversitesi
e.yaşam, bilişim alanında, günlük gazete üzerinden topluma ulaşan en kapsamlı ve en yüksek tirajlı yayın oldu. Yüksek tirajı ve Hürriyet'in toplumun tüm kesimlerinin gazetesi olması nedeniyle de kitlelere en geniş biçimde ulaştı.
Safa Haktanır SAP Türkiye Genel Müdürü
Teknolojilerin bir lüks olmadığı, bugünün ve geleceğin dünyası şekillenirken ne yapılması gerektiği hakkında yine her kesime ipuçları veren seviyeli ve güler yüzlü bir yayın.
Yazının Devamını Oku 11 Mayıs 2003
Sabah sayfa dört, akşam kanal yedi güzeli <B>Ahmet Hakan Coşkun</B>, yüzde yirmibeşlik ezici azınlığa hoş görünme hesapçılığı sonucunda kurulduğu köşesinde <B>iskele sancak</B> yalpalayıp dururken, oraya buraya salvolamayı da hiç ihmal etmiyor. Bu salvolordan nasibini alanlardan gelen cevaplar arasında gediğine en iyi oturanı, Yahoo yazarı Serdar Turgut'unkiydi*; ''Ahmet Hakan birkaç soru sorarak bunlar hakkında benim ve Ertuğrul Özkök'ün kendisini aydınlatmamızı istemiş. Ertuğrul bey ne yapar bilemem. Ancak ben kendisinin aydınlanmasının imkansız olduğunu biliyorum''.
İmzasında soyadını kullanmamayı seçerek kim bilir ne mesaj vermek isteyen, ancak yazılarını latin alfabesiyle yazmaya (şimdilik?) boyun eğen Ahmet Hakan Coşkun son salvosunu Mehmet Eymür'e savurdu. Efendim Eymür, uzun bir süredir yayınlamakta olduğu atin.org adresli İnternet sitesinde Superonline yazarı A.H. Coşkun** hakkında ''Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak'' başlıklı bir yazı yazmış. Yazıda tasvir edilen portresinden gocunan Ahmet Hakan da cevap vermiş. Bazı değerli lafların çok kullanıla kullanıla eskitilmesinden dem vurarak ''Ben şimdiye kadar Rahmetli Uğur Mumcu'nun dediği gibi 'Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olanlar...' diye başlayan cümle kalıbını, o kadar çok kişinin ağzından, yerli yersiz o kadar çok duydum ki, artık bu cümle bana bir şey anlatmaz oldu'', demiş.
Peki bu cümleyle ne demek istemiş? ''Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olanlar'' cümlesinin Uğur Mumcu'ya ait olmadığını, Uğur Mumcu'nun da bu cümle kalıbını yerli yersiz kullananlardan biri olduğunu mu kastetmiş, yoksa kötü bir cümle mi kurmuş?
Her neyse, asıl üzerinde durmak istediğim konu başka. ''Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olma'' eleştirisi, bundan birkaç yıl önce bir, iki kez daha değindiğim gibi çoktan anlamını yitirdi. Nedeni ise Ahmet Hakan'ın yakındığı gibi çok sık kullanılması yüzünden içinin boşalması değil. Anlamını yitirdi çünkü artık ''bilgi'', sahip olunacak bir değer olmaktan hızla çıkıyor.
Komünikasyon teknolojilerindeki hızlı ilerleme ve İnternet kullanımının yaygınlaşmasıyla birlikte bilgiye erişmek git gide daha da kolaylaşıyor. Bugün artık evin odalarının duvarlarındaki raflara istiflenmiş kitaplara ya da beynin milyonlarca ama kısıtlı hücresine depolanan bilgi, İnternet aracılığıyla erişilebilecek bilginin yanında solda sıfır kalıyor. Sahip olunan bilginin yerini, kolayca erişilebilen bilgi alıyor. Marifet artık bilgi depolamaktan değil, aranılan bilgiye en kısa yoldan erişebilme ustalığını gösterebilmekten geçiyor.
Artık önemli olan olabildiğince çok bilgiye sahip olmak değil, olabildiğince çok bilgiye erişebilip bu bilgileri işleyebilme yeteneği. Yani bilgileri birleştirip yeni bir bilgi yaratmak, bilgilerden yararlanıp fikir üretmek değerli olan...
Uğur Mumcu'nun zamanı için çok güzel cümlesi anlamını yitirmiş olsa da değerini yitirmedi hiç kuşkusuz. Günümüz koşullarında iki farklı şekilde güncellemek mümkün:
''Bilgiyi aramadan fikir yürütenler'' ve ''Fikir sahibi olmadan bilgi sahibi olanlar''. Bu ikisine de sık sık rastlıyoruz günümüzde. Özellikle fikir sahibi olmadan bilgi sahibi olanlara çok acıyorum. Kabızlıklarıyla bir nevi zengin züppelere benziyorlar. Hiçbir şey üretemeyince Bağdat Caddesi'nde oto yarıştırıp, trafik terörü yaratanlarla, sahip oldukları bilgiyi fikre dönüştüremeyince sopalarla birbirlerinin kafasını kırmaya çalışanlar arasında fazla fark göremiyorum.
* (Bknz. Serdar Turgut'un yazılarının logosunda kullandığı e.posta adresi: serdargut@yahoo.com)
** (Bknz. Ahmet Hakan'ın köşesinin logosunda kullandığı e.posta adresi: ahcoskun@superonline.com)
Bilgisayarda yeni kuşak tanıtıldı
Cep telefonları kuşak atlar da kişisel bilgisayarlar atlayamaz mı? Microsoft ve Hewlett Packard geleceğin yeni nesil kişisel bilgisayar konseptini tasarlayarak ''Athens'' kod adını taktılar. Geçtiğimiz hafta New Orleans'ta Bill Gates tarafından tanıtılan Athens, tıpkı üçüncü kuşak cep telefonlarında olduğu gibi bir mesajlaşma ortamı sunmayı hedefliyor.
Daha çok iş yerlerinde kullanım alanı bulması beklenen yeni konseptin özellikleri şöyle sıralanıyor:
Kablosuz ahizesiyle, entegre telefon olarak kullanılabilmesi Yüksek çözünürlüklü DPI 16:10 ölçekli, düz ekranıyla yazıların çok daha net görüntülenmesi ve birden fazla dokümanın ekrana sığdırılması Kolay anlaşılır ve kullanılır sistem kontrolleri ile kullanım rahatlığı Gelişkin multimedya özellikleriyle ses, video ve yazının kolayca birlikte kullanılabilmesi.
Web Bienali
Her iki yılda bir, İnternet ortamında gerçekleştirilecek uluslararası çağdaş sanat sergisi Web Bienali'nin ilki düzenleniyor. Bu yılki sergide 15'i aşkın ülkeden 60'ı aşkın sanatçının özellikle İnternet ortamı için üretilmiş sanat yapıtları yer alacak. Serginin organizasyonunu İstanbul Çağdaş Sanat Müzesi, iS.CaM gerçekleştiriyor. Sergi tamamen İnternet ortamında oluşturulacak ve eserler tamamen İnternet üzerinden sergilenecek. Sergi kapsamında tüm projeler olabildiğince aslına uygun olarak, mümkün olabildiğince dolaysız ve sınırlamasız olarak sergilenecek. Bu amaçla düzenlenmeye başlanan ana kapı niteliğindeki sitede sadece sanatçı ve grupların kendi sitelerine erişim sağlayacak bağlantılar verilecek.
webbiennial.org
istanbulmuseum.org/webbiennial.html
Yazının Devamını Oku 4 Mayıs 2003
On beş bin Parisli hep bir ağızdan <B>Give Peace A Chance</B>, Barışa Bir Şans Ver, parçasını söylerken <B>Paul McCartney</B> sahnede kendini çok kötü hissediyor. Oysa, bu parça onlara ait!.. Onlar kim? 60'lı yıllarda şarkılarıyla milyonları ayağa kaldıran, değil bir döneme, neredeyse kırk yıla damgalarını vuran, bugün bile damak tadı veren Liverpool'lu o dört genç, The Beatles.
