9 Kasım 2003
Hürriyet<B> e.yaşam </B>yazarı <B>Edip Emil Öymen</B>'den geçtiğimiz gün bir e.posta mesajı aldım. ''Azizim'', diye başlamıştı mesajına, çoğu mesajındaki kibarlıkla. ''Hindistan'ın fason yazılım üretimi hakkında yazdıklarını doğrulayan bu makale hoşuna gidecek'', deyip makalenin adresini veriyordu.
Massachusetts Institute of Technology'nin (MIT) innovasyon dergisi
Technology Review'da yayınlanan
''Hindistan'a mesaj: Küreselleş ya da geride kal'' başlıklı bir yazıydı bu.
Yazı ünlü yeni ekonomi gurusu MIT ekonomisti
Lester Thurow'un, yakın tarihli bir Hindistan gezisinin ardından aktardığı izlenimleri konu ediniyordu. Thurow'a göre Hindistan o çok övündüğü yazılım endüstrisine rağmen bilgi ekonomisine geçişte Çin'in bile gerisinde kalma tehlikesiyle karşı karşıyaydı.
Edip Emil Öymen haklıydı. ''Zaten fason yazılım imalatında
Hindistan başını almış gitmiş durumda. Asla rekabet edemeyeceğimiz
Çin ise kapıda'' dediğim 5 Ekim 2003 tarihli yazımın ardından Technology Review'da 29 Ekim 2003 tarihinde yayınlanan bu yorum gerçekten hoşuma gitmişti.
Haberin yazarı Venkatesh Hariharan, Lester Thurow'un Hindistan izlenimlerini aktarmaya devam ediyordu. Hindistan yazılım endüstrisini inceleyen Thurow, Türkiye gibi bilgi toplumuna geçiş hazırlıklarında çok geri kalmış ülkelerin
çok bilmiş bilişimcilerinin methiyeler düzdüğü, hükümetlerine örnek olarak gösterdiği
Hint mucizesinden hiç de etkilenmemişti.
Daha da kötüsü ünlü ekonomist, Hint yazılım endüstrisinin, dünyanın ikinci en kalabalık ülkesi olan Hindistan'ı bilgi toplumuna taşıyacak bir araç olmadığı görüşünde.
Bu da bana 26 Eylül tarihli Hürriyet e.yaşam ekinde yayınlanan bir başka yazımda söylediklerimi anımsatıyor; ''Hint mucizesi filan gibi örnekler baydı artık. Biz tekstilde neysek, adamlar da bilişimde o: Fason üretici... Yeni ekonomide güçlü olabilmemiz için bilişim teknolojilerini kullanmanın yolunu bulmamız gerekiyor, bilişim ürünleri üretmemiz şart değil''...
Bilgi ekonomisinde, diyor Thurow, başı çekmek isteyen ülkeler eğitime büyük önem vermek zorundalar. Thurow, bilgi ekonomisinin enformasyon teknolojilerinden ve yazılım programlamaktan çok öte anlamları olduğuna dikkat çekiyor.
Bu kez aklıma geçen haftaki yazım geliyor: ''
Intel Türkiye'ye aslında yapabileceği en güzel yatırımı yapıyor ve
50 bin öğretmeni bilgisayar kullanımı konusunda eğitmeye soyunuyor. Intel bu çok değerli yatırıma ek olarak Türk üniversiteleriyle işbirliğine girerek araştırma geliştirme laboratuarları da kurabileceğinin sinyallerini veriyor.’
MIT ekonomistine göre 21. yüzyılın Çin Yüzyılı olacağı nakaratı tam bir saçmalık. Eğer
Çin Yüzyılı ya da
Hint Yüzyılı diye bir yüzyıl olacaksa, bu en erken 22. yüzyıl olabilir. Çünkü Thurow'a göre bir ülkenin, dünyanın en gelişkin ülkesini yakalayabilmesi için en az yüz yıla ihtiyacı var.
Thurow bir ülkenin teknolojik olarak gelişmesi için önünde iki yolu olduğunu söylüyor. Biri Japonya'nın geçmişte yaptığı gibi kopyalamak. Ancak bu stratejiyi izlemek artık çok zor çünkü teknoloji artık daha sıkı kilitler arkasına saklanıyor. İkinci yol ise beraberinde teknoloji getirecek yatırımları ülkeye çekmenin yollarını bulmak. Bunun için de teknoloji yatırımlarının önünü açacak stratejilerin izlenmesi gerekiyor.
5 Ekim tarihli yazıma geri dönersek; Fason üretim yapan bir ülke konumunda olduğumuzda başımıza neler gelebileceğini tekstil sektöründeki deneyimlerimizden biliyoruz. Yazılım üretiminde fason üretici olsak n'olacak, olmasak n'olacak. Fason üretici olma özlemleri, sporda onurlu beraberliklere sevindiğimiz döneme benziyor.
Şu an sonuna yaklaştığımız bir dönemin içindeyiz. Dünya güçler haritasının bilgi teknolojilerinin kullanımıyla sil baştan çizildiği bir dönem bu. Geride kalıp Bilgi Çağı başladığında, Türkiye'nin iyi bir yerde olmasını istiyorsak fason üretici olma özlemleriyle yitirecek vaktimiz yok.
Hani bakarsınız diye not: Thurow'un Hindistan izlenimlerinin aktarıldığı yazı www.technologyreview.com/articles/wo_hariharan102903.asp adresinde.
Ertelemeli not: En beğendiğim İnternet yazarlarını yazacaktım, iki haftadır sıra gelmiyor. Belki haftaya...
Nokia şova başladı
Cep telefonu üreticisi Nokia son iki ayda tanıttığı modellerin çeşitliliğiyle dikkat çekiyor. Bir buçuk ay içinde Londra, Nis ve Brisbane'de çeşitli etkinlikler düzenleyen ve fuarlara katılan Nokia'nın buralarda tanıttığı modeller teknolojik özellikleri ve şıklıklarıyla göz doldurdular.
İnternet ve oyun bir arada
Nis'te düzenlenen yıllık Nokia Mobil İnternet Konferansı ve Avustralya, Brisbane'de gerçekleşen Hedef Yüzde Yüz Saf Nokia Gezginliği Organizasyonu'nda tanıtılan Nokia 7700, cep telefonu kavramını cep sihirbazına çevirecek özelliklere sahip. Geniş renkli dokunmatik ekranı, 65 bin renk desteğiyle, çıkılan İnternet sitesi gezilerinde masaüstü bilgisayarları aratmayacak kadar net görüntü veriyor. Ekranın bir diğer özelliği ise dokunmatik olması. Dahili VGA kamerası olan Nokia 770 ile müzik ve video dosyaları oynatılabiliyor, FM radyo dinlenebiliyor. Avuçiçi bilgisayar özelliklerine de sahip olan model, kullanıcısına kendi multimedya dosyalarını yaratıp, başkalarıyla paylaşabilme olanağı da tanıyor. Nokia 770'ün 64 MB'lık bellek kapasitesi, harici bellek kartlarıyla artırılabiliyor. Bu gelişkin ceptel işletim sistemi olarak cep telefonlarına avuçiçi bilgisayar özellikleri katan Symbian'ı kullanıyor. Nokia 7700 ayrıca mobil telefon televizyonu olan ilk mobil IP Datacast alıcısı Nokia Streamer SU-6 aksesuarını da destekliyor. Nokia 7700'a takılan Nokia Streamer'la, dijital TV yayınlarının ceptellerden nasıl izleneceğini göstermek için önümüzdeki aylarda devreye sokulması planlanan test yayınları izlenebilecek.
Radikal kuşak
Nokia 7600 aslında Nis'teki konferanstan bir süre önce Londra'da gerçekleşen Yüzde 100 Tasarım Fuarı'nda tanıtılmıştı. Nokia'nın yeni Üçüncü Kuşak telefonu olan 7600 teknolojide varılan en son noktaları sergileyen bir model olmasının yanı sıra şık ve modern tasarımıyla da öne çıkıyor. Dahili kamerasıyla fotoğraf ve video çekebilen bu yeni ceptel 65 bin rengi destekleyen geniş bir ekrana sahip. Sadece 123 gram olan Nokia 7600, GSM/WCDMA uyumlu dünyanın en küçük ve hafif telefonları arasında yer alıyor. Mobil cihazlara daha hızlı veri ve kaliteli görüntü olanağı sunan üçüncü kuşak teknolojisi olan WCDMA, Nokia 7600'e üstün veri iletişim özellikleri katıyor. WCDMA şebekelerinde video klip ve resim, telefon görüşmesi esnasında da gönderilip alınabiliyor.
Aklını boynuna al
Nokia'nın tanıttığı şaşırtıcı ürünler arasında giyilebilir akıllı aksesuvarlar da var. İmaj aksesuvarları adını verdiği bu ürün grubuyla Nokia, kendine farklılık yaratmak isteyenleri hedefliyor. Nokia Madalyon ve Nokia Kaleydoskop isimli bu akıllı aksesuvarlar yeni mobil yaşam tarzının öncü habercileri olarak tanıtılıyorlar. Bu aksesuvarların üzerindeki görüntü, desen ve renkler cep telefonundan kablosuz olarak gönderilen verilerle oluşuyor. Akıllı imaj aksesuvarları Avrupa, Amerika ve Uzakdoğu'da 2004 yılının ilk üç ayında piyasaya sunulacak.
Masaj gibi mesaj
Nokia iki yeni modeli 6810 ve 6820 ile mesaj yazmayı, masaj kadar zevkli kılıyor. Nis'te tanıtılan ürünler arasında olan bu iki yeni model, ergonomik bir klavye ile beş yönlü navigasyon tuşunun avantajlarından yararlanıyor. Nokia'nın mesajlaşmaya yönelik bu iki modeli, kullanıcıların e.posta mesajlarına ev ya da ofis dışındayken de kolayca ulaşmasını ve cevaplamasını sağlıyor.
Alo otoyoldayım
Nis'te yapılan konferansta tanıtılan ilginç ve fonksiyonel ürünler arasında Nokia 610 araç kiti ilgi çekti. Piyasadaki araç kitleri bir yandan araç sürüp, bir yandan telefonla konuşmayı kolaylaştırıyor olsalar da Nokia 610 bu işe keyif katacak kadar marifetli. Kablosuz Mavidiş teknolojisinden yararlanan Nokia 610, SIM kart değiştirmeye gerek bırakmıyor. Kitin en önemli özelliklerinden biri ise telefon görüşmesine ek olarak veri bağlantısı olanağı da vermesi. Araç dışı anten bağlantısıyla ses ve veri iletişimindeki kesintileri minimuma indiren Nokia 610 bağımsız ekranı ile çok rahat bir kullanıma sahip. Araba ön konsoluna yerleştirilebilen bu ekranda gelen mesajlar rahatça okunabiliyor. Aracın iki farklı kişi tarafından kullanıldığı durumlarda her iki kullanıcıya da kendi kişisel bilgilerini girme, sese duyarlı işlemleri yerine getirme ve kendi adres defterlerini oluşturma imkanı sunuyor.
Şampiyonların kahvaltısı1976 yılından beri çalışanlarına her sabah beraber yaptıkları kahvaltıyla güne merhaba dedirten
Computer Associates (CA), bu geleneğini dünyadaki tüm ofislerine taşıma kararı aldı. Çalışanlarının iletişimini, paylaşımını ve verimini artırmayı hedefleyen uygulama kapsamında yılda bir hafta sosyal bir aktivite için de kullanılıyor. Bu aktivitede, tüm dünyadaki CA çalışanları bir haftalık kahvaltılarından vazgeçiyorlar ve bu gelir hayır kurumlarına bağışlanıyor.
Akıllı telefonlara müjdeSony Ericsson ve
Handango tarafından yapılan bir duyuruya göre, P800, P802 ve P900 akıllı telefonlarına İnternet'ten uygulama, dosya ya da fotoğraf yüklemek artık çok kolaylaşacak. Symbian işletim sistemli akıllı telefon kullanıcıları, Sony Ericsson Application Shop Client ile Symbian uygulamalarına erişerek, bu uygulamaları kolayca satın alabilecekler.
