14 Eylül 2003
İnternet'in sağladığı okurla etkileşim olanağının yol açtığı hödüklüklere kızan gazete yazarlarından değilim. Kızanları da haklı buluyorum, onu da söyleyeyim. Hatta İnternet'in sağladığı benzersiz iletişim olanaklarının, bizimki gibi mediokrasi çağının altın yıllarını yaşayan ülkelerin başına benzersiz çoraplar öreceğinin de farkındayım. Ama o ayrı bir konu, bir ara ayrıca yazarım. Hatta tek bir yazıya sığmayacağından yazı dizisi bile yaparım.
Ama şimdi okur mesajları nezdinde fikri takip yazı dizisine başlıyorum. Merak etmeyin iki yazılık kısa bir dizi olacak bu.
Okurlardan Kutay Sorguç: Yazılarınızdan anladığım kadarıyla eleştirilere açık birisiniz. Sayfanın alt köşesinde Sertab Erener ve Sezen Aksu ile ilgili düşünceleriniz vardı. Erovizyon'un basit bir yarışma olduğunu ve basit bir şarkının kazandığını dile getirmişsiniz. İyi hoş da size sormak isterim hiç mi gururlanmadınız? Ülkenizin birinci olmasının gururunu hiç mi haykırmak istemediniz?
Şunu da yadsımamak lazım ki Sezen Aksu gelmiş geçmiş en iyi seslerden hatta sanatçılardan. Sertab Erener de eğitimsiz biri değil. Özellikle klasik batı müziği konusunda. Ben koyu birer Sertab ve Sezen hayranı olarak sizinle bu düşüncelerimi paylaşmak istedim. Sezen ve Sertab'a kötü bir eleştiride bulunmadığınızın da farkındayım. Yanlış anlamanızı istemem.
Kutay Sorguç'a gönderdiğim cevap: Sertab Erener'in Erovizyon Şarkı Yarışması'nda birinci olmasından gururlanıp gururlanmadığımı, hatta gururumu haykırmak isteyip istemediğimi sormuşsunuz. Evet gururlandım. Ama bu gururun boyutu değil haykırmak isteyecek kadar, birkaç dakika sürecek bir mutluluk hissini aşacak kadar bile değildi. Bir Türk'ün uluslararası bir yarışmada elde edeceği başarıyla her zaman gururlanırım. Ama bu gururun boyutu yarışmanın önemine göre de değişir tabii ki. Erovizyon Şarkı Yarışması bir dönem, az da olsa önemi olan bir yarışmaydı. O zamanlar Türkiye'de çok büyütülürdü. Sonra önemini ve prestijini hem Avrupa'da hem Türkiye'de giderek kaybetti. Yarışmayı gecelik bir zevk olarak seyreden Avrupalıların sayısı giderek azalırken, bir zamanlar yarışmayı milli gurur meselesi yapan, gazetelerin manşetlerine taşıyan Türkiye'de de izlenme oranı gitgide düştü. Yarışma sonuçları gazetelerde birkaç satırla geçiştirilir oldu. Benim eleştirdiğim nokta bu. Eğer bir yarışmanın sonuçlarını yıllardır birkaç satırla geçiştiriyorsan, birinci olduğunda en fazla birkaç paragrafa çıkartman gerekir. Fazlası dengesizlik olur. Toplumsal ruh sağlığındaki bir rahatsızlığın belirtisidir (Güncel örnek: atletizm-medya, Süreyya Ayhan-medya ilişkileri. Yanlış anlaşılmasın hastalığın medyada değil toplumda olduğunu söylüyorum).
Böyle bir karşılaştırmaya gitmiş olmamın nedeni de, Sertab Erener'in şarkıyı İngilizce söylediği için birinci olduğu gibi bir yaygın kanının oluşmuş olmasıydı. Ben Erovizyon'a İngilizce bir şarkıyla katılmamamız gerektiğini başından beri eleştirenler arasındaydım. Sertab'ı Sezen'le karşılaştırdım, çünkü Sezen'in Türkçe şarkısını Fransa'da birçok kafede dinlerken, Sertab'ın İngilizce şarkısına hiçbir yerde rastlamadım. Ve yazımda da diyorum ki eğer Avrupa'da başarılı olmak için şarkının İngilizce söylenmesi gerekseydi, kafelerde Sezen'in Türkçe şarkısını değil Sertab'ın İngilizce şarkısını dinlerdim. Çünkü benim için bir şarkının batıda başarılı olmasının ölçüsü olarak batılı ülkelerin kafelerinde çalınıyor olması, Erovizyon'da birinci olmasından daha önemli bir kriterdir.
Okurlardan Beril Şenöz: Ben Anadolu Ateşi (eski adıyla Sultans of the Dance) grubunun bir dansçısıyım. Yazmış olduğunuz yazıya tepkimi belirtmek için gönderiyorum bu mesajı. Tepkim, yaklaşık 100 dansçı ve bir o kadar da sahne arkası emekçisinin üç yıllık emeğine, alın terine bu kadar duyarsız ve saygısız bir şekilde yaptığınız üslupsuz eleştirinizedir. Her ilkin mutlaka hatası ve eksik yönleri vardır. Olumsuz eleştiriler bizi geliştirir. Ama aşağılar, küçümser ve empatiden yoksun tavırlar bizi her zaman geriletir ve kimsenin buna hakkı yoktur.
Beril Şenöz'e gönderdiğim cevap: Broadway'de sahneye çıkacağız palavralarıyla ortaya atılan ben değildim. Böylesi iddialı bir çıkış yapılıyorsa ve üstelik aradan geçen yıllar bunun bir pazarlama palavrasından başka bir şey olmadığını gösteriyorsa, gelecek eleştirilere de hazır olmak gerekir. Millet sizi yağlayıp ballarken iyiydi de, ufak bir eleştiriyle mi moraliniz bozuluyor?
Okurlardan Özer (limk.com): Pazar yazınız gerçekten güzeldi elinize sağlık. Sadece yazının sonunda site adresleri verirken, bağlantı şeklinde vermek neden mümkün olmuyor diye merak ettim. Birçok gazete sitesi adresleri tekst halinde veriyor. ''a href'' olarak kodunun girilmesine dizgisel bir engel mi var acaba? Sanırım tekstlerden kopyala/yapıştır olduğu için böyle ama çok iş olmayacağı kanaatindeyim.
Gönderdiğim yanıt: Yazılarda geçen İnternet bağlantılarının aktif olması gerektiği konusunda çok haklısınız. Ancak bu bahsettiğiniz konu hurriyetim.com.tr yönetimini ilgilendiren bir konu olduğu için, nedeni hakkında cevap veremeyeceğim. Hürriyetim, Hürriyet'in kardeş bir şirketi olmasına karşın tamamen bağımsız bir yapılanmaya sahip.
Linux artık her yerde
Ücretsiz ve herkes tarafından geliştirilmeye açık yapısıyla bilişim dünyasında büyük bir hızla yaygınlaşmaya başlayan Linux tabanlı işletim sistemleri elektronik devlerince de tercih edilmeye başlandı. Berlin IFA tüketici elektroniği fuarına damgasını vuran teknoloji likit kristal ekranlarsa, kendini gösteren ikinci büyük eğilim de Linux'un elektronik devlerince tercih edilecek işletim sistemi olacağının güçlü sinyallerini vermesiydi. Elektronik devlerinin büyük bir bölümü Linux tabanlı en az bir cihaz tanıttılar. Linux'a destek vereceklerini açıklayanlar arasında Philips, Sony, Panasonic, Motorola, HP gibi devler vardı.
Philips ve Nike el ele
Sizlerle geçen yıl yine bu sayfadan haberini verdiğim Nike-Philips birlikteliğinin doğurduğu yeni modeller Berlin'de gerçekleşen elektronik fuarı IFA'da sergilenen yeni ürünler arasındaydı. Yeni modeller 128 MB ve 256 MB bellek kapasiteli iki farklı MP3 çalar ve süper ince CD çalardan oluşuyordu. Sportif faaliyetlerde kullanılmak üzere tasarlanan modeller, dokunmatik kontrolleri, hafiflikleri, şekilleri ve kullanım kolaylıklarıyla beğeni topladı.
Bilgisayarın ‘G’ noktası
Bilgisayar yazılımı devi Oracle'ın düzenlediği Oracleworld konferansını izlemek üzere ABD'nin San Fransisko şehrindeyim. Her yıl düzenlenen Oracleworld, bu yıl her zamankinden daha şenlikli.
Bilişim dünyasının sosyetik devlerinin büyük çoğunluğu burada. Microsoft ve IBM dışındaki dev bilişim şirketlerinin başkanları, Oracle Başkanı Larry Ellison'ın misafiri olarak San Fransisko'da biraraya geldiler. OracleWorld'de sahne alan ünlüler arasında kimler yok ki; HP Başkanı Carly Fiorina, Intel Başkanı Craig Barrett, Sun Microsystems Başkanı Scott McNealy, Dell Başkanı Michael Dell, kısacası herkes burada.
Devlerin başkanlarını San Fransisko'ya çeken neden Oracle'ın yeni ürünü 10G. Bu ürünü devlerin başkanları için bu kadar çekici kılan özelliği de işte bu '10G'nin 'G'sinde saklı. '10', onuncu versiyon anlamına geliyor. Windows, Mac OS, Office, Lotus, Oracle gibi popüler yazılım ürünleri söz konusu olduğunda yeni versiyonlarının duyuruluyor olması bile büyük sükse yapıyor. Ama 'Oracle 10G'nin asıl seksiliği '10'unda değil 'G'sinde saklı.
'G' harfi yeni sayılabilecek bir bilişim kavramı olan 'Grid'i simgeliyor. 'Grid' şebeke anlamına geliyor. Ağ üzerindeki bilgisayarların güçlerinin şebeke üzerinde birleştirilerek kullanılabilmesini sağlayan yeni nesil yazılım çözümlerini anlatmak için kullanılıyor.
Oracle 10G'nin tanıtım toplantılarında sahne alan bilişim devleri başkanları da 'şebeke bilgiişlemi' (grid computing) kavramı etrafında kendi şebekelerini kuruyorlarmış izlenimi veriyorlar. Görünüşe göre 'şebeke bilgiişlem' bilişim dünyasında yeni bir kamplaşmanın zeminini de oluşturuyor.
Oracle Başkanı Larry Ellison 'şebeke bilgiişlemi' ile 40 yıldır süren anabilgisayar devrinin sonunun geldiğini iddia ediyor. İlk anabilgisayarın 1964 yılında henüz kolej öğrencisiyken IBM tarafından keşfedildiğini, bilişim devlerinin o günden itibaren dünyanın en güçlü anabilgisayarını geliştirmek için yarışa girdiğini söylüyor. Ellison bu devrin artık sona erdiğini söylerken en büyük rakibi Microsoft'a takılmadan da edemiyor. Microsoft'un yıl içinde kendi güçlü anabilgisayar çözümünü duyurduğuna dikkat çekiyor ve ekliyor; 'Sanırım Microsoft bilişim dünyasındaki yeni eğilimlerin ne olduğunu öğrenmek amacıyla ajanlarını IBM'e gönderdi. Ama Yahoo'dan kağıda döktükleri haritayı ters tutan Microsoft ajanları sola sapacaklarına sağa saptılar ve IBM araştırma merkezine gireceklerine IBM müzesine girdiler', diyor.
