Yurtsan Atakan

İnternet Komedi Kurulu

20 Temmuz 2003
Şimdi bir girişimci olduğunuzu ve şirket açacak olduğunuzu farz edin. Fark etmez bakkal dükkanı bile olur. Diyelim dükkanı açmak için yeni kurulmakta olan bir mahalleyi seçtiniz. Ama mahalle size yabancı, bu yüzden mahalleyi tanıyan birilerinin görüşlerine ihtiyacınız var. Sorup soruşturuyorsunuz, mahallede <B>Baba Himmet</B> diye birinin oturduğunu öğreniyorsunuz. Dediklerine göre Baba Himmet mahallenin en eskilerindenmiş. Buradaki evlerin sayısı beşi geçmezken, o evlerden birinde de o otururmuş. Mahallenin gelişip büyümesinde önemli rolü varmış. Köyündeki hısım, akrabasını şehre göç etmeye ikna edip mahalleye davet etmiş. Onlar da gelmiş, her biri bir arsa kapıp üzerine gecekondu dikmiş. O yüzden diyorlar bu mahalleyi en iyi Baba Himmet bilir, sen hele ona bir danış...

Baba Himmet'i bulup, derdinizi açıyorsunuz. ''Burada bir bakkal dükkanı açacağım. Bana danışman olur musun, danışacağım başkalarını da bulur musun? Ücret ödeyemem ama size Mahalle Yüksek Kurulu diye bir ad takarım, mahallede havanızdan geçilmez''.

Baba Himmet hemen tamam diyor. Topluyor mahalledeki ahbap çavuşlarını kuruyor Mahalle Yüksek Kurulu'nu. Soruyorsunuz bakkalı hangi sokakta açayım diye, gösteriyorlar size bir sokak. Soruyorsunuz bu mahalle daha çok büyür mü, eve servis hizmeti kurayım mı diye, diyorlar yok ağam büyümez Himmet Baba'nın neredeyse tüm köyü buraya göçtü.

Açıyorsunuz dükkanı, bir bakıyorsunuz ki size tavsiye ettikleri sokak işlek bir sokak işlek olmasına ama sadece yazın. Biraz çukurda kaldığından karda yağmurda kullananı yok. Her yağmurda dükkanı sel basması ise cabası. Sonra farkına varıyorsunuz ki, öylesine Mahalle Yüksek Kurulu diye adlandırdığınız güruh farklı işlere de kalkışmış. Mahalle çevresindeki Hazine arsalarını ona buna satan emlak tellallarına bir takım evraklar hazırlamaya, sözüm ona kurallar koymaya başlamış.

İş bununla kalsa iyi. Büyümez dedikleri mahalle öyle bir göç alıyor, öyle bir büyüyor ki hazırlıksız yakalandığınızdan açılan yeni bakkallarla rekabet edemez duruma düşüyorsunuz. Onlar motosikletle evlere jet servis yaparken, sizin tabanı açık çırağınız ancak birkaç eve yetişebiliyor.

Ne yaparsınız. Sizi bilmem ama benzer bir durumda Ulaştırma Bakanlığı'nın ne yaptığı ortada. Gelelim o hikayeye...

Dönemin Ulaştırma Bakanı Necdet Menzir, 1998 yılında iyi niyetli bir girişimle İnternet Üst Kurulu isimli (havaya giren kurul üyelerine sadece bir danışma kurulu olduklarını hatırlatmak için ismi sonradan İnternet Kurulu olarak değiştirildi) bir danışma kurulu kurmuştu. Ana amacı çok kötü bir tasarıma sahip olan dönemin İnternet altyapısı TURNET'in cenazesini kaldırmak ve yerine doğru tasarlanmış bir İnternet altyapısı kurulması için bakanlığa danışmanlık vermekti. TURNET gömüldü yerine TT-Net kuruldu. Ve Cezayir Depremi'nin ardından yaşanan İnternet skandalında görüldü ki TT-Net'in tasarımı da tam bir rezaletmiş.

İnternet Kurulu baş sorumlusu olduğu bu skandalın ardından bir bildiri yayınlayarak zeytinyağı gibi üste çıkmaya çalıştı. Hiyerarşik olarak bağlı olduğu Ulaştırma Bakanlığı'na posta koyan, göreve çağıran bir bildiriydi bu. Adama sorarlar... Varoluş nedenin, bağlı olduğun bakanlığa danışmanlık yapmak. Ana kuruluş amacın TT-Net'in düzgün tasarlanmasını sağlamak. Beş yıldır görevdesin. TT-Net'in nasıl kurulması gerektiğini bunca yıldır anlatmadın da, skandal patlayınca mı aklına geldi? Yok eğer gerekli fikirleri verdim ama Ulaştırma Bakanlığı kulak asmadı diyecek olursan, seni dinlemeyen bakanlığın altına sürdüğü koltuğa bunca yıldır neden yapışıyorsun, neden istifa etmiyorsun?

Şimdi bu kurul, profesyonel bir ekibin eşliğinde toplanıp yeniden yapılanmanın (Türkçesi bakanlık tarafından şutlanmadan yeni mazeretler bulmanın) arayışına girmişler. Arama konferansında kendi güçlü ve zayıf yanlarını belirlemişler. Gelin güvey raporu tam bir komedi ama beni asıl şu nokta koparttı: İnternet Kurulu'nun güçlü yanları değişime açık olması ve prestiji olmasıymış.

Beş yıldır dişe dokunur tek bir faaliyette bulunamamak ve buna rağmen koltuğa yapışmanın adı; ''değişime açık olmak ve prestijli olmak''sa doğrudur, ne diyeyim?

Son olarak notu: İnternet Kurulu Başkanı Mustafa Akgül, ''İnternet kurulunun başarısı ya da başarısızlığı, Türkiye İnternet sektörünün başarı veya başarısızlığı olacaktır'' buyurmuş. Bu cümledeki gözdağından şirketler korksun, beni ilgilendirmez. Ama Sayın Akgül hakkımda ''İnternet Kurulu'na üye yapılmadığı için bizi eleştiriyor'' yalanlarını bu kez olsun savurmasın, bana yeter. Kendi de çok iyi biliyor ki, dönemin müsteşarı bana da üyelik teklif etmiş, gazeteci kimliğimden dolayı ben kabul etmemiştim.

Yiğidin hakkını ver notu: Mustafa Akgül'ün İnternet'in Türkiye'deki gelişimine katkısını inkar ettiğim sanılmasın. Sayın Akgül'ün İnternet'in Türkiye'deki gelişiminde oynadığı öncü rolü her fırsatta, adı geçtiği her yazımda belirttim, belirtmeye de devam edeceğim.

Hayatım bilgiyi açar mısın

Las Vegas'ta yapılan CA World konferansında sektörün yeni gözdesi ''anında bilgiişlem'' kavramının hayata geçmesini kolaylaştıracak ''Sonar'' kod adlı yazılım çözümü tanıtıldı. Mobil teknolojiler, Linux ve Web Servisleri ise konferansın diğer gözde kavramlarıydı.

Karşılığını ödeyebilecek güçte olduğumuzda bazı şeyler hayatımızda ne kadar kolaydır değil mi? Basarız bir düğmeye odamız aydınlanır. Çeviririz bir düğmeyi ocağımız yanar. Bükeriz musluğun kulağını suyumuz akar. Dokunuruz birkaç tuşa konuşuruz telefonla. Santrallar, barajlar, kablolar, borular umrumuzda değildir. Ay sonunda gelen faturayı öderiz, olur biter.

İşte şimdi bilişim dünyası da bir süredir benzer bir kullanım biçimini yaygınlaştırmaya çalışıyor. Daha çok şirketleri hedef alan bu kullanım biçiminde bilgi işlem gücü ve kapasitesi kullanıma göre faturalanan bir hizmet olarak sunuluyor. Yani şirketler dev bilgisayarlara, sunuculara, veritabanı yazılımlarına yatırım yapmak ve sonradan bir de bunların işletme ve bakım maliyetleriyle uğraşmaktansa tüm bu hizmetleri ağ üzerinden ihtiyaç duydukça karşılayabiliyorlar. Bilgiişlem gücü ve kapasitesi böylece tıpkı elektrik, su, telefon gibi ihtiyaç duyulduğu anda kullanılabilen ve kullanım kapasitesine göre faturalandırılabilen bir kaynak haline gelmiş oluyor.

''Anında bilgiişlem'' isimli bu modelin uygulamaya konulup, hayata geçirilebilmesindeki en büyük sorun farklı platformların bir arada sorunsuz kullanılabilmesi, tek bir merkezden sorunsuzca faturalanabilmesi ve merkezi güvenlik gibi karmaşık sistemlerin yönetimiyle ilgili konularda ortaya çıkıyor. Çünkü modelin etkin olabilmesi için farklı donanım, yazılım ve işletim sistemlerinin aynı anda hizmet vermesi gerekiyor. Üstelik farklı yapılardaki tüm bu kaynakların uyum içinde yönetilmesi, üzerlerindeki iş yüklerinin dengelenmesi, beklenmedik durumlar için yedeklenmesi de gerekiyor. Computer Associates'in (CA) ''Sonar'' kod adlı teknolojisi bu sorunlara pratik çözümler getiriyor.

''Anında Bilgiişlem'' kavramını teoriden pratiğe geçirecek bir yazılım çözümü olan Sonar, Las Vegas'ta 15 bin kişinin katılımıyla gerçekleştirilen CA World konferansında duyuruldu.

CA Başkanı Sanjay Kumar, ''Anında bilgiişlem temelinde bir yönetim meselesidir. Donanımla, işletim sistemiyle ya da uygulama yazılımlarıyla ilgili değildir. Önemli olan tüm bu farklı bileşenleri uyum içinde çalıştırmaktır'', diyor.

İş dünyasının gerçeklerine bakıldığında, Kumar'a hak vermemek elde değil. Şirketler farklı işler için farklı uygulamalara ihtiyaç duyabiliyorlar. Bu uygulamalar da farklı işletim sistemleri ve farklı donanımların kullanılmasını gerektirebiliyorlar. Bu yüzden ''anında bilgiişlem'' servisi verecek firmaların çok farklı donanımlar ve çok farklı işletim sistemleri üzerinde koşan çok farklı uygulama yazılımlarını uyum içinde sunması gerekiyor. Sonar teknolojisi farklı işletim sistemleri ve donanımlar üzerinde adeta bir NATO Başkomutanı gibi çalışıp lojistik, strateji, sevkiyat, güvenlik, depolama gibi işlemlerin uyum içinde koordinasyonunu sağlıyor.