Handango tarafından sağlanan Application Shop Client, yerel olarak çalışıyor, zengin bir grafik arayüz ve çok hızlı cevap süresi sunuyor, havadan uygulama alımının hızını ve rahatlığını sunarken kullanıcı deneyimini geliştiriyor. Sony Ericsson Application Shop Client, Sony Ericsson akıllı telefonları için, 500'ün üzerinde uygulamanın bulunabildiği Handango kataloğundan seçilmiş oyun, eğlence, verimlilik, iş ve gezi yazılımlarının bulunduğu geniş bir yelpazeyi gözler önüne seriyor.
www.handango.comMotorola akıl fikir dağıtıyorMotorola, dünyanın ilk 4 Mbit MRAM çipini üretti. Teknolojide yaşanan bir dönüm noktası olarak tanımlanan 4 Mbit MRAM çipin mevcut bellek teknolojilerinin yerini alacağı öngörülüyor. MRAM'in mutfak eşyalarında, elektronik sistemlerde ve tüketiciye yönelik cihazlarda bulunan çoklu hafıza cihazlarında kullanılması bekleniyor.
MRAM hız, güvenilirlik ve az enerji gerektiren cihazlarda kullanılacak. Sınırsız okuma-yazma dayanıklılığı, düşük yazma enerjisi ve hiç enerji sarf etmeyen veri koruma sistemiyle yüksek performanslı kayıtların gerekli olduğu cihazlara uygun olan MRAM, cihazlardaki parça sayısını azaltıp, daha düşük maliyetler sağlayacak.
Yazının Devamını Oku 2 Kasım 2003
Intel Başkanı Craig Barrett'ı İstanbul ziyaretinde adım adım izledik. Türkiye'ye yatırım yapmak konusunda spekülatif haberlere konu olan Barrett aslında çok net konuşmuştu: Türkiye'de eğitim ve araştırmaya yatırım yapacağız. Hürriyet e.yaşam eki yazarı Fırat İşbecer'den bir günlüğüne Türkiye'ye gelen Intel Başkanı Craig Barrett'ı izlemesini istediğimde çok heyecanlandı. Okuduğu üniversitedeki sunumunu erteleyip Barrett'ın peşine takıldı. İşbecer, Barrett'ın Boğaziçi Üniversitesi'nde öğrencilerle yaptığı sohbete de katılarak, öğrenci kimliğiyle soru da sordu. Aşağıda Fırat İşbecer'in tek günlük ziyaretine iki konferans, bir basın toplantısı ve başbakanla görüşme sığdıran Intel Başkanı ile ilgili izlenimlerini okuyacaksınız...
Piyasa değeri yaklaşık 200 milyar dolar olan dünya mikroişlemci devi Intel'in CEO'su Craig Barrett Türkiye'deydi. Barrett, sadece bir gün süren ziyaretindeki temaslarına sabah saatlerinde Conrad Oteli'nde verdiği konferansla başladı. Çin, Hindistan ve Rusya gibi ülkelerin son 10 yıl içerisinde dünya ekonomisine katılmasıyla yaklaşık üç milyar kişilik yeni bir pazarın oluştuğuna dikkat çeken Barrett, Türkiye'nin böylesi bir rekabet ortamına hazırlanması için Bilgi Teknolojileri altyapılarını çok iyi oluşturması gerektiğini söyledi. Bilgi teknolojileri altyapılarını oluşturmak için sunduğu modelde ise dört ana başlık vardı.
Eğitim: Eğitimli bir nüfus teknolojik altyapı oluşturmanın temelini oluşturacaktır.
Ar-Ge: Araştırma ve geliştirme için ayırılacak kaynaklar Türkiye'nin kendi teknoloji üretimini yapabilmesi açısından çok önemli.
Altyapı: Daha önceleri altyapı dendiği zaman akla gelen tren yolları ve otobanlar artık yerlerini İnternet ve telekomünikasyon altyapılarına bıraktı. İyi bir altyapı ağı kurulduğu takdirde sayısal ve mobil yaşama geçiş çok daha kolay olacaktır.
Devlet Teşviki: Bilgi teknolojileri desteklenmelidir. Gelişim, yasalar tarafından engellenmemeli ancak düzenlenmelidir.
Konuşmasında Türkiye'nin yanı sıra dünyanın teknolojik geleceği hakkında da öngörülerde bulunan Barrett, özellikle kablosuz teknolojilerin hem ucuz olmaları hem de sağladıkları avantajlar sayesinde ileride çok büyük bir piyasa oluşturacaklarını ifade etti.
Basın toplantısından sonra Boğaziçi Üniversitesi’ndeki bir başka toplantıya katılan İntel'in CEO'su burada öğrencilerin kendisi ve Intel hakkında sorduğu soruları yanıtladı. Daha samimi bir havada geçen bu toplantıda Intel Başkanı'na İnternet'in bütün hayatımıza yayılması sonucunda oluşabilecek güvenlik sorunlarını sordum.
Barrett, ''Bilgi hırsızlığının ve korsanlığın İnternet ile ortaya çıktığını söylemek zor'', dedi, ''Bu sorun insanların bilgi alışverişinde bulunduğu tüm çağlar içerisinde de vardı. Yeterli güvenlik önlemleri kurulduğu takdirde, önemli bilgilerin istenmeyen üçüncü şahısların eline geçmesi engellenebilir''.
Dünya üzerinde 150'den fazla ülkenin GSMH'sinden daha büyük bir şirketin İcra Kurulu Başkanı olan Craig Barrett, Türkiye hakkında bulunduğu isabetli tespitler ve ülkemiz hakkındaki derin bilgisiyle kendisini dinleyenleri etkilemeyi başardı.
Hoppala yarim yatırıma geldi
500 milyarlık uzman sorusu şu: ''Intel Türkiye'ye yatırım yapacak mı, yapmayacak mı?''
Ne yalan söyleyeyim bu konuda gazetelerde çıkan haberler ve yorumlar karşısında benim bile aklım karıştı. Intel Türkiye'ye yatırım yapacak mı, yapmayacak mı? Intel Başkanı Craig Barrett Türkiye'ye, Eski Başbakan Gül'ün yatırım davetine mukabil mi geldi, yoksa bambaşka amaçlarla mı?
Rivayet muhtelif... Muhtelif olmasının nedeni de bilişim cahilliğinde medyanın hükümetten, meclisten, devletten farklı olmaması.
Intel Başkanı Craig Barrett'ın Türkiye'ye gelişinde de pek çok haberin, birçok yorumun sığ bilgi kurbanı olduğuna şahit olduk. Örneğin kendi gazetemde bir köşe yazarı Intel'in kendi ülkesi dışında bir tek Malezya'ya yatırım yaptığını yazdı. Hálbuki Intel'in İrlanda, İsrail, Çin, Filipinler ve Kosta Rika'da da üretim tesisi yatırımı var. Yazar bu yanlışla da yetinmedi Başbakan Erdoğan'ı Ford gibi fabrika açabilmesi için Intel'e kolaylık göstermeye çağırarak, elmalarla armutları birbirine karıştırma talihsizliğine düştü.
Daha da üfürük bir haber ise Sabah gazetesinde yayınlandı. Sabah aslında Intel Başkanı Craig Barrett'ın ziyaret nedeniyle ilgili bir hafta öncesinden üfürmeye başlamıştı. Intel Başkanı Türkiye'ye sözde Eski Başbakan Gül'ün yatırım çağrısı üzerine geliyordu. Ancak Craig Barrett'ın İstanbul'da katıldığı toplantılarda yaptığı konuşmalardan ortaya çıktı ki, Intel'in böyle bir niyeti yoktu. Yoktu çünkü Türkiye bilişim üretimi tesisleri kurmak için gerekli hiçbir avantaja, sahip değildi. Ne eğitimli insan gücü, ne finansal kolaylıklar, ne de komünikasyon altyapısı açısından Türkiye buna hazır değildi... Başbakan ''gelin size değil bedava arsa bedava ilçe hatta il verelim, değil on yıl bin yıl vergi almayalım'' dese bile, yatırım zemininin hazır olması için bin fırın ekmek yememiz gerekiyordu.
Intel Başkanı da İstanbul'da katıldığı toplantılarda yaptığı konuşmalarda, bunları kibarca dile getirdi. Hürriyet'ten Cüneyt Uzunoğulları'nın haberinde bu mesajlar açık ve net bir şekilde aktarılmıştı. Intel Başkanı, Türkiye eski Başbakanı'nın davet mektubunun ardından Türkiye'ye yatırım yapıp, yapmayacakları sorusunu, ''100 ülkeden yatırıma gelin mektubu alıyorum'' diyerek, kibarca terslemişti. Ama ne hikmetse Sabah, ertesi günkü haberinde Barrett'ın, Başbakan Erdoğan'a ''5 milyar dolarlık yatırım yapabiliriz'', dediğini iddia ediyordu.
Bilgi teknolojileri alanında birikimi olan uzman bir gazeteci için Intel'in Türkiye'ye 5 milyar dolarlık bir yatırım yaparak üretim tesisi kurmayacağı ayan beyan açık bir gerçek. Intel Başkanı'nın Türkiye ziyaretini ''Başbakan ile görüşen Intel CEO'su Barret Türkiye için yatırım sözü verdi'' üstbaşlığı ve ''Şartlar sağlanırsa 5 milyar dolarlık yatırıma hazırız'' başlığıyla vermek, bilgi teknolojileri sektörü konusunda sıkı bir bilgisizlik gerektiriyor.
Intel Başkanı’nın İstanbul ziyaretiyle ilgili güvenilir bilgileri Cüneyt Uzunoğulları'nın hafta içinde yayınlanan haberi ve Fırat İşbecer'in yan sütunlardaki izlenimlerinden okuyabilirsiniz. Hadi ben de, başkanın toplantılarda yaptığı konuşmalardan yola çıkarak kısa bir analiz yapayım. Intel Türkiye'ye aslında yapabileceği en güzel yatırımı yapıyor ve 50 bin öğretmeni bilgisayar kullanımı konusunda eğitmeye soyunuyor. Intel bu çok değerli yatırıma ek olarak Türk üniversiteleriyle işbirliğine girerek araştırma geliştirme laboratuvarları da kurabileceğinin sinyallerini veriyor. Daha fazlasını almak bundan sonraki bilişim politikalarımıza bağlı.
Baba fikir not: Sektördeki tehlikeli bir eğilime yakın tarihli bir yazımda değinmiştim. Havalı diye bilişim yazmaya meraklı yazarların hevesinden faydalanmaya çalışan kurtlar pusuda. Bu kurtlar hevesli, bilişim tazesi yazarlarla yemeklere filan çıkıp, kulaklarına bir iki şey fısıldıyorlar. Onlar da hem yemeği hem kulaklarına fısıldananları yiyip; yemeyip içmeyip köşelerine yetiştiriyorlar. Yeterince bilgi birikimi olmadıkları bir konuda yazmaya kalkıştıkları için de, kendilerine söylenenleri doğru analiz edemiyor ve bir takım kişilerin borazanı durumuna düşüyorlar. Eğilim böyle devam ederse, isim de yazarak eleştireceğim, haberleri olsun.
Sorular ve cevaplar
Craig Barrett konferansın ardından düzenlenen basın toplantısında soruları şöyle yanıtladı...
Eğer Türk ekonomisini yönetiyor olsaydınız hangi alanlara yatırım yapardınız?
Craig Barrett: Öncelikle iletişim sektörüne ve eğitime yatırım yapardım. Tabii iş alanlarının büyümesini teşvik edecek düzenlemelerde de bulunurdum.
Türkiye sizce bilgi teknolojilerinde bölgesel bir lider olabilir mi?
C.B.: Bunun için gerekli fırsatları değerlendirmeniz lazım ancak bölgede Lübnan, İsrail ve BAE gibi bu rolü üstlenmeye aday ülkeler var.
Türkiye'de ne gibi yatırımlarda bulunuyorsunuz?
C.B.: Şu an için üniversitelerde laboratuvarlar kuruyoruz ve gelecekte öğretmenleri teknoloji kullanımı konusunda eğiteceğiz.