Oracle 10G tanıtımında sahne alan tüm başkanların üzerinde hemfikir oldukları konu ise 'şebeke bilgiişlem'in uygulamasında Linux'un sunduğu avantajlar. Şebeke bilgiişlemin gittikçe yaygınlaşacağının kesin olduğu önümüzdeki dönemde Linux'un yıldızının da giderek daha fazla parlaması beklenen bir gelişme olacak.
Yazının Devamını Oku 7 Eylül 2003
''Türkiye için bir hayalim var'', diye girmiş söze Başbakan Tayyip Erdoğan. Tıpkı 1963'te ''I have a dream that one day this nation... (ABD'nin geleceğiyle ilgili bir hayalim var...)'', diyerek söze giren zenci hareketi lideri <B>Martin Luther King Jr.</B> gibi... Martin Luther King'in ırk ayrımının artık olmadığı bir ABD görme hayali yıllar sonra büyük ölçüde gerçekleşti. Tayyip Erdoğan'ın hayalinin gerçekleşip gerçekleşmemesi ise büyük ölçüde kendi icraatlarına bağlı olacak. ''Türkiye için bir hayalim var'', diyor Erdoğan, Berlin'den telekonferansla yaptığı İstanbul Bilişim Zirvesi'nin açılış konuşmasında. Türkiye'nin endüstri devrini yakalayamadığını ancak bilgi çağını mutlaka yakalayacağını söylüyor. Bilgi çağını yakalayamayan milletlerin üstünlüklerini kaybedeceğini anlatıyor.
Türkiye için benim de bir hayalim vardı... Taa 1994 yılından beri süren. Endüstri devrimini yakalayamadığımızı, ancak bilgi çağını mutlaka yakalamamız gerektiğini söylüyordum. Matbaayı ıskalamakla çok şey kaybettiğimizi ama İnternet'i ıskalamakla çok daha fazlasını kaybedeceğimizi söylüyordum.
Yazıp çizdiğim fikirleri, neredeyse on yıl sonra da olsa, tıpatıp aynı kelimelerle bir Başbakan'ın ağzından duymak keyif vericiydi tabii ki ama oldukça acılı bir keyifti bu. Üstelik aynı lafları geçmiş bakanlardan, başbakanlardan da duymuştum. Onlar bu lafları ettikçe, aynı buruk sevinci yaşamış, bugünküne benzer yazılar yazmıştım.
Bundan önceki deneyimlerime bakarak fazla umutlanmıyorum ama ya olursa diye içimden geçmiyor da değil hani. Ah keşke... Ah keşke Tayyip Erdoğan beni yanıltsa. Ah keşke bu sözlerinin altını dolduracak icraatlar da peşi sıra gelse.
Umudum var, var olmasına ya... Bu umudumun daha da artması için Başbakan'ın bu sözleri Bilişim Zirvesi açılışında söylemekle kalmayıp, TBMM kürsüsünde, televizyon ekranlarında, meydan mitinglerinde filan da söylemesi gerekiyor. Hem de her fırsatta, hem de her konuşmasında. Yoksa bu konuşmanın örneğin bir şeker fabrikası açılışında, şekercilikle ilgili söylenen, önceden hazırlanmış basma kalıp bir konuşmadan farkı olduğuna nasıl inanalım?
''Türkiye için bir hayalim var'', diyor Başbakan Erdoğan, ''Üniversitelerden mezun olup işsiz kalmayan bir bilişim ordusu, bu orduya destek olacak lise mezunu bilgisayar okur-yazarı olan binlerce genç, bilgi teknolojileri ihracatı yapan şirketler, vatandaşın hizmetinde olan bürokrasi, hızla kalkınan ve bilgi toplumu olmuş aydınlık, şeffaf bir Türkiye''.
Bu sözler umudumu biraz azaltıyor doğrusu. Sanki bilişim toplumu olmakla, güçlü bilişim sektörü olan bir ülke olmayı biraz birbirine karıştırıyormuş gibi geliyor Başbakan. Hani nasıl desem, sanki bilişim sektöründen birileri huzuruna çıkmış, ''Abi şu bilişim ihalelerinin önünü bir aç da, üç, beş kuruş kazanalım. Hem sonra yazılımcılarımızı da unutma. Hint Fakiri'ne döndü çocuklar. Üç, beş kod yazıp yollarını bulsunlar'', demiş, bizim saf(?) Tayyip de inanmış mı nedir, tam anlayamadım.
Ben yine de bu konuşmanın saf Tayyip değil, Başbakan Erdoğan tarafından yapıldığına inanmak istiyorum. Bekleyip göreceğiz. İnternet'i Türkiye sınırları dahilinde yaşayan herkesin ayağına, makul ücretlerle götürmeyi hedefleyen projelere mi öncelik verilecek, yoksa parayı bilişim donanımı ve yazılımları ithalatçılarının ayağına götürecek e.devlet projelerine mi? AKP hükümetinin ak mı, kara mı olduğunu bu sorunun cevabı gösterecek.
Başbakan Tayyip Erdoğan'ın, Türkiye'yi bilgi toplumuna taşımakta kararlı olduklarını ima eden bu sözlerinde samimi olmasını, tüm şüphelerime rağmen herkesten çok diliyorum. Öyle olduğunu gösteren her adımının da, söz veriyorum en büyük alkışçısı olacağım.
Ense notu: Başbakan Tayyip Erdoğan'ın bu konuşmasının haberinin yayınlandığı gün, gazetenin bir başka sayfasında ''Ense bakanlığı'' başlıklı bir haber de dikkatimi çekti. Irak hükümeti kurulmuş, Türkmenler’e de Bilim ve Teknoloji Bakanlığı düşmüş. Habere atılan başlıkla Türkmenler'e uygun görülen bakanlık aşağılanıyor. Türkiye'yi bilgi toplumu yapmakta samimiyse, Başbakan Tayyip Erdoğan'ın işi gerçekten zor. Önce bilim ve teknolojiyi aşağılayan kemikleşmiş bir zihniyetle savaşması gerekecek ki, vah haline...
Televizyonda kristal devri
CeBIT Bilişim Fuarı, Bilişim Zirvesi ve Bilişim Haftası ile şenlikli başlayan Eylül ayına, tüm bu tantana yetmeyecekmiş gibi Berlin'de gerçekleşen elektronik fuarı IFA'yı ziyaret ederek girdim.
İki yılda bir yapılan IFA, tüketici elektroniği konusunda Avrupa'nın en büyük fuarı. Tüketici elektroniği denildiğinde benim aklıma her yıl Las Vegas'ta yapılan CES gelir. IFA'ya bugüne kadar hiç katılmamıştım. Birkaç kez katıldığım CES'te şahit olduğum görkemden olacak IFA'da da muhteşem bir fuarla karşılaşmayı bekliyordum.
Misafir umduğunu değil bulduğunu yermiş. CES'e göre oldukça sönük bir fuarla karşılaştım. Ancak IFA'yı 2001'de de ziyaret edenler, fuardaki sönüklüğün bu yıla mahsus olduğunu, geçmişte çok daha renkli olduğunda hemfikirler.
Aslına bakılırsa IFA bu yıl 2001'e göre daha fazla katılımcı çekmiş. Fuara katılan firma sayısı 2001'de 915 iken bu yıl 1.007 olmuş. Sorun da zaten katılımcı sayısında değil. Fuar bu yıl aslında çok daha renkli ama bu renkliliği algılayabilmek biraz vakit alıyor. Nedeni yılın gözde ürününün likit kristal ekranlı (LCD) televizyonlar olması.
Fuarda elinizi sallasanız likit kristal ekrana çarpıyor. Duvarlar, tavanlar hatta yerler bile likit kristal ekranların istilasına uğramış. Dolayısıyla aynı ürün çeşidinin farklı marka ve modellerini her yerde görmek insana bıkkınlık veriyor. LCD televizyonları bundan bir, iki yıl öncesinin gözde teknolojisi plazma televizyonlardan ilk bakışta ayırt etmek de kolay değil. Bu yüzden de insan ister istemez fuarda yeni bir şey yok izlenimine kapılıyor.
Ancak işin biraz derinine inince, aslında teknolojik bir dönüm noktasına şahit olmakta olduğunuzu anlayıp, şaşırıyorsunuz. Philips ve Sony gibi dünyanın belli başlı elektronik markalarının sergilediği ürünlerin başında LCD televizyonlar gelmesi bu teknolojik dönüm noktasının göstergesi. Bu öylesine bariz bir dönüm noktası ki, fuara katılan Beko, Vestel ve Profilo gibi Türk üreticilerin standlarında bile baş köşe LCD televizyonlara ayrılmış.
LCD televizyonlar nispeten uygun fiyatlarıyla plazma televizyonların bir türlü kapamadığı pazar payı rakamlarına kısa sürede ulaşacaklarının sinyalini veriyor. Endüstri uzmanlarına göre likit kristal ekran teknolojisi görüntü kalitesi açısından plazma teknolojisini yakalamış durumda. Plazma ekranların şimdilik tek üstünlüğü daha büyük ekran boyutlarında üretilebilmeleri. Ancak LCD ekranların da çok geçmeden aynı ebatlarda üretilebilmesi bekleniyor. LCD ekranların en büyük üstünlüğü ise plazma televizyonlara göre çok daha uzun tüketim ömrüne sahip olmaları.
Öyle gözüküyor ki 2004, likit kristal ekranlı televizyonların evlerimize girmeye başladığı yıl olacak.
Philips'ten kristal görüntü
IFA 2003 elektronik fuarına damgasını vuran likit kristal ekranlı televizyonların en iddialı örneklerinden bazıları Philips standında sergilendi. Philips LCD televizyonlar özellikle performansları ve şıklıklarıyla dikkat çekti.
Düz Ekran Ailesi olarak adlandırdığı Plazma ve LCD ekran teknolojilerinin geliştirilmesine altı yıldır büyük önem veren Philips, araştırma ve geliştirme faaliyetlerine verdiği önemin meyvalarını bu yıl sergilediği ürünlerle aldı. Philips IFA'da Düz Ekran ailesinin 13 farklı modelini görücüye çıkartı. Bu ürünlerden beşi plazma, sekizi ise LCD ekranlıydı. IFA'da sergilenen modellerden beşi, görüntü kalitesini gözle kolayca fark edilir bir şekilde artıran Philips PixelPlus teknolojisine sahipti.
Plazma TV'lerden en büyüğü 127, LCD TV'lerden en büyüğü 76 ekran boyutundaydı. Avrupa Görüntü ve Ses Birliği tarafından Yılın En İyi LCD TV'si ve Plazma TV'si olarak seçilen Philips 30PF9975 ve Philips 42PF9965 modelleri ise sergilenen ürün ailesinin yıldızlarıydı.
Bağımsız bağlantı
Öyle bir dünya hayal edin ki, nerede olursanız olun, ne zaman isterseniz isteyin, arzu ettiğiniz bilgiye, servise, hizmete anında erişebiliyor olun. Kablosuz olarak, kolayca ve anında...
Philips bu konsepti ''Connected Planet'' olarak adlandırıyor. Ben ''Bağımsız Bağlantı'' olarak çeviriyorum. IFA 2003'te Bağımsız Bağlantı teknolojilerinin ilk örneklerinden bazılarını yakından tanıtan bir gösteriye katılma fırsatı da buldum. Hazırlanan temsili evin mutfak ve tuvalet dahil tüm odalarındaki elektronik aletler kablosuz İnternet bağlantısına sahipti. Bu özellikleri sayesinde örneğin mutfaktaki müzik seti İnternet üzerinden yüklediği müzik parçalarını çalıyor, oturma odasındaki televizyon yine İnternet'ten yüklediği video görüntüleri oynatıyordu. Aynı anda çalışma odasındaki kanapenin üzerinde, kucağınıza aldığınız kablosuz bir ekrandan e.posta mesajlarınızı kontrol edebiliyordunuz. Sistemin en güzel yanı ZigBee, MaviDiş, 802.11 ve kızılötesi dahil olmak üzere birbirinden farklı standartların hepsini destekliyor olmasıydı.