Kissinger'dan soğuk duş

Las Vegas'ta gerçekleşen CA World toplantısının onur konuşmacısı ABD'nin eski Dışişleri Bakanı Dr. Henry Kissinger'dı. Farklı platformların birbirleriyle uyum içinde kullanılmasını sağlayan yazılımları ile ünlü CA için arabulucu kişiliğiyle tanınan Kissinger ilk bakışta çok uygun bir isim gibi görünüyordu. Kissinger sahneye 10 bin kişilik salonun neredeyse tamamının ayakta alkışıyla geldi. Ancak konuşmasına başladıktan bir süre sonra izleyicilerden en azından bazıları, beklemedikleri bir soğuk duşla karşılaştılar. Barıştırıcı Kissinger gitmiş, yerine ABD dışındaki ülkeleri küçümseyen bir başkası gelmişti sanki. Uzakdoğuluları küçük gördü, Ortadoğuluları aşağıladı, Afrikalıları yerin dibine soktu. Toplantının uluslararası bir toplantı olduğu, izleyicilerin sadece ABD'lilerden oluşmadığı ya kendisine söylenmemişti ya da hazretin umrunda değildi. Üstüne üstlük bilgi teknolojilerine ve servis sektörüne bakışı da çağ dışıydı. Kısacası geçen yüzyılın devlet adamı, yüzü geleceğe dönük CA gibi bir şirketin konferansına hiç yakışmadı.

Duy işit inanma

Çarşamba günü neredeyse tüm gazetelerde bir haber vardı. Çalınan cep telefonu 'çalıntıyım' diyecekmiş. Ankara Cumhuriyet Savcılığı, ceptel hırsızlığıyla mücadele amacıyla yeni bir uygulama başlatmış. Ceptelini çaldıran kişi suç duyurusunda bulunduğunda, GSM firmaları 'IMEI' numarası kanalıyla çalıntı telefonun ekranına kullanıcı tarafından silinemeyen ''Bu mal çalıntıdır'' yazısı gönderecekmiş. Güzel bir uygulama. Ama gönül savcılıkların kim tarafından kullanıldığı tespit edilen çalıntı telefonları bulmak ve bu telefonları kullananları mahkemeye sevk etmekte de hızlı davranmasını arzuluyor. Geçen ekim ayında evimize hırsız girdi. Pek çok şeyin yanı sıra cep telefonumu da çaldı. Suç duyurusunda bulunup IMEI numarasını bildirdim. Telefonu kullanan kişi çok geçmeden saptandı. İstanbul Cumhuriyet savcısının bana aktardığına göre bir avukatmış. Ama her nedense aradan yaklaşık bir yıl geçmesine rağmen ne çalınan telefonumdan haber var, ne de çalıntı telefonu kullanan kişiden. O kişi evime giren hırsız bile olabilir. Ama nedense yakalanmıyor. Ankara Cumhuriyet Savcılığı güzel bir uygulama başlatmış, İstanbul Cumhuriyet Savcılığı da takipte başarılı olsa bari...

Algida eksik kalsın

Geçen haftaki yazımın sonunda ''Algida eksik kalmasın notu'' diye yazıp gerisini eksik bırakmıştım. Bu hafta ''Algida eksik kalsın'' diyip tamamlıyorum. Algida gerçekten eksik kalsın çünkü günahı yok. O sadece Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından hazırlanan tanıtım filminin yabancı kanallarda gösterilmesini finanse ederek Türkiye'nin tanıtımına katkıda bulunuyor. Asıl kusur bakanlıkta... Sen kalk çuval dolusu para döküp bir tanıtım filmi hazırlat sonra o filmde Türkiye'nin tanıtımını yapan bir İnternet sitesinin adresini kullanma. Paralar bu çağda işte böyle boşa akıtılır. Diyeceksiniz ki bakanlığın Türkiye'yi tanıtan doğru düzgün bir sitesi yok ki, reklam filminde adresini kullansın. Olsun kardeşim. Düzgün bir turizm portali yapamıyorlarsa, o makamı boşuna işgal etmesinler...

kultur.gov.tr
Yazının Devamını Oku

Renksiz hayata elveda

13 Temmuz 2003
Siemens Mobile'ın Moskova'da tanıttığı üç yeni modelden ikisi, renkli ekranlı ceptellerin fiyatlarında yaşanacak düşüş trendinin ilk habercileriydi. MC60 modeli dahili kameraya sahip ilk ekonomik cep telefonu olarak sükse yaptı. Moskova'da yapılan uluslararası basın toplantısında Siemens Mobile, yılın ikinci yarısında piyasaya çıkacak üç yeni modelini tanıttı. Orta ve Doğu Avrupa'da cep telefonu pazarıyla ilgili araştırma bilgilerinin de verildiği toplantılarda benim ilgim her zaman olduğu gibi endüstri ve pazar eğilimlerine kaydı.

Bu tip toplantılarda tanıtılan ürünlerin özellikleri, tanıtım sırasındaki vurgular, tanıtımın yapıldığı şehir, tanıtımlarda kullanılan pazar araştırma verileri önemli ipuçları veriyor. Siemens Mobile'ın Moskova'da gerçekleştirdiği uluslararası basın toplantısı da gösterdi ki, Siemens zaten çok güçlü olduğu Orta ve Doğu Avrupa pazarındaki hızlı büyüme potansiyelini çok iyi değerlendirmek istiyor. Çünkü Batılı ülkelerin çoğunda ceptel pazarı şu an için büyük ölçüde doymuş durumda. Yapılan araştırmalardan elde edilen veriler Orta ve Doğu Avrupa ceptel pazarındaki potansiyel kullanıcıların en çok fiyata duyarlı olduğunu gösteriyor. Dolayısıyla Siemens Mobile bu kullanıcılara, olabildiğince çok teknolojik özelliği olabildiğince makul fiyatlarla sunacak modeller sunmaya çalışıyor. Moskova'da tanıtımı yapılan üç ürün de, bu arz ve talep beklentilerini karşılayacak özelliklere sahipti.

Giriş seviyesi, çok ekonomik bir model olan A52, yakında tümü renkli ekranlı olacak cep telefonu pazarında, siyah beyaz ekran döneminin belki de en gelişkin örneği olarak anılacak. Piyasaya çok uygun fiyatlarla sunulması beklenen A52, uygun fiyatına göre gelişkin özelliklere sahip. Gelişkin Mesaj Servisi ile grafik, ses ve animasyonlu mesaj gönderip alabilen Siemens A52 polifonik zil seslerini de destekliyor.

C60 ise renkli ekranı çok uygun fiyatlarla sunmayı hedefleyen orta seviye bir model. Multimedye Mesaj gönderip alabilen C60'a harici flaşlı kamera da takılabiliyor. Bu özellikleri sayesinde C60'la fotoğraf çekip, bu fotoğrafa ses ve yazı ekleyerek cep kartpostalı olarak göndermek mümkün.

Yeni üç model arasında en çok etkilendiğim MC60 oldu. Piyasadaki belli başlı tüm ceptel markalarının dahili fotoğraf makineli birkaç modeli var. Hepsi de birbirinden üstün özelliklere sahip ve çok güzel modeller. Ancak bu gelişkin cepteller bugüne kadar hep en üst fiyat seviyelerinden satılıyorlardı. MC60'ın özelliği makul fiyatla satılacak ilk dahili fotoğraf makineli cep telefonu olması. MC60 bu ayırt edici özelliğinin yanı sıra üç bant, GPRS ve Java desteğine de sahip.


Alaturka Cola Turka postmodern Çelik


Alem ülkeyiz vesselám.

Damdan düşme başbakan olmadığını düşüneni mi istersiniz, gazete yazarlığı için koyun gütmüş olmayı kriter sanan kabadayı üsluplu imamları mı?.. Özdemir İnce gibi kalite standardı bir imzaya ''Sizin birikiminiz nedir? backgroundınız nedir?'' diye sorabilecek kadar cahil ve küstah okurlar mı ararsınız, gece kulübü kalıntılarını kendilerini en iyi sosyalist yazar addedecek kadar şımartan okurları mı?

Gel vatandaş geeel! Hepsi burda, bizim ''ulus'' pazarında...

Komedi her yanımızı sarmış, kuşatmış durumda. Bu yüzden de kanıksadık. Olaylardaki çarpıklıkları, tezatları göremez, algılayamaz olduk. İşin kötü yanı mizah duyumuzu kaybettik. Kara mizaha, ince esprilere karşı bağışıklık kazanırken kaba saba durkomlara esir olduk.

Televizyonlarda oynamaya başlayan iki reklamı alın örneğin. Her iki reklam da aynı reklamcının, reklamcılığın dahi ve küskün çocuğu Serdar Erener'in imzasını taşıyor. Biri alaturka Cola Turka, diğeri a la post modern Çelik.

Alaturka Cola Turka reklamında necip Türk milleti ABD'lileri Coca Cola'nın Türk versiyonuyla dize getiriyor. Coca Cola'nın mucidi ABD'liler, devşirme Türk icadı Cola Turka'yı içince üstün kültürümüzün etkisine girip Türkleşmeye başlıyorlar.

A la post modern Çelik reklamında ise necip Türk milletine Japon Honda'nın teknoloji harikası pazarlama robotunun animasyon harikası Türk versiyonu Çelik'le ders verilmeye çalışılıyor. Robot Çelik'in sevimliliğine kurban biz Türklere Arçelik'in yeni pazarlama konsepti ''orbital''in anlamı, kafamıza çaka çaka öğretilmeye çalışılıyor. Reklam serisinin ilk filminin sonunda Çelik, man kafalı bir millet olduğumuzu yüzümüze vurarak ''anlamıyor ya, tın tın'' diyor. Haklı vallahi ne man kafaymışım ki, reklamda o kadar tekrar edilmesine rağmen ''orbital''in anlamını hálá hatırlayamıyorum.

Şimdi sıkı durun, marka yönetimi zurnasının asıl zırt dediği yere geliyorum. Dünyada artık bir marka yaratılırken, en başta İnternet adresinin başkası tarafından tescil ettirilip ettirilmediğine bakılır. Bulunan markanın İnternet adresi eğer başkası tarafından tescil ettirilmişse ya üstüne bir bardak su içilip başka marka aranır ya da markanın iletişimi yapılmadan önce adres sahibiyle pazarlığa oturulur. İşte bizim alaturka ve a la post modern marka yönetimimiz burada zırt etmiş. Cola Turka ve Orbital'in İnternet adresleri başkaları üzerine kayıtlı. Sen önce ''orbital'' gibi kimsenin anlamayacağı özenti bir kelime seç, sonra da bunun ne menem bir şey olduğunu anlatabilmek için aklımıza hakaret et. Ve seçtiğin markanın İnternet adresini kontrol etmeyi akıl etme.

Komedi perde arkasında, biz ekrana gelenine gülüyoruz.

Ders notu: İnternet bacağı olmayan bir lansman kampanyası eksik bir kampanyadır. Eğer bir lansman yapacaksan, markanın İnternet sitesini de lansmana yetiştireceksin ve bu sitenin reklamını yapmak için başka sitelere de reklam vereceksin. Sitenin adresini televizyon, basın ve radyo reklamlarında da kullanacaksın. Yok pazarlama anlayışın geçen yüzyılda kaldıysa onu bilemem.

