''Türkiye için bir hayalim var'', diye girmiş söze Başbakan Tayyip Erdoğan. Tıpkı 1963'te ''I have a dream that one day this nation... (ABD'nin geleceğiyle ilgili bir hayalim var...)'', diyerek söze giren zenci hareketi lideri Martin Luther King Jr. gibi... Martin Luther King'in ırk ayrımının artık olmadığı bir ABD görme hayali yıllar sonra büyük ölçüde gerçekleşti. Tayyip Erdoğan'ın hayalinin gerçekleşip gerçekleşmemesi ise büyük ölçüde kendi icraatlarına bağlı olacak.
''Türkiye için bir hayalim var'', diyor Erdoğan, Berlin'den telekonferansla yaptığı İstanbul Bilişim Zirvesi'nin açılış konuşmasında. Türkiye'nin endüstri devrini yakalayamadığını ancak bilgi çağını mutlaka yakalayacağını söylüyor. Bilgi çağını yakalayamayan milletlerin üstünlüklerini kaybedeceğini anlatıyor.
Türkiye için benim de bir hayalim vardı... Taa 1994 yılından beri süren. Endüstri devrimini yakalayamadığımızı, ancak bilgi çağını mutlaka yakalamamız gerektiğini söylüyordum. Matbaayı ıskalamakla çok şey kaybettiğimizi ama İnternet'i ıskalamakla çok daha fazlasını kaybedeceğimizi söylüyordum.
Yazıp çizdiğim fikirleri, neredeyse on yıl sonra da olsa, tıpatıp aynı kelimelerle bir Başbakan'ın ağzından duymak keyif vericiydi tabii ki ama oldukça acılı bir keyifti bu. Üstelik aynı lafları geçmiş bakanlardan, başbakanlardan da duymuştum. Onlar bu lafları ettikçe, aynı buruk sevinci yaşamış, bugünküne benzer yazılar yazmıştım.
Bundan önceki deneyimlerime bakarak fazla umutlanmıyorum ama ya olursa diye içimden geçmiyor da değil hani. Ah keşke... Ah keşke Tayyip Erdoğan beni yanıltsa. Ah keşke bu sözlerinin altını dolduracak icraatlar da peşi sıra gelse.
Umudum var, var olmasına ya... Bu umudumun daha da artması için Başbakan'ın bu sözleri Bilişim Zirvesi açılışında söylemekle kalmayıp, TBMM kürsüsünde, televizyon ekranlarında, meydan mitinglerinde filan da söylemesi gerekiyor. Hem de her fırsatta, hem de her konuşmasında. Yoksa bu konuşmanın örneğin bir şeker fabrikası açılışında, şekercilikle ilgili söylenen, önceden hazırlanmış basma kalıp bir konuşmadan farkı olduğuna nasıl inanalım?
''Türkiye için bir hayalim var'', diyor Başbakan Erdoğan, ''Üniversitelerden mezun olup işsiz kalmayan bir bilişim ordusu, bu orduya destek olacak lise mezunu bilgisayar okur-yazarı olan binlerce genç, bilgi teknolojileri ihracatı yapan şirketler, vatandaşın hizmetinde olan bürokrasi, hızla kalkınan ve bilgi toplumu olmuş aydınlık, şeffaf bir Türkiye''.
Bu sözler umudumu biraz azaltıyor doğrusu. Sanki bilişim toplumu olmakla, güçlü bilişim sektörü olan bir ülke olmayı biraz birbirine karıştırıyormuş gibi geliyor Başbakan. Hani nasıl desem, sanki bilişim sektöründen birileri huzuruna çıkmış, ''Abi şu bilişim ihalelerinin önünü bir aç da, üç, beş kuruş kazanalım. Hem sonra yazılımcılarımızı da unutma. Hint Fakiri'ne döndü çocuklar. Üç, beş kod yazıp yollarını bulsunlar'', demiş, bizim saf(?) Tayyip de inanmış mı nedir, tam anlayamadım.