Yazının Devamını Oku 31 Ağustos 2003
İki hafta önce yayınlanan ''<B>Figüranın düğünü filozofun ölümü</B>'' başlıklı yazımda İstanbul'da gerçekleştirilen Dünya Felsefe Kongresi'nde İnternet konusunda sunulan tebliğlerin çok eski fikirler olmasından dem vurmuştum. <B>Felsefe Kongresi</B>'nde konuşulanlar, taa sekiz yıl önce yazdığım fikirlerden bir adım öteye gidemiyor, aynı şeyleri söylüyorlardı. Yazımın yayınlandığı gün, ana gazetede, Dünya Felsefe Kongresi'ni yakından takip eden Sefa Kaplan'ın da bir yazısı yayınlandı. Yazıda verilen habere göre Münih Üniversitesi'nden Prof. Christoph Luetge İnternet'i yeni medya olarak görmek gerektiğini belirtmiş. Günaydın... Luetge, bu kaynağın eğitim, kültürel zenginleşme, ticari aktivite, politik katılım, kültürlerarası diyalog gibi olumlu amaçlar için kullanılabileceğini söylemiş. Tesadüfe bakar mısınız? Aynı gün yayınlanan ancak baskıya girmekle ilgili kaçınılmaz nedenlerden dolayı iki gün önceden yazdığım yazımda bakın ben ne demişim:
''İnternet'in bilginin dolaşımını hızlandırdığını, ticarete ve servis hizmetlerine uluslararası bir boyut kattığını, uzaktan eğitime uluslararası kapılar açacağını, kültürler arası etkileşimi hızlandıracağını, kısacası ulusal devletin temellerini sarsacağını (sekiz yıl önce) söylemiştim'', demişim. Şans diye buna derim, istesem bu kadar denk gelmez...
Prof. Luetge devam etmiş. Aynı kaynağın istismar, kişisel hakaret ve intikam, manipülasyon, tahakküm, insan kaçakçılığı ve pornografik sömürü amacıyla da kullanılabileceğine dikkat çekerek, bu durumda İnternet'in engellenmesi zor bir saldırı silahına dönüşeceğini vurgulamış.
Luetge'nin yakındığı bu konular da yeni değil. İnternet'in bu gibi olumsuzluklarına yıllardır çare aranıyor. Örneğin Avrupa Konseyi'nin şu sıralar gündeminde olan bir yasa tasarısı site ve postalama listesi sahiplerini cevap hakkına saygı duymaya zorlayacak birtakım yaptırımlar içeriyor. Tasarı yasalaşır mı, bilemem. Ancak bu tip düzenlemelerin yapılması kaçınılmaz.
''Web log''un kısaltması olarak kullanılan ''blog'' ismiyle anılan kişisel günlükler İnternet'te büyük bir hızla yaygınlaşıyor. Bu siteler genellikle amatör yayıncıların kişisel duygu ve düşüncelerini dünyaya ifade edebilme çabasının ürünü. Çok da önemli bir boşluğu dolduruyorlar. Ancak bu sitelerde yayınlanan düşünceler bazen başkalarının kişilik haklarına saldırı, hakaret ve iftira da içerebiliyor.
Türkiye kaynaklı pek çok ''blog''a rastlamak da mümkün. Bunlardan en ünlüsü sozluk.sourtimes.org adresinden ulaşılan Ekşi Sözlük. Çok zengin bir yazar kadrosuna sahip olan Ekşi Sözlük belki de dünyanın en kaliteli, en iyi ''blog''larından biri. Gel gör ki, denetimsizlik sorunu bu sitede de kendini gösteriyor. Yanlış anlaşılmasın İnternet sitelerinin çok sıkı bir şekilde denetlenmesi taraftarı değilim. Ancak Avrupa Konseyi'nin yasa tasarısında önerilen ''zorunlu cevap hakkı''nın iyi bir çözüm olacağını düşünenlerdenim.
Ekşi Sözlük'te hakkımda yapılan girişlerden bazıları bu düşüncemi perçinliyor. Sözlüğün Yurtsan Atakan maddesinin altına yapılan girişlerden bazıları şöyle:
clockwork life (yazarın kod adı): Hürriyet'teki köşesinden her hafta İnternet ortamını b.. etmek isteyen çeşitli kimselere verdiği ayarlarla faydalı bir kişi.
Sağ olusun, bir itirazım yok tabii...
mischief: Yıllar önce Türkiye'de İnternet popüler değilken ve kimse yazı yazmaz iken bu adam Hürriyet'te köşesinde paralı seks sitelerinden resimler koyar, linklerini verir ve toplumu İnternet kullanımına teşvik ederdi.
Mischief de sağolsun... Ama hafızası biraz yanıltmış. Evet toplumu İnternet kullanımına teşvik etmeye hep çalıştım ama bunun için seks sitelerini kullanmaktan özenle kaçındım. Başkalarıyla karıştırmış herhalde.
ekim: Türkçe'nin doğru kullanımı konusundaki duyarlılığını '@' işaretine verdiği 'posta işareti' ismiyle kanıtlayacağını düşünen şahıs.
Olabilir. Türkçe'nin doğru kullanımı konusundaki duyarlılığımı ''@'' işaretine indirgeyebilir. Kendi düşüncesidir, saygım var. Ama o işarete ''posta işareti'' değil, ''adres işareti'' diyorum. Arada bence fark var.
kuduk: Microsoft'un kucağında dolaşan ayarperest arkadaş.
Bu kadar iftira da olmaz ama. Yazılarımı takip edenler gerektiğinde Microsoft'u en acımasızca eleştiren yazar olduğumu bilirler. Yeri geldiğinde kimseyi eleştirmekten kaçınmam. Ama yiğidin hakkını vermek gerektiğinde Microsoft'u övdüğüm de olmuştur tabii ki.
Gel de Avrupa Konseyi'ndeki tasarının kanunlaşmasını dört gözle bekleme...
İnternet babamın oğlu mu
MasterCard her yıl düzenli olarak gerçekleştiği ''Online Tüketici Araştırması''nın 2003 yılı sonuçlarını açıkladı. Sonuçlara göre, İnternet kullanıcılarının yarıya yakını, sanal ortamda alışverişi güvenli bulurken, diğer kısım da güvenlik önlemlerinin gün geçtikçe artırıldığını düşünüyor.
İnternet üzerinden ilk alışverişimi yanlış hatırlamıyorsam 1995 yılında pek çok kullanıcı gibi Amazon'dan yapmıştım. O günden bugüne İnternet'ten yaptığım alışverişin haddi hesabı yoktur herhalde. Amazon'u ilk Türk e.ticaret sitelerinden biri olan ideefixe.com, dvdexpress.ocm, migros.com.tr, yemeksepeti.com ve deppo.com izlemiştir. Yurtdışı yolculuklarına çıkarken uçak bileti ve otel rezervasyonunu da hep İnternet'ten yaparım. Evlilik ve balayı için bile tüm hazırlıklarımı İnternet üzerinden yaptım. Öyle ki nikah akşamı eşim ve ailelerimizle gideceğimiz New York'taki restoranın rezervasyonunu bile İnternet'ten yaptım. Tüm İnternet alışverişlerinde olduğu gibi geç rezervasyon iptaline karşı bu işlemde bile kredi kartı kullandım. Hiçbirinde de İnternet üzerinde kredi kartı kullanmamın güvensiz olacağına dair büyük bir şüpheye kapılmadım.
MasterCard tarafından yapılan Online Tüketici Araştırması'nın sonuçları ise tüketicilerin İnternet'te alışveriş yaparken bana göre çok daha şüpheci olduklarını gösteriyor. Araştırmada İnternet kullanıcıları beş temel gruba ayrılmış. 'sadık İnternet kullanıcıları' (A), 'ihtiyatlı kullanıcılar' (B), 'genel kullanıcılar' (C), 'meraklı ama ikna olmamış kullanıcılar' (D), 'teknolojiye güvensiz kullanıcılar' ise (E) grubu olarak adlandırılmış. A, B ve C grubunun her biri grubun yüzde 22'lik yüzdesini oluştururken, D grubu yüzde 23'ünü, E grubu ise yüzde 11'ini oluşturmuş.
Araştırmada sorulan 'İleride İnternet'ten alışveriş yapmayı düşünüyor musunuz?' sorusuna A, B ve C grubunun çoğu 'kesinlikle evet' yanıtını vermiş. D grubunun yarıdan çoğu zaman zaman yapacakları yanıtını verirken E grubunun yüzde 43'ü kullanmayı düşünmediklerini söylemiş.
MasterCard tarafından yapılan araştırmaya göre İnternet alışverişinin tercih edilme faktörlerinde güvenlikten sonra fiyatla ilgili avantajlar ilk sırayı alıyor. Daha ucuz/hesaplı fiyat, ulaşım masrafı olmaması, indirim ve hediye verilmesi İnternet'ten alışveriş yapmayı etkileyen faktörler arasında.
Servisle ilgili tercihleri ise yüzde 32 ile 24 saat alışveriş imkanı ve yüzde 10 ile daha iyi müşteri hizmeti belirliyor.
İnternet kullanıcılarının tamamı ele alındığında yarıya yakını 3 yıl ya da biraz da daha uzun süredir İnternet alışverişi geçmişine sahip bulunuyor. Gruplar arasında İnternet kullanma geçmişi ile online alışveriş yapma oranı arasında doğrudan bağlantı söz konusu. Öte yandan yeni kullanıcıların sürekli katılımıyla pazar giderek büyüyor.
MasterCard Online Tüketici araştırmasından çıkan bir başka sonuca göre kullanıcı nüfusunun büyük çoğunluğu 5 yıldan daha uzun süredir İnternet kullanıyor. Örnekler grubuna 'Son 3 ay içinde İnternet'te alışveriş yaptınız mı?' şeklinde bir soru yönetildiğinde ise yüzde 78 oranında olumlu yanıt alınıyor. Grubun yüzde 89'u ise şu ana dek İnternet'ten en az bir kere alışveriş yapmış bulunuyor.
Araştırmaya göre birçok tüketici teknolojiyi olumlu bir yaşam kriteri olarak görüyor. Yarıdan fazla bir kesim teknolojinin günlük yaşamlarına büyük katkı sağladığını belirtiyor. Fakat yalnızca küçük bir grup teknolojiyi 'ilk deneyen' olmak istiyor. Deneyimli İnternet kullanıcıları teknolojiye çok daha yatkınken, yeni kullanıcılar 'bekle gör' politikasını benimsiyor.
Mars geçti Marduk geliyor
Kitaptan Engin Ardıç'ın bir yazısı vesilesiyle haberdar oldum. Herkese alıp okumasını tavsiye ediyor, alıp da beğenmeyenler olursa kitabın parasını bizzat geri ödeyeceğini söylüyordu. Sonra bir okur mektubu geldi. Yazdığım bir yazıdan kendince çıkardığı manayı, Engin Ardıç'a ve bana gönderdiği bir mesajda yazarak aklınca kafa buluyordu. Mesajın sonunda Engin Ardıç'a da dokunduruyor, kitabı beğenmediği takdirde parasını kendisinden nasıl alacağını soruyordu. Cevap yazıp kitabı almasını, beğenmezse bana getirmesini, kitabın parasının iki katını ona iade edeceğimi söyledim. Engin Ardıç'ın bu kadar hararetle tavsiye ettiği bir kitabı zaten elim mahkum alacaktım.