Yiğidin hakkını ver notu: Reklamlarının yarattığı merakla ilk market ziyaretimde Cola Turka da aldım. Evde buz gibi soğutup, eşim Lale ile birlikte ızgara balık yanında denedik. İkimiz de çok beğendik. Yani reklam amacına ulaşmış ürünü bize denetmişti. Amaca ulaşmak için her yol mubahsa, bu reklam da ilk amacına ulaşmak açısından başarılıydı sonuçta. Tabii bu kişisel deneyimim araştırmalardan elde edilecek ölçümleme verileriyle genel için de doğrulanıyorsa... Ama reklamda kullanılan iletişim konseptinin doğru olup olmadığı zaman içinde belli olacak. Ürün de çok güzel olduğuna göre, seçilen konseptin gerçek hedefi vurup vuramadığı Cola Turka'nın pazarda kendine sürekliliği olan bir pay edinebilmesi ya da edinememesiyle anlaşılacak.

Algida eksik kalmasın notu: Algida (Haftaya İnternet Komedi Kurulu)


Yaşam siyah beyaz değildir


Ben Moskova'da cep telefonu pazarıyla ilgili izlenimler edinmeye çalışırken Hürriyetim Haber Yönetmeni arkadaşım Arzu Çakır da Cannes'da bilgisayar yazıcılarındaki yeniliklerin peşine düştü.

Cannes'dan getirdiği ilginç yenilik haberlerinin çoğunu tarihi gelmeden yazılmamak kaydıyla verildikleri için şimdilik aktaramıyoruz. Arzu Çakır'ın diğer izlenimleri şöyle: ''Ofise gitmeden evden çalışan Avrupalıların sayısı giderek artıyor. Yapılan araştırmalara göre 2005 yılında evden çalışanların sayısı 16 milyon olacak. Gözünü bu gruba diken teknoloji üreticileri, çalışmalarının büyük bir bölümünü ev ofiste kullanılabilecek ürünler üzerinde yoğunlaştırıyor.

Teknolojisini bu yönde geliştiren Epson Color, Fransa'nın Cannes kentinde yeni ürünlerini tanıttı. Epson, yazıcı, tarayıcı, fotokopi ve dijital fotoğraf makinesinden oluşan yeni ürün serisini sonbaharda satışa çıkaracak.

Epson, evde yazıcıda basılan fotoğraflardan daha iyi sonuç elde edilebilmesi için geliştirdiği mürekkep 'DURABrite ink'in bir devrim yaratacak nitelikte olduğunu belirtti. Epson Color, 'DURABrite ink' yazıcı mürekkebinin evde basılan fotoğrafların kalitesini yükselteceğini açıkladı.

DURABrite mürekkebinin pigment bazlı formülü sayesinde asla bulaşmadığı, zaman içinde uçmadığı, suya ve ozon gazına dayanıklı olduğu belirtiliyor.

'Yaşam sadece siyah&beyaz değildir' sloganıyla hareket eden EpsonColor'un yeni ürünleri 129-449 Euro arasında olacak ve eylül-ekimde tüketiciye ulaşacak.''


Evden çalışma modası


EPSON'un İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya ve İspanya'da yaptırdığı bağımsız araştırmanın sonuçlarına göre;

Fransızlar, daha sağlıklı bir yaşam için evi tercih ediyor. Daha az abur cubur, düzenli egzersiz yapıyorlar.

İtalyanların yüzde 56'sı için evden çalışmanın en cazip tarafı hobilere daha fazla zaman ayırabilmek.

İngilizler, çamaşır yıkamak dahil, diğer kişisel işlerini yapabilmek için evde çalışıyor.

İspanyollar ailesine daha yakın olmak için ev ofisi tercih ediyor.

Almanlar için evden çalışmanın en önemli nedeni net gelirin artması ve tasarruf.


Gündemin not defteri


Cola Turka 9. Cadde’de

mezunusa.com * * *

''İkinci soru şu oluyordu; Yani Türkler bu içeceği Amerikalılara mı satacak? Benim cevabımsa o gün hiç değişmedi; Why not?'' Reklamın hikayesini, bizzat çekimlere katılanlardan birinin, Cahit Oktay'ın kaleminden okumak isterseniz siteye girin, yazarlar bölümüne geçin...


Çelik a la orijinal

world.honda.com/ASIMO/ * * * *

Honda'dan teknoloji şovu: Robot ASIMO.

Massive Attack

www.yahoo.com

Arama kutusuna ''massive attack+hip productions'' yazın. Karşınıza çıkan onlarca sitede yayınlanmış yazıların neden hepsi satırı satırına aynı dersiniz?


Hıncal Uluç'a ev ödevi

history.acusd.edu/gen/recording/notes.html * * *

Gramofonun bulunuş tarihini bir türlü öğretemedik. Zengin'in aklına uyup ısrarla 1877 diye yazıyor. Seveni neyin biri ona yazıp, doğru tarihin '1887' olduğunu öğretse bari...


Pozitif milliyetçilik

www.k-1.com/Orwell/nat.htm * *

Damdan düşen kavramının gerçek anlamını öğrenmek isteyenlere.

Depreme hazır olmak

www.lafd.org/eqindex.htm * * *

Los Angeles İtfaiyesi'nden faydalı bir rehber.
Yazının Devamını Oku

Ya marka ya merro

6 Temmuz 2003
Intel ve e.yaşam tarafından düzenlenen ‘Bilişimde Markanın Önemi’ seminerinde Intel Avrupa, Ortadoğu ve Afrika Bölgesi Marka ve Kurumsal Pazarlama Grubu Direktörü Arnold Vlas ile bilişimde marka olmanın önemi üzerine konuştuk. Sorumluluk alanında 50 ülkenin bulunduğu Vlas, aynı zamanda hemen herkesçe bilinen 'Intel Inside' gibi bir markalaşma başarısının mimarlarından birisi. Vlas, Intel'in ilk reklam filminde logolarına yer vermediklerini ve 2 ay sonra yanlışlarını anlayıp yeni reklam filmi çektiklerini anlattı ve 'Kurum olarak yapılan hatalardan ders çıkarmak son derece önemli. Biz bugünkü tecrübelerimize yaptığımız hatalardan çıkardığımız dersler sonucunda ulaştık.' dedi.

Vlas sorularıma şu yanıtları verdi:

Bahsettiğiniz reklam filmleri Türk televizyonlarında yer almadı. Bunun sebebi nedir?

Kurum stratejisi olarak, kriz döneminde sınırlı kaynaklarımızı başka alanlara aktardık. Sizin de bildiğiniz gibi, ekonomik durgunluk ya da kriz dönemlerinde şirketler giderlerini minimuma indirgemeyi hedeflerler. Kriz döneminde olmasa da geçmişte bu reklam filmlerimizden bazılarını izlemişsinizdir. Yakın gelecekte de bilişim teknolojilerine yön veren bir şirket olarak tüm kampanyalarımızı izlemeye devam edeceksiniz.

Çokuluslu birçok şirket, faaliyet gösterdikleri farklı ülkelerde yerel reklam kampanyaları kullanmayı tercih ederken, bilişim şirketleri genellikle global reklam kampanyaları kullanmayı tercih ediyor. Bunun sebebi nedir?

Bilgisayarlar tüm dünyada herkese aynı duyguları hissettiriyor. Yani bilgisayar, her yerde bilgisayar. Dolayısıyla biz de bu konuda kampanyalar düzenlediğimiz için reklamlarımızda kültür farklılığı öne çıkmıyor. Ayrıca kampanyalarımızda insan öğesinden çok, hız ve performans gibi ürün özelliklerini öne çıkaran reklamları kullanmayı tercih ediyoruz. Yerel kültürlerle markanın bağdaştırılması ise genellikle halkla ilişkiler faaliyetlerinde öne çıkıyor. Bilgisayarların dünyanın her yerinde insana kattığı şeyler aynı.

Yerel ya da global kampanyalar yürütülmesine kim karar veriyor?

Genelde şirketler markalarını konumlandırırken merkezi bir karar alma mekanizması kullanırlar. Bu size bir genelleme gibi gelebilir ama kampanyalar yürürtülürken yerel ekiplerle merkez arasında çatışmalar yaşanabiliyor. Yerel ekipler, kendi yarattıkları kampanyaları yürütmeyi tercih ediyorlar. Çünkü markayla aralarında duygusal bir bağ oluşuyor. Ancak önemli olan böyle bir çatışma yaşanmasını önlemek. Zaten esas başarı da merkezle yerel ekibin uyum içinde birlikte hareket etmesinden doğuyor.

Marka konumlandırmadan bahsettiniz.. Kurumsal markanız Intel ile farklı ürünlerinizin örneğin Pentium ya da Centrino gibi markalarını faaliyet gösterdiğiniz değişik ülkelerde nasıl konumlandırıyorsunuz? Ürün markaları mı öne çıkıyor yoksa kurumsal markalar mı?

Intel kurumsal markamız olarak bizim en önemli markamız. Aslında bir marka hiyerarşisinden bahsetmek mümkün. Intel Inside bir ürün ya da bir kurumsal marka pazarlama programı neticesinde yaratılan alt bir marka ve bu programın marka konumlandırmasına yatırım yapmaya devam ediyoruz.

AMD gibi giderek büyüyen rakiplerinize karşı ne gibi stratejiler geliştiriyorsunuz?

Aslında AMD gibi bir rakibimizin olması bizim için oldukça iyi. AMD, deyim yerindeyse bizi her zaman uyanık tutuyor. Üstelik Intel olarak, herhangi bir sektörde tek başına faaliyet gösteren hiçbir şirketin başarıyı yakalayacağını düşünmüyoruz.

İnat et kazan ama kaybedersen ağlama


Bilinen bir örnektir. Damlaya damlaya göl de olur, kaya da oyulur. Kayayı oyan damlanın gücü değil, inadıdır... Yıllarca hep aynı noktayı, bıkmadan usanmadan dövmesidir...

Hıncal Uluç da inatçı yazarlardan. Fikri takibin önemini bilen eski topraktan. Sapına kadar gazete yazarı yani. Ama bazen başka önemli ilkeleri unutunca, kararlılığı kör inada dönüşüyor. Kim 500 Milyar İster'in ezber küpü yarışmacısı Fırat Zengin'e haksızlık yapıldığı kanaatine düşmüş ve bu inancını yazmıştı. Sayfa komşusu Emre Aköz de dahil olmak üzere pekçok yazarın, aynı konu hakkında çok daha tutarlı fikirler yazacakları tuttu. Hıncal Uluç hemen e.posta kutusuna düşen bir mesaja sarıldı. Yarışmada sorulan soru, sözde yanlış hazırlanmıştı. Soru şöyleydi; ''Amerika Başkanı Rutherford 1877'de, 'bu çok şaşırtıcı bir icat ama bunu kim, niye kulansın ki' sözünü hangi icat için söylemiştir?'' Cevap seçenekleri ise gramofon, televizyon, düdüklü tencere ve telefon olarak sıralanıyordu.