Yıllarca birlikte çalıştıktan sonra, her grubun kaçınılmaz kaderinden Beatles da payını alıyor. Grup dağılıyor. Ancak, asıl dram ondan sonra. Kimi öldürülüyor, kimi ölüyor. Dram burada da kalmıyor, hiç akla gelmeyecek bir süreç başlıyor.
Grubun artık 60'ına merdiven dayamış gitaristi McCartney, geçenlerde bir dünya turnesine çıkıyor. Bir zamanlar, dünya gençlerini çılgına çeviren parçaları arka arkaya sıralıyor. Yesterday, All My Loving, Here Today, All You Need İs Love sanki günümüzde bestelenmiş!
Ancak, bir terslik kimsenin gözünden kaçmıyor. Yıllar yılı bu parçaların toplandığı kaset ve CD'ler hep Lennon/McCartney imza sıralamasıyla çıkıyor. Ne var ki, son turnede piyasaya çıkan CD'lerde sıralama ters. McCartney önde, Lennon arkada!.. Küçük, ama müzik eleştirmenlerinin dikkatini çeken bir değişiklik. Oysa, grubun kurulduğu yıldan günümüze kadar bu sıralama hep aynı, McCartney adı Lennon'dan sonra geliyor.
Eleştirmenler soruyu patlatıyor, Lennon'ın, bugün 70'ini süren eşi Yoko Ono da, tepkisini göstermekte gecikmiyor. ''Tarihi ters çevirme denemesi'', diyerek McCartney'e ağır eleştiriler yöneltiyor.
Paris'teki konserden önce, McCartney bir gazeteye demeç veriyor. Irak Savaşı henüz patlamamış, ama ramak var. Savaş hakındaki düşünceleri soruluyor. McCartney ‘‘Herkes gibi ben de sadece izlemekle yetiniyorum, ben politikacı değilim’’ diyor. İyi ya da kötü bir tavır almıyor.
Tarafsızlık Fransızları kızdırıyor. Paris'te sahneye çıktığında, konsere gelenler, hem kaset ve CD'lerdeki imza sıralaması değişikliğinin farkında, hem de McCartney'in savaşa karşı tavır almadığından dolayı öfkeli. Give Peace A Chance parçası ise, Lennon'a ait. Yani, Fransızlar hep bir ağızdan aniden bu parçayı söylerken, McCartney'den iki kez hınç alıyor!..
Paul ise, baklayı ağzından çıkartıyor:
‘‘Sanki Lennon bir dahi, ben ise, sıradan bir gitarist! Sanki, bizim grubu yaratan ve ayakta tutan sadece Lennon imiş gibi!’’
Demek Paul otuz yıl hep bu yetmezlik, hep bu ikinci planda kalmış olmak duygusuyla yaşıyor! Otuz yıl! Paul kendini bir türlü aşamıyor. Oysa, işte tarihe geçmiş o pop grubunun anlı şanlı dört üyesinden biri. Ama, yetmiyor!
Sanki Lennon müzik devrimi yaratmış ve milyonları fethetmiş bir gençlik idolü, o ise kenarda kalmış ana kuzusu! Hayır, hiç öyle değil. Ama, gel de bunu Paul'e anlat! O ne yazık ki, hep birlikte yarattıkları muhteşem başarının mimarlarından biri olduğunu unutuyor, Lennon'ın ölümünden 22 yıl sonra, en yakın arkadaşından rövanş almaya kalkıyor!.. O 22 yıldır her gün ölüyor!.. Kazandığı ün ve sempatiye, kendi eliyle çizgi çekiyor.
Yetmezlik ve kıskançlık duygusu! Ne zaman, kime çarpacağı belli değil. Çevrenize bakın, kim bilir, kimler? İnsanı ya felakete sürükleyen o kapan ya da kendisiyle barışık yaşamak. Tercih sizin!..
Yazının Devamını Oku 4 Mayıs 2003
Evinizdeki ve işyerinizdeki masaüstü, dizüstü, avuçiçi bilgisayarlar, akıllı cep telefonları, evinizdeki ve otomobilinizdeki elektronik tüm aletler birbirleriyle haberleşip, bilgi alışverişinde bulunabilecekler. Geçtiğimiz eylül ayında Silikon Vadisi'nin başkenti San Jose'de yapılan Intel Geliştiriciler Forumu'na katılıp, izlenimlerimi aktarmıştım. Sonbahar 2002 forumuna ''mobil'' kelimesi damgasını vurmuştu. Intel, bu forumda artık yalnızca bir bilişim firması değil, aynı zamanda bir iletişim firması da olduğunu ilan etmişti.
Sonbahar 2002 forumu, Intel'in yeni vizyonunu açıkladığı toplantı olmuştu. Geçtiğimiz hafta katıldığım Intel Geliştiriciler Forumu İlkbahar 2003'te ise bu vizyona dayanılarak geliştirilen konseptler tanıtıldı.
Hatırlamak gerekirse, Intel'in Sonbahar 2002 forumunda ilan ettiği mobil vizyonu şöyleydi:
Bilgisayar gücünü her yerden, her zaman, herkes için erişilir kılmak
Tüm bilgisayarları komünikasyon kuracak, tüm komünikasyon cihazlarını bilgiişlem yapacak cihazlara dönüştürmek
Kendi ayarını kendi yapan cihazlarla, herkese her yerde otomatik bağlantı sağlamak
Dijital ofis, dijital ev, dijital gezginlik arasında kesintisiz geçiş olanağı vermek
İlkbahar 2003 toplantısında ise Intel'in mobil vizyonuna uygun olarak geliştirilen konsept ürünler ve servisler tanıtıldı. Konsept ürün ve servisler genişbant (kablolu hızlı İnternet) ve WiFi'ın (kablosuz hızlı İnternet) birlikte kullanılmasını öngörüyor. Böylece kullanıcılar kişisel ağ (MaviDiş), yerel ağ (WiFi-802.11a, b, g) ve Küresel Ağ (İnternet) gibi farklı ortamların sunduğu farklı avantajlardan kolayca yararlanabilecekler.
Yeni mobil vizyonun konsept ürün ve servisleri her yerden ulaşılabilir olma özelliği taşıyor. Bu ürünlerle insanların, nerede olurlarsa olsunlar (işyerinde, otomobilde, metroda, uçakta, sokakta, evde) her türlü bilgilerine erişebilmeleri ve bu bilgileri kullanarak işlem yapabilmeleri amaçlanıyor. Yeni konseptte örneğin avuçiçi bilgisayarınızın ajandasına kaydettiğiniz bir randevuyu, işyerindeki ve evinizdeki bilgisayarınızın ajandasına da geçirmek için masaüstü bilgisayarlarınızın başına gelip, bağlantı kurarak senkronize etmenize gerek kalmıyor. Cihazlarınızın tümü birbirleri ile zaten sürekli kablosuz iletişim içinde olduklarından, herhangi birinde yaptığınız bir değişiklik, anında diğerlerinde de yapılmış oluyor.