Tabii ses seda çıkmadı. Hevesim kursağımda, paramın yarısı cebimde kaldı. Öteki yarısıyla gidip kitabı aldım. Almaya gittiğimde de bir baktım, ''2012: Marduk'la Randevu'' en çok satanlar raflarında. Engin Ardıç'ın da yazdığı gibi kitabın yazarı Burak Eldem konuyla ilgili bütün literatürü ustaca derleyip toparlamanın yanı sıra, konuyu New Age zırvalarından da kurtarmış.
2012.netfirms.com
Vestel dünya ajanslarında
Dünyanın belli başlı teknoloji haberleri ajanslarına özel aboneliklerim var. Bu ajanslar kendilerine başvuran gazetecileri abone olarak kabul etmeden önce kılı kırk yarıyorlar. Bu kadar titizlenmelerinin nedeni geçtikleri haberlerin büyük çoğunluğunu ileri bir tarihten önce yayınlanmama koşuluyla vermeleri. İşte bu ajanslardan gelen haberlerde tanıdık bir markayla karşılaştım. Vestel... Dünyanın önde gelen görüntü teknolojileri geliştiricilerinden Genesis Microchip'le bir anlaşma yapmış. Vestel yeni teknoloji ürünü Likit Kristal (LCD) ekranlı TV’lerini Berlin'deki elektronik fuarı IFA'da sergileyecekmiş.
Gündemin not defteri
Eylül ayının ilk haftası Türkiye'nin bilişim bayramı. Bu haftanın da bizim için tek gündemi var doğal olarak. Bu arada ODTÜ alan adı örgütü bilisimhaftasi.org.tr ve bilisimzirvesi.com.tr adreslerini nasıl olmuş vermiş anlamak mümkün değil. Devlet böyle başı bozuk bıraktığı sürece biz yaptık oldu demeye devam edecekler anlaşılan.
Bilişim Haftası
bilisimhaftasi.org.tr
* *
Bilişim'i halkın ayağına getiren etkinlik.
Bilişim Zirvesi
bilisimzirvesi.com.tr
* *
TBD hafta yaparsa, TBV de zirve yapar.
Cebit Bilişim
cebitbilisim.com
* * *
Bizim de uluslararası bir bilişim fuarımız var.
Telepati
telepati.com.tr
* * *
Telekom sektörünün biricik dergisinin İnternet sitesi.
Tom amcanın donanımı
tomshardware.com.tr
* * * * *
Bilgisayar donanımı için tek adres. Site diye ben buna derim.
Yazının Devamını Oku 24 Ağustos 2003
Affınıza sığınıyor ve bu haftaki yazımı alaylı uzmanlık alanım İnternet değil, okullu uzmanlık alanım Siyaset Bilimi konusunda yazmak istiyorum. Ama içinde yaşadığımız Bilgi Toplumu'na geçiş çağında her konu gibi bu konu da sonunda İnternet'e çıkıyor onu da yazımın sonuna gelmeden baştan belirteyim... Geçtiğimiz hafta laik Türkiye Cumhuriyeti'nin geleceğini tehdit eden çok önemli bir gelişme yaşandı. Tayyip hükümeti bir takım milletvekili transferi oyunlarıyla mecliste, anayasayı tek başına değiştirebilme çoğunluğu olan 368 parmak sayısına ulaştı.
Peki bu neden bu kadar önemli. Aslına bakarsanız AKP'nin aldığı oy oranıyla tek başına iktidarda olması ve bu iktidarını erken seçimi gündeme getirmeden sürdürmesinin bile demokratik sistemin sağlığı açısından hayati önemi var. Geçen yılki genel seçimlerin ardından yazmıştım:
''Bu seçimde toplam seçmen sayısı yaklaşık 41 milyondu. Bu 41 milyonun yaklaşık 10 milyonu yani yüzde 25'i tepkilerini oy kullanmayarak gösterdi. 13,5 milyon seçmenin yani yüzde 34'ünün oyu ise ülke barajının altında kalarak meclise temsilci sokamayan partilere gitti. İkisini toplarsak 41 milyonluk toplam seçmenin 23,5 milyonu, yani yaklaşık yüzde 60 gibi çok büyük bir çoğunluğu mecliste temsil edilmiyor. Bu meclis halkın sadece ve sadece yüzde 40'ını temsil ediyor. Kısacası AKP, öyle bazılarının iddia ettiği gibi iktidara tek başına, büyük bir çoğunlukla filan gelmiyor. AKP'yi tek başına iktidara taşıyan oylar toplam seçmenin sadece yüzde 25'inin oyları. Ve bu cüce çoğunlukla anayasayı filan değiştirmeyi başarırlarsa, yuh olsun derim.''
Bu sonucun tek bir anlamı var. Lamı cimi olmayan bu anlam; demokratik sistemimizin, seçim sisteminin iflas etmesi sonucunda çökmüş olmasıdır. Böyle bir durum hangi gelişmiş batı ülkesinde olsa seçim sistemi hızla değiştirilir ve bir an evvel erken seçime gidilerek, çöken demokratik sistem tekrar rayına oturtulur. Türkiye'de böyle olmamasının birkaç nedeni var. Birincisi demokratik kültürün henüz yerleşmemiş olması. İkincisi ilerici geçinen bir takım sözde aydınların demokrasi cahili olması ve daha demokratik bir anayasaya giden her yolu, demokratik olmasa bile mübah görmeleri. Üçüncüsü ise erken seçime gitmenin ekonomik krizden çıkışı geciktireceği, yaşanan demokrasi krizinin dile getirilmesinin ikinci bir ekonomik krizi tetikleyebileceği endişesi. İşte azınlık iktidarına fazla ses çıkartmadan boyun eğiyor oluşumuzun nedenleri özellikle üçüncü neden başta olmak üzere bunlardır. Bu üç ana nedene unutmadan bir dördüncüsünü daha eklemem lazım. O da anasayayı Avrupa Topluluğu'na girme beklentimizi artıracak şekilde değiştirebilme gücüne sahip olan azınlık iktidarına, dereyi geçene kadar dayı deme eğiliminde olan post-takiyecilerin var olması.
Bu yazdıklarımı aslında seçimden hemen sonra yazmam lazımdı. Pek çok yazar gibi gaflet içine düşüp yazmadım, hatalıyım, pişmanım. Ama son gelişmelerden sonra sesini çıkartmadan oturmak vatan hainliği olurdu. Tayyip hükümeti başta da belirttiğim gibi bir takım transfer oyunlarıyla, anayasayı tek başına değiştirecek 368 koltuk sayısına ulaşmış oldu. Bu arkasında halkın sadece yüzde 25'inin desteği olan, seçmenlerin yüzde 75'inden oy alamamış olan bir partinin, seçmenin yüzde 90'ından fazlasının oyuyla kabul edilen anayasayı değiştirebilme yetkisine kavuşmuş olması demektir ki, tam bir demokrasi felaketidir.
Bu felaketin karşısındaki tek engel Cumhurbaşkanı'nın anayasa değişikliklerini halkoylamasına götürmesidir. Ve anayasa değişikliklerinin meşru olabilmesi için Cumhurbaşkanı'nın bundan sonra yapılacak olası tüm anayasa değişikliklerini, istisnasız halkoylamasına götürmesi şarttır. Aksi takdirde azınlık tarafından dikte edilen bir anayasaya sahip oluruz ki, bu tam bir karabasandır.
Yapılacak halkoylamaları çöken demokrasiyi rayına oturtmak için bir fırsat da olabilir. Yaptığı anayasa değişikliğinin halkın çoğunluğu tarafından kabul edilmemesi, hükümetin istifasını şart kılacaktır. Tersi bir sonuç ise Cumhurbaşkanı'nın meşruluğunu zedelemeyecektir çünkü mevcut şartlar her türlü anayasa değişikliği girişiminin halkoyuna sunulmasını bir seçenek değil, bir görev haline sokmuştur.
İşin İnternet'le ilgili boyutuna gelince. Bilgi Toplumu'na geçişte dünyanın gerisinde kalmamamız, hatta yeniden çizilen güçler haritasında hükmedici bir yer kapabilmemiz için saniyelerin bile önemi var. AKP azınlık iktidarının hükümet programında ve icraatlerinde Türkiye'yi Bilgi Toplumu olmaya taşıyacak stratejilerin izinin dahi olmaması, Türkiye'nin geleceğinin toplumun çoğunluğunun desteğini almayan bir yönetim tarafından karartılması anlamına gelmektedir. Ki tek başına bu neden bile azınlık iktidarından bir an önce kurtulmayı arzulamanın yeterli nedenidir.
Mikroişlemci 35 yaşında
Intel'in kurucularından Gordon Moore 1964 yılında entegre devreler üzerinde sabit bir alana sığdırılabilen transistör sayısının her yıl ikiye katlandığını gözlemlemiş ve bu eğilimin devam edeceğini öngörmüştü. Basın tarafından Moore Yasası adı takılan ve hep bu adla anılan öngörü doğru çıktı. Bilgisayar çipleri Moore Yasası'nın doğru çıkması sonucunda her yıl iki kat hızlandılar. Bu eğilim sonradan biraz yavaşladı ve ikiye katlanma süresi 18 aya çıktı ama yükseliş istikrarlı bir şekilde hálá devam ediyor.
Moore bu gözlemi yaptıktan dört yıl sonra Andy Grove ve Robert Noyce ile birlikte Intel'i kurdu. Ve şimdi Intel sanki ''Yaş 35, Moore'un yarısı eder'' diyor. 35. yaşını dünyanın çeşitli ülkelerinde düzenlediği etkinliklerle kutlayan Intel, İstanbul'daki kutlamayı geçtiğimiz salı günü Esma Sultan Yalısı'nda gerçekleştirdi.
Intel, 35 yıl içinde imza attığı buluşları bir 'zaman kapsülü'nün içine yerleştirerek ilginç bir kutlama etkinliğine de imza attı. Zaman kapsülünün içinde Çin, İsrail ve Kosta Rika gibi Intel'in faaliyet gösterdiği çeşitli ülkelerden gönderilen Intel ürünleri yer aldı. Kapsülün içine yerleştirilen eşyalar arasında İsrail'den gönderilen zeytin ağacından oyulmuş bir tahta kutu da vardı. Kutunun içinde yer alan metal bir güvercinin Ortadoğu'ya barışın gelmesi için beslenen ümitleri sembolize ettiği bildirildi. Zaman kapsülü, Intel'in 50. kuruluş yıldönümü olan 2018 yılında açılacak.
Kilometre Taşları
Intel'in 35 yıllık yolculuğundan bazı köşe başları...