İşte Hıncal Uluç, kendisine gönderilen e.posta mesajından yola çıkarak B. Hayes sitesine girdiğini ve orada Başkan'ın bu sözleri 1876'da söylediğinin yazılı olduğunu söylüyordu. Hıncal Uluç'a göre soruda 1876 yerine 1877 denilmesi yarışmacıyı yanıltmıştı. Çünkü yarışmacı ''telefon 1876'da, gramofon 1877'de icat edilmişti'' diye fikir yürütmüştü. Yani soruda 1876 denilseymiş, 1877'de bulunduğunu sandığı gramofonu da eleyip doğru cevabı kolayca bulabilecekmiş.

Ama ne yazık ki Fırat Zengin gibi Hıncal Uluç da dersini yeterince çalışmamış. İnternet'e girip doğru düzgün bir araştırma yapsa (ya da en azından basını takip edip, geçen haftaki yazımı okusa) gramofonun 1877'de değil 1887-88 yılında icat edildiğini öğrenebilecekti. Ve Fırat Zengin'in, soruda ister 1876 ister 1877 tarihi kullanılmış olsun, gramofonun icat edildiği tarihi doğru biliyor olsa cevabı da kolaylıkla bulabileceğini anlayacaktı. Kaldı ki biraz daha araştırma yapsa Rutherford'un bu sözü söylediği yılla ilgili farklı kaynaklar arasında bir konsensus olmadığını, sözün söylendiği tarihin kimi kaynaklarca 1876, kimi kaynaklarca ise 1877 olarak kayda geçirildiğini tespit edebilecekti.

Zengin inadı


Fırat Zengin'e 125 milyar kazandıran tutumu gösterdiği kararlılıktı. Kazandığı 125 milyarın 109 milyarını kaybettiren tutumu ise inatçılık. Kararlılık böyle bir şey işte. Bilgi ve akla dayandığı sürece kazandırıyor. Bu ikisinden biri ya da her ikisi eksik olduğunda ise kör bir inada dönüşüp, sahibine zarar veren bir tutum olabiliyor.

Yarışmadaki kritik sorunun içeriği de ironik bir şekilde kararlılıkla ilgili. Graham Bell, ABD Başkanı'nın bile burun kıvırdığı icadını kararlılığı sayesinde geliştirip insanlığın hizmetine sunuyor.

İroni bununla da kalmıyor. Fırat Zengin, daha önce boş yere kullandığı telefonla joker hakkını, bu soruya saklamış olsa belki de doğru cevabı bulmasını sağlayacak yardımı alacak. Kendisine 109 milyar kaybettiren 'telefon' böylece 250 milyar kazandırmış olacak. Ah şu telefon, ah! Ne kadar ilginç bir icat ama kim onu 500 milyar istemek için kullanır ki?

Ve işte alın size son bir ironi daha. Rutherford, kimi kaynaklara göre 1876'da, kimi kaynaklara göre ise 1877'de telefon için bunları söylemiş ama Beyaz Saray'a telefon bağlatan ilk ABD Başkanı kim olmuş dersiniz? Bildiniz; Rutherford Birchard Hayes'ten başkası değil. Telefon Beyaz Saray'a 1879 yılında bağlanmış. Ve daha birkaç yıl önce ''bunu kim, niye kullanır ki'' diyen Rutherford, 1880 yılına gelindiğinde telefon sahibi olan her bin ABD'liden biri arasına girmiş olmuş.

İlk kişisel İnternet tarayıcısı e-kolay'dan


Piyasaya geç girmesine rağmen çok büyük bir hızla markalaşma başarısını gösteren e-kolay, adına yaraşır bir şekilde İnternet kullanımını kolaylaştırmaya yönelik sürekli bir başka yeniliğe imza atıyor.

İşte bu kolaylıklardan en yenisi kişiselleştirilebilir Türkçe İnternet tarayıcısı. MS IE teknolojisi taban alınarak geliştirilen e-kolay tarayıcısı e-kolay'ın zengin içeriğine en kolay ve en verimli bir şekilde erişmeyi mümkün kılmasının yanı sıra, İnternet'teki diğer siteleri gezmek için de ideal bir araç vazifesi görüyor.

Yeni tarayıcıyı bir haftadır test ediyorum. Hoşuma en çok giden özellikleri kolay kurulumu, şık görünümü ve kısa yol tuşları oldu. Hem evden modemle, hem de işyerinde yerel ağ üzerinden kulanılabilmesi bir başka hoş özellik. Kullanıcılara kendi ilgi alanlarına göre kişisel anasayfa yaratmaya yarayan ''My e-kolay'' seçeneğini de adına rağmen çok beğendim. Bu özelik sayesinde kullanıcılar haber, spor, kadın, sağlık, finans, araba, sinema, gezi ve TV rehberi kanallarını diledikleri gibi kişiselleştiriyor ve böylece sayfa açıldığında öncelikle kendi ilgi alanlarına giren konuları görüyorlar. Yeni tarayıcının sağladığı en büyük kolaylık ise e.posta filtresi kuşkusuz. Bu özellik kullanıcıya, istemediği mesajları önceden filtreleme olanağı tanıyor.

Disk sabit hız uçuyor


Seagate'in Momentus isimli yeni sabit diski taşınır bilgisayarlar için 5400-rpm performansını, 4200-rpm enerji tüketimine düşüren ilk sürücü oldu. Bugüne kadar taşınırlarda daha süratli bir sabit disk kullanmak pratik değildi çünkü pilin çabuk bitmesine yol açıyordu. Momentus 5400-rpm dönüş hızı ekonomik enerji tüketimiyle sunarak taşınır bilgisayarlara performans artışı sağlıyor.

Microsoft Türkiye 10 yaşında


Microsoft Türkiye kuruluşunun 10. yılını çeşitli etkinliklerle kutluyor. Fotoğrafta yer alanlar Microsoft Türkiye'nin 10 yıl önceki kurucuları. Fotoğraftakilerin isimleri ve bugünkü görevleri şöyle:

Haluk Maga MS Türkiye Genel Müdürü, Emre Berkin MS EMEA Başkan Yardımcısı, Sinan Terek (4 yıl önce ayrıldı), Şeniz Ciritçi MS Türkiye Eğitim Sektörü Satış Md, Çetin Uygun MS Kuzey Afrika Satış & Paz. Grup Md, Murat Özturan MS Türkiye Çözüm Geliştirme Servisleri Md.

Polis Türkçe istiyor


İki hafta önce yayınlanan ''Polise Türkçe bilmeyen bilgisayar'' başlıklı yazımın ardından, yazımda konu ettiğim Trafik Bilgi Sistemi Mobil Uygulamalar Alt Sistemi projesinin mimarlarından Baki Özer ile telefonda sohbet ettik. Baki Özer, Trafik Araştırma Merkezi Müdürü. Bilişim teknolojilerine çok hakim. Tek bir kusuru dışında geçen yazımda da övdüğüm modern altyapıyı kurarken kılı kırk yarmışlar. Ve sonuçta ortaya dünya standartlarında e.devlet uygulaması çıkmış. Sistemin tek kusuru olarak alınan tablet bilgisayarların Türkçe el yazısını tanımamasını eleştirmiştim. Madem Türkçe el yazısı tanımıyor, neden daha ekonomik bir taşınır bilgisayar çözümü seçilmedi diye sormuştum. Baki Özay, tablet bilgisayar seçimini dizüstü bilgisayarlar tarafından karşılanamayacak başka kriterleri de göz önüne alarak yaptıklarını aktardı. Projenin henüz bitmediğini, yeni alımlar da olacağını ve bu alımların şartnamesine Türkçe el yazısı tanıma özelliğinin aranmasını da ekleyeceklerini söyledi. Çok sevindim. Belki bu sayede tablet bilgisayarlar Türkçe’yi tanır.
Yazının Devamını Oku

Bilginin değeri en fazla 16 milyar

29 Haziran 2003
Bilginin artık tek başına para etmediği resmen kanıtlandı. Olsa olsa 16 milyar lira ediyormuş. Hatta fazla bilgi, kullanmasını bilmeyenin mülkiyetinde adamı 109 milyardan bile edebilirmiş. Uğur Mumcu'nun ''Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olma'' eleştirisinin günümüz koşullarında anlamını büyük ölçüde yitirdiğini daha önce yazmıştım. İtiraz eden çok olmuştu. Hafta başında yayınlanan ''Kim 500 Milyar İster'' yarışmasında yaşananlar bu tezimin kanıtıydı.

Önce tezimi hatırlatayım. ''Bilgi'', sahip olunacak bir değer olmaktan hızla çıkıyor. Komünikasyon teknolojilerindeki hızlı ilerleme ve İnternet kullanımının yaygınlaşmasıyla birlikte bilgiye erişmek gitgide daha da kolaylaşıyor. Bugün artık evin odalarının duvarlarındaki raflara istiflenmiş kitaplara ya da beynin milyonlarca ama kısıtlı hücresine depolanan bilgi, İnternet aracılığıyla erişilebilecek bilginin yanında solda sıfır kalıyor. Sahip olunan bilginin yerini, kolayca erişilebilen bilgi alıyor. Artık önemli olan olabildiğince çok bilgiye sahip olmak değil, olabildiğince çok bilgiye erişebilip bu bilgileri işleyebilme yeteneği. Yani bilgileri birleştirip yeni bir bilgi yaratmak, bilgilerden yararlanıp fikir üretmek değerli olan...

Şimdi de yarışmada yaşananlara bir bakalım. Yarışmacı Fırat Zengin 15 milyarlık ödüle hak kazanmıştı. Önünde bir soru; ''Amerika Başkanı Rutherford 1877'de, 'bu çok şaşırtıcı bir icat ama bunu kim, niye kullansın ki' sözünü hangi icat için söylemiştir'' ve dört şık; ''Düdüklü tencere, gramofon, televizyon, telefon'' vardı. Cevap vermeyi seçer ve doğru şıkkı bilirse armağanı 250 milyara çıkacak, yanlış şıkkı söylerse kazandığı 125 milyar 16 milyara düşecekti. Önündeki bir diğer seçenek ise 125 milyarı alıp cevap vermeden yarışmadan çekilmekti.

Soru ve şıklarla ilgili en ufak bir bilgisi olmasa, belki kendisi için en hayırlı yolu bulup hak ettiği 125 milyar ödülle yarışmadan çekilecekti. Ama ne yazık ki çok çalışmış, bir sürü ansiklopedik bilgi ezberlemişti. Sorunun tam cevabını bilmiyordu ama şıklarda sunulan her icadın yılını biliyordu. Rutherford bu sözü 1877'de söylemişti. Düdüklü tencere çok daha eski, televizyon ise çok daha ileri bir tarihte bulunmuştu. Dolayısıyla bu şıklar hemen elenebilirdi. Telefon 1876'da, gramofon ise 1877'de icat edilmişti. Daha doğrusu Fırat Zengin öyle biliyordu. Telefonun icat edildiği tarihi doğru biliyordu ama gramofon aslında 1887-88 yılında bulunmuştu.