TAŞINABİLİRİN YENİ ANLAMI
Yeni konsept ürünlerde sürekli komünikasyon, gerek duyulduğunda komünikasyon anlamına geliyor. Yani kastedilen cihazların birbirleriyle sürekli konuşmaları değil, gerektiğinde anında bağlantı kurabilme yeteneğine sahip olmaları.
Intel'in mobil vizyonuna uygun konseptlerin gerçek ürünlere dönüşebilmeleri için çok çeşitli alanlarda araştırmalar yapılıyor. Bu araştırma konuları düşük elektrik tüketimi, uzun pil ömrü, ağlara kolay bağlanma, ağdan ağa otomatik geçiş, taşınabilirlik ve pratiklik konularında yoğunlaşıyor.
Intel'in bu yeni mobil yaşam tarzı için geliştirdiği, şimdiden kullanılabilir ilk ürün ise Centrino. Centrino işlemcilerin kullanıldığı taşınabilir bilgisayarlar, diğer dizüstülere göre çok daha hafif, çok daha ince ve şarj edilmeden çok daha uzun kullanılabilme özelliklerinin yanı sıra gelişkin kablosuz komünikasyon kabiliyetleriyle de dikkat çekiyor.
Intel, San Jose'de gerçekleştirilecek Geliştiriciler Forumu Sonbahar 2003'te, vizyon ve konseptten kullanılabilir referans ürünlerin sergilenmesi aşamasına geçmeyi planlıyor. 2005 vizyonunun da açıklanacağı toplantıyı merakla bekliyorum.
Geleceğin bilgisayarı
Intel'in mobil vizyonuna göre tasarlanan konseptlere göre 2004'te kullanacağımız taşınabilir bilgisayarlar şu özelliklere sahip olacak:
Bilgisayarın kapağı kapalıyken de bakılabilen, küçük ekran. Kapağın dışına bakan bu mini ekran sayesinde ajanda, mesaj kutusu gibi alanlara bilgisayarı açmadan erişilebilecek, ''online'' işlemler gerçekleştirilebilecek.
Mini ekran, ana ekrana göre çok daha az enerji harcayacak, WiFi ile yerel ağ bağlantısı kuracak.
Üç modlu kablosuz bağlantı özelliği ile (MaviDiş, WLAN, WWAN) o an için mümkün olan en iyi bağlantı yolu otomatik olarak kullanılabilecek.
Farklı ağlar arasında otomatik geçiş yapılabilmesi için abonelik kontrollerinin kolaylaşması gerekecek. Kullanıcı adı ve şifre sormaya dayalı kimlik saptamanın yerini cep telefonlarında kullanılan SIM kartla kimlik saptama alacak. Kısacası geleceğin bilgisayarları SIM kart yuvasına sahip olacak.
Taşınır bilgisayarlar, bulunulan yerin saptanmasını sağlayan teknolojilerle donatılmış olacak.
PCI Express ve Mini PCI Express girişleri standartlaşacak.
Ortalama pil ömrü 2004 sonuna kadar 8 saatin üstüne çıkmış olacak.
Parmak izi tanıma gibi biometrik kimlik saptama teknolojilerinin taşınır bilgisayarlarda kullanımı yaygınlaşacak.
Yazının Devamını Oku 27 Nisan 2003
Teknoloji ve Türkçe ilişkisine aklımı fena halde takmış durumdayım. Teknolojideki hızlı gelişmenin konuşma ve yazma dilini etkilemesi kaçınılmaz. Bu etkileşimden şikayetçi değilim. Dil de yaşayan bir organizma gibi sonuçta. Her yaşayan organizma gibi çevresiyle etkileşim içinde. Bu etkileşimler sonucunda evrim geçirmesi de kaçınılmaz. Ama bu etkileşimin olumlu yönde olması için çaba göstermek hepimizin görevi. Bu sorumluluğu en fazla hissetmesi gereken meslek gruplarından biri de medya. Ve işte teknolojinin Türk dili üzerindeki etkileri konusunda medyada gözüme çarpanlar...
Faks artık eski bir teknoloji sayılır. Neredeyse herkesin yaşamına girdi. Bu teknolojinin yaşantımıza girdiği yıllarda Türkçe bir karşılığı bulunamamış ne yazık ki. Neticede ''faks'' diye bir kelime girmiş Türkçe'ye. Olabilir, Türkçe bir karşılık bulunup halk tarafından tutmuş olsaydı daha iyi olurdu ama 'faks' da kabulümüzdür. Ama artık Türkçeleşen bu kelimenin ''fax'' şeklinde İngilizce yazılmasını anlayamıyorum.
Önce iğneyi kendimize, Hürriyet'e batırayım. Okur Temsilcisine Mektuplar köşesi de dahil olmak üzere, Hürriyet'teki pek çok köşenin logosunda ''Faks'' yerine ''Fax'' yazıyor. Bu köşeler arasında Fatih Altaylı, Yalçın Bayer gibi Türkçeye gösterdikleri özenden emin olduğum yazarlar bile var.
Haliyle aklıma takılıyor: Acaba Fatih Altaylı ya da Yalçın Bayer ya da köşesinin tepesinde ''fax'' yazan yazarlar, İngiliz ve ABD'li okurlarından mı faks bekliyorlar, yoksa bu kelime logolara öyle bir zamanlar, birileri tarafından konulmuş, sonra da unutulmuş mu?
''E-mail'', Türkçesiyle ''e.posta'' nispeten yeni bir teknoloji. Ama gazetecilerin hayatına gireli neredeyse sekiz sene oluyor. e-mail'', ''fax''a göre çok daha şanslı çünkü yaşantımıza girmeye başladığı daha ilk günden beri ''e.posta'' karşılığı üretilmiş ve yaygın şekilde kullanılmış. Gerçi ''posta'' kelimesi de yabancı kökenli bir kelime ama artık Türkçeye girmiş ve anlamı herkes tarafından bilinen, yazıldığı gibi okunan sorunsuz bir kelime.
Fakat son birkaç yıldır ne olduysa oldu, bazı yazarlar ''e.posta'' yerine ''e-mail'' diye yazmaya başladılar. Gazeteleri karıştırıyorum ve birçok yazarın logosunda ''e-mail'' yazdığını görüyorum. ''Fax'' kelimesinde Hürriyet ne kadar iddialıysa, ''e-mail'' kelimesinde de Sabah o kadar iddialı. Hıncal Uluç, Abdurrahman Yıldırım, Savaş Ay, Ahmet Hakan, Şelale Kadak, Yüksel Aytuğ ve daha birkaç Sabah yazarının apoletinde ''E-mail'' yazıyor.
Haliyle aklıma takılıyor: Acaba ''e-mail'' apoletli bu yazarlar ''e-mail'' kelimesinin artık Türkçeye girmiş olduğunu mu düşünüyorlar? Eğer öyle düşünüyorlarsa neden okunduğu gibi ''imeyl'' diye yazmıyorlar? Yoksa bu da ''fax'' örneğinde olduğu gibi, logolar yapılırken öyle uygun görüp, yazan bir işgüzarın marifeti mi?