Ceptelden anında baskı
Yalçınlar mağazalarında kullanılmaya başlanan yepyeni bir teknoloji ile cep telefonlarıyla çekilen fotoğraflar, hiçbir kablo bağlantısı olmaksızın anında gerçek fotoğraf kağıdına basılıyor. 10X15 ebatlarında sayısal baskı için fotoğraf başına 550.000 TL ücret alınıyor. Yalçınlar'ın sayısal baskı yapan mağazalarından yararlanabilmek için cep telefonunuzun kızılötesi özelliği ya da MultiMedia bellek kartı olması gerekiyor. Yalçınlar mağazalarında elektronik posta ile gönderilen fotoğraflardan da gerçek fotoğraf kağıdına baskı alınabiliyor. n yalcinlar.com.tr
Nortel'den yeni vizyon
ITU Telekom Dünyası 2003'te 'Yeni Gelir Kaynakları' konulu forumda konuşan Nortel Networks Başkanı Frank Dunn, global iletişimde yüzde yüz özgür çalışma ortamı sağlayan yeni bir çağa adım atıldığını söyledi. Dunn iletişim ağları altyapılarının tasarımında gerçekleşen değişikliklerin son 25 yılda sayısal, kablosuz ve optik devrimler kadar kaçınılmaz olduğunu vurguladı.
Yeni ağ mimarisinin daha akıllı ve daha uyumlu olmak zorunda olduğuna dikkat çeken Dunn, bu ağların her yerden, her zaman erişilebilir olmaları gerektiğini söyledi. Dunn yeni ağların günümüzün çoklu, maliyetli ve karmaşık ağlarına göre daha akıllı, daha fazla amaca hizmet edebilen, küresel genişbantlı ağlara dönüşmesi gerektiğini belirtti.
Yazının Devamını Oku 26 Ekim 2003
Bilgisayarların kişiselleşmesi ve evlere kadar girmesinde başrolü oynayan Microsoft, bilgisayarların güçlerini ağ üzerinde birleştirmeyi öngören yeni endüstri trendinde de iddialı olduğunu gösterdi. Büyük bir reklam kampanyasıyla piyasaya sürülen Office 2003, Microsoft'un Windows 95'ten bu yana belki de en devrimci ürünü. Office 2003 aslında Microsoft'un popüler yazılım seti Office'in yeni versiyonu. Microsoft bu yeni versiyonu New York'ta düzenlediği, şirket başkanı Bill Gates'in sunduğu uluslararası bir toplantıyla tanıttı. Toplantıyı bizzat Bill Gates'in sunması boşuna değildi elbet... Office 2003, bir yazılımın yeni bir versiyonu olmaktan öte devrimci pek çok özellik taşıyor. Office 2003 ile bir önceki versiyonu arasındaki farklar Windows 95 ile bir önceki versiyonu arasındaki farklar kadar olağanüstü.
Microsoft Office'in bu yeni versiyonu ile nefesini ensesinde hissetmeye başladığı rakipleriyle arayı tekrar açmış oldu, hatta tur bindirdi. Microsoft Office'e rakip olabilecek iki ciddi ürünle ilgili haberleri yine bu sayfadan okumuştunuz. Biri Sun'ın StarOffice paketi, diğeri ise uluslararası bir proje grubunun eseri olan OpenOffice paketiydi. Birincisi Microsoft Office'e göre çok daha ucuz bir fiyata, ikincisi ise ücretsiz olarak dağıtılıyordu. Ve her ikisi de Microsoft Office kadar başarılı programlardı.
Ancak Microsoft, Office 2003'le arayı tekrar açmış gözüküyor. Microsoft'un Office olarak adlandırdığı, belli başlı öğeleri kelimeişlem, hesap tablosu ve sunum programlarından oluşan yazılım paketinin bundan önceki versiyonları kişisel verimliliği artırıcı bir çözüm olarak görülüyordu. Ancak Office 2003, sağladığı olanaklarla kişisel verimlilik paketi olmaktan çıkmış takım verimliliği paketi olmuş bir görünüm sergiliyor. Dolayısıyla StarOffice ve OpenOffice kişisel verimlilik çözümleri olarak MS Office'i yakalamış olsalar da, takım verimliliği çözümü olarak almaları gereken daha çok yol var.
MS Office 2003'ü kişisel olarak kullanmayı düşünüyorsanız e.posta yazılımı Outlook 2003 dışında devrimci olarak nitelenebilecek çok fazla yeni özellik bulamayacaksınız. Bu durumda StarOffice ve OpenOffice paketlerini de ekonomik bir seçenek olarak düşünebilir, Outlook 2003'ün sağladığı istenmeyen taciz edici mesajlarla (SPAM) mücadele olanağından da Netscape 7.1 ya da Mozilla 1.5'in sağladığı benzer olanakları kullanarak yararlanabilirsiniz. Ancak Microsoft Office System olarak adlandırılan, şirketlere yönelik paketi kullanacaklardansanız kelimenin tam anlamıyla devrimci bir ürünle karşılaşacaksınız.
MS Office 2003, eski sürümlerde olduğu gibi bağımsız çalışan farklı yazılımların oluşturduğu bir paket değil, içindeki tüm yazılımların entegre çalıştığı bir paket. Uygulamalar ağ üzerinde çalışıyor, veriler merkezi olarak saklanıp anında güncelleniyor. Bu özellikler sayesinde ofis içinde çalışanlar birbirleriyle iletişim ve uyum içinde çalışabiliyorlar. Örneğin e.posta kutunuza gelen bir mesajdaki Word belgesine tıklayarak, belgeyi yazan kişinin o anda bilgisayarının başında olup olmadığını görebiliyor ve kendisiyle kısa mesajlaşma yoluyla canlı görüş alışverişinde bulunabiliyorsunuz.
Aynasız değil kablosuz
ABD'nin Kaliforniya eyaletinde bulunan Seal Beach'teki polisler şehirlerindeki banka, okul, hastane ve benzeri alanlarda yer alan güvenlik kameralarının görüntülerini nerede olurlarsa olsunlar canlı olarak izleyebiliyorlar.
Altyapısı Cisco Systems tarafından geliştirilen sistem, şehrin gerekli noktalarına yerleştirilmiş Cisco Mobile Router cihazları ile her zaman her yerden kablosuz olarak ulaşılabilir olma özelliğine sahip.
Bankadan bir soygun ihbarı alan polis departmanı, bölgeye en yakın polis ekiplerini ekranlarında görüp yönlendirirken, görevlendirilen polis araçlarındaki bilgisayarlar da olay yerine en kolay ulaşım için yol ve adres bilgisini gösteriyor.
Olay yerine ulaşan polisler, bankanın güvenlik kameralarına bağlanarak içeriyi izleyebiliyorlar. Böylece soyguncular kaç kişi, silahlılar mı, içeride kaç sivil var gibi tüm gerekli bilgileri edinerek, duruma göre strateji geliştirebiliyorlar.
Bu korunma sadece bankalarda değil, polisin erişimine açık güvenlik kameralarının yer aldığı okul ve hastaneler gibi pek çok noktada uygulamaya geçmiş durumda.
Seal Beach'te polise özel olarak oluşturulmuş olan bu kablosuz ağ altyapısı sayesinde, video görüntülerini izlemek mümkün olabildiği gibi istenen herhangi bir bilgiye de her zaman her yerden, hatta hareket halinde iken dahi araçlardaki bilgisayarlardan ulaşmak mümkün olabiliyor. Benzeri şekilde merkezden de polis araçlarının kameralarından alınan görüntüler değerlendirilebiliyor.
Güvenlik kameralarından alınan görüntülerin polise ulaşması, polislerin hareket halinde iken diledikleri yerden merkezi veritabanına ulaşarak bilgi sorgulayabilmesi gibi polisin işini kolaylaştırıcı özellikleri olan bu sistemin aynı zamanda son derece yüksek bir seviyede bilgi güvenliğinin de sağladığını anlatan Seal Beach Polis Departmanı'nda görevli Çavuş Dean Zanone, ‘Uygulama mükemmel çalışıyor’ diyor.
Eski ofise yeni ádetler
Arama klasörleri sayesinde e.posta mesajları içinde hızlı arama yapabilme
Ortak çalışma alanları özelliğiyle çalışanların bir araya gelip sanal toplantılar yapması, ortak notlar tutması ve çalışma takvimi ayarlaması
Ortak doküman alanları ile proje ekibine dokümanlarda değişiklik olduğunda otomatik alarm gönderilmesi, forum alanı sağlanması
İki kişi arasındaki mesajlaşmaların, tek bir diyalogmuş gibi listelenmesi
Enformasyon Hakları Yönetimi ile gizli şirket bilgilerinin, şirket dışına iletilmesinin (forward) önlenmesi
XML desteği ile üretilen bilginin farklı sistemlere uyumluluğu
Hızlı Bayraklarla mesajların farklı özelliklere göre işaretlenebilmeleri
Okunası yazarlar
Her yaprak dökümünde kendi kendime bir kez daha öfkeleniyorum. Neden, diyorum, neden sağken yazmadın ki? Oysa kaç kez gidiyor parmaklarım klavyenin tuşlarına ve sonra geri geliyor gündemin çarpan tokadıyla. Ölüm araya girdikten sonra da yine gündem engel oluyor yazmama. Gündemin tokadı ikincisinde daha da ağır. Gündem bu kez ölünün kendisi ve engel ölünün bir anda çok popüler olması klavye tuşlarında...
Hep de en sevdiklerim gidiyor birer, birer. Olgun yaştakileri mi seviyorum daha çok diyeceğim ama değil. Bari yazayım ki gitmesin kalanlar.
Özdemir İnce: Geç fark ettim ama hemen bir numaram oldu. Üstelik kitaplarının değil gazete yazılarının tiryakisi olduğumdan, okurundan da saymadıklarındanım. Yine de birincim o. Belki de beyaz olduğundan. Akı adına değil, sakalına düşmüş olmasından.
Doğan Hızlan: Ne hızına ne bilgi birikimine erişebilirim. Neyse ki o okurunu peşine takıp, zorlayanlardan. Yazıya olan merakımı borçlu olduğum üstatlardan. Bir de alçakgönüllülüğünden nasibimi alsam.
Engin Ardıç: Robin Williams'ın Ölü Ozanlar Derneği'nde oynadığı karakterin biraz hırçın, biraz ağzı bozuk olanı. Ama ona yakışıyor. Saldırganlığın, külhanbeylik gibi durmadığı belki de tek köşe yazarı. Kültürlü olmanın yarattığı farktan olsa gerek.
Hakkı Devrim: Lafı gediğine oturtma ustası. Her yazısını merakla ve keyifle okuyorum ama bazen öyle bir yazıyor ki, kesip duvarıma asmamak için üşengeçliğime sığınıyorum.
Hıncal Uluç: Spor yazıları hariç hiçbir yazısını kaçırmamaya çalışırım. En uzun süredir takip ettiğim yazarlardan biri. Her konuda yazabilen, soyu tükenmekte olan rönesans adamlarından. Nadiren tutan o keçi sakalı inadı da olmasa...
Çetin Altan: Üstat desem yavan kaçar.
Sevgi Gönül: Gidenlerden maalesef. Özdemir İnce gibi onu da geç keşfetmiştim. Patronunu eleştirebilen tek gazete yazarıydı herhalde. Bunu o ismi ve soyadı kadar okşayıcı üslubu sayesinde başarmıştı.
Tuğrul Şavkay: O da gidenlerden ne yazık ki. Daha yakından tanımayı çok isterdim. Ama yazılarıyla öyle bir yer edinmiş ki içimde, sanki hep arkadaşmışız gibi hissediyorum.
Emre Aköz: Kimileri başarılarından önce tanıdıklarının başarılarını küçümseme eğilimindedir. Emre Aköz'le tanışıklığım köşe yazarlığındaki başarısından yıllar öncesine dayanıyor. Tiryakisiyim, daha ne diyeyim?
Ertuğrul Özkök: Bu kadar işin içinde bu kadar iyi yazı yazmaya nasıl vakit buluyor anlayamıyorum. Kendisine bağlı olarak çalıştığım toplam altı yıl boyunca, toplam altı dakika konuştuğumuzu düşününce benden kazandığı vakti kullandığını düşünmüyor değilim hani. Pazar yazılarının yeri ayrı ama fikir diktasına karşı durduğu inatçı yazılarının yeri apayrı.
Enis Berberoğlu: Uğur Mumcu'nun yerini doldurabilecek tek yazar. Araştırma ve analizi bu denli iyi yoğurup, hem bilgilendirici hem tat verici bir yazı tarzı tutturmak her yiğidin harcı olmasa gerek.