Fırat Zengin doğru tarihi biliyor olsaydı cevabı da kolayca bilecekti. Ama bir an için bildiği tarihin doğru olduğunu kabul edelim. Yani gramofon Fırat Zengin'in aklında kaldığı gibi 1877 yılında icat edilmiş olsun.

Bu durumda doğru cevabı bulabilmesi için Fırat Zengin'in önünde hálá bir yol vardı. Akıl yürüterek, sahip olduğu bilgileri işlemden geçirerek doğru yanıta varabilmesi olasıydı. Zaten yanlış şıklardan ikisini, nispeten basit bir akıl yürütmeyle elemişti. Yarışmanın sunucusu Kenan Işık da fazlasıyla yardımcı oluyor ve doğru bir akıl yürütme için gerekli ipuçlarını cömertçe veriyordu. Ama yarışmacının biraz işlem, biraz analitik düşünce, biraz da Türkçe kavrama gücü 125'ten 250 milyara sıçraması için yetmedi. Sahip olduğu bilgileri yeni bir bilgi yaratmak için doğru şekilde kullanamadı. Yanlış şıkkı seçip elindeki 125 milyarın 109 milyarından da olarak yarışmadan ayrıldı. Bilgi sahibi olmanın değil, bilgileri birleştirip yeni bilgi yaratmanın daha değerli olduğunu kendi üslubuyla kanıtladı.

Not: Türk Telekom'a göre İnternet'teki sorun çözüldü. Cezayir depreminde kopan hattın tamirinin bitmesi ve hizmete açılan yeni hatla 'teorik' olarak iki katına çıkan yurtdışı çıkış kapasitesiyle, sorun çözülmüş oldu. Eğer gerçekten böyle düşünüyorlarsa, son skandalın nedeni zihniyet hálá değişmemiş demektir. Bu arada İnternet skandalı ile ilgili sorularıma ne Ulaştırma Bakanlığı'ndan ne de Türk Telekom'dan hálá cevap alabilmiş değilim. Suskun kalmakla, bu işin peşini bırakmamı sağlayacaklarına inanıyorlarsa yanılıyorlar. TT ve Ulaştırma Bakanlığı bu skandalın bir daha yaşanmaması için neler yapmayı düşünüyorlar? Ulaştırma Bakanlığı, TT-Net'in yanlış mimarisine bunca yıldır dikkat çekmeyen, işe yaramaz danışma organı İnternet Kurulu hakkında ne yapmayı planlıyor?


İnternet ölçüm cihazı


Reklam eleştirmeni Ali Atıf Bir geçen haftaki yazısında ''İnternet konusunda fütüristler yanıldı'', diyor ve kendi teşhisini koyuveriyordu: ''İnternet çok önemli bir rol üstlendi ve farklı bir medya oldu ama en önemli medya olamadı. En önemli reklam ortamı ise hiç olamadı.''

Evet İnternet ne en önemli medya oldu, ne de reklam ortamı, doğru... Ama bu durum tespitinden yola çıkıp, İnternet konusunda fütüristler yanıldı demenin ne yeri, ne de zamanı. İnternet önemli bir medya aracı ve reklam ortamı olma yolunda emin adımlarla ilerliyor. Ama İnternet bir medya aracı ve reklam ortamı olma yolunun henüz çok başında. Dolayısıyla İnternet en önemli medya ve en önemli reklam ortamı olamadı demek, İstanbul-New York seferini yapan uçak Atatürk havalimanı pistinden tekerleklerini keser kesmez, ''Bak gördün mü New York'a inemedik'' demek kadar abes.

Şimdi gelelim İnternet sitelerini ölçümleme sorununa. Aslında diğer tüm medya araçları arasında İnternet, ölçümlemesi en kolay yapılabileni. Geçen akşam BNet Genel Müdürü Hakan Akan ve Medya Click Yönetim Kurulu Üyesi Timuçin Bilgör ile bir yemekteydim. BNet sunucularında Türkiye'deki Küçük ve Orta Büyüklükteki İnternet Siteleri'nin (Ben bunları KOBİS olarak adlandırıyorum) oldukça büyük bir kısmı barındırılıyor. BNet toplamda büyük bir trafik yaratan bu sitelerin, reklam pastasından gelir elde edebilmesi için bir modeli devreye sokmuş. İnternet Reklam Platformu (IRP) adını verdiği bu modelle KOBİS'leri ziyaretçi profiline göre kategorilere ayırarak reklamverenin doğrudan hedef kitlesine ulaşmasına aracılık ediyor. Tarafsız bir ölçümleme uygulayarak reklamın doğru hedefe, en etkili mesajla ulaşmasını sağlamayı amaçlıyorlar.

BNet'in bu akılcı girişimi uygulanabilecek doğru ölçümleme metotlarından yalnızca biri. Diğer metotlar arasında reklamverenin kendi reklamının etkinliğini kendi başına, çok büyük bir kolaylıkla, ekstra hiçbir harcamaya girmeksizin yapabilmesini sağlayacak yöntemler de mevcut.

İnternet reklamcılığının Türkiye'deki asıl sorunu bambaşka. İnternet reklamının asıl amacı reklam verilen sitenin kullanıcısını reklama tıklatıp kendi sitesine çekmek ve pazarlama hedefine kendi sitesindeki içerikle ulaşmaktır. İşte asıl sorun da burada. Çünkü Türkiye'deki şirketlerin büyük bir bölümünün kendi doğru düzgün sitesi yok ki, İnternet reklamına ihtiyaç duysun. Her hafta bir şirketin yeni açılan sitesini tanıtan onlarca basın bülteni alıyorum. Ve bu siteleri bu sayfada tanıtmaya kalksam, yerden yere vurmadan tanıtabileceğim site kırk yılda bir çıkıyor. İnternet'te yayınlanan reklamlara bakıyorum, neredeyse tamamı içler acısı. Asıl sorun reklamverenlere ve reklamcılara musallat olan bu İnternet cahilliğinde yatıyor...


Bilişim ve marka


Dünyanın en iyi 10 markası arasında gösterilen ''Intel'' ve henüz sadece sekiz aydır yayınlanmasına rağmen bilişim eki dendiğinde akla gelen tek marka olan ''Hürriyet e.yaşam'', ortak bir seminere imza atıyor. Yarın Çırağan Sarayı'nda saat 16.00'da başlayacak seminerin konusu ''Bilişimde Markanın Önemi''... Intel Avrupa, Ortadoğu ve Afrika Kurumsal Pazarlama Direktörü Arnold Vlas'ın konuk olacağı seminer, Türk bilişim sektörünün en büyük sorunlarından biri olan global ölçekte marka yaratma konusunda, bu yolda çaba sarf eden sektör profesyonellerine ışık tutmayı amaçlıyor. Intel Inside programı ile 10 yaşına basan Pentium markasının başarı hikayesinin de ele alınacağı seminerde, bilişimde markalaşamamanın sakıncaları da tartışmaya açılacak.


Gündemin Not Defteri


Bir şişe Petrus

www.wineaccess.com (* * *)

Şarapta yüzyılın mahsülü 1961 yılı damgasını taşıyan bir şişe Petrus'unuz olsun istiyorsanız ve bir şişe şaraba verecek 4.500-6.500 dolarınız varsa sitenin anasayfasından ''1961: Vintage of the Century'' başlığını tıklayın. Bu işin bir de gümrük sorunu olur diyorsanız, Petrus'u uzmanının kaleminden okumakla da yetinebilirsiniz.

En pahalı şarap

www.luxuryweb.com (* *)

Dünyada bir şişe şaraba ödenen en yüksek ücret 105.000 İngiliz sterlini olmuş. Üzerinde ABD'nin üçüncü başkanı Thomas Jefferson'ın imzası da olan 1787 Chateau Lafite, 1985 yılında bu fiyata satılmış. Şişe ABD'de yerel bir müzede dik olarak sergilenince, dünyanın en pahalı sirkesi unvanına da sahip olmayı başarmış.

Prisma

prisma-sds.com (* *)

Pınar Altuğ'un yuvasını yıkmakla suçlanan şey(!)

Gündem dışı

voleybol2003.com (* *)

Pek kimsenin haberi yok ama Türkiye'de bir Avrupa Şampiyonası düzenlenecek.
Yazının Devamını Oku

Asmalı bu konağı kansere çare için

22 Haziran 2003
Tek bir bölümünü seyretmediğim gibi son bölümünü de seyretmedim. Ama seyredenlerden dinledim. <B>Asmalı Konak</B> dizisinin son bölümünde dizinin kadın baş karakteri lenf kanserine yakalanmış . Kocası genç yaşta kansere yakalanan 'bitanesini' kurtarmak için elinden gelen herşeyi yapacağını, aklında hiçbir soru işareti kalmaması için ABD'de şifa arayacağını söylemiş.

Tam beklediğim gibi kıyamet kopuverdi. Sağlık Bakanlığı Kanserle Savaş Dairesi Başkanlığı diziyi RTÜK'e şikayet etti. Ahkam kesmeye meraklı gazete yazarları da geri kalmadı. Neymiş efendim Türkiye'de tıp çok ileriymiş. Kanser tedavisinde en ileri ülkelerden biriymişiz. Doktorlarımız süpermiş, tıp literatürünü yakından takip ediyorlarmış. En son ilaçları dünyayla aynı anda kullanıyormuşuz.

İnternet skandalı

Aslında bu hafta, son birkaç haftadır yaptığım gibi yaşanan son İnternet skandalını yazacak, böylesi büyük bir skandala rağmen Türk Telekom'dan, Ulaştırma Bakanlığı'ndan, Hükümet'ten neden hálá sorularıma bir cevap gelmediğini; Türk Telekom, Ulaştırma Bakanlığı ve İnternet Kurulu'ndan neden hálá tek bir istifa dahi gelmediğini soracaktım. Ama Türkiye için İnternet'ten daha da önemli tek bir konu var o da sağlık. Yine İnternet'ten daha fazla ihmal edilen tek bir konu var, o da sağlık. Bir giden can geri gelmez, bir de Türkiye'nin geleceği için yüz yılda bir çıkan ve kaçırılan fırsatlar. Bu yazıyı yazıp bitirdikten birkaç saat sonra CNN-Türk'te yayınlanan Soru Cevap programında Yavuz Baydar'ın konuğu olacak ve başta son İnternet skandalı olmak üzere İnternet'in Türkiye'deki sorunlarına ilişkin soruları yanıtlıyor olacağım. Bu yüzden İnternetçiler bu seferlik geçen akşam yayınlanan programla ve sayfadaki diğer yazılarımla idare etsin, baş köşemi bu hafta sağlığa ayırıyorum.

Şikayet etme işine bak

Kanserle Savaş Dairesi Başkanı Murat Tuncer, diziyi seyreden tüm lenfoma kanseri hastalarının, 'iyileşmek için New York'a gitmek gerek' gibi yanlış bir kanıya varacaklarını iddia ederek diziyi RTÜK'e şikayet etmiş. Dizideki fırıncının hırsızlık yapmasına isyan eden fırıncılar, taksici rolündeki karakterin pasaklı olmasına kızıp eylem yapan taksiciler gibi bir durum söz konusu yani.