Sekiz yıldır yayınlanan bu sayfayı hazırlamaya başladığım ilk günden beri, yabancı kaynaklı yeni teknolojik terimlere Türkçe karşılıklar uydurmaya çalışıp, kullanırım. Kimi tutar, kimi tutmaz. Örneğin ''web site'' yerine ''İnternet sitesi'', ''search engine'' yerine ''arama makinesi'', ''to hack'' yerine ''haklamak'', ''homepage'' yerine ''ana sayfa'' gibi terimler yaygın kabul gören buluşlarımdan bir kaçıdır. Buna karşılık kabul görmeyen önerilerim de çok olmuştur. Ama İngilizcesini kullanmaktansa, yeni bir karşılık uydurup kullanarak önermeyi hep daha doğru ve sorumlu bir davranış olarak görürüm.
Bu yılın başında CNN-Türk'te Üçüncü Kuşak isimli bir program hazırlayıp, sunuculuğunu da yapmaya başladığımda, yazılı basında karşıma çıkmayan bazı sorunlarla karşılaştım. Örneğin GPRS, GPS gibi İngilizce kısaltmaların okunuşları sorun olmaya başladı. Yine yazarken kılçık çıkartmayan ''@'' işaretinin nasıl okunacağı da sorun oldu. Bu işaret İngilizce'de ''at'' (okunuşu et) olarak telaffuz ediliyor. Türkçe karşılığı ''de'', ''da'' eki. Yani İngilizce ''yurtsan et hurriyet dat kam dat ti ar'' dediğinizde, ''hurriyet.com.tr'de yurtsan'' gibi bir anlamı oluyor. Bu işareti sunuculuk yaparken ''et'' gibi bir saçmalık yerine ''adres işareti'' diyerek okumaya başladım. Programın metninde geçen ''@'' işaretlerinin de seslendirme sırasında ''adres işareti'' diye okunmasını istedim. Program yönetiminden itiraz geldi, ''sen bildiğin gibi oku ama bizim prensiplerimiz, standartlarımız var, bu işaret her programda ''et'' diye okunur, değiştiremeyiz''.
Haliyle aklıma takılıyor: CNN-Türk'te acaba her programda ''otomobil'' mi deniliyor ''araba'' demek yasak mı, ''ekonomi'' mi deniliyor ''iktisat'' ya da ''tasarruf'' demek yasak mı?
Hepsinin yeri ayrı
İnsanlar gün boyu yanlarından eksik etmeyecekleri cep telefonunun modelini seçerken, en çok tasarımına önem veriyorlar. Kimi kullanıcılar ise lükse önem veriyor, en pahalı, en gösterişli modelleri tercih ediyorlar. Bazıları teknolojik özelliklere dikkat ederken, bazıları kullanım kolaylığına, bazıları boyutlara ve hafifliğe, bazıları da fiyata dikkat ediyorlar. Piyasada satılan birbirinden çok farklı özelliklere sahip telefonları haftalarca kullanıp, test ettim. İşte size cep telefonu seçiminizi kolaylaştıracak bazı ipuçları...
Siemens SL55
Çok yeni bir model olduğu için diğer modellere göre daha kısa bir süre test edebildim. Bu telefonun en önemli özelliği bence şıklığı ve zarifliği. Çok küçük ve hafif bir model olan Siemens SL55 daha çok şıklığa önem veren kadınlara hitap ediyor. Ancak irice bir çakmak büyüklüğünde olan boyutu, yazın blucin ve tişörtten başka bir şey giymeyen özgür ruhlu erkekler için de ideal. Blucinlerin çakmak cebinde kaybolacak kadar küçük olan bu model, sürgülü tuş takımına sahip. Ancak minyatür boyut, tuşların kullanımını zorlaştırmış. GPRS ve Multimedya Mesaj desteğine sahip SL55'in İnternet tarayıcısı ve e.posta yazılımı oldukça başarılı. Ancak e.posta yazılımının birden çok e.posta hesabını desteklememesi önemli bir eksiklik olarak göze çarpıyor.
Kimlere göre: Şıklığa, lükse, sükseye önem verenler. Küçük ve hafif telefonları tercih edenler.
Nokia 5510
Test ettiğim telefonlar arasında nispeten daha eski bir model olmasına karşılık diğer hiçbir modelde bulunmayan bazı kolaylık ve özellikleri sunmasıyla dikkat çekiyor. Görünüşünden de anlaşılacağı üzere bu model mesaj servislerini sık kullananlar için ideal. Tüketiciden hak ettiği ilgiyi bulamayan Nokia 5510'u kısa mesaj servisini sık kullanan kullanıcı tipine hararetle tavsiye ederim. Nokia 5510 radyosu ve MP3 çalarıyla öne çıkıyor. Bu özelliğiyle, cep telefonu ve Walkman'i ayrı ayrı taşımaktansa, tek ve hafif bir cihazla her iki fonksiyona birden sahip olmayı tercih edecek sportmen kullanıcılar için de ideal. Telefonun yüksek kapasiteli belleğine 2 saate kadar CD kalitesinde müzik yüklemek mümkün.
Kimlere göre: Kısa mesaj servisinden sıkça yararlananlar. Spor yaparken müzik dinlemeyi seven ve cep telefonlarını yanlarından ayırmak istemeyenler.
Nokia 7650
Denediğim telefonlar içinde, kişisel beklentilerime en fazla cevap veren modeldi. Büyük renkli ekranı ve mükemmele yakın e.posta yazılımı bu tip bir komünikasyon cihazından beklediğim en önemli iki özelliği fazlasıyla karşılıyordu. Fotoğraf makinesinin, cihaza gömülü olması benim için bir başka artı değerdi. Fotoğraf makinesinin gömülü olması, büyük ekran, yüksek bellek gibi özelliklere sahip olmanın bedeli cihazın boyutlarının büyüyüp, hantallaşması. Mont ve palto giydiğim kış aylarında boyut ve ağırlık benim için sorun olmadı. Ama bu modeli yazın deneseydim, ne derdim bilemiyorum.
Kimlere göre: E.posta mesajlarına her yerden, her zaman ulaşmak isteyenler. Cep telefonlarını pratik bir fotoğraf makinesi olarak da kullanma arzusunda olanlar. Fonksiyon zenginliğini, taşıma kolaylığının üzerinde tutanlar.
Siemens S55
Fonksiyon zenginliği, şıklık ve taşıma kolaylığı gibi farklı özellikleri tek bir cihaz üzerinde birleştirmeyi başarmış bir model Siemens S55. E.posta yazılımındaki bir hata, mesaj alırken takılıp kalmalara neden oluyordu zaman zaman. Siemens yetkilileri bunun denediğim telefonun, Türkiye'ye ilk gelen prototiplerden biri olmasına bağladılar. Söylediklerine göre yeni versiyon gelip, yüklendiğinde bu hata ortadan kalkacakmış. SL55'de de aynı yazılımların yeni versiyonlarının kullanılıyor olması ve bu hataya SL55'de rastlamamış olmam, haklı olduklarını gösteriyor. Cebimden her çıkarttığımda şıklığıyla etrafımdakilerin dikkatini çekmeyi başardı.