Haşmet Babaoğlu: O da başarısından önce tanıdığım başarılılardan. Çoğunluğun aksine yazılarının üslubuna değil özüne hayranım.
Mansur Forutan: Yazılarını başkalarına bu kadar sık tavsiye edip de, ismini bir türlü doğru düzgün telaffuz edemediğim tek yazar. Ender de olsa yavanlaşabiliyor ama çoğunlukla güldürüyor. Üstelik öyle bıyık altından filan değil, göbek oynatırcasına.
Ümit Aslanbay: Saklanan bir yıldız. Geç yazmaya başladı ama pir başladı. Bilgi, kültür, üslup, derinlik, hepsi var yazılarında. Kesin daha da parlayacak.
Ferai Tınç: Kutup yıldızı gibi şaşmaz ve kararlı. Dış politika alanında okuduğum tek yazar. Zaten yetiyor.
Vahap Munyar: O fıkra gibi hikayeleri nereden bulup çıkartıyor?
İsmet Berkan: Ters köşelerden bakabilme becerisi farklı bakış açıları kazandırıyor.
Hasan Cemal: Genç yaşta da klasik olunabileceğinin ve klasiklerin her zaman değerli kalacağının kanıtı.
Alper Mestçi-Hüseyin Özcan: Bu kadar fark yaratabilenlerin yaptığına ben sanat derim.
Sedat Ergin: Ankara'nın kaşına en iyi bakıp, oynamasını en iyi değerlendiren yazar.
Ercan Kumcu: Ekonomi yazmak derin bilgi ve analiz becerisi gerektirir.
Yalçın Bayer: Etkileşim çağını köşesine taşıyan eski toprak.
Daha sayacak çok isim var ama yerim bitti. Erkan Çelebi, Ufuk Sandık, Kanat Atkaya, Ayşe Arman, Ebru Çapa, Tolga Akyıldız sığdıramadıklarımdan bazıları. Bir de hiç sevmediklerim var tabii ki. Onları da belki bir gün yazarım.
Yazının Devamını Oku 19 Ekim 2003
Bu hafta başında, <B>Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım</B> ile sohbet etme olanağı buldum. Dünyanın en büyük telekom fuarı ve forumu olan <B>ITU Telekom Dünyası</B>'na katılmak amacıyla Cenevre'deydim. Ulaştırma Bakanı'nın da fuardaki Türkiye standında bir resepsiyonu vardı. Dört yılda bir yapılan fuara bu üçüncü katılışımdı. 1995 yılındaki fuar, ülke telekomlarında yaşanan özelleştirme furyasına, 1999 yılındaki ise telekom sektörünün altın yılına denk geldiği için çok renkliydiler. Bu seferki ise doğrusu biraz yavandı. Yine de endüstriye hakim olan eğilimlere şahit olup, önümüzdeki yılların nasıl geçeceği hakkında ipuçları yakalamak için bulunmaz bir fırsattı.
Fuara katılanlar arasında bu kez Türk Telekom da vardı. TT standı sapa bir salonda, daha da sapa bir köşedeydi. Stand tasarımı, pekçok fuarda rastladığım Türkiye ülke standlarından çok daha başarılıydı ancak şıklık ve sadelikte sınıfı tam notla geçen tasarım, albeni açısından sınıfta kalıyordu.
Türk Telekom'un ev sahipliği yaptığı Türkiye standında çeşitli kablo ve anahtar firmaları ile Siemens Türkiye ve Ericsson Türkiye de kendi köşelerini açmıştı. Türk standı, pazartesi günü Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım'ın resepsiyonuna sahne oldu.
Ulaştırma Bakanı'yla sohbetimiz bu kabulün sonuna doğru gerçekleşti. Binali Yıldırım'ı İnternet konusunda beklediğimden daha fazla ilgili ve bilgili buldum. Bu sanırım biraz da Türk Telekom'un 2004'te özelleştirilecek olmasından kaynaklanıyor. Ancak bakanın teknolojiye bakışı özelleştirmeyle sınırlı değil. Bilgi çağının Türkiye'nin önüne serdiği fırsatların da bilincinde.
Çevremizdeki teknoloji ithalatçısı şirketlerin yöneticilerini göstererek, ''Sizin de yazılarınızda değindiğiniz gibi, bunların ithal edip satması yetmez'', diyor. Teknoloji üretmenin ve diğer tüm sektörlerde teknoloji kullanımının önemine dikkat çekiyor.
Konuşma bir ara, AKP hükümetinin icraatlerini övmek için fırsat bu fırsattır diyenlerin lafa girmesiyle teknolojiden çıkıp yolsuzlukla mücadele konularına kayıyor. Milyarlarca dolarlık rakamlar ses olarak havada uçuşuyor. Konuşmayı tekrar günün mana ve önemine uygun konulara çekmek amacıyla, devletin İnternet'e sekiz yıl boyunca yapmış olduğu yatırımın küçüklüğünden dem vuruyorum. Milyar dolarlık yolsuzluklardan bahsediyoruz ama devlet sekiz yılda İnternet'e topu topu 40 milyon dolar yatırım yapmış. Bakanlık olarak bu rakamı katlayarak artırıp artırmayacaklarını soruyorum.
Artıracağız diyor, ''Ama hemen değil, önce ekonomiyi toplayalım''. Vaktimiz olmadığını, dünya hızlı İnternet anlamına gelen genişbanta koşarken bizim Nuh Nebi'den kalma altyapımıza çivi çakmadığımızı, kaybedecek değil ay, yıl; saniyemiz bile olmadığını anlatmaya çalışıyorum ki, fuarın kapanış vakti geliyor, Bakan ayrılmak zorunda kalıyor.
Halbuki genişbant konusuna Türk Telekom Genel Müdürü Mehmet Ekinalan ile yaptığım bir önceki günkü sohbette değinmiş, fikir birliğine varamamıştık. Mehmet Ekinalan Türk Telekom olarak yakında yaygınlaştırmaya başlayacakları ADSL hizmetine paylaşmadığım bir perspektiften bakıyordu. Ekinalan ADSL hizmetini Türk Telekom olarak vereceklerini, pazarlama ve satışı için özel şirketlerle çözüm ortaklıkları kuracaklarını ancak mevcut İnternet Erişim Sağlayıcılarla (İES) böyle bir iş birliğine gitmeyi düşünmediklerini söylemişti. Ben de kendisine bunun İES'lerle TT arasında haksız rekabet yaratacağını, erişim sağlayıcıların ölümü anlamına gelebileceğini söylemiştim. Ekinalan'ın cevabı ''Ölürlerse ölsünler'' olmuştu.
Ekinalan'ın bakışının bu kadar katı olması, boşuna değildi kuşkusuz. Pekçok büyük İES'nin İnternet erişim hizmetine İnternet üzerinden ses (VoIP) at gözlüğüyle bakmasının verdiği bir yılgınlığın sonucuydu bu bakış. Hak da veriyordum doğrusu bu yılgınlığa ve kuşkucu yaklaşıma ama adaletli olmak adına biraz daha esnek bir tutum takınılması da şarttı kanımca.
Yoksa bakın bu tekelci ve rekabeti öldürücü tutum sonucunda nasıl bir ADSL tarifesi çıkmıştı Türk kullanıcısına fatura olarak. ABD'de genişbant fiyatları rekabet sonucu aylık 25-30 dolarlara düşmüşken, Türkiye'de 256 Kbit/sn hızındaki en düşük genişbant aboneliğinin aylık bedeli 120 dolara geliyordu.
Ulaştırma Bakanı'nın resepsiyonunda Nortel Netaş Genel Müdürü Sait Gözüm de vardı. Nortel Netaş resepsiyondan bir gün önce genişbantta ADSL'e fark atan metro ethernet çözümünü tanıtmış, bu alanda Cisco'dan sonra çözüm veren ikinci dev şirket olmuştu. Sait Gözüm, Bakan'ın etrafındaki aman efendimci ordusunu aşıp yaklaşma fırsatı bulamadı yanına ama keşke bulabilseydi de, metro ethernet çözümünü az da olsa aktarabilseydi.
Aklı havada fuar
Dört yılda bir tekrarlanan ITU Telekom Dünyası fuar ve forumuna rağbet bu yıl iyice düşmüştü. 1995 yılında satılık ülke telekomlarının, 1999'da ise milyar dolarlık şirket birleşmelerinin ilgi odağı olan fuarın bu yılki gözdeleri mobil iletişim, kablosuz teknolojiler, genişbant İnternet ve global pozisyon saptamaya dayalı hizmetlerdi.
Ancak fuarın gözdelerinin havadan veri iletişimi teknolojilerine dayalı ürün ve servis geliştiriciler olması da sizi yanıltmasın. Bu alanın lider şirketlerinden Nokia, Ericsson ve Motorola fuara katılmama kararı almışlardı örneğin. Ülke telekomlarının görücüye çıktığı 95 yılındaki fuara katılmayarak büyük bir fırsatı kaçıran Türk Telekom ise 2003 fuarına, Türkiye standı açarak ve yanına beş Türk firmasını alarak katılmıştı.
ITU Telekom Dünyası 2003'e 46 ülkeden 908 firma katıldı. Bu firmaların yarısından fazlası bundan önceki ITU fuarlarına katılmayan küçük firmalardan oluşuyordu. Fuara önem veren büyük şirketler arasında telekom sektörüne güçlü bir giriş yapma ihtirasıyla hareket eden Microsoft göze çarpıyordu. Ülke standları arasında ise Japonya ve Rusya standları öne çıkıyordu.
ITU (Uluslararası Telekomünikasyon Birliği) Genel Sekreteri Yoshio Utsumi, ''Telekomünikasyon endüstrisi şu anda bir dönüm noktasında'' diyordu. Utsumi'ye göre hangi ülkelerin ve teknolojilerin kazanacağını şu anda yapılacak atılımlar belirleyecekti. Utsumi'nin bu öngörüsü çerçevesinde fuara göz attığımda yakın gelecekte yıldızı parlayacak teknolojiler olarak Wi-Fi (kablosuz yerel ağ), genişbant ve üçüncü kuşak mobil servislerde bir patlama yaşanacağı, ülke bazında ise Rusya ve Uzak Doğu pazarlarının yıldızlarının parlayacağını görüyordum.
Yerli uygulamalar yurtdışında
ITU Telekom Dünyası 2003'e katılmayan devler arasında Ericsson ve Sony Ericsson da vardı. Ancak Sony Ericsson Japonya standında, Ericsson ise Türkiye standında yerlerini almışlardı. Türkiye standındaki Ericsson Türkiye'nin bu ilk ITU Telekom fuarıydı. Ericsson Türkiye fuarda Ericsson Mobility World Türkiye'de geliştirilen proje ve mobil uygulamaları tanıttı. Böylece gözünü sadece Türkiye pazarına değil, dünya pazarlarına diktiğini de kanıtlamış oldu. Gerçi Ericsson Mobility World Türkiye'de geliştirilen uygulamalardan 15 kadarı bundan önce de yurtdışındaki operatörlere satılmıştı. Ancak uygulamaların ITU fuarında tanıtılması yurtdışı potansiyel alıcıların sayısını artırdığı gibi, ülkemiz için prestij kaynağı da oldu. Ericsson'un fuara katılmamış olması, Türkiye standında yer alan Ericsson Türkiye'ye olan ilginin artmasına da yol açtı. Türk standında tanıtılan Ericsson Mobilitiy World Türkiye uygulamaları arasında yurtdışında çeşitli ödüller alan uygulamalar da vardı. Bu uygulamalar mobil medya, mobil oyun, mobil pazarlama, mobil müzik ve mobil finans başlıkları altında sınıflandırılıyorlardı.
ericsson.com.tr/mobilityworld
Asmalı Konak cep oyunu oldu
Asmalı Konak çılgınlığı, yeni bir macera oyunuyla ceplere giriyor. Bahar'ı kurtarmak için koşuşturan Seymen Ağa'ya bir tek siz yardım edebilirsiniz. Engellerin üzerinden aşın, düşmanlarını pataklayın, ilacı hazırlatın ve Bahar'ı yaşatmak için başka ne gerekiyorsa yapın. Bu oyunda yönetmenin keyfine bağlı kalmıyorsunuz. Oyunun nasıl sonuçlanacağı sizin elinizde...
