11 Ocak 2004
<B>Ertuğrul Özkök</B>'ün temennisini paylaşanlardanım. Türk medyası artık kendini aşmalı.Abdi İpekçi ve Uğur Mumcu gazeteciliğini payelendirip, aynı zamanda aşmanın yollarını da bulmalı. Çağın değişen koşullarına uygun bir şekilde reformunu yapmalı.
Konunun tartışılacak çok boyutu var. Bunlardan en önemlisi İnternet'in gazetecilik üzerindeki çok güçlü etkisi. İnternet kullanımının yaygınlaşması, her şeyi olduğu gibi medyayı da kökünden etkiliyor.
Eski yazılarımda da değindiğim gibi Uğur Mumcu'nun, ''bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olanlar'' eleştirisi İnternet'in yaygınlaşmasıyla birlikte anlamını yitirdi.
Sabah Gazetesi yazarı Emre Aköz, Mehmet Altan'ın yeni ekonominin eskisinden farkını anlatan açıklamasını yetersiz bulmuştu. Altan bu farkı şu cümleyle anlatıyordu, ''Bilgi, ekonominin bir girdisi haline geldi; bilginin özelliği paylaştıkça tükenmesi değil, çoğalmasıdır''.
''Yeni ekonomide, çok değerli olan bilginin paylaşımı değil, sakınılması önem kazanır. Bilginin paylaşıldıkça artan bir değer olma özelliği de önemlidir ancak bilginin bu özelliğinden şirket içinde yararlanılır'', diyerek Aköz'e hak vermiştim.
İnternet'in bilginin dolaşımı üzerinde yarattığı köklü değişim, gazeteciliğin doğasını da kökünden etkiliyor. İnternet'le birlikte bilgiye (dikkat hepsine değil) erişim çok kolaylaştı. İnternet erişiminin daha da yaygınlaşmasıyla birlikte bilgiye (yine dikkat) erişmek herkes için çok kolay olacak.
Dikkat parantezlerini sözünü ettiğim bilginin, kamuya açık ham bilgi olduğunu vurgulamak için kullandım. Bu ham bilginin gazetecilikteki karşılığı da haberdir.
İnternet erişimi olanlar için bugün artık habere ulaşmak, çok basit. Haber yayıncılığı yapmak da öyle... İnternet üzerinde her türlü habere, anında ve ücretsiz olarak ulaşılabiliyor. Bunun yayıncılık açısından anlamı haberin, yani ham bilginin kendi başına değerinin kalmadığıdır.
Bilgi şirketler için sahip olunan bir kaynak haline gelirken, yayıncılıkta sahip olunacak, satılacak bir mal olmaktan hızla çıkıyor. Gazetecilikte artık katma değer eklenmeyen haberin bir değeri yok.
Bunun tek istisnası özel haber. Ama onun da üretim maliyeti çok yüksek. Bu yüzden de bir medya aracının sadece özel habere sırtını dayayarak rekabet avantajı yakalaması, ekonomik olarak mümkün değil.
Habere katma değer yüklemek ise ancak yorumla mümkün. Haberde tarafsızlık, giderek uygulanması olanaksız bir ilke haline geliyor. Tarafsızlık ilkesinin yerini, adil taraflılık ve yorumda çıkar gütmemek ilkesi alacak gibi gözüküyor.
Geleceğin muhabirinin haberi kaynağından alıp taşıması yetmeyecek. Haberini çıkar gütmeyen, zekice yorumlarla, akıcı bir üslupla farklılaştırması gerekecek. Taraflı olacak ama fanatik olmayacak.
Geleceğin köşe yazarının da değişmesi gerekiyor. Kütüphanesinde depoladığı kitaplar aracılığıyla sahip olduğu bilgiyi satarak geçinen entel köşe yazarlarına hálá bolca rastlıyoruz medyada. Ama bu gibilerin devri kapanıyor artık.
Bilgi şirketler için sahip olunan, yabancı gözlerden özenle sakınılan ancak İnternet teknolojileri sayesinde içeride paylaşılması ve böylece çoğaltılması özendirilen bir kaynak demiştim. Ticaret dünyasında bu böyle. Entelektüel dünyada ise tam tersi geçerli. Aydın olmak bilgiye sahip olmakla çelişir. Kişinin entelektüel olması, bilgiyi paylaşmasını gerektirir. Aydın rütbesi bilgi sahibi olmadan, fikir sahibi olmayı gerektirir.