1968 Intel adını 10 bin dolara başka bir şirketten satın aldı
1971 Dünyanın ilk mikroişlemcisini (4040) ve ilk yeniden yazılabilir belleğini (EPROM) üretti
1972 Likit kristal ekranları olan dijital saatleri üretmeye başladı
1976 Termostat, araba ve ev aletlerine yapay zeka konmasını sağlayan mikrodenetçileri üretti
1979 Fortune 500 listesine girdi. Moore, Intel CEO'su oldu. 2920 sayısal işlemci ile ses ve görüntü gibi doğal analog verilerin sayısal ortama aktarılmasının önü açıldı
1982 16-bit işlem yapabilen 134 bin transistörlü Intel 286 üretildi
1985 Transistör sayısını 275 bine çıkaran 386 serisi Intel işlemciler doğdu
1989 1 milyondan fazla transistör içeren ilk mikro işlemci (486) piyasaya sunuldu
1993 3.1 milyon transistörlü Pentium işlemci üretildi
1995 Uzay Mekiği Endeavor'daki astronotlar Intel teknolojisiyle yerle gerçek zamanlı telekonferans yaptılar
1996 Intel ve Sandia Uusal Laboratuvarı saniyede bir trilyon işlem gerçekleştiren paralel süper bilgisayarı yaptılar
1997 7.5 milyon transistörlü Pentium II duyuruldu
1999 24 milyon transistörli Pentium III çıktı
2000 Pentium 4'le transistör sayısı 42 milyona çıktı
2003 Kablosuz LAN bağlantısı, çeşitli mobil iletişim becerileri ve yüksek performansı daha az güç harcayarak sunan Centrino teknolojisi duyuruldu
Simya gerçek oldu
Simyacıların yüzlerce yıllık rüyası olan farklı elementleri altına çevirme çabası neredeyse gerçek oldu. Fizikçiler güçlü lazer ışınları kullanarak bir elementi başka bir elemente çevirmenin yolunu buldular. İngiltere'nin Glasgow şehrindeki Stratclyde Üniversitesi'nde yapılan bir deneyle altın, cıvaya dönüştürüldü. Gerçi simyacıların hayali tam tersiydi ancak bu yeni buluşun büyük bir devrimin başlangıcı olması bekleniyor. Elementleri birbirine dönüştürmek için lazer ışınlarından yararlanılmaya başlanması, bilim adamlarının birkaç yıl içinde masalarında simya deneyleri gerçekleştirmeye başlayabilecekleri anlamına geliyor. Buluş yeni ilaçların geliştirilmesinden nükleer güce kadar hemen hemen her tür alanda devrim yaratacak nitelikte. Elementlerin birbirine dönüştürülebilmesi için atom çekirdeğinin değiştirilmesi, çekirdeğe proton ve nötron eklenmesi ya da çıkartılması gerekiyor. Atom çekirdeğinin nötron veya proton bombardımanına tutularak elementlerin dönüştürülebileceği, 1919'dan beri biliniyor. Ancak bu iş için nükleer reaktörler, kilometrelerce uzunluktaki tünellerden oluşan parçacık hızlandırıcıları ve süperiletken dev mıknatısların kullanılması gerekiyor. Ledingham ve arkadaşları bu işi lazer kullanarak yapmayı başardılar. Kullanılan lazer gerçi dünyanın en büyük lazeriydi ve ufak bir otel büyüklüğündeydi ancak beş yıl içinde aynı güce sahip masaüstü lazerlerin üretilebilecek olması, deneyin pratik kullanım alanları bulabileceğini gösteriyor.
Gündemin not defteri
Kimlik
sony.com/identity
* * * *
Son yılların en muhteşem polisiye/gerilim filminin İnternet sitesi de çok başarılı
Süne
tarim.gov.tr
*
Şehirlilerin Levent Kırca'nın bir parodisiyle yıllar önce tanıştığı ''süne'' yine gündemde. Ama işin hazin yanı Tarım ve Köyişleri Bakanlığı'nın İnternet sitesinde arama yapınca ''süne'' ile ilgili tek bir belgeye ulaşılamaması.
Müstemleke
tdk.org.tr
* * * *
Müstemleke gibi kelimelerin anlamını öğrenmek isteyen 70 yaş altı vatandaşlarımız için Türk Dil Kurumu'nun İnternet sözlüğü bulunmaz Hint kumaşı... ''İnternet''i küçük harfle yazma kör inadına saplanan çeşitli gazetelerin editörlerinin ve düzeltmenlerinin de yararlanmaları gereken bir kaynak.
Birleşmiş Milletler
www.un.org
* * *
Dünya nelere gebe, yakından takip etmek isteyenlere...
Yazının Devamını Oku 17 Ağustos 2003
Aslında gidecektim. <B>Dünya Felsefe Kongresi</B>'nde üzerinde durulan konular arasında ''Teknoloji Felsefesi'', <B>''Enformasyon ve İletişim Felsefesi''</B>, ''Yeniçağda Felsefe'' gibi başlıkların da olması gidip izlemem için yeterli sebepti. Şeytan mı dürttü, melek mi öptü bilemiyorum son anda vaz geçtim. Böylesi büyük bir organizasyonun İnternet sitesinin rezalet ölçüde kötü olmasının da, gitmeme kararımda etkisi olmuştur muhakkak. Hem baktım Hürriyet'in anasayfasında kongrenin
Sefa Kaplan, Gila Benmayor ve
Ersin Kalkan'dan oluşan bir ekiple izleneceği de ilan edilmiş...
İyi ki gitmemişim. Filozofların toplantısıyla, bizim
yüzde yirmibeşlik başbakanın damat rolündeki figüran oğlunun düğünü aynı yerde yapılıyordu ya...
Görmemişin düğünü olmuş tutmuş yolları kesmiş. Dünya Felsefe Kongresi'ne gitmeye çalışan
filozoflar, bir figüranın düğünü uğruna yollarda rezil olmuşlar. Daha doğrusu biz onlara rezil olmuşuz.
Dediğim gibi iyi ki gitmemişim. Bir figüranın düğünü uğruna yollarda rezil olmak bir yana fazla bir şey de kaçırmamışım. Konferansı izleyen Hürriyet ekibinin haberlerinden öğrendiğime göre dünya filozofları, ilgi alanıma giren konularda yeni bir şey söylememişler. Benim zaten yedi, sekiz sene önce bu sütunda yazıp, sizlerle paylaştığım öngörüleri tekrarlamışlar. ''Devletler artık her alanda egemenliklerini ortaya koyamayacaklar''mış da, ''Uluslararası medyadaki globalleşmeyle birlikte ulus devlet modeli eski moda bir yönetimine dönüşmüş'' de, ''Yeni teknolojiler, ulusun ve tek bir devletin sınırlandırıcı yapısına darbe vurmuş'' da, ''Ulusal devletler farklı türden global oyuncularla karşı karşıya kalmışlar''mış da,
mış mış da mış mış...
Tamam bunların hepsi doğru da, doğru olacağı sekiz yıl öncesinden bilinen şeylerdi zaten.
Tarih kongresi mi bu yoksa felsefe kongresi mi? İnternet'in konvansiyonel dünya düzenini kökten değiştireceğini sekiz yıl önce yazmıştım.
'Orhan Bursalı'ların,
'Kürşat Başar'ların,
'Yalçın Pekşen'lerin,
'Zülfü Livaneli'lerin,
'Aydın Engin'lerin ve daha nicelerinin İnternet'e burun kıvırdıkları bir dönemdi.
İnternet'le birlikte artık gümrük duvarlarının, sınırların anlamını yitirmeye başladığını yazmıştım, örneğin. İnternet üzerinden yazılım satın alıyordunuz, parasını kredi kartıyla ödüyordunuz, yazılımı İnternet üzerinden yüklüyordunuz. Peki aldığınız
ürün gümrük sınırlarını nereden geçiyordu, gümrük vergisi nasıl alınacaktı?
İnternet'le birlikte ulusal hukukun da anlamsızlaşmaya başladığını, yerini uluslararası hukukun alacağını yazmıştım bir başka yazımda. İnternet üzerinde site açıp, yayın yapmak çok kolaydı. Bir ülkenin yasalarında suç sayılan şey, bir başka ülkeninkinde suç sayılmayabiliyordu. Dolayısıyla
ulusal kanunlar anlamsızlaşıyordu. Çözüm uluslararası hukuktaydı.
İnternet'in bilginin dolaşımını hızlandırdığını, ticarete ve servis hizmetlerine uluslararası bir boyut kattığını, uzaktan eğitime uluslararası kapılar açacağını, kültürler arası etkileşimi hızlandıracağını, kısacası ulusal devletin temellerini sarsacağını söylemiştim.
Aradan geçen sekiz yıldan sonra Dünya Felsefe Kongresi'nde teknoloji, enformasyon ve iletişim konularında yeni bir şeyler konuşulmasını beklerdim doğrusu.
Belki de önyargılıyım. Yeni bir şeyler de söylendi de benim haberim olmadı. Kongreyi çok yakından takip eden Hürriyet ekibinin bile tüm toplantılara yetişmesi olanaksız sonuçta. Kongrenin doğru düzgün bir İnternet sitesi de yok ki, konuşulanları İnternet'ten takip edeyim.
Hurriyetim.com.tr'de yayınlanan kongre haberinin altına yorum yazan okur çok haklı. ''Bu konferansa isteyip de katılamayan birçok insandan biriyim'', diyor
Yıldız Ayyıldız, ''Keşke konferansa katılan konuşmacıların tam konuşma metinleri yayınlansa ve biz de yararlanmış olsak''...
Doğru düzgün bir İnternet sitesi yapmayı bile beceremeyen felsefecilerden, yeni iletişim teknolojileri üzerine yaratıcı düşünceler üretmelerini beklemekle çok şey mi istiyorum dersiniz?
Ali Kıran Yolkesen'in binlerce davetlisinin katıldığı figüranın düğünü için bile oldukça başarılı bir site hazırlanmışken (
rterdogan.com), filozofların başının kel kalması insanı üzüyor doğrusu.
İnternet ODTÜ'nün kölesi
ODTÜ kaynaklı bir grup öğretim üyesinin, İnternet'in Türkiye'deki emekleme günlerinde kurdukları İnternet adres tescili tekelinin, Türk İnternet girişimcilerine verdiği zarar her geçen gün artıyor. Devletin,
hükümetin bu konuda yasal düzenleme getirmekte gecikmesi ve tekele göz yumması önemli miktarda bir yatırım kaynağının yurtdışına kaçmasına yol açıyor. Başıboş tekelci uygulama, Türk İnternet girişimcilerinin kalitesiz bir hizmeti yüksek ücretler ödeyerek almalarına da yol açıyor. Tekelci uygulamanın mimarları, danışma kurulu vasfı taşıyan
İnternet Kurulu içinde kurdukları gayrimeşru icra kuruluyla, tekelci faaliyetlerine
Ulaştırma Bakanlığı'nı ve kurul üyesi özel şirket temsilcilerini de alet ediyorlar. Ve işin ilginç yanı bu konudaki eleştirilere Ulaştırma Bakanlığı'ndan tek bir açıklama dahi gelmiyor. Başıboş tekelci uygulamayla ilgili sesi sedası çıkmayan resmi kurumlar arasında
Rekabet Kurulu da var.
İnternet adreslerinin ülke bazında tescil ve idare yetkisi Tahsis Edilmiş İsim ve Numaralar İnternet Kurumu (
Internet Corporation for Assigned Names and Numbers-ICANN) tarafından dağıtılıyor. İnternet'in yaygınlaşmaya başladığı ilk yıllarda bu yetki, İnternet'in tüm dünyada yaygınlaşmasını hızlandırmak amacıyla fazla ince eleyip sıkı dokunmadan dağıtılmıştı. İnternet adreslerinin tescili ve idaresi de 1990'dan bu yana
ODTÜ'den
Attila Özgit'e verilmiş durumda. İşin teknik sorumluluğu ise yine ODTÜ'den
Kürşat Çağıltay'ın omuzlarında. Örgütün ''avukatlığı''nı da o yıllarda ODTÜ'de olan, sonradan
Bilkent'e geçen
Mustafa Akgül üstleniyor. Mustafa Akgül'ün örgütle görünür, resmi bir bağı yok. Ancak tekelci örgüte yöneltilen tüm eleştirilere, göğsünü siper etmesiyle tanınıyor.