Asmalı Konak cep oyunu, 2001'den bu yana cepteller için oyun hazırlayan Başarı Mobile tarafından geliştirilmiş. Cep telefonlarından oynanan oyunda Seymen Ağa, Bahar ve Dicle'den oluşan üç karakterin Ürgüp'te yaşadığı maceralar, Asmalı Konak'ın kurgusu içinde veriliyor. Oyun izleyicinin Asmalı Konak ile daha fazla özdeşleşmesi ve kendini onun bir parçası olarak hissetmesini hedefliyor.
Başarı Mobile Genel Müdürü Ergun Güvenç, Türkiye'yi ekran başına ve sinema salonlarına çeken Asmalı Konak dizisinin, şimdi de bu yeni oyun aracılığıyla cep telefonu başına kilitleyeceğini söylüyor. Asmalı Konak filmiyle aynı anda piyasaya sunulan oyun, Java destekli cep telefonları üzerinden oynanabiliyor.
Asmalı Konak senaryosundan yola çıkılarak hazırlanan oyunun ikincisi de filmden sonra hayata geçirilecek. İlki dört bölümden oluşan oyun, dizinin kahramanı Bahar'ı tedavi etmek için, konağın içinde iksir, şifalı bitki ve ilaç aranması üzerine kurulu.
Bahar, Seymen ve Dicle karakterlerini cep telefonlarına taşıyacak ürün, Türkiye'de sinemadan oyun sektörüne aktarılan ilk oyun olma özelliğini de gösteriyor.
Oyunu cep telefonlarına yüklemek isteyenler için üç ayrı site kurulmuş:
mobiloyuncu.com
oyunparki.com
forummobiloyuncu.com
Yazının Devamını Oku 12 Ekim 2003
Türkiye'nin ana hedefi bilgi toplumu olmak, bilgi toplumu olmanın ana koşulu ise elektronik imza <B>(e.imza</B>) yasasına sahip olmak. Herşeyin başına ''e'' koyup elektronikleştirdik. Önce e.posta vardı. Sonra e.ticaret dedik, ardından e.iş geldi, derken e.devlet, e.öğrenim, e.Avrupa, e.Türkiye. Hepsine birden kısaca e.yaşam dedik. Hepsini başardık, sıra e.imzayı atmaya gelince kalakaldık.
Halbuki e.imza bu saydıklarımızın hepsinin başı. E.imza olmadan hiçbirinin geçerliliği yok, hepsi sanal. Resmiyet kazanabilmeleri için e.imzanın resmileşmesi gerekiyor. Bunun içinse yasal düzenlemesinin yapılması.
Uzun bir süredir çıktı, çıkacak denilen e.imza yasası, bir tasarı olarak sürünüp duruyor. Ama Başbakan Erdoğan, TİM Ticaret Noktası isimli İnternet ana kapısının açılış töreninde yaptığı konuşmasında müjdeyi verdi. İnternet bağlantısız ev bırakmamayı hedeflediklerini de söylediği bu tarihi konuşmasında Erdoğan, e.imza yasa tasarısının Kasım ayında kanunlaşacağı sözünü verdi. Şimdi Türkiye'nin geleceğini düşünen herkes nefesini tutmuş Kasım ayını bekliyor.
Örneğin Probil İş Geliştirme Müdürü Devrim Sönmez, ''Probil olarak biz elektronik imza yasasının onaylandığını kabul ederek ilerliyoruz'', diyor, ''Zira İhracatçılarımızın dış dünyayla rekabet gücünü artıracak, çok kısa zamanda ürünlerini ihracata hazır hale getirecek, bürokratik ve kağıt tabanlı işlemlerini en aza indirecek ve en önemlisi 7 çarpı 24 ihracat yapabilme yeteneğini kazandıracak e.dönüşüm altyapılarının en vazgeçilmez parçası elektronik imza yasası olacaktır. Belgelerin güvenli olarak iletimi ve ibrazı ancak elektronik imza teknolojileri kullanılarak gerçekleşebilecektir''.
Probil, Türkiye İhracatçılar Meclisi Ticaret Noktası (TİM TTN) ve Citibank e.imzanın kanunlaşmasına beş kala, ihracatçı firma yöneticilerine yönelik bir seminer düzenliyor. İhracatta elektronik belge ibrazı ve elektronik imza konulu seminer 16 Ekim Perşembe günü, Yenibosna Dış Ticaret Kompleksi'nde saat 10:00-17:00 arasında yapılacak.
hukukcu.com/bilimsel/kitaplar/elektronikimza.htm
ttn.com.tr/
probil.com.tr
ebirlik.org/
Saldım İnternet'e mevlam kayıra
Moda ya, herkes İnternet'e açılıyor. Bankalar, markalar, kurumlar, kurullar hepsi İnternet'te. Ama iş İnternet'e açılmakla bitmiyor. İnternet'e açılmak için doğru düzgün bir strateji, insan kaynağı, İnternet kültürü ve bilgisi gerekiyor. Yoksa örneğin Denizbank'ın ve İnternet Kurulu'nun durumuna düşmek de var. Denizbank, diğer pekçok banka gibi bankacılık işlemlerini İnternet'e taşımış. Ancak siteye girip 'Hisse Senedi' bağlantısını tıkladığımda, yaklaşık bir aydır hata mesajı alıyorum. Üstelik sitede verilen e.posta adresine mesaj atıp, nedenini tam dört kez sormama rağmen cevap da alamadım. Madem cevap vermeyeceksin, neden e.posta ile soru sorma olanağı tanıyorsun? Madem çalıştırmayı beceremeyeceksin, neden hisse senedi hizmeti verirmiş gibi yapıyorsun?
Benzer bir sorun da Yapı Kredi World Card sayfasında yaşanıyor. Siteye girenler, safya HTML standartlarına uygun hazırlanmadığı için Internet Explorer kullanmıyorlarsa kullanıcı adı ve şifresiyle giriş yapamayabiliyorlar. Bu bir banka şubesi açıp, kapı yüksekliğini 1,60 metre yapmaya benziyor. Evrensel İnternet standartlarına uymayan sitelerden biri de yeni açılan İhracatçılar Meclisi Ticaret Noktası (ttn.com.tr). Siteye giren yabancılara, Internet Explorer kulanmıyorlarsa sitenin İngilizce bölümüne geçmeleri için Allah kolaylık versin.
Ama en komiği Ulaştırma Bakanlığı İnternet Kurulu'nun sitesi (kurul.ubak.gov.tr). Sitenin, Toplantı Tutanakları bölümüne girmeye çalışanların karşılaştığı hata mesajı, İnternet altyapımızın kimlerin eline kaldığının acı bir göstergesi.
Kampanyalarının yeni adresi
İmza kampanyası açmak ya da açtıkları imza kampanyalarına İnternet'ten de destek almak isteyenlere hizmet eden pratik bir site açıldı. İmza Kampanyası isimli siteye bağlanan kullanıcılar, bu sitedeki kampanyalardan istediklerini seçip, kolayca imza verebiliyorlar. Kullanıcılar arzu ettikleri takdirde kendi imza kampanyalarını da site aracılığıyla açıp, imza toplamaya başlayabiliyorlar. Sitenin bence tek eksiği, ıslak imza toplamak isteyen kampanya sahiplerine, bu işlerini pratikleştirecek bir çözümün de sunulmamış olması, imzaların sadece elektronik ortamda toplanabilmesi. Ancak site bu haliyle de alkışları hak ediyor. Bağlanın... İmza atacak en az birkaç kampanya bulacağınızdan emin olabilirsiniz.
imzakampanyasi.com
Kesip pazartesi okuyun
Geçen yazımda Türkiye'nin bilişim vizyonunu doğru kulpundan yakalayan Tayyip Erdoğan'ı övmüş, TÜBİSAD'ın hazırladığı raporun basına yansıyış şeklini eleştirmiştim. TÜBİSAD'ın raporunun olumlu yönlerini ise bu yazıma bırakmıştım.
Yazımı yazdıktan hemen sonra TÜBİSAD'ın raporuyla ilgili Gila Benmayor'un da bir yazısı yayınlandı. TÜBİSAD Başkanı Erol Bilecik bilişim sektörünün hedefinin 1.8 milyar dolar olduğunu, devletin tekstildeki teşvikin dörtte birini bilişim sektörüne vermesi durumunda bu sayının 4-5 milyara çıkacağını söylemiş. Bilecik bilişim sektörünün, tekstilciler gibi güçlü bir lobisi olmamasından yakınmış. Ankara'da bilişim teknolojisinin Türkiye'ye nasıl fırsatlar sağladığını iyi gören birilerinin olması şartmış. Bilişime önem veren isimler; Reha Denemeç ve Murat Mercan zayıf kalıyorlarmış.
Yazıyı okuyunca kızdım. Erol Bilecik'in bilişim sektörünü kalkındırmaya yönelik mesajlar verdiğini sandım. Yoksa raporu ben mi yanlış okuyor, ben mi yanlış algılıyordum? Raporda olumsuz baktığım tek öneri bilişim fonu kurulması önerisiydi. Raporda önerilen devlet destekli döner sermayenin kurulmasına gerek yok, devlet bilişime finansal destek verecekse, lüks sınıfına soktuğu bilişim ürünleri, hizmetleri ve servislerinden aldığı KDV'yi sıfırlasın yeter.
Bunun dışında raporda söylenenlerin çoğunluğu doğru tespitler ve yerinde öneriler. Rapor bilişim sektörünü değil, bilişim teknolojilerini kullanarak Türkiye'yi kalkındırmayı öngörüyor. Bilişim teknolojilerini doğru kullanarak, özel şirketlerde ve kamu kurumlarında verimliliği artıracak e.dönüşümü hedefliyor.
Yani bilişim sektörünün elde edeceği gelirin 1.8 milyar dolardan 4-5 milyara çıkması değil önemli olan. Türkiye'deki şirketlerin, kurumların, bireylerin bilişim teknolojilerini kullanarak sıçrama yapması asıl amaç. Bilişim sektörünün cirosunun büyümesi, bu sıçramanın doğal yan ürünü sadece.
Ya da bilişim sektörünün lobiciliğini yapacak güçlü bir isim değil asıl aranan. Önemli olan bilgi toplumuna geçiş stratejilerine liderlik edecek, e.dönüşüme hükümet nezdinde sahip çıkacak vizyoner bir liderin bulunması. Ki bence Reha Denemeç ve Murat Mercan, konuya olan hakimiyetleri nedeniyle bu liderliği yapabilecek isimler.
Yeri gelmişken bilişim sektörüne hakim yanlış bir kanıya ve bu kanının yansıması yanlış bir uygulamaya da değineyim. Sanılıyor ki Türkiye'yi bilgi toplumu olmaya taşımak sadece bilişimcilerin işi, bilişimcilerin uzmanlık alanı. Bilgi Toplumu Bakanlığı ile Bilişim Bakanlığı arasındaki farkın sadece isimlendirmeden kaynaklanan önemsiz bir fark olarak görülmesinin nedeni de bu yanlış kanı. Hükümet bünyesinde e.dönüşüme sahip çıkacak yapılanmada, bilişimle ilgili üç sivil toplum kuruluşunun yer alması planlanıyor. Bu çok yanlış olur. Başarılı bir e.dönüşüm ancak tüm sektörleri kapsayan bir yapılanmayla gerçekleştirilebilir.
Yazının ana fikri: E.dönüşüm bir bilişim projesi değil, Türkiye projesi olmak zorunda. Hedef bilişim sanayi kurmak değil, verimlilik için bilişimden yararlanan bir Türkiye ekonomisi kurmak olmalı. Bilişim sektörünü kalkındırmayı değil, bilişim teknolojilerini kullanarak Türkiye'yi kalkındırmayı amaçlamalıyız.
Yazının baba fikri: Bilişim sektörü basın ilişkilerinde yeni bir moda başladı. Mesajlarını kamuoyuna bilişim konusunda uzmanlaşmış muhabirler, editörler, köşe yazarları vasıtasıyla taşıma girişimleri sonuçsuz kalan firmalar, alternatif kanal olarak bu konularda bilgi birikimi olmayan köşe yazarlarını kullanıyorlar.