İnternet entelle entelektüel arasındaki ayrımın netleşmesini sağlıyor. Bilgiye erişimi, bilgi paylaşımını kolaylaştıran İnternet; sahip olduğu bilgiyi kendine sosyal üstünlük sağlamak, entelektüel imajı yaratmak için kullanan sahtekarlarla, bilgiyi yeni fikir yaratmak için kullanan gerçek entelektüeller arasındaki çizgiyi apaçık ortaya koyuyor.
Günümüz medyasında fikir diktası kuran entellere, geleceğin gazeteciliğinde yer olmadığı kesin. İnternet kullanımı ne kadar hızlı yaygınlaşırsa, bu bilgi züppelerinden de o kadar hızlı kurtulacağız.
Okul oynak alemde
Sabit telefonlara olan bağımlılığımıza son vererek günlük hayatımıza oynaklık kazandıran cep telefonlarının yaşantımıza soktuğu yenilikler sürekli artıyor. Fotoğraf makinesi, ajanda, İnternet erişim aracı, radyo, müzikçalar gibi özelliklerle donanan ceptellerin en çok ilgi çeken özelliklerinden biri de oyun aracı olarak kullanılabilmeleri. Cep telefonundan oynanan oyunlar arasına şimdi de gerçek zamanlı oynanan bir oyun katıldı. Türkiye'nin ilk 'oynak' oyun yazılım firması Başarı Mobile, Plato Film yapımı 'Okul'un cep telefonu oyununu geliştirdi. Okul filminin senaryosu doğrultusunda hazırlanan oyun ilk 'gerçek zamanlı' ceptel oyunu olma özelliğini de taşıyor.
Oyunda, Gökalp isimli kahramanın ruhu okuldaki arkadaşlarından intikam almaya çalışıyor ve bunun için de arkadaşlarının korkularını ve zaaflarını araç olarak kullanıyor. Cep telefonu oyununda oyuncunun görevi, Gökalp'in ruhunun gücünü kaybetmemesi için intikam alınacak kişiyi korkutan eşyayı en kısa sürede bularak Gökalp'e yardımcı olmak.
Sinema filmiyle aynı anda piyasaya sunulan 'Okul' oyunu Java destekli cep telefonu kullanıcıları tarafından WAP veya GPRS aracılığıyla cep telefonlarına yüklenerek oynanıyor. Oyun ayrıca mobiloyuncu.com, oyunparki.com ve forum.mobiloyuncu.com adreslerinden de yüklenebiliyor.
Daha önce Asmalı Konak filmini de ceptel oyunu yapan Başarı Mobile'ın Genel Müdürü Ergun Güvenç, ilk oyunlarına gelen yoğun ilgiyi Okul oyununa da beklediklerini söylüyor.
Silisyum Vadisi izlenimlerim
Oydu, buydu, şuydu derken geçen ay ziyaret ettiğim Silisyum Vadisi'nde şahit olduğum yeniliklerin tümünü sizlerle paylaşmaya bir türlü fırsat bulamadım. Silisyum Vadisi'ni ziyaret nedenim Cisco Dünya Analistler Konferansı'na katılmaktı. Silisyum Vadisi dünyanın teknoloji başkenti olarak anılıyor. Başkent dediğime bakmayın, birçok şehirden oluşan bölge ABD'nin Kaliforniya eyaletinde San Fransisko'nun hemen güneyine yayılıyor.
Eskiden San Fransisko'nun kuzeyindeki Napa ve Sonoma vadileri gibi üzüm bağlarına ve şarapçılara ev sahipliği yapan vadi, uzun süredir dünyanın tüm teknoloji devlerini barındırıyor. Cisco toplantısından edindiğim bilgileri sıcağı sıcağına aktarmıştım. Şimdi de yediğim içtiğim bana kalsın deyip, diğer gördüklerimi yazıyorum. Belli olmaz, bakarsınız haftaya yiyip içtiklerimi de yazarım...