ICANN zamanında biraz gelişi güzel dağıtılan bu yetkiler yüzünden, dünyanın dört bir yanından yoğun eleştiri alıyor. Bu eleştiriler karşısında son birkaç yıldır bazı ülkelerdeki sorumluları değiştirme yoluna gidiyor. Farklı ülkelere dağıttığı yetkilerin, o ülkenin kanunları nezdinde de meşru olabilmesi için hükümetleri gerekli yasal düzenlemeleri yapmaya çağırıyor. Yasal düzenlemesini yapıp, kendi meşru kurullarını belirleyen ülkelerin taleplerine uyarak tescil ve idare yetkisini eski sorumlularından alıp yeni meşru sorumlularına devredebiliyor. ICANN tescil ve idare yetkisini kişilerden alıp kurumlara verme eğiliminde. Bu yetki devrini yaparken, yetki vereceği kurumun hükümetin ve o ülkedeki İnternet topluluğunun desteğini almasına dikkat ediyor.
Attila Özgit, Mustafa Akgül ve arkadaşlarının danışma kurulu statüsündeki İnternet Kurulu bünyesinde gayrimeşru icra kurulu kurmasının,
Bilişim Zirvesi'nde göstermelik özeleştiri toplantıları düzenlemesinin ardında yatan neden de büyük bir olasılıkla ICANN'ın bu eğilimi. İnternet Kurulu bünyesinde kurulan bir icra kurulu ICANN'a hükümet desteği alındığını göstermek için iyi bir yol. Ulaştırma Bakanlığı'nın kendi bünyesinde gayrimeşru bir kurul kurulmasına göz yumduğunu ICANN herhalde hayal bile edemez. Öte yandan Türkiye'nin bilişim konusundaki en büyük sivil etkinliği olan Bilişim Zirvesi kapsamında gerçekleştirilen eleştiri toplantıları da, Türkiye'deki İnternet toplumunun desteğini aldığını göstermek için iyi bir yol. ICAAN, ODTÜ kaynaklı grubu eleştirenlerin bu toplantılara grubu gayrimeşru kabul ettikleri için katılmadıklarını, toplantıların ahbap çavuş toplantısından öteye gitmediğini de bilemez kuşkusuz.
Tekel kazığı
Listede dünyanın çeşitli ülkelerinde uygulanan bir yıllık alan adı yönetim ücretleri, dolara çevrilmiş olarak yer alıyor.
Belçika
www.dns.be
6.7 ABD Doları
Hollanda
domain-registry.nl
6.7 ABD Doları
ABD
8.95domains.com/
8.95 ABD Doları
Danimarka
dk-hostmaster.dk/
9 ABD Doları
Güney Kore
www.nic.or.kr
Kişisel 9 ABD Doları
Şirket 18 ABD Doları
İsrail
www.isoc.org.il/
10 ABD Doları
Kanada
www.cira.ca
11 ABD Doları
Namibya
www.na-nic.com.na/
13 ABD Doları
Norveç
www.norid.no/
13 ABD Doları
Rusya
www.nic.ru/
15 ABD Doları
Hindistan
domain.ncst.ernet.in
16 ABD Doları
Tayland
www.thnic.net/
18 ABD Doları
Türkiye
nic.tr
18 ABD Doları
Hong Kong
www.hkirc.net.hk
25 ABD Doları
İngiltere
http://www.nic.uk/
64 ABD Doları
Almanya
www.denic.de/
65 ABD Doları
Yazının Devamını Oku 10 Ağustos 2003
Geçen gün evden çıktım, sokakta yürüyorum. <B>Evde İnternet kesik</B>, önemli birkaç işimi halletmek için beşyüz metre ilerideki İnternet kafeyi deneyeceğim. Telefonum kıpraşmaya başladı. Baktım ekranında ''Yeni Mesaj'' yazıyor. ''Oku''yu tuşlayıp açtım mesajı. Şunun bunun çocuğuna üye olursam futbol maçlarının sonuçlarını öğrenecekmişim cep telefonumdan. Öyle diyor, mesajda... Elli metre gitmedim ki, bir mesaj daha... Şunun bunun çocuğu kız arkadaş, kadın arkadaş filan da buluyormuş isteyene...
Fesuphanallah deyip, yoluma devam ettim. İnternet kafeye varıp, içeri girdim, yan yana dizili bilgisayarlardan birinin başına çörekleniverdim. Yan bilgisayarın başında oturan lacili bey, ''Selamünaleyküm'', dedi, ''hoşgeldiniz''... Hoşbulduk dedim, bilgisayarımın ekranına döndüm.
''Ben'' dedi, ''Ekleştirme Bakanı Binatlı Çocuklargibişimşektik. Asıl mesleğim marangozluk ama İnternet'i de bizim bakanlığa bağlamışlar. Her neyse yenge nasıl?''
İçimden sana ne dedim, dışımdan ''Ne olacak bu İnternet'in Türkiye'deki hali?'' diye sordum.
''Hiç merak etme'', dedi, ''İnternet'te asayiş berkemal. Benden önceki bakanlardan biri, o da bu işlerden pek çakozlamadığından bir danışma kurulu kurmuş. Kendi aralarında toplanıp, İnternet neyin düzene sokuyorlar. Sen onu bunu bırak da how is choluck chocuck?''
- Nasıl yani? Elin gavurunun nükleer savaşta bile çökmemek üzere tasarladığı İnternet'in Türkiye bacağı, Cezayir'de olan bir depremin ardından haftalarca çökmüştü. Senin bu danışma kurulun, bu kepazeliğin ardından ne gibi tavsiyelerde bulundu?
- Çocuklar bana gücenmişler biraz, bir bildiri yayınlayıp beni göreve çağırdılar.
- Anlayamadım, bu kurul size bağlı bir danışma kurulu değil miydi? Bağlı oldukları makamı göreve mi çağırdılar yani?
- Doğru söylüyorsun yahu... Vay anasını. Yenge nasıl yenge?
- Bakın sayın bakanım, bu kurulu ben iyi tanırım. Zeytinyağı gibi üste çıkmalarıyla meşhurdurlar. Danışma kurulu diye kuruldular, sonra kendi ahbap çavuşlarının bir takım iktidar hırslarına hizmet edecek icra faaliyetlerine giriştiler. Çok kötü bir tasarıma sahip olan eski İnternet altyapısı TURNET'in yerine doğru düzgün çalışacak bir altyapı tasarlamak ana amacıyla kuruldular, ama şimdi söylediklerinizden anlıyorum ki kendi kurdukları TT-Net çökünce suçu sizin üstünüze yıkmaya çalışmışlar.
- Bak bak... İşin bu yönünü hiç düşünmemiştim vallahi. Ama belki de bunlar doğru yolu gösterdiler de, eski bakanlar uygulamadı.
- Öyle olsa istifa etmeleri gerekmez miydi? İnsan istenmediği yerde sırf iktidar hırsı yüzünden durur mu?
- Durur. Bak ben nasıl duruyorum. Onlar da bana benzemeye başlamışlar belli ki.
- Peki hiçbir işe yaramayan bu kurulu siz neden feshetmiyorsunuz? Hem siz İnternet'e neyle bağlanıyorsunuz anyway?
- Kablo Turka...
- Ne Turka?
- Kablo Turka. İnternet'in Türk kılığına sokulmuş hali. TT-Net Turka'nın layt versiyonu, ADSL isimli aile boyu çeşidi de var. Hepsinin ortak özelliği gavur icadı İnternet'in yurdumuz insanına layık gördüğümüz uyarlamalardan geçirilmiş olmaları.
Hızlı İnternet bağlantısı anlamına gelen genişbant halkımızın neyine? Siyah beyaz televizyondan renklisine, resmi yayıncılıktan özele, tek kanallılıktan çok kanallılığa öyle hop diye hemen mi geçtik de, genişbanta hemen atlayacağız. Yok öyle yağma. Önce halkı bir kazıklayalım. Bakın danışmanlarımız ahbap çavuşlar bile yıllardır öyle yapıyor. Dünyanın en kalitesiz alan adı tescil hizmetini dünyanın en kazık tarifeleriyle sunuyorlar. Bizim onlardan, onların bizden öğreneceği çok şey var. Onlar bize kötü hizmet pahalıya nasıl verilir onu öğretiyorlar, biz onlara iktidar hırsıyla koltuğa yapışmanın inceliklerini.
Bağlandıkça İnternet'in Turka'sına, ölesim gelir...
Mendakka dukka...
Mavi Adam Ney'imize
Hani üç hafta kadar önce Computer Associates Konferansı'na katılmak üzere Las Vegas'taydım ya... Hani konferans sonrasında ''bilişim de artık elektrik, su, telefon gibi kullanıldıkça faturalanacak'' diye bir haber yazmış ve Computer Associates'in ''Sonar'' isimli yazılım çözümüyle ''anında bilgiişlem'' moda kavramını pratikleştirdiğini aktarmıştım ya... İşte o Las Vegas ziyareti boyunca toplantılara katılmakla yetinmedim takdir edersiniz ki... Bundan önceki Las Vegas ziyaretlerimde hep afişlerini görüp, merak ettiğim Blue Man Group gösterisini de izleme fırsatı buldum örneğin. Hay izlemez olaydım. Türk şov dünyasının yedi ceddine sela okumak zorunda kalmazdım hiç olmazsa.
Hani şimdi medyada Ney midir, Nez midir, Lez midir nedir, bir dans kumpanyasının kıyametleri kopartılmaya başladı ya... Hani bu kumpanya kampanyasına ya da kampanya kumpanyasına yıllar önce bir kez daha şahit olmuştuk ya... Hani, hani Dansın Sultanları diye bir gösteri vardı da, bu çok tepişmeli müsamere bozuntusunu seyreden medyazarlarımız methiyeler düzmüş, kumpanyacılar da gaza gelip Broadway'de sahne alacağız filan diye uçmuşlardı ya... Hani o zaman?.. Aradan yıllar geçti hani Broadway'deki gösteri?
İşte Las Vegas'taki Blue Man Group göz ve kulak ziyafetinin tadını kaçıran tek şey, aklıma takılan bu densiz düşüncelerdi. Blue Man Group anlatması çok zor olan o nadir deneyimlerden. Müzik, tiyatro, performans, yaratıcılık ve dahi mucitlik hepsi bu gösteride birleşmiş. Seyirci sanatçı ilişkisi, gösteri felsefesi, algılama psikolojisi gösterinin derinliğini oluşturuyor. Ön planda ise su boruları kullanılarak imal edilmiş orijinal enstrümanlarla çalınan ritmik bir müzik, müziğin resmini tuvale aktaran teatral bir performans, seyirciyi gösterinin aktörü yapan bir etkileşim var.