Köşe yazarlığı muhabirlik değildir. Köşe yazarları kendilerine aktarılan bilgiyi kendi bilgi süzgeçlerinden geçirip yoğurmak ve kişisel fikirleriyle birlikte servis etmekle yükümlüdür. Ama uzmanlık dalının dışına çıkan köşe yazarı, ne kadar iyi niyetli olursa olsun kulağına bazı bilgiler fısıldayanların sözcüsü durumuna düşme tehlikesiyle karşı kalır.
Yazarın sizi ilgilendirmez fikri: Siyaset bilimi mezunu olmama rağmen kırk yılda bir siyaset yazdığımda yadırgayanlar oluyor ama bilişim konusunda hiçbir birikimi olmayan başka yazarlar bilişim yazınca hiç kimsenin gıkı çıkmıyor. Örneğin duyduğuma göre, yazılarımdan biri renkten renge boyanıp İslami yeşile dayanan, Muppet Şov'daki loca kukumavları bozması, büyük medya uleması zat-ı kronik Bumin Bey'in pazar keyfini bozmuş. Medya eleştirisi yapmak medyada dikiş tutturamayanlara düştüğüne göre, yazarların uzmanlık alanları dışında yazmalarını yeni bir basın geleneği olarak belki de hoşgörmek gerek.
Gündemin not defteri
Pierluigi Collina
www.pierluigicollina.it/
* * * * *
Bu sayfa hazırlanırken maç henüz oynanmamıştı. Bakalım Collina'yı hálá seviyor muyuz?
Donanım denince akla
darkhardware.com/
* * * * *
Levent Pekcan'ın eseri...
İmarzede siber alemde
imarzede.com/
* *
Devir İnternet devri olunca, devlet kefaletini geciktirince, bankazede de dermanı sanal ortamda arıyor.
Arnold'a kazandıran site
www.joinarnold.com/en/
* * *
Seçim kampanyasında İnternet nasıl kullanılır merak edenlere.
Çamur - Derviş Zaim
beyazperde.com/sinemasal.asp
* * *
Türk sinemasının yüz akı Derviş Zaim'in vizyona giren son filmiyle ilgili güzel bir söyleşi.
Frankfurt Kitap Fuarı
www.frankfurt-book-fair.com/
* * * *
Doğan Hızlan sağ olsun, habersiz kalmadık ama fazla bilgi göz çıkartmaz.
Yazının Devamını Oku 5 Ekim 2003
Verdiğim sözü tutup<B> Tayyip Erdoğan</B>'ı alkışlıyorum. Yok merak etmeyin kafamı duvara filan çarpmadım. Peki Erdoğan'ı sürekli yererken, nereden mi çıktı bu alkış? Söyleyeyim... Birkaç hafta önce yazdığım bir yazımda ''Başbakan Erdoğan'ın, Türkiye'yi bilgi toplumuna taşımakta kararlı olduklarını ima eden sözlerinde samimi olmasını, tüm şüphelerime rağmen herkesten çok diliyorum. Öyle olduğunu gösteren her adımının da, söz veriyorum en büyük alkışçısı olacağım'', demiştim.
Erdoğan'ın samimiyeti hakkındaki şüphemi de ''Bekleyip göreceğiz. İnternet'i Türkiye sınırları dahilinde yaşayan herkesin ayağına, makul ücretlerle götürmeyi hedefleyen projelere mi öncelik verilecek, yoksa parayı bilişim donanımı ve yazılımları ithalatçılarının ayağına götürecek e.devlet projelerine mi?'', diyerek açıklamıştım.
Aradan birkaç hafta geçti ve Başbakan Erdoğan TİM Ticaret Noktası isimli İnternet ana kapısının açılış töreninde yaptığı konuşmayla, hedeflerinin bilgisayar ithalatçılarına arka çıkmak değil, Türkiye'yi bilgi toplumuna taşımak olduğunu gösterdi.
Erdoğan bu konuşmasında İnternet bağlantısız ev bırakmamayı hedeflediklerini söyleyerek e.Türkiye'nin birincil hedefine verdikleri önemin altını çizmiş oldu. Konuşma basında, tam da beklediğim gibi yeterli yankıyı bulamadı. Haberlerin arasına sıkıştırıldı, dünyadan bihaber birkaç yazar tarafından da alay konusu edilmeye kalkıldı.
Bilgi toplumuna yönelik stratejilerin ve adımların Türkiye için önemini görmekten aciz medyamızın bu konulardaki bilgi düzeyi, hafta içinde Sabah gazetesi tarafından atılan bir manşetle de ortaya kondu. 1 Ekim tarihli Sabah gazetesinin manşeti ''Klavye başına'' idi. Bilişimciler hükümete 100 milyar dolar ayırın, karşılığında 1,5 milyar dolarlık Bilişim Eğitim Fonu kuralım ve 500 bin kişilik bilgisayarcı ordusu kuralım demişler. Sabah gazetesi de bu öneriyi çok önemsemiş, manşetine taşımış.
Sabah'ın bilişimle ilgili bir haberi manşetine taşıması olumlu bir gelişme tabii ki. Bilgi toplumuna geçişin medyadaki rakipsiz destekçisi Hürriyet'te bile bu güne kadar göremediğim bir durum bu. Ama gönül isterdi ki, manşete çıkartılan haber dişe dokunur bir mesaj içersin.
Timur Sırt güzel bir haber hazırlamış. Türkiye'deki bilişim sanayicilerinin derneği TÜBİSAD'ın samimi taleplerini yansıtan bir habere imza atmış. Ancak adı bilişim de olsa bir sektörün çıkarlarını savunmaya yönelik mesajların manşete çıkartılması, Türkiye'yi bilgi toplumuna taşıyacak gerçek stratejilerin gölgede kalması tehlikesini yaratıyor.
TÜBİSAD'ın projesi
-Sabah'ın manşete taşıdığı boyutuyla- Türkiye'yi, bilişim teknolojisi üreten ülkelere, fason yazılım üretmekten öteye götüremeyecek bir proje olarak gözüküyor. Fason üretim yapan bir ülke konumunda olduğumuzda başımıza neler gelebileceğini tekstil sektöründeki deneyimlerimizden biliyoruz. Yazılım üretiminde fason üretici olsak n'olacak, olmasak n'olacak. Fason üretici olma özlemleri, sporda onurlu beraberliklere sevindiğimiz döneme benziyor.
Şu an sonuna yaklaştığımız bir dönemin içindeyiz. Dünya güçler haritasının bilgi teknolojilerinin kullanımıyla sil baştan çizildiği bir dönem bu. Geride kalıp Bilgi Çağı başladığında, Türkiye'nin iyi bir yerde olmasını istiyorsak fason üretici olma özlemleriyle yitirecek vaktimiz yok.
Zaten fason yazılım imalatında Hindistan başını almış gitmiş durumda. Asla rekabet edemeyeceğimiz Çin ise kapıda. İnternet altyapısına tam sekiz yıl boyunca topu topu 40 milyon dolar yatırım yapmış bir devletten, fason üretici olmak için 100 milyon dolar isteme lüksüne sahip değiliz. Eğer devlet bu alana para yatıracaksa, bu yatırımın en az beş katını İnternet altyapısına yapması şart.
Bilgi toplumuna geçişte Türkiye'nin önceliği yüksek hızlı İnternet bağlantısının, makul ücretlerle her vatandaşın ayağına götürülmesidir. Bu gerçekleştiği takdirde bilgisayar ithalatçıları da kazanır, yazılım üreticileri de, varsa teknoloji geliştiriciler de. Ama en başta tüm sektörleriyle, tüm vatandaşlarıyla, tüm Türkiye kazanır.
Erdoğan'ı alkışlıyorum, çünkü tüm bunların farkında olduğunu konuşmasındaki şu cümlelerle çok güzel özetliyor, ''(İnternet bağlantısız ev kalmadığında) her ev adeta bir derslik haline gelir. Bu adımı da atmaya mecburuz. (...) Ha şu soruyu sorabiliriz, acaba hepsinin işi var mı? Bugün yok ama büyük ufku olan insanlar olacaktır. Bu da bizim için bir önemli aşamadır. Bir hedefi yakalamaktır.''
Devamı gelecek not: TÜBİSAD raporunun Sabah'ın manşetine yansımayan, asıl önemli hedeflerine önümüzdeki haftalarda değineceğim.
Moda oyun hazine avı
Yüz yıldan fazla geçmişe sahip eski bir macera oyunu olan ''kutu avı'' (letterboxing), İnternet'te açılan yüzlerce sitenin etkisiyle büyük bir hızla yaygınlaşmaya başladı. Kutu avı herkesin oynayabileceği bir macera oyunu. Daha çok çocuklu ailelere hitap ediyor. Oyuna katılmak isteyen ailelerin yapması gereken tek şey çocuklarını alıp sokağa çıkmak. Yanlarına almaları gereken malzeme plastik bir mühür, ıstampa, defter, kalem ve İnternet'ten edinecekleri ipuçlarından ibaret.
İnternet'ten edinilen ipuçları, şehrin çeşitli yerlerine saklanmış kutuların bulunmasına yardımcı oluyor. Amaç daha çok parklarda, sayfiye yerlerinde saklanmış kutuları arayıp bulmak. Kutular aranırken hem yürüyüş yapmış olunuyor, hem çocukların kaşif duyguları uyandırılıyor, hem de eğleniliyor.
Kutular belediyeler, köy tanıtım dernekleri gibi kurumlarca yerleştirilebildiği gibi bizzat oyuncular tarafından da yerleştirilebiliyor. Su geçirmez plastik kaplardan ibaret olan bu kutuların içinde birer mühür, defter ve bazen de çevredeki başka kutuların yerleri hakkında ipuçları bulunuyor.
Saklı kutuyu bulan oyuncu, kutunun içindeki mühürle kendi özel define defterini, kendi özel mühürüyle de kutunun içindeki ziyaretçi defterini damgalıyor. Oyuncular kendi özel mühürlerini plastik damga yapan özel dükkanlarda hazırlatabilecekleri gibi, evde, örneğin patates kullanarak kendileri de hazırlayabiliyorlar. Önemli olan bulunan her kutudaki defteri hep aynı kişisel damgayla damgalamak ve böylece diğer oyuncular tarafından tanınmaya başlamak. Kutu avcıları zaman zaman düzenlenen kimi özel pikniklerde bir araya gelerek birbirleriyle tanışıyor ve birbirlerinin defterlerini damgalıyorlar.
Bu oyun bildiğim kadarıyla henüz Türkiye'ye gelmedi. Ama çevrenizdeki bir parka gizleyeceğiniz kutucukla başlamasına katkıda bulunabilirsiniz. Eğer böyle bir girişimde bulunursanız, kutunun bulunmasını kolaylaştıracak ipucuyla birlikte bana gönderin, yayınlayayım. Hem bu oyunun Türkiye'de de başlamasına katkımız olsun, hem de kutuyu sakladığınız yörenin tanıtımına. Hele bir de bu ipuçlarını yazacağınız, kutunun saklandığı yöreyi tanıtan mini bir İnternet sitesi açarsanız, değmeyin keyfimize!
www.letterboxing.org/
c.webring.com/hub?ring=letterboxingnort
www.vitalcommunities.org/ValleyQuest/
ValleyQuest.htm
Belediyelere çağrı
Kutu avı çocuklar için hem eğlendirici hem eğitici bir oyun olmanın yanı sıra şehirlerin, beldelerin, köylerin tanıtımı için de güzel fırsatlar sunuyor. Belediyeler ve muhtarlıklar şehirlerine, beldelerine, köylerine saklayacakları kutular ve İnternet'te açacakları kutuların yerleri hakkında ipuçlarını yazan, yöreleri hakkında turistik ve kültürel bilgiler sunan siteler aracılığıyla mükemmel bir hizmet verebilirler.