Tesettür mayo rüzgarı
Vücuda yapışan kara çarşafla denize girmeye son. Kaliforniya sahillerinin gözü pek sörfçüleri, alışık olmadıkları mayolarla denize giren kadınlara şahit oluyorlar son günlerde. Sayıları henüz kabarık olmayan mutaassıp bayanlar bunlar. Vücut hatlarını, sörfçülerin dalgalı bakışlarından gizleyen mayolarını yeni kurulan bir elektronik alışveriş sitesinden alıyorlar. 'Lycra' kumaşla üretilen mayolar ayak bileklerinden boyna kadar tüm vücudu sarıyor. Günahtan tam korunma, bol kesimli bir ikinci katla sağlanıyor. Bol kesimli bu ikinci kat, sudan çıkınca belirginleşen potansiyel tahrik unsurlarını gizleme yeteneğine sahip. Bu yazı son moda tesettür mayolarla açmak isteyen meraklıları için sitenin adresi: n www.wholesomewear.com
Üç boyutlu dizüstü
Sharp firmasınca piyasaya çıkartılan yeni dizüstü modeli, üç boyutlu görüntü veren ekrana sahip. Üstelik ekrandan yansıyan görüntüyü üç boyutlu görebilmek için karizmayı çizdirtecek, garip gözlükler takmanız da gerekmiyor. Sharp'ın yeni modeli Actius RD3D, önce sinema sonra bilgisayar ekranlarında denenen ama hiçbir zaman tutmayan dört göz-üç boyut antipatik prensibini dışlayan bir teknoloji kullanıyor. Özel gözlük takmaya gerek bırakmayan yeni üç boyutlu görüntü teknolojisinde, likit kristal ekrandan yayılan ışıklar farklı açılarla yayılıyor. Böylece sağ ve sol göze birbirinden az farklı iki görüntü ulaşıyor. Bu iki görüntü arasındaki küçük fark, beynin gelen görüntüyü üç boyutluymuş gibi algılamasına yol açıyor. Gözlüksüz üç boyutlu görüntü izlemenin bedeli ise biraz tuzlu. Sharp Actius RD3D'nin ABD satış fiyatı 3.299 dolar. Teknolojisi hakında ayrıntılı bilgi almak ise basit: n www.sharp3d.com
Şoför hatasına casus kamera
Şoförlü kiralık araba servisi veren, araç filosu işleten firmalar şoför hatalarını artık çok daha yakından izleyebilecekler. ABD'de araçlarını şoförlere emanet eden firmalar arasında, araç filolarına video kayıt cihazı yerleştirme gibi hızla yaygınlaşan bir eğilim başladı. Kaza anındaki şoför hatalarını hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şekilde tespit etme amacıyla kullanılan sistem DriveCam isimli girişimci bir şirketin buluşu. Sistem aracın dışına ve içine takılan iki kamera ve bir kayıt cihazından oluşuyor. Dış kamera ön trafiği, iç kamera ise şoförü ve arka planı gözlüyor. Öndeki kamera, şoförün görüş açısına yakın 110 derecelik bir görüş alanına sahip. Kameralardan alınan görüntüler 15 saniyelik klipler olarak kaydediliyor. Anormal bir olay olmadığı sürece eski kayıtlar silinip, yenileri kaydediliyor. Kaza gibi anormal durumlarda kameranın üzerindeki yeşil ışık kırmızıya dönüyor ve kayıt bilgisayara gönderilip, analiz ediliyor. n www.drivecam.com
Akıllı toz zerrecikleri
Akıllı evler, akıllı cep telefonları derken sonunda bu da oldu ve akıllı toz zerrecikleri icat edildi. Silisyum Vadisi'ni mekan tutan firmalardan biri olan Crossbow ve Kaliforniya Berkley Üniversitesi'nden çıkma bu gavur icadına yatırım yapanlar arasında Intel gibi devlerin de olması, işin ciddiyetini gösteriyor. Minyatür birer algılayıcı olarak çalışması beklenen cihazların boyutlarının pirinç tanesinden küçük olması hedefleniyor. Bu pirinç tanesi boyutundaki cihazların içine marifetli bir bilgisayar çipi, elektronik bir duyarga ve radyo alıcı-vericisi sığdırılacak. Tabii enerji kaynağını da unutmamak gerek. Duyargalar koku, basınç değişikliği, ısı, ışık, ses ve akla hayale gelebilecek her şeyi algılayabilecekler. Üstelik birbirleriyle haberleşip, topladıkları bilgilerin birlikte analiz edilmesini de sağlayabilecekler. Teknoloji henüz bebeklik çağında ama modern büyücülüklere hazır olun derim.
n www.xbow.com
Yazının Devamını Oku 4 Ocak 2004
Ertuğrul Özkök 2003 yılının son pazar yazısında, siyaset dışındaki ilgi alanlarına hitap eden yazarlara yer açan yayıncılık politikasıyla övünmüş. Bu sayfaların kendisi için siyasetten daha önemli olduğunu yazmış. Hürriyet'i Türkiye'nin en çok okunan ciddi gazetesi yapan bu yayın politikasına minnettarlık duyanlardanım. 1995'ten beri İnternet ve bilgi çağıyla ilgili düzenli makale, yorum ve haber yazabiliyorsam, bunu Özkök'ün, Hürriyet'in yazar yelpazesini geniş ve çok renkli tutma politikasına borçluyum.