Kimlere göre: Hem şık, hem teknolojik ürünleri sevenlere. Çok fazla teknolojik özellik uğruna taşıma kolaylığından fazla ödün vermek istemeyenlere. Teknoloji, şıklık ve taşınabilirlik arasında denge isteyenlere.
F klavyeye Global destek
F klavye kampanyasına sorumlu duyarlılık gösterenler arasına Global Menkul Değerler de katıldı. Müşterilerinin, İnternet üzerindeki sanal şubeye kendi özel şifrelerini kullanarak güvenli giriş yapmasını sağlayan ekranda kullanılan sanal klavyeye Türkçe F seçeneği de eklendi. Global Menkul Değerler'in İnternet şubesi giriş ekranında daha önce sadece uyduruk Q klavye seçeneği vardı. Global'in Türkçe klavyeye alışkın müşterileri yeni klavye seçeneği sayesinde şifrelerini artık alışık oldukları F klavye düzeneğini kullanarak da girebilecekler. Global'in müşterilerine sunduğu bir başka İnternet yeniliği ise teknik analizlerde iyi sonuç veren hisseleri müşterilerin ekranına anlık mesaj olarak ileten Global Messenger yazılımının yeni 3.3.1.1 versiyonu oldu. global.com.tr
Sağlıklı tuzla sağlıklı tarifler
Yemeklerde kullandığımız normal sofra tuzu, vücut için gerekli temel besinlerden biri olmasına rağmen günlük ihtiyaçtan fazla kullanıldığında sağlık üzerinde olumsuz etkileri de oluyor. Sodyum kloridden oluşan normal sofra tuzu yerine kullanılan ve Türkiye'de bir süredir büyük marketlerde de bulunan düşük sodyumlu LoSalt'un İnternet sitesinde sağlıklı tuz kullanımıyla ilgili yararlı bilgiler veriliyor. Bu bilgilerin yanı sıra sitenin sürpriz bir bölümü de var. Fantastik Yemek Tarifleri başlıklı bölümde birbirinden leziz yemek tarifleri sunuluyor.
www.losalt.com, www.losalt.com/losalt_info/recipe_menu.htm
Yazının Devamını Oku 20 Nisan 2003
İnat değil mi, bu haftaki yazılarımın çoğunu, geçen hafta yazdığım yazılarda öne sürdüğüm fikirlerin takibine ayırıyorum. Madem geçen hafta <B>''İnadım inat, adım Kör Murat''</B> gibi bir cümle kullandım, alın işte size fikri takip inadı... Aslına bakarsanız ''İnternet'' kelimesinin yazılışıyla ilgili inadımın sekiz yıllık bir geçmişi var. Tıpkı ''F klavye'' gibi, bu konuyu da neredeyse yılda en az bir kez yazmışımdır. Ama başta kendi gazetem Hürriyet olmak üzere İnternet'i doğru yazmamakta inat eden direnç mevzileriyle karşılaşıyorum.
1994'ten beri çeşitli dergilerde, 1995'ten beri ise Hürriyet'te düzenli olarak İnternet konulu yazılar yazıyorum. Bu yazılara başladığımda Türkiye'deki birkaç akademisyen ve öğrenci dışında İnternet kullanan yoktu. Ne Superonline vardı ne Turk.net... Windows 95 henüz çıkmamıştı, Amazon açılmamıştı, Yahoo yeni kurulmuştu.
1994'te Yeni Yüzyıl'da, İnternet'le ilgili haberler yayınlamaya başladığımda, çalışma arkadaşlarımın alaylarıyla karşılaşmıştım. Ama 95'te Hürriyet'ten Tezcan Yaramancı, Ertuğrul Özkök ve Cafer Yarkent İnternet'in yaygınlaşmasını desteklememiz gerektiği vizyonuna inanıp, destek olunca medyada yeni bir akımın fitilini ateşlemiş olduk.
İnternet'in yazımındaki karmaşa işte ta o yıllara dayanır. Ta o zamanlardan beri İnternet bir bakarsınız ''i'' ile ''internet'', bir bakarsınız ''İ'' ile ''İnternet'', bir bakarsınız ''I'' ile ''Internet'' diye yazılmış. Hatta küçük ''i'' ile yazıp ek aldığında kesme işaretiyle ayrıldığına bile tanık olmuşsunuzdur.
Sektör dergileri daha çok İngilizcesine sadık kalarak ''I'' ile yazmayı tercih ederler. Kendilerine yabancı ekonomi gazetelerinin yanlış kullanımını referans alan ekonomi servisleri ise ''i'' ile yazarlar.
Hürriyet'te ise bir dönem ''İ'' kullanıldıysa da, her nedense küçük ''i'' kabul gördü zamanla. İngilizce aslına sadık kalıp ''I'' ile yazanları bir ölçüde anlayabiliyorum. Ama ''internet'' yazımını kabul etmek mümkün değil.
İnternet'i cins isim kabul etmek, İnternet'in ne olduğunu bilmemekten başka bir şey değil çünkü... Bunlar diyor ki, İnternet tıpkı televizyon ve radyo gibi bir iletişim ağı, o yüzden cins isimdir. Hayır efendim İnternet sayısız internetten oluşan ağların ağına verilen isimdir. Nasıl ki Dünya Televizyon Ağı diye eşi benzeri olmayan, biricik bir televizyon ağı olsa, bu ağın ismi büyük harfle yazılması gerekirse, internetlerin birleşmesinden oluşan ağların ağı İnternet de büyük harfle yazılır.
Bu konuya değindiğim eski bir yazımın ardından Mehmet Kayaalp bir mesaj göndermişti. ''Her iki yazımın farklı anlamlara geldiğini belirtmek isterim'', diyor ve ''On-Line Dictionary of Computing'' (foldoc.doc.ic.ac.uk/foldoc/foldoc.cgi?query=internet) isimli İnternet sözlüğünü kaynak olarak gösteriyordu. Özel isim ''İnternet'' ile cins isim ''internet'' arasındaki farkı merak edenler, bu kaynağa başvurabilirler.
Kelimeyi İngilizce orijinal haliyle ''Internet'' diye yazanlar ise bu kelimenin henüz Türkçeye girmediğini savunuyorlardı. Günlük yaşamda bu kadar çok kullanılan bir kelimenin Türkçeye girmemiş olduğunu iddia etmek bence yanlıştı ama nihayet bence dememe gerek kalmayacak akademik bir desteğe de kavuştum. İnternet'i nasıl yazacağınız konusunda hálá kararsızsanız Türk Dil Kurumu'nun İnternet'te yayınlanan sözlüğüne, tdk.org.tr/sozluk.html adresine bakabilirsiniz.
Ve sevgili gazetemin sevgili yazı işleri müdürleri, editörleri, yazarları, muhabirleri, düzeltmenleri... Sakalım yok diye, bunca yıl bana hiç sormadınız ve bundan sonra sormayacaksınız da ama bari Türk Dil Kurumu'na kulak verin...
Penguen'in sırtı artık yere gelmez
Kapitalist yazılım pazarına ilginç pazarlama taktikleriyle sızmaya çalışan devrimci Linux, güçlü müttefikler bulmaya devam ediyor. Bilişim mahallesinde volta atan sosyalist delikanlı Linux'a arka çıkanlar arasında IBM, HP ve Oracle gibi mahallenin güçlü abileri de var.