''Mydonose''cular bizi Sultanlarla, Neylerle filan fazla oyalamayın da Blue Man Group gibi üstün sanatçılarla tanıştırın lütfen.
blueman.com
Her anını fotoğrafla
Baktığınız her şeyi an be an kaydedip, sonra istediğiniz anları fotoğraf kağıdına dökmenize olanak veren bir fotoğraf makinesine sahip olmak ister miydiniz? İlginç bir fikir değil mi? HP bilim adamları böylesi bir olanağı ayağınıza getirecek yeni bir teknolojik konsept üzerinde çalışıyorlar. Fotoğrafçılıkta devrim yaratacak bu yeni teknolojinin kod adı ''Casual capture''. Geliştirme çalışmaları bitip, kullanıma hazır olduğunda fotoğraf çekmek için en uygun anı beklemek, insanların poz vermelerini istemek gibi dertler kalmayacak. En güzel tatil fotoğraflarına sahip olabilmek için yapmanız gereken tek şey her an çalışır bir mini kamerayı yakanıza iğnelemek olacak. Sonra istediğiniz kadar gezin, tozun. Gün bittiğinde elinizde, içinden istediklerinizi seçip kağıda basabileceğiniz binlerce fotoğraf karesi olacak. Hatta belki depolama kapasitesi gibi sorunları aşmak için bu fotoğraflar gün boyu kablosuz bağlantıyla İnternet'teki bir siteye bile aktarılıyor olabilecek.
www.hpl.hp.com
Sezen Nis'te Sertab nerede
Vallahi yazmazdım. Kötü ötesi bir şarkının, basit ötesi bir yarışmada birinci olması üzerine bu kadar kıyamet kopartılmış olmasına rağmen billahi yazmazdım. Yıllardır üç satır haberle geçiştirdiği bir yarışmadaki birinciliği, görmemişin oğlu olduğunda koparttığı yaygarayla karşılayan medyamıza inat iki gözüm önüme aksın ki yazmazdım. Kazanılan birinciliği şarkının İngilizce okunmasına bağlayan şaşkınlara ant olsun yazmazdım. Ama geçen hafta Fransa'nın tatil cenneti Nis'te ve Cote D'Azur bölgesinde birkaç kafede birden Sezen Aksu nağmeleriyle karşılaşınca ve Sertab'ın o kötü şarkısına hiçbir yerde rastlamayınca yazmam farz oldu. Sertab o güzel sesiyle batılı ünlü şarkıcılara vokalistlik yapıyormuş. Tamam, İngilizce icraya o zaman eyvallah. Ama kendi kimliğiyle ayakta durması, batı piyasasında tutunabilmesi için fazlası gerekiyor. Örneğin Sezen gibi kişiliğinden gocunmadan Türkçe söylemesi belki de...
Bu arada Sertab Erener'in İnternet'te Sezen Aksu'yu, hem nitelik hem nicelik olarak açık ara solladığını da yazmam gerek.
sezenaksu.net
sertab.net
Gündemin not defteri
Felesefe Kongresi
tfk.org.tr
www.wcp2003.org * *
Dünya Felsefe Kongresi ilk defa Türkiye'de yapılıyor ve bildiri konuları arasında Teknoloji Felsefesi, Enformasyon ve İletişim Felsefesi, Yeniçağda Felsefe gibi başlıklar da var. Kongrenin İnternet sitesi ise evlere şenlik.
Formula 1
www.formula1.com * * *
İstanbul'da yapılabilecek mi, yapılamayacak mı?
Sarsılmaz 1
sarsilmaz.com.tr * *
Tayyip'e hediye edilen 1,2 milyarlık altın tabancayı merak edersiniz diye...
Cleveland'da kalp nakli
www.clevelandclinic.org * *
Haydar Aliyev'in kalp nakli için nakledildiği ileri sürülen dünyaca ünlü klinik.
Şu bu o şu bu o şu bu o
* * *
Fazla söze ne hacet, şarkısı bile yeter.
İnternet Komedi Kurulu
kurul.ubak.gov.tr *
Kel başa şimşir tarak. Türk İnternet'ini allak bulak eden kurul ve yardakçısı özel şirketlerin tam listesi bu adreste.
Çelik Gülersoy'un anısı
turing.org.tr * *
Çelik Gülersoy'un anısına, İstanbul'a hediye ettiği güzelliklere yaraşır bir site bekliyoruz.
Yazının Devamını Oku 3 Ağustos 2003
İnternet icat oldu mertlik bozuldu diyenlere bir çift sözüm var. Sorun İnternet'te değil kullananda. Her teknoloji yaşamı kolaylaştıracak nimetler sunar. Yine her teknoloji adama hayatı zehir edecek kapılar da açar.
Son günlerde hem basılı medyada, hem de elektronik medyada bir tartışma başladı. İnternet medyaya özgürlük mü getirdi, başıbozukluk mu? Sorunun cevabı basit, her ikisini de. İnternet her teknoloji gibi bir büyüteç görevi görüyor. Güzellikleri büyüttüğü gibi pislikleri de daha fazla görünür kılıyor.
Bundan sekiz yıl önce, İnternet yolunun henüz başındayken birkaç kez yazmış, İnternet yeni medya patronları yaratacak demiştim. En çarpıcı örnek birkaç yıl sonra, America Online'ın Time Warner grubunu satın almasıyla geldi. İnternet dünyada daha pek çok yeni medya patronu yaratırken, daha küçük çaplı olsa bile Türkiye'de de benzer örneklerle karşılaştık.
Öte yandan İnternet'in gücünün farkına varan konvansiyonel medya da İnternet'te var olmanın yollarını aramaya başladı, İnternet yayıncılığına yatırım yaptı. CNN, New York Times, Wall Street Journal gibi medya devleri, başarılı İnternet siteleriyle yeni dünyada var olmaya devam edeceklerinin sinyallerini verdiler. Türk medyası önce biraz temkinli yaklaştı. İnternet yayıncılığına geçen ilk Türk gazetesi Zaman oldu. Ardından Hürriyet, Milliyet ve Sabah gibi gazeteler de İnternet'te boy göstermeye başladılar. Televizyon kanallarından NTV İnternet'e hızlı bir giriş yaptı. Ancak 2000 krizinden sonra Türk medyasının İnternet'teki varlığı dramatik bir şekilde küçüldü. Büyük gazetelerin İnternet siteleri, basılı gazetelerin kopyasını barındıran elektronik birer arşiv niteliğine büründüler. NTVMSNBC haber zenginliği ve güncelleme hızı açısından fark edilir bir şekilde zayıfladı. Hürriyetim dışında İnternet'te doğru düzgün habercilik yapan konvansiyonel medya sitesi kalmadı. O da rekabet eksikliğinden olacak durağan bir döneme girdi.
Öte yandan İnternet kendi yeni girişimcilerini yaratmaya başladı. Habertürk, İnternethaber, Nethaber gibi haber siteleri ortaya çıktı. Bunlardan Habertürk bir televizyon kanalı, bir de gazete doğurdu.
Ancak site açmayı ve yayın yapmayı çok kolaylaştıran İnternet dedikodu haberciliğine de kapı açtı. Habertürk dedikodu haberciliğini iyi kullanan bir site olarak başarılı oldu.
Habertürk dedikodu haberciliğini, zekice bir stratejiyle medya dedikoduları için de kullandı. Bu sayede medyadan hatırı sayılır bir okur kitlesi çekti. Bizim medyanın huyudur, dünyayı kendiden ibaret sanır. Köşe yazarı için trafik her gün geçtiği caddelerle, sosyal ilişkiler kendi oturduğu site ve gittiği restoranlarla sınırlıdır. Bu yüzden kendisiyle ilgili dedikoduları okumak için müdavimi olduğu İnternet sitesine, tüm İnternet kullanıcılarının da dadandığı sanısına kapıldı.
Habertürk'ün medya dedikodusuyla yakaladığı başarı başka sitelere de ilham oldu. Medyatava, Superpoligon, Medyakafe gibi siteler yayına başladı. Bu sitelerin Habertürk'ten önemli bir farkı vardı. Habertürk'ün sahibi belliydi, ama bu siteler anonim olarak yayınlanıyordu. Sahibi, yayıncısı, yazarı kim belli değildi.
Burada hemen iki parantez açma ihtiyacı duyuyorum. Birincisi bu siteleri Dorduncukuvvetmedya ve Haberciler ile aynı kefeye koymamak gerekiyor. Dorduncukuvvetmedya sitesi sahibi belli olan köklü bir site ve medya dedikodusu değil medya eleştirisi sitesi. Haberciler de yine sahibi bilinen bir site.
İkinci parantez ise sahibi belli olmayan anonim siteleri, sırf bu yüzden karalamamak gerektiği. Evet sahibi belli olmayan bir siteye tabii ki sahibi belli olan bir site kadar güvenmek mümkün olmayacaktır. Yine de kuşkuyla yaklaşmak koşuluyla, bu sitelerden bazılarının önemli bir boşluğu doldurduğunu kabul etmek gerekir.
Son olarak işin ilk bakışta alakasız gözükecek başka bir boyutuna değinmek istiyorum. Türk basınının en kaliteli imzalarından biri olan Özdemir İnce birkaç hafta önce bazı okurların densizliğinden yola çıkarak, ''Failine kimliğini gizlemek olanağı veren elektronik posta giderek iletişimi alabildiğine lümpenleştiriyor. Bilgisayar ve internetin yarattığı 'yüz'süz, 'imza'sız kahramanlar iletişim ortamını iyice bayağılaştırıyor'', diyordu.
Evet Sayın İnce bir ölçüde haklı. Ama işte o haklılık okurun niteliğinden kaynaklanıyor, yayın ortamınınkinden değil. Ben İnternet'ten memnunum. Bazı okurları ve yayıncıları azdırsa da memnunum. Kabahati aynada bulmamak, gösterdiği sivilceyi sıkmak için kullanmak lazım.
Düşünce hızıyla giden tekerlekli sandalye
Teknoloji o kadar büyük bir hızla ilerliyor ki yakalamak mümkün değil. Düşünce okuyan bilgisayar geliştirildiğini daha bir hafta önce aylık e.yaşam ekinde haber yapmıştık.
Önemsiz bir haber olduğu için gazetelerin birinci sayfalarına geçemeyen haberde, düşünce algılama teknolojisinin yakın bir gelecekte çok pratik uygulama alanları bulabileceğini, bunlardan birinin de tekerlekli sandalyeler olabileceğini söylemiştik.
e.yaşam'ın basıldığı gün İngiliz New Scientist dergisinde düşünce gücüyle çalışan tekerlekli sandalye haberi yayınlandı.
Habere göre ellerini de kullanamayan engellilerin düşünce gücüyle kullanabilecekleri tekerlekli sandalye geliştiriliyormuş.
İsviçre, Martigny'deki Algısal Yapay Zeka Enstitüsü, Lozan'da bulunan İsviçre Federal Teknoloji Enstitüsü ve İspanya, Barselona merkezli Biyomedikal Mühendislik Araştırma Merkezi tarafından ortaklaşa geliştirilen tekerlekli sandalye, düşünce ile verilen komutları algılıyor.
DÜŞÜNCE OKUYACAKLAR
Elektrik motoruyla çalışan tekerlekli sandalye. kullanıcısının aklından geçen ''yürü'', ''sağa sap'' ve ''sola sap'' komutlarını anlayarak hareket ediyor.
Kullanıcının aklından geçen düşünceler ise özel bir başlıkla okunuyor.
Sistemde kullanılan akıllı yazılım çarpışmaları da engelleyebiliyor. Örneğin ''sağa sap'' düşüncesini algıladığında, bu komutu sağda bir şey olmadığı ilk fırsatta sağa dön olarak yorumlayabiliyor.
E.yaşam ekinde de dediğimiz gibi düşünce okuma teknolojisinin varacağı son nokta telepati.
Teknoloji iyice olgunlaşıp karmaşık düşüncelerin okunup, kaydedilmesi mümkün olduğunda insanların düşüncelerini uzaktan birbirlerine aktarabilmesi için de hiçbir engel kalmayacak.