Ben yine de bu konuşmanın saf Tayyip değil, Başbakan Erdoğan tarafından yapıldığına inanmak istiyorum. Bekleyip göreceğiz. İnternet'i Türkiye sınırları dahilinde yaşayan herkesin ayağına, makul ücretlerle götürmeyi hedefleyen projelere mi öncelik verilecek, yoksa parayı bilişim donanımı ve yazılımları ithalatçılarının ayağına götürecek e.devlet projelerine mi? AKP hükümetinin ak mı, kara mı olduğunu bu sorunun cevabı gösterecek.
Başbakan Tayyip Erdoğan'ın, Türkiye'yi bilgi toplumuna taşımakta kararlı olduklarını ima eden bu sözlerinde samimi olmasını, tüm şüphelerime rağmen herkesten çok diliyorum. Öyle olduğunu gösteren her adımının da, söz veriyorum en büyük alkışçısı olacağım.
Ense notu: Başbakan Tayyip Erdoğan'ın bu konuşmasının haberinin yayınlandığı gün, gazetenin bir başka sayfasında ''Ense bakanlığı'' başlıklı bir haber de dikkatimi çekti. Irak hükümeti kurulmuş, Türkmenler’e de Bilim ve Teknoloji Bakanlığı düşmüş. Habere atılan başlıkla Türkmenler'e uygun görülen bakanlık aşağılanıyor. Türkiye'yi bilgi toplumu yapmakta samimiyse, Başbakan Tayyip Erdoğan'ın işi gerçekten zor. Önce bilim ve teknolojiyi aşağılayan kemikleşmiş bir zihniyetle savaşması gerekecek ki, vah haline...
Televizyonda kristal devri
CeBIT Bilişim Fuarı, Bilişim Zirvesi ve Bilişim Haftası ile şenlikli başlayan Eylül ayına, tüm bu tantana yetmeyecekmiş gibi Berlin'de gerçekleşen elektronik fuarı IFA'yı ziyaret ederek girdim.
İki yılda bir yapılan IFA, tüketici elektroniği konusunda Avrupa'nın en büyük fuarı. Tüketici elektroniği denildiğinde benim aklıma her yıl Las Vegas'ta yapılan CES gelir. IFA'ya bugüne kadar hiç katılmamıştım. Birkaç kez katıldığım CES'te şahit olduğum görkemden olacak IFA'da da muhteşem bir fuarla karşılaşmayı bekliyordum.
Misafir umduğunu değil bulduğunu yermiş. CES'e göre oldukça sönük bir fuarla karşılaştım. Ancak IFA'yı 2001'de de ziyaret edenler, fuardaki sönüklüğün bu yıla mahsus olduğunu, geçmişte çok daha renkli olduğunda hemfikirler.
Aslına bakılırsa IFA bu yıl 2001'e göre daha fazla katılımcı çekmiş. Fuara katılan firma sayısı 2001'de 915 iken bu yıl 1.007 olmuş. Sorun da zaten katılımcı sayısında değil. Fuar bu yıl aslında çok daha renkli ama bu renkliliği algılayabilmek biraz vakit alıyor. Nedeni yılın gözde ürününün likit kristal ekranlı (LCD) televizyonlar olması.
Fuarda elinizi sallasanız likit kristal ekrana çarpıyor. Duvarlar, tavanlar hatta yerler bile likit kristal ekranların istilasına uğramış. Dolayısıyla aynı ürün çeşidinin farklı marka ve modellerini her yerde görmek insana bıkkınlık veriyor. LCD televizyonları bundan bir, iki yıl öncesinin gözde teknolojisi plazma televizyonlardan ilk bakışta ayırt etmek de kolay değil. Bu yüzden de insan ister istemez fuarda yeni bir şey yok izlenimine kapılıyor.