Bedava ofis dağıtılıyor
Word, Excel, Powerpoint ve benzeri yazılımlardan oluşan ofis yazılımları paketlerine ücretsiz olarak edinilebilen güçlü bir rakip çıktı. Mayıs 2002'den beri geliştirilen ücretsiz ofis yazılımları paketi OpenOffice, üstelik Türkçe sürümü de dahil olmak üzere dağıtılmaya başlandı. Çeşitli İnternet sitelerinden ücretsiz olarak yüklenebilen ya da CD'si sipariş edilebilen Open Office 1.1 sürümü Adobe PDF ve Macromedia Flash desteğine de sahip. Windows 95 ve üstü tüm sürümleri, Linux x86 ve PowerPC ile Solaris işletim sistemlerinde çalışan OpenOffice 1.1'in Mac OS sürümü de yakında çıkmış olacak.
OpenOffice.org Türkçe Proje Grubu proje lideri Görkem Çetin, Open Office kullanım oranının 2004 yılı sonuna kadar yüzde 20'yi bulacağını belirterek, çok yakında pek çok donanım üreticisi ve ulusal yazılım firmalarının da desteğini alacaklarını söylüyor.
OpenOffice'in yeni sürümü Microsoft Office belgelerini açabildiği gibi, OpenOffice ile hazırlanan belgeler de Microsoft Office ile açılıp, kullanılabiliyor.
tr.openoffice.org
distribution.openoffice.org
Şebeke genişliyor:
EMC2 ve CA da katıldı
Oracle'ın ''şebeke bilgiişlem'' (grid computing) kavramını hayata geçirdiği yeni ürünü 10G'ye bilişim dünyasından destek yağıyor. HP, Dell, Sun ve Intel gibi devler Oracle 10G'yi daha tanıtım aşamasındayken desteklediklerini açıklamışlardı. Bu tanıtımının ardından henüz iki hafta geçmiş olmasına rağmen sektörün iki büyük oyuncusu daha, Computer Associates (CA) ve EMC2 de, 10G'yi desteklediklerini açıkladılar. CA tarafından yapılan açıklamada ''Şirketlerin isteğe bağlı yönetim stratejilerini geliştirmeyi hedefleyen CA, buna paralel olarak Oracle 10G'yi Linux, Unix ve Windows işletim sistemlerinde desteklemektedir'', denildi. EMC2 ise 10G için disk bazlı yedekleme ve kurtarma sunacağını, diske yedekleme ve diskten geri yükleme sayesinde müşterilerin kritik verilerini daha etkin bir şekilde korumalarını ve geri yüklemelerini sağlayacaklarını açıkladı.
Başbakan Erdoğan’a MIT desteği
İnternet'i Türkiye'deki her eve sokarak üniversite sorununa çözüm bulacağını söyleyen Tayyip Erdoğan'a ilk destek ABD'nin önde gelen üniversitelerinden biri olan MIT'den (Massachusetts Institute of Technology) geldi. MIT eğitim verdiği hemen hemen tüm alanların İnternet versiyonunu tüm dünyanın kullanımına açtığını açıkladı. Toplam 500 dalda açılan kurslarda ders notları, örnek proje ve ödevler dahil en ince ayrıntılar dahi unutulmamış. Kurslarda MIT dahilindeki tüm akademik disiplinlerin eğitim materyallerinden serbest kullanım olanağı sunuluyor.
ocw.mit.edu
www.mit.edu
Yazının Devamını Oku 28 Eylül 2003
Seyahatten döndüm bir baktım, <B>Zakkumcu Ziya</B> temcit pilavı ısıtılıp, yine gündeme sürülmüş. Haftalık dergilerden biri ''Zakkumcu doktoru ABD kaptı'' diye başlık atmış, kocakarı ilaçları yine gündeme oturmuş. Neymiş; ''Onu tüm Türkiye üçkağıtçı, şarlatan, yalancı gibi sıfatlarla tanımış. Herkes ondan Op. Dr. Ziya Özel diye değil, Zakkumcu Ziya diye söz etmiş''. Ama elimizde ne cevher varmış da değerini bilmemişiz. Aşağıladığımız Özel'e ABD sahip çıkmış.
Yapmayın, etmeyin sevgili meslektaşlarım. İnsanların çaresizlik hissinden faydalanmaya çalışanların ekmeğine böyle kolay yağ sürmeyin. Onların ekmeğine yağ sürerek, kendiniz de insanların umutsuzluklarından medet umar duruma düşmeyin. Yok ısırgancıymış, yok zakkumcuymuş, yok bilmem neciymiş gibi kakulecileri ısıtıp ısıtıp gündeme kakalamayın. Kanser öyle sık sık yazdığınız gibi umarsız bir hastalık değil ama yine de yakalananı ve yakınlarını çaresizlik hissine sokabilecek kadar tehlikeli bir hastalık. Tamam şimdi mediokr olmak, vasat olmak moda ama insanlara boş yere umut dağıtıp, duygularını sömürüyor durumuna düşecek kadar da dibe vurmayın.
Kanserin çaresini buldum diye ortalığa fırladığı 1989 yılında, söyleşi yapmak için evine gitmiştim.Doktorluktan men edilmesine rağmen kapısının önü hasta doluydu. Kuyrukta son bir umutla bekleşen kanserli hastalar hiç aklımdan çıkmadı. Zakkumcu temcit pilavının ısıtılıp gündeme sokulduğu 1996 Haziran'ında da yazdım; ''Umutsuz insanlara deneylerden, testlerden geçmemiş maddeyi ilaçmış gibi sunmak vicdansızlıktır''.
Ama adam inatçı çıktı. Bazı gazetecilerin cehaletinden yararlanıp reklamını yapmaya devam ediyor. Gündeme ittirilip, insanlara sahte umutlar dağıtan son habere göre Zakkumcu Ziya'nın zakkum ekstresinden oluşturduğu ilaç, ABD'de Teksas eyaletindeki Ozelle Pharmaceuticals laboratuarlarında üretilmeye başlanmış. Bir kere üzerinde araştırmalar süren maddeye ilaç denilmez. Bu maddeye ilaç denebilmesi için tam dört fazlı bir araştırmadan geçmesi gerekiyor.
Habere göre zakkumcunun ekstresi üzerinde yapılan araştırmaların birinci fazı ABD İlaç Federasyonu FDA tarafından onaylanmış. Ama FDA sitesine girip araştırdığınızda zakkumcunun ekstresiyle ilgili tek bir kayıda rastlıyorsunuz o da zakkumcunun Anvirzel isimli ekstresinin patent haklarını elinde tutan Ozelle laboratuarına gönderilen uyarı mektubu.
FDA, 16 Mart 2000'de gönderdiği bu mektupla Ozelle'i Anvirzel'in reklamını FDA onayı olmadan yaptığı, bunun da ABD ilaç kanunlarına aykırı olduğu yönünde uyarıyor.
Uyarı mektubunda Ozelle'in Anvirzel'in etkileri hakkında bir takım iddialarda bulunduğu ancak bu iddiaların yetersiz ve kifayetsiz araştırma sonuçlarına dayalı olduğu söyleniyor ve Anvirzel'in tanıtımına derhal son verilmesi emrediliyor.
2003'te ısıtılıp karşımıza getirilen zakkumcu haberinde de 2000 yılında biten birinci faz dışında yeni bir gelişme bulunmuyor. Haberde zakkumdan elde edilen ekstrenin MD Anderson Kanser Merkezi'nde test edildiği ve başarılı sonuçlar alındığı da yazılıyor. Ancak MD Anderson'ın İnternet üzerinden de ulaşılan kayıtlarına bakıldığında Anvirzel'le ilgili yazılanlar, haberin zakkumcuyu yağlama üslubuyla hiç de uyumlu değil. MD Anderson tarafından yapılan açıklamada Anvirzel'le ilgili bazı dedikoduların ortalıkta dolaştığı haberini aldık deniyor ve ekleniyor, ''Anvirzel'in MD Anderson tarafından kanser hastalarında kullanıldığı dedikodusu tamamen palavradır. MD Anderson bu madde üzerinde geçtiğimiz yıl birinci faz bir araştırma yapmıştır ancak bu araştırmayı devam ettirmeyi şimdilik düşünmemektedir''.
Birinci faz araştırmada yer alan araştırmacılardan Dr. Newman ise pandamedicine.com sitesine Türkiye'deki bir hasta yakınından gönderilen mesaja verdiği 2003 tarihli cevapta şöyle diyor, ''Anvirzel'le ilgili ikinci faz araştırma yapılmadı, hatta başlatılmadı bile''.
Faydalı not: Eğer yeni ilaçların geliştirilmesi için yapılan klinik denemelerle ilgileniyorsanız ClinicalTrials.gov, www.c ancer.org /docroot/ETO/ ETO_6.asp ve www.fda.gov adreslerinden yararlanabilirsiniz. Bu arada asıl önemli araştırmaların üçüncü ve dördüncü faz araştırmalar olduğunu ancak bunların bile henüz faydası kanıtlanmış maddeler olmadığını da aklınızdan çıkartmayın. Merak edenler için ayrıca belirteyim, bu kaynaklarda bizim değerini bilemediğimiz sevgili zakkumcumuzun ekstresi üzerinde yapılmakta olan herhangi bir yeni araştırmaya rastlayamadım.
Benim hayatım film
Intel'e göre taşınabilir hafıza çipleri 2017 yılında bir insanın yaşamının her anını video film olarak kaydedebilecek kapasiteye ulaşacak. Intel sunucu bilgisayarların da bir iki yıl içinde cebe gireceğini söylüyor.
Kolyenize ya da gözlüğünüze takılı mini bir kamera hayal edin. Bu kamera sürekli açık olsun ve gittiğiniz her yeri, gördüğünüz her manzarayı, karşılaştığınız herkesi, kısacası yaşadığınız her anı video olarak çekiyor olsun.
Bir de cebinize sığacak kadar küçük bir hafıza çipi düşünün. Kameranın çektiği her görüntü bu hafıza çipinde kaydediliyor olsun. Doğumunuzdan 80 yaşınıza kadar her anınızın kayıtlı olduğu bir video sizce bu mini hafıza çipine sığabilir mi? Bugünkü teknolojiyle hayır. Ama hafıza çiplerindeki gelişme bugünkü trendini sürdürürse, ki uzmanlar rahatlıkla sürdürebileceğini söylüyor, çok değil 14 yıl sonra sığacak.
Bir insanın doğumdan 80 yaşına kadar, uyanık olduğu günde 16 saat boyunca duyduğu her sesin kaydı için toplam 3 Tbayt depolama kapasitesi gerekiyor. Bu kapasitede bir hafıza çipinin, birkaç santimetre karelik küçüklükte 2012 yılında üretilebileceği tahmin ediliyor. Yine bir insanın doğumundan 80 yaşına kadar, uyanık olduğu günde 16 saat boyunca gördüğü her görüntünün video kaydı içinse toplam 97 Tbayt bellek depolama kapasitesi gerekiyor. Bu kapasitede taşınabilir bir hafıza çipinin ise 2017 yılında hazır olması bekleniyor.
Hafıza çiplerindeki bu gelişme güvenlik sistemlerinde de kullanılacak. Güvenlik kameraları bugün çektikleri görüntüleri kablo ile merkezi bir birime aktarıyor ve video görüntüler merkezi kayıt cihazlarında tutuluyor. Hafıza çiplerinin daha küçük boyutlarda çok daha fazla kapasite sunacağı önümüzdeki yıllarda ise, güvenlik kameraları çektikleri görüntüleri kendi hafıza çiplerinde depolayacaklar. Merkezi birimdeki güvenlik elemanları, kameraların dahili belleğindeki görüntüleri kablosuz olarak istedikleri anda alabilecekler.
Kişisel sunucu
San Jose'de gerçekleşen Geliştiriciler Konferansı'nda Intel yeni bir konsept olan kişisel sunucuları tanıttı: Artık yanımızda bilgisayar olarak küçük bir kutu taşıyacağız. Bu kutu aslında klavyesiz ve ekransız bir bilgisayar olacak ve kişisel sunucu vazifesi görecek. Tüm bilgilerimiz, tüm yazılımlarımız bu cebe sığan, küçük sunucunun belleğinde olacak. Cebimizdeki bu kutucuk, yanına yaklaştığımız bilgisayarlarla kablosuz iletişim kuracak ve kendi bilgisayarımızmış gibi kullanmamızı sağlayacak. Bu kutucuğun belleğindeki tüm bilgilerimizi, yazılımlarımızı örneğin otel odalarındaki, bekleme salonlarındaki, toplantı salonlarındaki terminallerinde kullanabileceğiz. Yeni konseptte ofisteki ve evdeki bilgisayarlar da kişisel taşınabilir sunucumuzun birer terminali olacak. Kişisel sunucular ileride cep telefonlarıyla aynı cihaz içinde de bütünleşebilecek. Ki bence asıl kıyamet o zaman kopacak.