Yaya kalan havayolları
Amerikan Southeast havayolu şirketi başta THY olmak üzere pekçok havayolu şirketini yaya bırakacak bir uygulamaya geçiyor. Son birkaç haftadır THY'nin uçuşlarda İnternet hizmeti vereceği yönündeki haberleri okumuşsunuzdur. Southeast havayolları da gökte İnternet hizmeti vermeyi planlıyor. Farkı bu hizmetin uçak içinden kablosuz olarak sunulacak olması. Yakın bir tarihte uygulamaya konması planlanan serviste Wi-Fi olarak anılan kablosuz yerel ağ teknolojisi kullanılacak. Bu teknoloji sayesinde uçaktakiler kablosuz yerel ağ kartı kullanarak, hiçbir kablo bağlantısına gerek duymaksızın İnternet erişim hizmeti alabilecekler. Sistem uçak içinde kablosuz telefon bağlantısı kurmak için de kullanılabilecek. Üstelik tüm bu hizmetler, bağlantı sırasında reklam seyretmeyi kabul edenler için ücretsiz olacak.
www.southeastairlines.com
Türk Telekom mahremini kapadı
Türkiye'nin İnternet altyapısı TT-Net'in yurtdışı İnternet çıkışlarındaki doluluk oranlarını grafik olarak gösteren site, İnternet kullanıcılarına kapatıldı. İnternet kullanıcıları daha önce Türk Telekom'un bu hizmetinden serbestçe yararlanabiliyorlar ve yurtdışı çıkışlardaki sıkışıklıkları takip edebiliyorlardı. Ancak Türk Telekom ayıplarını sergileyen bu şeffaflıktan fazla hoşlanmamış olacak ki, siteyi kendi teknik personeli dışındakilere kapattı.
web3.ttnet.net.tr
Turizm Gazetecileri
Turizm Gazetecileri ve Yazarları Derneği İnternet sitesine kavuştu. Başkanı çok sevdiğim arkadaşım Kerem Köfteoğlu. Arkadaşım olduğu için sitenin güzel yanlarını değil, eksiklerini yazıyorum. tuyed.org.tr yazıldığında da siteye girişi sağlayacak basit sunucu ayarının yapılması ihmal edilmiş. Bu yüzden siteye girebilmek için adresin başına gereksiz ''www'' harflerinin de yazılması gerekiyor. İkinci itirazım ana sayfadaki kutucukların alttan hizasız olması. Pek estetik durmuyor. Geriye de sizler tarafından keşfedilmeyi bekleyen güzellikler kalıyor.
www.tuyed.org.tr
Gündemin Not Defteri
Uçan Adam
İngiltere'den Fransa'ya kanatlarıyla uçacak adamın uçan sitesi www.felixbaumgartner.com
Klasik çok satanlar
Doğan Hızlan köşesinde bir kısmını yazmıştı. Book dergisinin ''En Çok Satan Klasikler'' listesinin tamamını merak edenler...
www.bookmagazine.com/issue29/best.html
Bodrum ölmez
Hiçbir şeyi kalmasa müzeleri beş basar. Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi sanal ortamda.
bodrum-museum.com
www.letour.fr
Bodrum Bodrum
Bir de lüzumsuz kapak sayfası olmasa... Yine de çok iyi bir rehber.
bodrum-bodrum.com
Çeşme
Bodrum sitesiyle yarışacak kalitede.
cesme.gen.tr
Yazının Devamını Oku 27 Temmuz 2003
Türk Hava Yolları uçuşlarında sigara içmenin hukuken serbest olduğunu biliyor muydunuz? Evet yanlış okumadınız <B>Türk Hava Yolları uçaklarında, uçuş sırasında sigara içmeye kalkışacaklar için hiçbir hukuki yaptırım yok.</B> Yani uçuş sırasında, sigaranızı çıkartıp tellendirmeye kalksanız olacağı en fazla şu... Herhalde önce çevrenizdeki yolcuların garip bakışlarıyla karşılaşacaksınız. Sonra telaşla yanınıza gelen hostesle muhatap olacaksınız. Size uçakta sigara içmenin yasak olduğunu, sigaranızı hemen söndürmeniz gerektiğini söyleyecek.
Hostesin uyarılarını kulak arkası, sigaranızı dudak arası yapmaya devam ederseniz, hostesin yapabileceği hiçbir şey yok. Ancaaaak! Sigara dumanınızdan rahatsız olan bir yolcu duruma müdahale edip, sizi uyarırsa... Aranızda çıkan tartışma, giderek alevlenirse... Hatta şart değil ama başka yolcular da bu tartışmaya katılır, ortalık daha da elektriklenirse... İşte o zaman hostes pilota gidip, durumu anlatabilir, pilot da inilecek havalimanı ile irtibat kurup uçakta uçuş güvenliğini tehdit eden bir yolcu olduğunu bildirebilir. Uçak indiğinde de, sigara içtiğiniz için değil ama sigara içerek yol açtığınız tartışmayla uçuş güvenliğini tehlikeye soktuğunuz için gözaltına alınabilirsiniz. Yani sigara içmeniz karşısında, gerekli yasal düzenleme olmadığı için hukukun eli kolu bağlı kalsa da, adalet başka bir yoldan yakanıza yapışabilir.
Devletin el koyduğu İmar Bankası'nın mudilerine paralarını ödeme aşamasında kıvırtmaya başlaması da, uçakta sigara içmeye kalkan yolcunun durumuna benziyor. Devlet kefil olduğu paraları geri ödeme aşamasında, İmar Bankası'nın el konmadan önce açılan hesaplar için usulsüz kayıt tuttuğunu iddia ederek, hesap incelemelerinin bu yüzden uzadığını öne sürüyor ve kefil olduğu borçları ödemeyi geciktiriyor. Böyle bir usulsüzlük gerçekten yapılmış olabilir, İmar Bankası'nın sahibi Uzan ailesinin üzerindeki sayısız şaibe zaten herkesin malumu. Ama Uzanların hukuk dışı davranışı, devletin ve hükümetin adil olmamasını haklı kılmıyor. Eğer ortada gerçekten böyle bir üçkağıt, böylesi bir hukukdışılık varsa adaleti sağlamak yine devletin görevi.
Vatandaş parasını İmar'a yatırıp kumar oynamasaydı diyenler var. Mantık hataları şurada; vatandaş eğer devletin kefil olduğu parasını geri alamazsa, kumarı bankayla değil devletle oynamış olur. Devlete düşen görev kefil olduğu borcu ödemek, usulsüzlüğü yapanın ise yakasına yapışmaktır. Devlet hortumcuyla hortumcu olamaz. Hortumcunun varlık nedeni zaten yine devletin istemeyerek açık bıraktığı hukuksal boşluklardır. Devlete düşen görev kendi açık bıraktığı hukuk boşluklarını adaletle doldurmaktır.
Güven sadece ve sadece devletin adil olabilmesiyle sağlanır. Hangi bankanın patronu vatandaşın babasının oğlu ki, dişinden tırnağından artırarak biriktirdiği parasını yatırırken ona güvensin. Bugün örneğin belli başlı bütün büyük bankaların İnternet şubeleri var. Peki İnternet üzerinden gerçekleştirilen banka işlemlerini düzenleyen, hukuki kılan yasal düzenleme var mı? Yok! O halde elindeki imzalı, kaşeli banka cüzdanı üzerinde bile şüphe yaratılmaya çalışılan vatandaş, telden akıp giden İnternet verisine nasıl güvensin? Adında Adalet kelimesini taşıyan AKP hükümetine düşen görev bankacılık sistemi üzerine çökmeye başlayan şüpheleri dağıtmak, devletin kefaletini yerine getirip mudilere alacaklarını ödemek, bir usulsüzlük varsa bu usulsüzlüğün cezasını sorumlularından çıkartarak adaleti sağlamaktır. Başka hesaplar Bağdat'tan dönebilir, aman dikkat!
Öte yandan ''Her canlı ölümü tadacaktır'' ayetinin Zincirlikuyu kabristanının girişine yapılan estetik düşmanı kapı heyulásının üzerine yazılmasıyla kopan tartışma da tüm hızıyla sürüyor. Bu konuda basında çıkan ve okuma fırsatını bulabildiğim yazılar arasında bana en mantıklı ve samimi geleni Vatan yazarı Haşmet Babaoğlu'nunki oldu. ''Moralimi ölüm değil, ölümsüzmüşçesine hoyratça yaşayanların berbat ettikleri hayat bozuyor'', cümlesi, büyük bir ustalıkla kurduğu fikir ve duygu zincirinin doruğuydu.
Buna karşılık akşam Kanal 7, Sabah sayfa 4 güzeli Ahmet Hakan'ın Haşmet Babaoğlu'nunkine paralelmiş izlenimi veren yazısını hiç mi hiç samimi bulmadım. Kur'an-ı Kerim ayetinin mezar kapısına Türkçe harflerle yazılmasını alkışlayan Ahmet Hakan'ın samimiyetine inanabilmem için ezanın da, Kur'an-ı Kerim'in de Türkçe okunmasını aynı hararetle savunan yazılara imza atması şart. Haklı olan fikirleri ancak bu şekilde adil olabilir.
Herkes mortu çekecek, her iktidar bitecek, her köşenin bir son noktası olacak... Masum olmak kolay, önemli olan adil olarak hatırlanmak...
Tamamlayıcı not: Sigara içmenin yasak olduğu THY uçuşlarında pilotların sigara içmesi hukuki olabilir ama adil değil. Hele o leş gibi sigara kokusu, sık sık tanık olduğum gibi yolcu kabinine de sızıyorsa.
Gerçek sanallık
''Sanal gerçek'' kavramını bilirdim ama ''gerçek sanal'' kavramıyla yeni tanıştım. Yapı Kredi WorldCard sitesi sağ olsun. Çalışmışlar, kredi kartı markaları WorldCard için bir İnternet sitesi hazırlamışlar. Sitenin açılışından e.posta kutuma gönderdikleri bir tanıtım mesajıyla haberdar oldum. Bana e.posta ile reklam göndermelerini kabul ettiğime dair bir anlaşma yaptığımızı hatırlamıyorum ama acemiliklerine verip, bir seferliğine mazur göreyim dedim, fazla sinirlenmedim. Siteye girdim, üye oldum, işlem yaptım. Bir kredi kartı sitesinin en işlevsel hizmeti olduğunu tahmin ettiğim güncel işlemler sayfasına bağlanmaya çalıştım. Farklı günlerde, farklı zamanlarda kaç defa denediysem nafile. Sayfa hata mesajı veriyor. Müşteri ilişkileri bölümüne girip, sorunumu yazdım. Bir gün sonra e.posta ile cevap verdiler. Telefonum kayıtlı olmadığı için sorunun nedenini açıklamak üzere bana ulaşamamışlar. Sorunun nedenini e.posta ile göndermek akıllarına gelmemiş nedense. Cevap yazıp, sorunun nedenini yazılı olarak e.posta ile de gönderebileceklerini söyledim. Aradan iki hafta geçti ses seda yok. İşte gerçek sanallık diye ben buna derim. Yapı Kredi'nin İnternet hizmeti gerçekten sanal, tebrik etmek gerekir. worldcard.com.tr
Gündemin Not Defteri
Her canlı ölümü tadacaktır
Kur'an-ı Kerim'in pek çok mealinin de yer aldığı muhteşem bir İslami bilgi kaynağı.
kuranikerim.com
Lance Armstrong
Kanseri yenen milyonlarca insandan şampiyon olanı...
www.lancearmstrong.com
Tour de France
Fransa turunu kaçırdıysanız sitesinde turlayın.
www.letour.fr
Harbi Cola
Arslan yuvasından, orijinali sitesinden belli olur.
cocacola.com.tr
Dudu dudu
Yeni mini albümünü ister beğenin, ister beğenmeyin ama bu siteye bir bakın...
tarkanonline.net/
Yazının Devamını Oku