Ancak işin biraz derinine inince, aslında teknolojik bir dönüm noktasına şahit olmakta olduğunuzu anlayıp, şaşırıyorsunuz. Philips ve Sony gibi dünyanın belli başlı elektronik markalarının sergilediği ürünlerin başında LCD televizyonlar gelmesi bu teknolojik dönüm noktasının göstergesi. Bu öylesine bariz bir dönüm noktası ki, fuara katılan Beko, Vestel ve Profilo gibi Türk üreticilerin standlarında bile baş köşe LCD televizyonlara ayrılmış.
LCD televizyonlar nispeten uygun fiyatlarıyla plazma televizyonların bir türlü kapamadığı pazar payı rakamlarına kısa sürede ulaşacaklarının sinyalini veriyor. Endüstri uzmanlarına göre likit kristal ekran teknolojisi görüntü kalitesi açısından plazma teknolojisini yakalamış durumda. Plazma ekranların şimdilik tek üstünlüğü daha büyük ekran boyutlarında üretilebilmeleri. Ancak LCD ekranların da çok geçmeden aynı ebatlarda üretilebilmesi bekleniyor. LCD ekranların en büyük üstünlüğü ise plazma televizyonlara göre çok daha uzun tüketim ömrüne sahip olmaları.
Öyle gözüküyor ki 2004, likit kristal ekranlı televizyonların evlerimize girmeye başladığı yıl olacak.
Philips'ten kristal görüntü
IFA 2003 elektronik fuarına damgasını vuran likit kristal ekranlı televizyonların en iddialı örneklerinden bazıları Philips standında sergilendi. Philips LCD televizyonlar özellikle performansları ve şıklıklarıyla dikkat çekti.
Düz Ekran Ailesi olarak adlandırdığı Plazma ve LCD ekran teknolojilerinin geliştirilmesine altı yıldır büyük önem veren Philips, araştırma ve geliştirme faaliyetlerine verdiği önemin meyvalarını bu yıl sergilediği ürünlerle aldı. Philips IFA'da Düz Ekran ailesinin 13 farklı modelini görücüye çıkartı. Bu ürünlerden beşi plazma, sekizi ise LCD ekranlıydı. IFA'da sergilenen modellerden beşi, görüntü kalitesini gözle kolayca fark edilir bir şekilde artıran Philips PixelPlus teknolojisine sahipti.
Plazma TV'lerden en büyüğü 127, LCD TV'lerden en büyüğü 76 ekran boyutundaydı. Avrupa Görüntü ve Ses Birliği tarafından Yılın En İyi LCD TV'si ve Plazma TV'si olarak seçilen Philips 30PF9975 ve Philips 42PF9965 modelleri ise sergilenen ürün ailesinin yıldızlarıydı.
Bağımsız bağlantı
Öyle bir dünya hayal edin ki, nerede olursanız olun, ne zaman isterseniz isteyin, arzu ettiğiniz bilgiye, servise, hizmete anında erişebiliyor olun. Kablosuz olarak, kolayca ve anında...
Philips bu konsepti ''Connected Planet'' olarak adlandırıyor. Ben ''Bağımsız Bağlantı'' olarak çeviriyorum. IFA 2003'te Bağımsız Bağlantı teknolojilerinin ilk örneklerinden bazılarını yakından tanıtan bir gösteriye katılma fırsatı da buldum. Hazırlanan temsili evin mutfak ve tuvalet dahil tüm odalarındaki elektronik aletler kablosuz İnternet bağlantısına sahipti. Bu özellikleri sayesinde örneğin mutfaktaki müzik seti İnternet üzerinden yüklediği müzik parçalarını çalıyor, oturma odasındaki televizyon yine İnternet'ten yüklediği video görüntüleri oynatıyordu. Aynı anda çalışma odasındaki kanapenin üzerinde, kucağınıza aldığınız kablosuz bir ekrandan e.posta mesajlarınızı kontrol edebiliyordunuz. Sistemin en güzel yanı ZigBee, MaviDiş, 802.11 ve kızılötesi dahil olmak üzere birbirinden farklı standartların hepsini destekliyor olmasıydı.