Yazının Devamını Oku 21 Eylül 2003
<B>Okurlardan Evren Aydın'ın mesajı: </B>''Figüranın düğünü, felsefecinin ölümü'' başlıklı yazınızdan dolayı bence çok tepki alacaksınız. Hatta şöyle diyecekler: <B>Kendini filozof mu zannediyorsun be adam?</B> Yazınızın ilk kısmı beni pek ilgilendirmiyor ancak ikinci kısmında alan adlarıyla ilgili bir yorumum olacak. Bahsettiğiniz ICAAN, alan adlarını dağıtan kurumları seçen kuruluş, Türkiye'den bu sefer de ODTÜ'yü seçecek. Bu konulardan hiç anlamamama rağmen farklı bir seçim olursa gerçekten inanılmaz bir sürpriz olur. Nedenine gelince, ODTÜ herhangi bir kuruma göre, bence oldukça bağımsız, ayrıca adamların işi gücü yok Türkiye'deki detayları mı takip edecekler.’
Evren Aydın'a gönderdiğim yanıt: Öncelikle yazımın birinci bölümüyle ilgili kaygınızın yersiz olduğunu belirteyim. Düşünen herkes felsefe yapıyor demektir ve dolayısıyla filozoftur da. Kimse kimseye kendini filozof mu zannediyorsun diyemez.
Ayrıca dünyanın önde gelen felsefecilerinin bugün İstanbul'da söylediklerini, sekiz yıl önceden yazmış olmam da, felsefedeki başarımın olsa olsa kanıtıdır. Söz uçar yazı kalır. Arşivler duruyor, yazdıklarım ortada. Demek ki İnternet konusunda dünyanın önde gelen felsefecilerinden sekiz yıl öndeyim. Bu kadar basit. Benim ispatım ortada, aksini söylemeye kalkan buyursun ispat etsin.
Mesajınızdaki ikinci konuya gelince. ICAAN bu sefer de ODTÜ'yü seçebilir tabii ki. Zaten yazımda seçmeyeceğini söylemiyorum. Seçmemesini gerektiren oluşumları söylüyorum. ODTÜ'nün herhangi bir kuruma göre üstünlüklerinden bahsediyorsunuz. Ancak yazımda da belirttiğim gibi alan adı tescil işini yürüten kurum ODTÜ'nün kendisi değil, ODTÜ adı altında örgütlenen kişisel bir çıkar grubudur. Adamların işi mi var inceleyecekler diyorsunuz. Adamların işi bu zaten. Ama incelemeleri için Türkiye'den bir talep gitmesi, Türkiye'den birilerinin bu işi ODTÜ kaynaklı örgüt yerine yapmaya talip olduklarını söylemesi gerekir. Bunun en iyi yolu da Türkiye'de bu işin kimler tarafından, nasıl yapılması gerektiğini belirleyen yasal bir düzenlemeye gidilmesidir. Zaten bu yasal düzenleme olursa, ICAAN yerel yasalar kimi gösteriyorsa tescil işini ona veriyor. Şu anda ortada gayrimeşru bir durum var. Sorun ODTÜ kaynaklı örgütün bu işi iyi yapıp yapmadığı sorunu bile değil. Şu anda iyi yapıyor olmaları, (ki rezalet yapıyorlar) gelecekte iyi yapacaklarının; şu anda yetkilerini istismar etmiyor olmaları (ki fazlasıyla ediyorlar) gelecekte istismar etmeyeceklerinin garantisi değildir. İşte bu yüzden yasal düzenleme şart. ODTÜ ciddi bir kurumdur, onlardan daha ciddi kurum yoktur, en bağımsız kurum onlardır gibi subjektif değerlendirmelerle bu iş yürümez.
Okurlardan Evren Yıldız: Bu hafta da klasik olarak ODTÜ'yü işlemişsiniz. Ben artık size 'yeter' demek istiyorum. Şu anda o sistemin nasıl çalıştığını biliyorum. Sekiz yıldır ODTÜ'deydim ve şu anda insanların İnternet'e nasıl at gözlükleri ile baktığını görüyorum. ODTÜ'de bunu göremiyordum. Hálá bir İnternet yasamız yok, oturup bunu düşüneceğimize, aktif olarak neler olabilir, etik olarak neler yapılabilir diye düşüneceğimize, 18 dolarlık kazığı (!) yazıyoruz gazetelere.
Ayrıca yeni sistemin çok iyi olduğunu biliyorum, ODTU-CC’ deki arkadaşlardan bunu öğrendim.
Evren Yıldız'a gönderdiğim yanıt: Asla yetmez. Gazeteciliğin bir şartı da (artık unutulsa da) fikri takiptir. ODTÜ kaynaklı örgüt bu işi gayrimeşru bir şekilde kendi üzerinde tuttuğu sürece bu konuyu tekrar tekrar işlemeye devam edeceğim. Sizin ya da benim ODTÜ kaynaklı örgütün çalışma biçimini iyi ya da kötü görmemizin bir önemi yok. Önemli olan ODTÜ kaynaklı bu örgütün alan adı tescil işini gayrimeşru bir şekilde yapması. Dolayısıyla bu iş için bir an önce yasal bir düzenleme yapmanın şart olması...
İnternet'le ilgili İnternet yasası da dahil olmak üzere önemli bulduğum her konuyu yazıyorum. İçiniz ferah olsun.
ODTÜ-CC'deki arkadaşlarınız size ne söylemiş, sistemin çok iyi olduğuna nasıl ikna etmiş bilmiyorum ama İnternet konusunda bir uzman olarak sistemin çok kötü işlediğini de ben söylüyorum.
Bilgi çağı evlere şenlik
İki haftalık Silikon Vadisi kaşifliğimin sonuna yaklaşıyorum. Siz bu yazıyı okurken ben de Türkiye'ye dönmüş olacağım. İki gündür San Jose'deyim. San Jose, Silikon Vadisi'nin başkenti. Bilgisayar teknolojilerindeki baş döndürücü gelişmelerin baş sorumlusu Intel'in merkezi de bu şehirde. San Jose şu sıralar, Intel Geliştiriciler Forumu'na da ev sahipliği yapıyor. Intel teknolojileri kullanarak donanım ve yazılım geliştiren şirketlere, yeni ürünlerini tasarlarlarken yol gösterici olacak bilgiler birkaç gün süren bu toplantılarda aktarılıyor. San Francisco, Palo Alto, Mountain View, Santa Cruz derken, sonunda San Jose'ye gelmemin nedeni geçen yıl da katıldığım bu konferansı izlemek.
Geçen yılki toplantılara damgasını vuran stratejik kelime ''mobil'' (gezgin) idi. Intel geçen yıl yalnızca bir bilişim firması değil, aynı zamanda bir iletişim firması da olduğunu ilan etmişti. Gezginlik kavramına atfedilen önem bu yıl da devam ediyor. Ancak Intel vizyonunu bu yıl biraz daha genişletti ve evlerin tüm odalarını da ilgi alanına soktuğunu açıkladı. Intel'in evleri de birincil hedefleri arasına alması sürpriz değildi. Geçen yılki forum izlenimlerimi yazarken Intel'in bu niyetinin ipuçlarını da vermiş, şöyle yazmıştım: 'Forum dahilindeki toplantılarda üzerinde önemle durulan konulardan biri de akıllı evlerdi. Intel'in, sektörün başlıca devleriyle de hemfikir olduğu vizyonuna göre evlerde kullandığımız kişisel bilgisayarlar artık birer kişisel sunucu görevi görecekler.'
Intel Geliştiriciler Forumu'nun ikinci gününde konuşan Intel Masaüstü Sistemler Grubu Başkan Yardımcısı Louis Burns geliştirilen yeni ürünler, teknolojiler ve servislerle akıllı ev konseptinin artık gerçeğe dönüşmeye başladığını söyledi. Burns'e göre insanlar evlerinde istedikleri içeriğe, istedikleri yerden, istedikleri anda her türlü cihaz (televizyon, müzik seti, masaüstü bilgisayar, tablet ekran, tablo ekran vs) aracılığıyla, kablosuz olarak erişebilecekler.
Akıllı ev, endüstrideki farklı firmaların birkaç yıldır üzerinde durduğu bir kavram. Ancak bu kavrama her firma farklı anlamlar yüklüyor. Intel'in akıllı evi, aklını içine kurulan kablosuz ağdan alıyor. Bu kablosuz ağ sayesinde evin farklı odalarındaki farklı cihazlar, müzik ve video dosyalarını kaydetmek ve oynatmak için merkezi bir bilgisayarı kullanıyorlar.
Burns konuşması sırasında şu anda hazır olan ya da çok yakında hazır olacak ürünlerden örnekler de gösterdi. Bu örnekler arasında, daha önce duyurulmamış Intel Pentium 4 Extreme Edition işlemci de vardı. Pentium Extreme 3.2 GHz hızında çalışıyor ve 2 MB'lık üç kademeli bir kaşe belleğe sahip. Piyasadaki mevcut Pentium 4 işlemciler 512 KB ikincil kaşe belleğe sahipler. Pentium 4 Extreme bu üstünlüğüyle özellikle bilgisayar oyunları ve akıllı ev uygulamaları için ideal bir teknoloji sunuyor.
Silikon Vadisi'nden şimdilik bu kadar. Şahit olduğum birbirinden ilginç yenilikleri önümüzdeki haftalarda anlatmaya devam edeceğim.
Intel vizyonu
Intel Geliştiriciler Forumu'nun açılış konuşmasını yapan Intel'in COO'su Paul Otellini, Intel'in kullanıcıya daha fazla kolaylık sağlayan mobil teknolojiler üzerine yoğunlaşacağını söyledi. Intel'in son kullanıcının talep ettiği ve kullanabildiği ürünler üzerindeki çalışmalarını sürdürdüğünü belirterek güvenlik, güvenilirlik ve medya gibi üç temel konsept ekseninde gelişen üç ürüne yoğunlaştıklarını açıklayan Otellini, ‘Mobil bilişim alanında performans için Hyper-Threading teknolojisini, güvenlik için LaGrande teknolojisini, güvenilirlik ve esneklik için Vanderpool teknolojisini hazırlıyoruz,’ dedi.
Intel'in geleceğin ürünlerinde yer vermeyi planladığı teknolojilerden biri aynı PC üzerinde yer almakla birlikte birden çok sayıda ve her biri bağımsız yazılım ortamlarının oluşturulması. Kod adı Vanderpool olan teknoloji sistem güvenilirliğini, esnekliğini sağladığı gibi, bilgisayarın çökmesi halinde kurtarma hızının artırılması özelliğini taşıyor.
Intel, işlemci hızlarını artırmakla kalmayıp ileri silikon teknolojisi ile müşteri ihtiyaçlarına göre giderek küçülen araçlara daha fazla özellik eklenmesine olanak tanıyan ürünler geliştirmeyi hedefliyor. Intel, tek bir DNA molekülünden bile küçük transistörleri olan yarı iletkenlerin 2011 yılına kadar üretileceği bilgisini bu tür ürünlere örnek olarak veriyor.
GÜVENLİK İÇİN YENİ ÇÖZÜMLER
Intel, izleyenleri yer yer hayrete düşüren bir gösteri ile, haklayıcıların İnternet'teki kullanıcıların klavye girişlerinin kaydını nasıl tuttuklarını ve gizli bilgileri nasıl elde ettiklerini göstererek bunu engellemeye yönelik La Grande güvenlik teknolojisi hakkında da bazı bilgiler verdi. La Grande, gelecek iki yıl içinde bilgisayarların ve işlemcilerin donanımına eklenecek bir dizi donanım yükseltmesine verilen ad.
Intel, kod adı Tanglewood olan, çoklu işlemcili çekirdek yapıda yeni bir Itanium işlemciyi 2005 yılından sonra duyurmayı planladığını söylüyor. 64 bit'lik yeni Itanium işlemci yüksek performansa gereksinimi olanlarla kurumsal sunucu pazarına hitap edecek.
Yazının Devamını Oku