Bu güçlü destekçilerden Oracle, Linux'a verdiği desteğin boyutlarını geçen hafta Londra'da, dünyadan on kadar gazeteciye anlattı. Oracle'ın Linux stratejisinin bizzat Pazarlama Başkanı Mark Jarvis tarafından yapılan bir sunuyla aktarılması, Oracle'ın Linux'a verdiği önemin büyüklüğünün ilk göstergesiydi.
Linux işletim sistemi, bu pazarda hakim olan Windows ve Unix'in en büyük rakibi olarak görülüyor. Linux işletim sisteminin çekirdeği, Windows ve Unix'inkilerin aksine ücretsiz olarak dağıtılıyor. Linux'un bir başka önemli özelliği ise kaynak kodlarının herkese açık olması. Bu özelliği sayesinde yazılım uzmanları işletim sistemi üzerinde istedikleri geliştirmeyi kolayca yapabiliyorlar. Linux'a ''Kapitalist dünyanın sosyalist veledi zinası'' yakıştırması yapılması boşuna değil elbet.
Mark Jarvis'in konuşmasına döneyim. Jarvis söze Oracle'ın ürünlerinin çok kısa bir tanıtımıyla girdi. Ardından Oracle'ın Linux'a verdiği güçlü desteğin nedenlerini anlattı. Bu nedenlerden biri endüstri analistlerinin Linux'un geleceğine yönelik olumlu yorumları ve danışman firmaların bu konuda yaptığı araştırmalardan çıkan sonuçlardı. Örneğin Forrester Research analisti Ted Schadler veri merkezlerinde Linux kullanımında patlama yaşanacağını söylüyor ve ekliyordu, ''Linux'a geçişi ağırdan alan Enformasyon Servisi Sağlayıcıları (ISV) pişman olacaklar''...
Bağımsız araştırma kuruluşu IDC verilerine göre ise önümüzdeki beş yılda kullanıcısı artacak tek işletim sistemi Linux olacak. Araştırmaya göre 2002-2006 yılları arasında Linux kullanımı yüzde 58 artarken, Windows yüzde 4, Unix yüzde 18 düşecek.
Jarvis'in konuşmasında dikkatimi çeken bir diğer nokta ise Oracle'ın Linux'u desteklediği kadar Intel'i de desteklediğiydi. Oracle hemen hemen tüm müşterilerine artık Linux-Intel çözümü öneriyor. Öyle ki orta katman uygulama kullanıcılarının yüzde yüzüne, Oracle veritabanı kullanıcılarının ise yüzde 75'ine Linux-Intel çözümü kullanmalarını telkin ediyor. Bu tavsiyesini ise Linux-Intel çözümlerinin hem düşük maliyet hem de yüksek performans getiriyor olmasına bağlıyor.
Ev kullanıcılarından çok kurumsal müşterilere hitap eden bir işletim sistemi olan Linux'un en büyük dezavantajı teknik servis desteğinin çok zayıf olmasıydı. Ancak Oracle müşterilerine yüzde yüz Linux desteği vereceğini açıklayarak, kullanıcılarına çok önemli bir garanti vermiş oldu. Bu destek Oracle Türkiye tarafından da başlatılmış durumda. Kısacası Oracle'ın bu desteğiyle Penguen'in sırtı artık yere gelmez...
Ben sana boykot -2-
Geçen hafta, Irak'taki savaşla ilgili başlatılmaya çalışılan boykot geyiğine değinmiş, e.postayla yapılan çağrıların bir Amerikan firmasının yazılımıyla yazılıp gönderildiğine dikkat çekmiştim. Konum bu boykot girişiminin akıl dışı gerekçeleri değildi. O yüzden işin bu yönüne pek değinmemiş, sadece boykot çağrısı yapan kişinin boykot çağrısını ABD mallarını kullanarak yapmasının tutarsızlığından yola çıkarak, bu imzasız mektubun sahibine ''Te git ordan densiz, ben sana boykot!'' demekle yetinmiştim. Aldığım bazı mesajlara bakılırsa, birileri gocunmuş. Alınmaları bir yana, boykot girişimlerinin akılcılığını savunuyorlar. Anlıyorum. Demek ki, boykotlarının başarılı olmasını, ABD ve İngiliz markaları satılmayınca Türkiye'deki fabrikalarının, ofislerinin, temsilciliklerinin kapanmasını, on binlerce Türk vatandaşının işsiz kalmasını, yabancı sermayenin Türk ekonomisinden çekilmesini, ABD ve İngiltere'nin misilleme olarak Türk mallarına ambargo koymasını, ihracatı kesilen binlerce Türk şirketinin iflas etmesini, yüzbinlerce Türk'ün daha işsiz kalmasını, Türkiye'nin demirperde Arnavutluk'una dönmesini arzuluyorlar. Tamam peki, beyninizden çıkan fikirlere saygı duymam gerekiyor ve duyuyorum, haklısınız...
Bir de şu fikri öne sürüyorlar. Diyorlar ki: ''Boykot girişiminden önce alınan bir ABD malını kullanmakla, boykot girişiminden sonra ABD malı almak arasında fark var, dolayısıyla boykot çağrısının ABD ürünü bir yazılımla yapılmasında bir sakınca yok.'' Ama piyasa ekonomisi artık öyle dönmüyor. Siz bir malı sadece kullanarak, hatta ücretsiz olarak edinip kullanarak bile o malın markasının sahibine ticari avantaj sağlıyor olabilirsiniz. Hele söz konusu olan bilgisayar yazılımı gibi bir ürünse... Nasılını ne yazık ki buraya sığdıramam. Ama bir ipucu vereyim. Netcape ve Microsoft Internet Explorer arasındaki, mahkemelere taşan ticari kavganın nedenlerini bir düşünün. Haa bir de. Siz orda eskiden sahip olduğunuz bilgisayarın keyfini çıkartın, zamanında bilgisayar alamamış olanlar bilgisayarın nimetlerinden yararlanmak için boykot sefanızın bitmesini beklesin, öyle mi? Vah, vaaah!
Ağlama yardım et -2-
''Irak'ta ölen masum çocukların, anti Amerikan propagandası amacıyla yayınlanan fotoğraflarından etkilenenlerdenseniz... Bu duygularınızda samimiyseniz...'' diye başladığım geçen haftaki yazımda günde 1,270,000 lirasını bir çocuğun yaşama daha güçlü sarılması için kullanabilecek varlığa sahip olanlara, bir İnternet adresi tavsiye etmiştim. Bu hafta,bir başka adres daha vereceğim. Bu adres Türkiye'den. UNICEF Türkiye Milli Komitesi tarafından, UNICEF'in dünya çapındaki kampanyasının Türkiye bacağının İnternet'teki uzantısı. ''Bir çocuğun yaşamı, savaşın hiçbir zaman sineye çekilemeyecek maliyetidir'', diyor UNICEF. Genel Direktör Carol Bellamy, ''Bu yaptığımız, Irak'ın yeniden imarına ilişkin bir çağrı değildir. Çağrı, şimdi ve önümüzdeki birkaç hafta boyunca insanların yaşamlarının kurtarılmasıyla ilgilidir. Iraklı çocuklara bir umut ışığı yakabilmek için hemen harekete geçmeliyiz. İşte, yaptığımız çağrı ve talebimiz bununla ilgilidir'', diyerek durumun aciliyetini vurguluyor. Iraklı çocuklara yapılacak acil yardıma katkınız olmasını isterseniz, UNICEF yardım kampanyasına UNICEF Türkiye Milli Komitesi'nce yürütülen kampanyaya bağışta bulunarak katılabilirsiniz. Bağışta bulunmak size bir tıklama kadar yakın, tek yapmanız gereken www.estore.com.tr/estore/shops/544/544.asp adresine girerek yapacağınız bağışın miktarını belirlemek. Ayrıca 0312 438 17 45 ve 0212 252 52 22 numaralı telefonlara da başvurabilirsiniz.