Türkiye'deki her hastanın tedavi için yurtdışına gidebilecek durumu yok tabii ki. Ama kafamızı kuma gömerek, Türkiye'deki sağlık sisteminin içinde bulunduğu durumu görmemezlikten gelerek de hiçbir yere varamayız. Doğru tedavinin uygulanabilmesi için önce doğru teşhisin yapılması gerektiğini herkesten iyi tıpçılar bilir. Bu yüzden önce tomografiyi doğru çekelim:

Türkiye'de her alanda olduğu gibi tıp alanında da dünya çapında isimler, çok iyi doktorlar var. Önce onları tenzih ederim. Ama fotoğrafı doğru çekmek için bu istisnaları genelin dışında tutmak zorundayız.

Bir kere Türkiye'deki doktorların büyük çoğunluğu, karşısındaki hastayı adam yerine koymama eğilimindedir. Herhangi bir devlet hastanesine, sigorta hastanesine girin bakın. Bırakın hastayı aşağılamamayı, azarlamamayı ''sen'' yerine ''siz'' diye hitap eden doktor bulmakta güçlük çekersiniz.

Özel hastanelere gidildiğinde durum biraz düzelir. Hasta en azından ''siz'' olmuştur artık. Ama hepsi o... Karşılarındaki alim-i cihan olsa hastalığını ve tedavi yöntemlerini anlayacak seviyede değildir doktorlara göre. Ne hastalıkla ilgili ne de tedavi yöntemiyle ilgili ayrıntıya girerler. Tedavi seçenekleri sunup, seçimi hastaya bırakmak gibi hasta haklarına saygılı olmaları beklenemez haliyle. Hastaya karşı, hastalığını ondan gizlemek gibi büyük ahlaksızlıklara başvuranları dahi vardır.

Vay haline hastanın

Birbirlerinin uzmanlık alanlarına bile saygısı yoktur çoğunun. Kanser hastaları genellikle kapan doktorun elinde kalır. Örneğin cerrahın eline düşen bir hasta hemen ameliyat edilmeye kalkışılır büyük olasılıkla. Onkoloğa filan göndermek hak getire. Aman belki ameliyattan önce kemoterapi, radyasyon filan önerir, o arada hasta da başka bir cerrah bulur maazallah.

İlaçlarını sigortadan alan hastanın vay haline... Öyle dünyadaki en son ilaçları kullanması filan mümkün değildir. İlaçların Türkiye'de tedavi standardı olarak kabul edilebilmeleri için yurtdışında yıllar süren araştırmalar sonucunda aldıkları lisanslar yetmez, T.C. Sağlık Bakanlığı'nın dünya tıp teknolojilerinden fersah fersah ileri incelemelerinden geçmeleri gerekir.

Çamura yatan özel sağlık sigortalarını, yenilenmeyen poliçeleri, ilaçları hasta yakınlarının eline tutuşturan hemşireleri, ameliyat odalarına musallat olan virüsleri, yoğun bakımsızlık odalarını, istatistiki veri eksikliğini hiç saymıyorum. Bilimsel merakını kaybettiği ya da yabancı dil bilgisi yeterli olmadığı için tıp literatürünü takip etmekten aciz doktorların oranını bilmek dahi istemiyorum.

Ve siz hálá Türkiye tıpta çok ileri diyorsanız ben de size yurtdışında bir muayene öneriyorum... Kanserle Savaş Dairesi Başkanlığı'na da RTÜK'e şikayet gibi boş işlerle uğraşmak yerine, halkı kansere karşı bilinçlendirecek, doktorları eğitecek uygulamalarda bulunmasını tavsiye ederim.


Polise Türkçe bilmeyen bilgisayar


Siemens Business Services Türkiye tarafından gerçekleştirilen, Turkcell'in GPRS altyapısı ile sunulan ve Türkiye'nin ilk mobil e.Devlet uygulaması olan Trafik Bilgi Sistemi Projesi kullanılmaya başlandı.

Trafik Bilgi Sistemi ile otoyollarda trafik denetimi yapan ekiplerle merkez arasındaki sürekli bilgi iletişiminin sağlanması, kaza istatistiklerinin daha sağlıklı ve hızlı biçimde oluşturulması, ayrıca sürücü, araç ve trafik cezası sorgulamasını tablet bilgisayarlar aracılığı ile anında mobil ortamda gerçekleştirilmesi amaçlanıyor.

Gerçekten alkışlanacak çok başarılı bir uygulama ama tek bir konuya takıldım. Bu kadar güzel bir projede neden çok daha ekonomik sıradan dizüstü bilgisayarlar değil de Türkçe anlamayan, ilkel teknoloji Tablet bilgisayarlar kullanılır.

Bilindiği gibi Tablet bilgisayarları, sıradan dizüstü bilgisayarlardan ayıran tek özelliği klavye yerine ekrana yazı yazarak giriş yapılabilmesi. Ancak Tablet bilgisayarların bu özelliği Türkçe söz konusu olunca çalışmıyor. Peki o halde aynı işi görecek çok daha ekonomik bir çözüm varken neden işe yaramaz, pahalı bir teknoloji seçilmiş akıl, sır erdirmek mümkün değil. Yoksa Atatürk'ün harf devrimine ilk muhalefet Türk polisinden mi geliyor?


Java da ayaklandı


Tamam biliyorum bu çok büyük bir haber. Tamam onu da biliyorum, ne TV bültenlerinde gördünüz ne de yabancı kaynaklarda rastladınız. Üstelik gazetenin birinci sayfasından anonslanmamış bile. Ama ne bu Java o bildiğiniz Java, ne de bu ayaklanma o bildiğiniz ayaklanma. Hoş değil Java, İngiltere ayaklansa Türkiye'de kimsenin umrunda olmaz ama bu ayaklanma zaten başka bir ayak.

Java dediğim bir yazılım dili. Ayaklanmadan kastım ise mobil olma ya da moda deyimiyle cebe girme durumu. Yani konumuz teknolojik. Ama hemen küsmeyin, bu haber hepimizin yaşamını etkileyecek yeniliklerle ilgili. Cep telefonları hem ucuzlayacak hem marifetleri artacak desem mesela... Bilgisayarlar da cebe girecek, üstelik cep telefonu biçiminde desem ya da... İşte Java'nın ayaklanması bu gibi sonuçlara gebe.

Java ile uygulama geliştirenleri bir araya getiren Sun JavaOne Konferansı'nın sekizincisi çoğu yıl olduğu gibi bu yıl da San Fransisko'da yapıldı. Bilişim endüstrisinin en önemli etkinliklerinden biri olan ve 1996'da yapılan ilki de dahil olmak üzere büyük bir çoğunluğuna katıldığım JavaOne'ı bu kez de yerinde izleme fırsatı buldum.

Güvenenleri mahcup etmedi

Java ile tanışmam 1995 Cenevre Telekom Konferansı'nda olmuştu. Java hakkında yazdığım heyecan dolu ilk yazılara bilişim medyası ilk başlarda burun kıvırdı. İnternet'e olduğu gibi Java'ya da fazlasıyla temkinli yaklaştılar, hatta çoğunlukla olumsuz eleştirdiler. Bense o günlerde Java'nın cebimize kadar gireceğini iddia ediyordum.

Aradan yıllar geçti ve JavaOne 2003'ün kapanış konuşmasını yapan Sun Başkanı Scott McNealy de, Java'yı ilk kez görücüye çıkartıkları yıllarda bu teknolojiyi fazla abartmakla suçlandıklarını aktardı. Şimdi geriye doğru bakıyorum da dedi McNealy, aslında gerçek gücünü küçümsemişiz bile diyebilirim....

McNealy ilk JavaOne konferansında hedeflerinin masaüstü bilgisayarlar olduğunu itiraf etti. Ancak bunca senenin ardından masaüstü bilgisayarlar Java'nın en zayıf olduğu yer olarak kaldılar. Buna karşılık Java her türlü sunucuda büyük bir hızla yayıldı, sonunda cep telefonlarına kadar girdi ve nihayet masaüstü bilgisayarlarda da güçlenmeye başladı.

Java cephesinde yaşanan bir başka önemli devrim ise Web servisleri alanında oldu. Java geliştiriciler artık işletim sistemlerine değil Web servisleri katmanına yazacaklar. Yani bir kez yaz, her yerde her zaman kullan konsepti artık daha da güçlendi.

JavaOne 2003'e damgasını vuran en önemli konu ise mobil teknolojilerdi. Son yıllarda bilişimin her deliğine burnunu sokan mobilleşme eğilimi Java'da da kendini gösterdi. Mobilleşme JavaOne'da en çok üzerinde durulan konulardan biriydi. Konferans kapsamında yapılan fuarda önde gelen cep telefonu ve mobil cihaz üreticileri Java uyumlu yeni modellerini sergilediler. Mobilleşme konusunda yapılan en önemli duyuru ise Nokia, Motorola, Siemens Mobile ve Sony Ericsson gibi cep telefonu devlerinin ortak Java uyumluluk test merkezi açacaklarını duyurmaları oldu.

Bir başka önemli duyuru ise HP ve Dell'in bundan sonra satacakları tüm bilgisayarlarda Java'yı yüzde yüz destekleyeceklerini açıklamaları oldu. Böylece Java'yı Windows işletim sisteminden çıkartacağını duyuran Microsoft'un engelleme çabalarına büyük bir darbe indirilmiş oldu.


Java cebe girdi


Java uygulamaları 22 farklı cep telefonu ve mobil cihaz üreticisi tarafından geliştirilen 150 farklı modelde kullanılabiliyor.

Dünya çapında 53 cep telefonu operatör Java tabanlı mobil uygulamalar ve servisler sunuyor. 11 operatör ise servise geçmek üzere test çalışmaları sürdürüyor.

Java teknolojisinin kullanıldığı akıllı kartların sayısı 300 milyonu geçti.

Fortune 500 listesindeki dünyanın en büyük şirketlerinin yüzde 100'ü Java kullanıyor.

Yöneticilerin yüzde 78'i Web servisleri için Java'yı en iyi platform olarak görüyorlar.

Üzerinde Java yüklü masaüstü bilgisayarların sayısı 550 milyonu buldu.
Yazının Devamını Oku

En iyi siteler örümceğin ağ’ında

15 Haziran 2003
İkinci Altın Örümcek yarışması ile toplam 20 kategoride İnternet siteleri ödüllendirildi. İnternet'teki Türkçe içeriğin gelişmesine katkıda bulunan başarılı projelerin adını duyurmak ve bilişim sektörüne yapılan yatırımları teşvik etmek amacı ile düzenlenen yarışmada, en iyiler 1382 aday İnternet sitesi arasında seçildi. Halk oylaması ve jüri değerlendirmeleri sonucunda kurumsal ve kişisel İnternet siteleri başlığı altında her kategorinin en iyilerinin belirlendiği yarışmanın ödül töreni İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ali Müfit Gürtuna'nın katılımı ile gerçekleştirildi.