Yazının Devamını Oku 13 Nisan 2003
Hafta başında Türk Dil Kurumu (TDK) tarafından düzenlenen ''İnternet ve Türkçe'' başlıklı açık oturuma konuşmacı olarak katıldım. TDK konferans salonu tıklım tıklım doluydu. Çoğunluk üniversite öğrencileri ve öğretim üyelerinden oluşuyordu. Bir öğretim üyesinin, sınıfında öğrencileriyle yazılarımı tartıştıklarını aktarması benim için çok hoş bir sürpriz oldu. Açık oturumun duyurusunu yaptığım geçen haftaki yazımı okuyup, konuşmamı dinlemeye koşan öğrencileri görmek de ayrı bir sevinç kaynağıydı. Bilişim ve İnternet'le fazla ilgisi olmayan bir kesimden de hatırı sayılır bir okur kitlem olduğunu öğrenmekten gurur duydum.
Türk Dil Kurumu Başkanı Prof. Dr. Şükrü Halûk Akalın, nesli tükenmekte olan beyefendilerden. Bilişim ve İnternet konularına ilgili olması ve bu konulardaki bilgisi, Türkiye için büyük bir şans. Açık oturumda son birkaç aydır gündeme oturan ''Türkçe F klavye, uyduruk Türkçe Q klavye'' tartışmasından yola çıkarak, teknolojik gelişmelerin Türkçe üzerindeki az sayıdaki olumlu ve genellikle olumsuz etkileri tartıştık, çözüm önerilerini konuştuk.
SANAYİ BAKANLIĞI SESSİZ
Toplantıya katılmak üzere Ankara'ya uçarken yanımda iki dergi vardı. TDK tarafından yayınlanan Türk Dili dergisi ve Türkiye'nin eksantrik öncülerinden Merih Işın'ın yayınladığı Telepati Tele.kom dergisi... Türk Dili dergisinde Prof. Dr. Şükrü Halûk Akalın'ın ''Q Klavye Sorunu ve Bilgisayarlarda Türkçe Karakterler'' başlıklı yazısı, gündemdeki tartışmanın Sayın Akalın'ın katkılarıyla zenginleştirilmiş dört dörtlük bir özetiydi. Klavye sorununa ek olarak avuçiçi ve tablet bilgisayarların Türkçe el yazısını tanımama sorununa da değinen Akalın'ın yazısı şu önemli paragrafla bitiyordu:
''Bu konuda yetkililer Sanayi ve Ticaret Bakanlığı, Türk Standartları Enstitüsü Başkanlığı gibi kuruluşlardır. Türk Dil Kurumu, yetkili kuruluşlara başvuruda bulunarak gerekli önlemlerin alınması ve çalışmaların başlatılması dileğini iletmiştir. Klávye sorununda olduğu gibi bu konuda da tüketicilerin bilinçli davranmaları, sorunun çözümünü daha da kolaylaştıracaktır''.
TELE.KOM İLETİ.ŞİMDİ
Uyduruk Türkçe Q klavye sorunu günlük basın ve televizyonlarda son birkaç aydır sıkça işlenen bir konu oldu. Bu önemli soruna ek olarak Türkçe karakterleri desteklemeyen ürünlerin Türkiye'ye serbestçe ithal edilip, satılması sonucunda Türkçe alfabenin karşı karşıya kaldığı tarihten silinme tehlikesi de gündeme oturdu. Ancak bilişim basını ve sektör dergilerinin bu gündemi görmemezlikten gelmesi çok düşündürücü. Düşündürücü ve üzücü. Çünkü bu görmemezlikten gelme durumu, sorunların kemikleştiğinin ve sektörün bu sorunlara çözüm bulmaya niyetinin olmadığının göstergesi.
Sektör basınının bu beklemediğim tutumu bir süredir beynimi yiyordu. Neyse ki uçakta okuduğum bir başka yazı yüreğime su serpti. Telepati Tele.kom dergisinin yayımcısı Merih Işın ''Kalıcı olan yazı dilidir'' başlıklı yazısında bu sorunlara da değinerek, sektör dergiciliğinin namusunu kurtarmıştı.
Merih Işın yazısında ilginç bir tespitte daha bulunmuştu. Bu tespite göre ''telecommunications'' kelimesinin Türkçe karşılığı olarak sıkça kullanılmaya başlanan ''iletişim'' kelimesi, yanlış kullanılan bir karşılıktı. Işın bu tespitinin kanıtı olarak şubat ayında gerçekleşen ''İletişim Şurası''na davet edilenler arasında komünikasyon ve enformasyon teknolojileri alanından hiçbir uzmanın, temsilcinin bulunmamasını gösteriyordu. Ve bu tespitinde yerden göğe kadar haklıydı da...
Bu arada Türkçe konusundaki duyarlılığımız sayesinde dilimize giren yeni teknolojik terimler hakkında sık sık görüş alışverişi yaptığımız sevgili Merih Işın'a bir de müjde vermek isterim. ''Internet'' kelimesinin özel bir isim olması nedeniyle büyük harfle yazılması konusunda kendisiyle, İnternet'in ne olduğunu bilen herkes gibi hemfikiriz. Ancak o bu kelimenin henüz Türkçeleşmediğini düşündüğünden ''I'' harfiyle yazılması gerektiğini, bense artık Türkçeleştiğini düşündüğümden ''İ'' harfiyle yazılabileceğini savunurum. Müjdem şu... İnternet'in Türkçeleştiğini ve özel isim olduğunu söyleyenler arasına Türk Dil Kurumu ve Başkanı da katıldı. İnternet'teki Türkçe sözlükte (tdk.org.tr/sozluk.html), TDK yayınlarında ve haftabaşında katıldığım konferansın afişlerinde hep ''İnternet'' yazımıyla kullanılıyor artık.
Başta gazetem Hürriyet'in düzeltmenleri olmak üzere İnternet'i küçük ''i'' ile, genel isimmiş gibi yazmakta ısrar ederek, inadım inat adım Kör Murat diye tutturanlara duyurulur.
Ağlama yardım et
Irak'ta ölen masum çocukların, anti Amerikan propagandası amacıyla yayınlanan fotoğraflarından etkilenenlerdenseniz... Bu duygularınızda samimiyseniz... Ve günde 1,270,000 liranızı (77 sent), bir çocuğun yaşama daha güçlü sarılması için kullanabilecek varlığa sahipseniz, televizyon karşısında gözyaşı dökmek yerine bir şeyler yapmak elinizde. Dünya üzerinde her gün ölme tehlikesiyle burun buruna yaşayan yüzbinlerce çocuktan birine yardım etme fırsatı kapınızda.
Jack Nicholson'ın oynadığı Hollywood filmi ''Schmidt Hakkında'' isimli filmi seyrettiyseniz, ''Child Reach'' isimli Amerikan yardım kuruluşuyla tanışmışsınızdır. Dünyanın geri kalmış bölgelerinde, açlık gibi pek tanımadığımız nedenlerden bile ölebilen çocuklara vasi olmak için bu kuruluşun İnternet sitesine girmek ve birkaç form doldurup, bir kaç tıklama yapmak yeterli. Bir çocuğun hayatını değiştirmek yalnızca on dakikanızı alıyor.
Daha sonra vasisi olduğunuz çocukla mektuplaşabiliyor, yaşamının seyrine tanık olabiliyorsunuz da. Paranızın doğru kullanılacağına inanıyorsanız bu konuda çalışan Türk kurumları da var elbette. İsterseniz onlara da başvurabilirsiniz. Ama çocuk çocuktur, milliyeti yoktur diyorsanız Child Reach de iyi bir alternatif. Haliniz vaktiniz yeterli düzeydeyse ve filmde Schmidt'in de dediği gibi ''dünyada olumlu bir iz bırakmak'' isterseniz daha ne duruyorsunuz?
childreach.org
Hidrojen tükenmekte olan petrol kaynaklarının en ciddi alternatif adayı
Petrolü bırak hidrojene bak
Ulaşım araçlarında petrole alternatif arayışının en önde gelen nedeni çevrecilikti bir zamanlar. Petrol ürünleriyle çalışan motorlar havayı ve suları kirletiyor, çevre sorunlarına yol açıyorlardı. Ancak petrol kaynaklarının kısıtlı olması ve milyonlarca yıllık geçmişi olan bu doğal kaynağın yeniden üretilememesi, bu arayışın hızlandırılmasını gerektiriyor.
ABD'de yayınlanan teknoloji kültürü dergisi Wired'a göre petrolün yerini alacak alternatif adayları arasında en şanslı olanı hidrojen. Hidrojenle çalışan motorlar aslında birer elektrik motoru. Diğer elektrik motorlarından farkları elektrik enerjisini hidrojen tanklarından sağlamaları. Yakıt tankındaki hidrojenin elektronlarının ayrıştırılması işlemi sırasında elde edilen elektrik enerjisi motoru döndürmek için kullanılıyor. Kalan protonlar ise oksijenle birleşerek su oluyor. Bu su, hidrojen motorunun tek atığı. Yani egzozdan su buharından başka bir şey atılmıyor.
Bu teknoloji şu anda hazır. Sorun otomobili, yaygın tüketici beklentisi olan 600 kilometre yürütecek kadar hidrojeni alacak yakıt deposunun üretilmeye çalışılması sırasında çıkıyor. Hidrojen; gaz, sıvı ya da katı halde depolanabiliyor. Hepsinin birbirine göre avantajı ve dezavantajı var.
KATI YAKIT
En basit yöntem hidrojeni gaz halinde depolamak. Ancak hidrojen gaz halindeyken, çok büyük hacme sahip. 600 km'lik hidrojen yakıtını gaz halinde depolayabilmek için dev tanklar gerekiyor. Hacmi, basıncı artırarak azaltmak mümkün. Bu durumda da çok yüksek basınca dayanıklı depoların üretilmesi gerekiyor. Bu dayanıklılıktaki depoların üretilebilmesi içinse yeni materyallerin bulunması lazım.
Sıvı hidrojen ise gaz haline göre çok daha küçük bir hacme ihtiyaç duyuyor. Ancak hidrojeni sıvı halde tutmak için eksi 253 derecelik soğutma gerekiyor. Üstelik depo ne denli iyi izole edilirse edilsin sıvı yakıtın her gün en az yüzde 4'ü buharlaşıp, uçuyor.
En ümit verici çözüm olarak katı yakıt kullanımı gözüküyor. Bu depolama biçiminde hidrojeni sünger gibi emen katı materyallerin kullanılması öngörülüyor. Katı materyal olarak lityum hidrid ve sodyum borohidrid gibi günümüzde de üretilebilen seçeneklerin yanı sıra nano teknolojik metotlarla üretilebilecek yepyeni maddelerin de üzerinde duruluyor.
Depolama çözümü bulunduğu ve endüstri standartları oluşturulduğunda geriye hidrojen yakıtın yaygın dağıtımının sağlanması ve hidrojen yakıtla çalışan binek araçlarının kitlesel üretimine geçiş kalıyor. Bu konuda bizim sıvı petrol gazlı (LPG) taksilerin ve LPG yakıt istasyonlarının yaygınlaşması, ABD için örnek bir inceleme alanı yaratabilir.
Örnek ülke İzlanda
İzlanda üç yıl önce, dünyanın ilk petrol bağımsız ülkesi olacağını açıkladı. Daimler Chrysler ve Shell Hydrogen gibi firmaların da içinde bulunduğu kamu-özel sektör konsorsiyumu tarafından yürütülen proje kapsamında ülkedeki fosil yakıt tüketimi sıfıra indirilecek, yerine hidrojen kullanılacak. Projenin gerçekleştirilmesinde İzlanda'nın üzerinde kurulu olduğu doğal enerji kaynağının önemli bir rolü olacak. Bu kaynak volkanik topraklardan fışkıran sıcak sudan başka bir şey değil. Otomobiller ve otobüsler topraktan fışkıran buharla çalışmayacak tabii ki. Bunun yerine buhar, suyu elektrik enerjisi kullanarak hidrojen ve oksijen atomlarına ayrıştıran hidrolayzır isimli bir makineyi çalıştıracak elektriğin elde edilmesinde kullanılacak. Bu işlem sonucunda elde edilen hidrojen ise binek araçlarına yakıt olarak pompalanacak. Ülkedeki araçların motorlarının değiştirilmesine 2005'te başlanacak. 2030'da ise petrol ürünüyle çalışan ulaşım aracı kalmamış olacak.
Ben sana boykot
Irak'taki savaşla ilgili son geyik, Amerikan ve İngiliz mallarına boykot kampanyası. Akılcılıktan yoksun böylesi bir kampanyayı ciddiye alıp, uygulayan pek yok gerçi. Benim de taktığım yoktu. Haftalık haber dergilerinden birinde Boğaziçi Üniversitesi kampusuna dikilmiş boykot konulu bir heykelciği görünce bile o kadar umursamamıştım. Yüzeysel düşüncelere kapılan insanların Boğaziçi Üniversitesi'nden bile çıkabileceğini zor da olsa kabullenmiştim. Ama e.posta kutuma dadanan bir boykot çağrısı mesajı tahammül sınırımı aşmayı başardı. ''İçtiğin kolanın, sigaranın, yediğin hamburgerin Irak'lı çocukların kafasına bomba olarak düşeceğini unutma'', diyordu mesajda. İşin komik yanı boykot çağrısının yapıldığı mesajın kaynak koduna bakınca çıkıyordu meydana. Mesaj Amerikan yazılım devi Microsoft'un işletim sisteminde, yine aynı Amerikan firmasının Outlook yazılımıyla yazılmış ve gönderilmişti. Amerikan mallarına boykot çağrısı yapan kişi bu çağrıyı çok büyük bir olasılıkla Amerikan malı parçalardan oluşan bir bilgisayarda yazmış, yine Amerikan icadı İnternet'i kullanarak göndermişti... Te git ordan densiz, ben sana boykot!
Yazının Devamını Oku