En İyi


Web Sitesi

1. mynet.com

2. ntvmsnbc.com

3. hurriyetim.com.tr

Haber Sitesi

1. ntvmsnbc.com

2. hurriyetim.com.tr

3. radikal.com.tr

Ana Kapı Sitesi

1. mynet.com

2. tnn.net

3. e-kolay.net

Kişisel Site

eksisozluk.com

Yaratıcı Tasarıma Sahip Site

jayaka.com

Fonksiyonel Tasarıma Sahip Site

hazirkod.com

En İyi İçeriğe Sahip Site

gebelik.org

Mansiyon: bilgehanyazici.com


Altın Örümcek Türk Telekom'u sokmadı


Cezayir'de 21 Mayıs'ta meydana gelen deprem sebebiyle, Türkiye yurtdışı İnternet bağlantı kapasitesinin yüzde 85'e yakınını kaybetti. Zaman zaman, basının kendi sıkıntılarını yeteri kadar dile getirmediğinden şikayetçi olan bilişim firmaları ödül töreni sırasında yaşanmakta olan bu sorunu hiç dile getirmedi. Törenin yapıldığı tarihte 20 gündür yurtdışı İnternet bağlantısında sıkıntı çekilmekte olmasına rağmen, tören sırasında buna dikkat çeken ya da protesto eden kişi ya da kurum olmadı.


İnternet 'Oscar'ları ve kişisel fikirlerim


Rekor aday sayısı, yetkin jürisi, saygın sponsorları ve unutulmaz ödül töreni gecesiyle Türkiye'nin İnternet Oscarları olarak anılan Altın Örümcek Web Yarışması'nda dereceye giren Türkiye'nin en iyi İnternet siteleri bu hafta belli oldu. 10 Haziran Salı günü Parkorman'da yapılan tören gecesiyle sahiplerini bulan Altın Örümcek Ödülleri için bu yıl rekor sayıda site aday oldu.

Sponsorluğunu Microsoft ve Doruknet'in üstlendiği yarışmanın jürisinde ben de vardım. Aday sayısında enflasyon yaşanan yarışmada bir şey dikkatimi çekti. Bir yıl içinde açılan yeni site sayısı oldukça azdı. Bu siteler içinde kayda değer bir başarı gösteren site sayısı ise neredeyse hiç yoktu. Geçen senenin başarılı siteleri arasında da, kendini geliştirenlere pek rastlayamadım. Hatta bazılarının kalitesi ilk bakışta görülecek kadar bariz bir şekilde düşmüştü. Umarım kalitede yaşadığımız bu düşüş geçicidir ve jüri olarak seneye çok daha iyi sitelerle karşılaşırız.

Altın Örümcek Web Yarışması'nın jürisi olarak siteleri denetlerken iki kritere özellikle dikkat ettim. Birinci kriterim sitenin İnternet standartlarına uygun olarak tasarlanıp, tasarlanmadığıydı. İkinci kriterim ise sitede lüzumsuz bir kapak sayfasının kullanılıp, kullanılmamasıydı. İnternet standartlarına uymadan hazırlanmış, dolayısıyla Netscape ve Opera gibi tarayıcılarda düzgün görüntülenemeyen sitelerle, lüzumsuz kapak sayfası yapan sitelerin hepsini bir kalemde eledim. İçerik ve servis zenginliğiyle rakiplerine fark atan sitelere, bu iki kritere uymasalar da biraz müsamahalı davrandım ve notlarını büyük ölçüde kırmakla yetindim.

İnternet'i İnternet yapan kullanılan standartlardır. İnternet'te IP protokolünden, HTML diline kadar herşeyin standardı var. Zaten eğer bu standartlar olmasaydı, bugün İnternet diye bir şey olmazdı. Bu yüzden bu standartlara uymayan, sallapati tasarımlara sempatiyle bakmak mümkün değil.

İnternet standardı olmamasına rağmen sitelerde sıkça kullanılan bir başka teknoloji ise Flash ile hazırlanmış sayfalar. Ticari bir yazılım olan ve Web standardı olmadığı için ancak yama yazılımların (plug-in) yardımıyla görüntülenebilen Flash uygulamalara tamamen karşı olduğum düşünülmesin sakın. Bilakis sitenin alt bölümlerinde, hoşluk yaratmak için yerli yerince kullanımını gönülden destekliyorum. Ama Flash tasarımını sitenin ana sayfasında kullanmak, cinayetle eş değer. Fakat maaşallah Türk sitelerinde, özellikle özel şirketlerin kurumsal sitelerinde bu cinayet çok yaygın olarak işlenmeye başladı. Sorumlusu ise tasarımlarını dikte etmeye alışmış reklam ajansı tasarımcıları. Çok farklı ekran boyutlarında, çok farklı donanımlarla görüntülenebilmesi için yapılması gereken esnek tasarım çalışması, bu kolaycı grafikerlerin altından kalkamayacakları bilgi ve beceriler gerektiriyor. Bu yüzden de işin hemen kolayına kaçıp Flash uygulamalara başvuruyorlar.

Son olarak yarışmada dikkatimi çeken bir başka konuya da değinmeden edemeyeceğim. Hurriyetim.com.tr ile hiyerarşik ya da paralel hiçbir ilişkim yok. Hatta bu sitenin bir çok eksiği olduğunu, İnternet yayıncılığı açısından çok daha geliştirilebileceğini de düşünüyorum. Yine de hurriyetim.com.tr'nin, gerek içerik zenginliği, gerek haber güncelleme hızı, gerek tasarımıyla Haber sitesi dalında birinciliği hak eden tartışmasız ve rakipsiz tek site olduğunu düşünüyorum. Bu dalda nethaber.com ve netbul.com'un da dereceye girmiş olmasını arzulardım.

Yarışmada aday gösterilen siteler arasındaki şahsi 10 favorimi de saymak isterim. Bu tamamen şahsi beğeni listemdir, yarışmada dereceye giren sitelerle bir ilgisi yoktur ve alfabetik olarak sıralanmıştır. İşte şahsi TOP 10'um:

arena.com.tr

ekolay.net

hepsiburada.com

hurriyetim.com.tr

internethaber.com

mynet.com

sigortam.net

sonfiyat.com

theottomans.org

turk.net


Evliliklerde son durum


Hewlett-Packard (HP), Mayıs ayının sonunda 300'e yakın bayisi ve toptancıları ile Antalya'da bir araya geldi. HP Türkiye Genel Müdürü Şahin Tulga, bu etkinlikte kısa bir konuşma yaparak Compaq birleşmesinin gerçekleştiği günlerde bu birleşmenin başarılı bir sonuç vermeyeceğine inananların bulunduğunu ama bugün gelinen noktada birleşmenin son derece olumlu sonuçlar vererek başarılı bir şekilde tamamlanmak üzere olduğunu belirtti.

Gerçekten de HP ve Compaq evliliğinin gündeme ilk geldiği günlerde bu birleşmenin başarısız olacağına inanan çok sayıda kişi bulunuyordu. Hatta Hewlett ve Packard ailelerinin mensupları da dahil olmak üzere bu evliliğe karşı çıkan çok sayıda şirket ortağı da vardı. O günlerde HP ve Compaq firmalarının yöneticileri yaptıkları ortak duyuruda şunları söylüyorlardı: 'Bu birleşmeye olan bağlılığımızın dayanak noktasını, birleşme sonucunda endüstri lideri olacağımıza olan inancımız oluşturuyor.'

Aradan geçen bir yıllık süreç HP ve Compaq evliliğinin gerçekleşmesi yönünde kesin bir kararlılık gösterenleri haklı çıkardı. HP Türkiye Genel Müdürü Şahin Tulga, bayileri ile yaptıkları toplantıda bu birleşmenin sonucunda pazardaki konumlarını şöyle özetledi: 'Hata toleranslı sistemlerde, depolama çözümlerinde, Windows sunucularda, Linux sunucularda, UNIX sunucularda, yönetim yazılımlarında, masaüstü bilgisayarlarda, cep bilgisayarlarında, baskı ve görüntüleme ürünlerinde pazar lideri konumundayız'.

HP Türkiye Görüntüleme ve Baskı Grubu Ülke Direktörü Fikret Ergüder de HP Compaq evliliği ile ilgili olarak şu bilgileri aktardı: 'Yeni ürünlerin azalacağı yönünde genellikle rakiplerimizden gelen bir yorum vardı. Ama gördük ki, her 3 ayda bir HP'nin baskı ve görüntüleme bölümü New York borsasında yaklaşık 1 milyar dolarlık kár duyurdu. Hemen her hafta da yeni bir ürün duyurdu. 7000 civarında patentin yanı sıra yeni duyurduğumuz 50'yi aşkın ürün bu birliktelikten sonra yapılan atılımlar. Dünyada 20 milyar dolarlık hacme ulaşıp rekor kırarken, Türkiye'de de 100 milyon dolarlık bir hacme ulaştık. Yüzde 40 büyüme sağladık.’


Sony Ericsson'un doğuşu

Sony'nin tüketicilere yönelik elektronik eşyalardaki uzmanlığı ile Ericsson'un telekominikasyon alanındaki uzmanlıklarını birleştirerek yeni bir şirket kurmaları sonucunda bir Japon ve İsveç işbirliği olarak Sony Ericsson doğdu. Sony Ericsson, Ekim 2001'de faaliyetlerine başlamasından bu yana yeni teknolojilere sahip pek çok modeli piyasaya sürdü.


AOL ve Time Warner Evliliği

En çok ses getiren şirket evliliklerinden birisi de 2001'deki AOL (American Online) ve Time Warner birleşmesiydi. Bir İnternet devi ile bir yayın devinin bir araya gelmesi her iki şirketin gücüne güç kattı. Yeni şirket bir medya ve eğlence firması olarak kendini konumlandırdı. Bu tanımın içinde etkileşimli servisler, kablolu sistemler, filmler, televizyon kanalları, müzik ve yayıncılık da giriyor.


PeopleSoft Oracle'ı reddetti

Şirket evlilikleri alanındaki en son teklif Oracle'dan PeopleSoft'a yapıldı. Ancak, Oracle'ın PeopleSoft'u satın alma girişimi sonuçsuz kaldı. Oracle tarafından PeopleSoft için teklif edilen 5.1 milyar dolarlık satış bedeli, PeopleSoft yönetim kurulunca oy birliği ile reddedildi. PeopleSoft’un yaptığı açıklamada bu teklifin antitröst kurallarına aykırı olduğu ve daha önceki PeopleSoft ürünlerine verilmekte olan desteğin kaldırılmasının planlamasından duyulan rahatsızlık teklifin kabul edilmeme sebepleri arasında sıralandı.
Yazının Devamını Oku

Süt dökenle dut yiyenoğlu

8 Haziran 2003
Üzerinden neredeyse bir hafta geçti ama hálá mesaj yağıyor. İnternet kullanıcılarının öyle bir yarasına dokunmuşuz ki, sürekli tebrik mesajı yağdırıyorlar. Böylesi yoğun bir tepkiyi yıllar önce, 1995 yılında yazdığım ''Vatan haini nasıl olunur'' başlıklı yazımın ardından almıştım. O dönemde İnternet kullanıcılarının sayısı birkaç binle sınırlıydı. E.posta ile gelen tepkilerin sayısı ise birkaç yüzü bulmuştu. Yazı İnternet haber gruplarında dolaşmış, e.posta zincirleriyle yayılmış, pek çok şirket ve sektör dergisine konuk olmuş, Meclis'e kadar taşınmıştı.

1995 yılında Türk Telekom Nuh diyor, peygamber demiyor kimseye İnternet erişimi verdirmem diyordu. İnternet Erişim Sağlayıcı şirketler henüz piyasada değildi. Yazımda, sağlıklı bir İnternet omurgası kurmayarak, İnternet erişim sağlayıcı olmak isteyen özel şirketlerin önünü tıkayarak Türkiye'yi İnternet'ten, Bilgi Çağı'ndan uzak tutmak isteyenlerin, bu tutumlarıyla tek bir kanuna karşı gelmemiş olsalar bile vatan haini olmaktan kurtulamayacaklarını söylüyordum.

Aradan sekiz yıl geçti. Önce Turnet kuruldu, sonra TT-Net... Ve tabii önce Turnet çöktü, sonra da TT-Net... Türk Telekom'un genel müdür, Ulaştırma Bakanlığı'nın bakan koltuklarından kimler geldi, kimler geçti? Bunca zaman içerisinde İnternet hep üvey evlat muamelesi gördü. İnternet altyapısına yapılan yatırımlar hep mega geç, ultra eksik yapıldı. Ulaştırma Bakanlığı bünyesinde İnternet konusunda danışmanlık alınmak üzere kurulan İnternet Kurulu, ahbap çavuşların kabul salonuna döndü ve kurulduğu 1998 yılından beri iktidarların dümen suyuna girmekten başka bir şey yapmadı.

Ve sonunda binlerce kilometre ötede Cezayir'de bir deprem oldu, Türkiye'nin yurtdışı İnternet iletişimi yerle bir oldu. Nükleer savaşlara dayanmak üzere tasarlanan İnternet'in biz Türkler tarafından inşa edilen parçası, denizaşırı bir depremin ardından çalışmaz oldu. Üstelik Türk Telekom daha iki hafta önce, tam yedi yıl boyunca İnternet'e 40 milyon dolar (bir -rakamla 1- adet F-16 savaş uçağı parası) yatırım yapmakla övünüyordu.

Öte yanda İnternet konusunda Ulaştırma Bakanlığı'na danışmanlık yapmak üzere kurulmuş İnternet Kurulu, ODTÜ'lü sevgili ahbap çavuşlarının İnternet adres tescil tekeline kılıf uydurmakla meşgul olduğundan, bu konuda çıt çıkarmıyordu. Hazine Müsteşarlığı'nın ODTÜ tekeline para akışı sağlayan kıyağı ise bir başka skandaldı.

Geçen haftaki yazım içine düştüğümüz bu trajikomik durumla ilgiliydi. İşin daha da trajikomik yanı, yazının üzerinden yaklaşık bir hafta geçmesine rağmen ne Ulaştırma Bakanlığı ne de Hazine Müsteşarlığı'ndan tek bir satır açıklama gelmemesi oldu. Tahmini iki milyon mevcut İnternet kullanıcısını, daha da önemlisi 70 milyon kişinin geleceğini ilgilendiren bu kadar önemli bir konuda Ulaştırma Bakanlığı ve Hazine Müsteşarlığı süt dökmüş kedi ile dut yemiş bülbülün düetini seslendirdiler. Tek açıklama Türk Telekom'dan geldi. O da sorunun giderileceğine dair geçen hafta verilen 6 Haziran tarihinin, 9 Haziran'a ertelenmesi açıklamasıydı.

Bu arada geçtiğimiz hafta sivil inisiyatifler adına sevindirici gelişmeler de oldu. Örneğin Türk İnternet'inin binlerce kilometre ötedeki, sınırötesi, denizaşırı bir depremle yerle bir olmasının hemen ardından Anet haber gruplarında (news.anet.net.tr) ve PCNet sitesinin (pcnet.com.tr) forum alanında başlayan tartışmalar turk.internet.com'un protesto kampanyasının nüvesini oluşturdular. Türk Telekom'u protesto eden kampanyaya katılanlar, sitede sunulan ortak dilekçe metnini imzaladılar. Bu yazıyı yazdığım dakikalarda dilekçe, turk.internet.com yöneticisi Füsun S. Nebil tarafından, Tüketiciler Birliği, basın mensupları ve vatandaşların eşliğinde Türk Telekom'a iletiliyordu.

Ayrıca Tüketiciler Birliği de İnternet kullanıcılarını Türk Telekom'a dava açmaya çağıran bir bildiri yayınladı. Genel Başkan Av. M. Bülent Deniz, Cezayir depremi nedeniyle İnternet hatlarında meydana gelen sorunları, Türk Telekom'un kullanıcılara ayıplı hizmet vermesi olarak yorumladı. Deniz, Türk Telekom'un ayıplı hizmetinden şikayetçi olan kullanıcıları tuketiciler.org sitesindeki dava dilekçesini doldurarak hakem heyetlerine ücretsiz başvurmaya çağırdı.

Ulaştırma Bakanlığı ve Hazine Müsteşarlığı'ndan bakalım ne zaman ses gelecek?

Son dakika notu: Yazımı bitirdikten sonra İnternet Kurulu'ndan da nihayet bir açıklama geldi. Açıklamada Ulaştırma Bakanlığı, Bakanlar Kurulu ve Parlamento göreve çağrıldı... Hadi hayırlısı...


Kanalizasyondan hızlı İnternet


Biz hálá binlerce kilometre uzaktaki, sınırötesi, denizaşırı bir depremin İnternet'imizi yerle bir etmesini tartışalım, gelişmiş ülkeler genişbant (broadband) adıyla anılan çok hızlı İnternet bağlantı çözümlerine geçiş yapıyorlar.

İnternet erişim hızlarını katlayarak artırmayı, hızlı İnternet'i her kapıya götürerek bilgi uçurumların oluşmasını engellemeyi amaçlayan çözümler arasında bugünlerde en çok konuşulanı Metro Ethernet teknolojisi. Metro Ethernet şehri saran fiber-optik hatlar ve bu hatlardan evlere, ofislere, okullara, hastanelere, kısacası her yere 10, 100 ve 1000 Mbit/sn hız kapasitesi sunan bağlantılar sunmayı hedefliyor.

Bu uç bağlantılar bakır ya da fiber-optik kablolarla yapılabileceği gibi Wi-Fi teknolojisi ile kablosuz olarak da sunulabiliyor. Metro Ethernet'in omurgası olan fiber-optik ağ, basınçlı üfleme teknolojisi kullanılarak mevcut kanalizasyon kanallarının içine döşenebiliyor. Böylece şehrin cadde ve sokaklarını kazıp, kapatmaya gerek kalmıyor. Metro Ethernet ağını zahmetsizce döşemenin bir diğer yolu ise metro tünellerini kullanmak.

Metro Ethernet teknolojisinin uygulanmasında belediyelere önemli görevler düşüyor. Ancak bu teknoloji belediyelere yeni hizmet ve gelir kapıları da açıyor. Metro Ethernet altyapısı kuran belediyeler elektrik, su, kanalizasyon ve ulaştırma hizmetlerine ek olarak telekomünikasyon hizmetlerini verebilme olanağına da kavuşuyorlar.

Kurulan Metro Ethernet şebekesi İnternet erişim ve servis sağlayıcılara da kiralanabiliyor. Erişim ve servis sağlayıcılar kendi altyapılarını bu şebeke üzerine kolaylıkla entegre edebiliyor, bu şebeke aracılığıyla abonelerine hizmet verebiliyorlar. Metro Ethernet'in ADSL'e olan büyük hız üstünlüğüne ek olarak bir başka önemli avantajı da işte bu noktada ortaya çıkıyor. Türk Telekom ADSL hizmetini sanal hizmet noktaları olarak pazarlamayı düşünüyor. Yani erişim noktalarını kendi santrallerinde tutup, erişim ve servis sağlayıcıları bu noktaları pazarlama hakkı vermeyi düşünüyor. Bu model erişim sağlayıcıların kendi uydu ve karasal bağlantılarını devre dışı bırakan bir model. Cisco'nun Metro Ethernet teknolojisinden yararlanmayı düşünen belediyeler arasında İzmir de bulunuyor. Cisco'nun Viyana'da gerçekleştirdiği Uluslararası Metro Ethernet Zirvesi'ne katılanlar arasında İzmir Belediyesi'nden temsilciler de vardı. İzmir Belediyesi zirve boyunca bu teknolojiyi inceleyip, bilgi aldı.


Eski dostum bakır kablo


Metro Ethernet altyapısının kalbinde fiber-optik ve ethernet anahtarlama teknolojileri yatıyor. Ancak Cisco, eski dostumuz bakır kabloları da unutmamış. Geliştirdiği Uzun Menzilli Ethernet Teknolojisiyle mevcut bakır kabloların da bu altyapıda kullanılabilmesini sağlıyor. Viyana'da yapılan Cisco Metro Ethernet Zirvesi'nde duyurusu yapılan teknoloji halen kullanılmakta olan bakır telefon kablolar üzerinden yüksek hızda İnternet erişimi sağlıyor. Cisco Catalyst 2950 Uzun Menzilli Ethernet 997 ve Cisco 576 Son Kullanıcı Cihazı; Metro Ethernet altyapısını kullanan erişim ve servis sağlayıcıların KOBİ'lere ve evlere ekonomik maliyetlerle erişebilmelerini sağlıyor.
Yazının Devamını Oku

Allah telekomun tepesinden baksın

1 Haziran 2003
Bravo <B>Türk Telekom</B>!.. Çok yaşa sen <B>Ulaştırma Bakanlığı</B>!.. Bastırın arslanlarım, kim tutar sizi?

Türk Telekom, 1996 yılında başlattığı İnternet hizmetlerine bugüne kadar yaklaşık 40 milyon dolar yatırım yapmış. Anadolu Ajansı'na övünerek bilgi vermişler, Anadolu Ajansı da haber yapmış. Geçen hafta Hürriyet de dahil olmak üzere pek çok gazetede yayınlandı. Dile kolay... Yedi yılda 40 milyon dolar, ne kadar övünseler azdır.

40 milyon dolarla neler mi yapılır?Örneğin orta halli 20 adet yat alabilirsiniz.

Ya da bir adet F-16 savaş uçağı.

Nasıl kıymışlar paraya? Yazık vallahi. Sen git bir adet F-16 savaş uçağı parasını yedi yıllık İnternet yatırımı olarak yap.

Yazının Devamını Oku