Ertuğrul Özkök gazetede imara açmakla övündüğü ilgi alanlarını da sıralamış yazısında; ''alışveriş, moda, sağlık, müzik, gıda, şarap, mizah, seyahat, deniz kenarları, ucuz-pahalı restoranlar''. ''Hatta puro'', diye eklemeyi de unutmamış. Ama ''İnternet''i unutmuş nedense...
Halbuki yazar iskanına açmakla övüneceği ilgi alanlarının en başında İnternet gelmeliydi bence. Sene 1995'ti. İnternet Türkiye'de iki, üç bin kişinin erişebildiği akademik bir deneme ağından ibaretti. Ortalıkta tek bir İnternet Servis Sağlayıcı bile yoktu. Amazon henüz kurulmamış, Yahoo yeni doğmuştu. Netscape yoktu, Bill Gates İnternet'i küçümsüyor, geçici bir moda olarak gördüğünü söylüyordu.
''İnternet dünyayı kökünden değiştirecek, bilgi çağı başlıyor, dünya bilginin hakim olacağı yepyeni bir döneme girmeye hazırlanıyor, her şey artık çok farklı olacak'', diye deli danalar gibi o gazete senin bu gazete benim dolaşırken, tek bir genel yayın yönetmeni inandı dediklerime. O da Ertuğrul Özkök'tü...
''Önce İnternet'i tanıtalım, moda yapalım, talep yaratalım. Sonra İnternet konulu (Wired benzeri) bir dergi çıkartıp, bilgi çağı kültürünün temellerini atalım. Ardından gazeteyi İnternet üzerine taşıyıp, oradan yayınlayalım. Ve nihayet bir İnternet servisi kurup, İnternet'i habere ve bilgiye erişim aracı olarak kullanalım'', cümleleriyle özetleyebileceğim orta vadeli strateji önerime bir tek Hürriyet sahip çıktı. Gerçi İnternet'e olan ilgiyi zirveye çıkartıktan sonra, stratejinin diğer ayakları kapanın elinde kaldı ama bu sayfanın bilgi çağının gündemini yaratmadaki öncü rolü kesintisiz devam etti.
İnternet Türkiye'de Hürriyet'te açılan bu sayfayla tanındı. Kitleler İnternet'ten bu sayfa sayesinde haberdar oldu. İnternet'e talep bu sayfalar sayesinde patladı. Moda yaratma stratejisi o denli başarılıydı ki, diğer gazeteler de zamanla benzer sayfalar açtı.
Entelektüel geçinen 'entel' yazarlardan az çekmemiştik o günlerde. İlk direnç Hürriyet içindeki bir yazardan geldi. Sonra diğer gazetelerin yazarları da birer, ikişer katıldılar ''İnternet içi boş bir hulya'' korosuna. Bu yazarlara cevap yetiştirirken, işini yapmayan kurumları suçlarken, şirketleri eleştirirken Ertuğrul Özkök'ü hep yanımda hissettim. Şunu yaz, bunu yazma; şu kurumu eleştir, bu kurumu eleştirme; şu şirkete yan bak, bu şirkete yamuk yapma benzeri bir müdehaleye tek bir gün bile maruz kalmadım bunca yıl içinde.
Ve bugün İnternet'in önemini herkes kavramış durumda. Bilgi Çağı'na giden yolda Avrupa ABD'yi, Türkiye Avrupa'yı yakalamaya çalışıyor var gücüyle. Bilgi Toplumu Bakanlığı kurulması var hükümetin gündeminde.
Dünya güçler haritasının yeniden çizildiği yılların içerisindeyiz. Çizim bittiğinde, her ülkenin bilgiye dayalı sınırları belirlenmiş olacak. Türkiye'nin bu yeni haritada kaplayacağı bilgi gücü yüzölçümünde Hürriyet'in öncülüğünün de önemli bir payı olacak.
İşte bu yüzden üzülüyorum İnternet, Ertuğrul Özkök'ün öncülük etmekle övündüğü konular arasında unutulunca. Bu yüzden üzülüyorum İnternet, Hürriyet'in 20 bininci sayısında övünülen öncülükler arasında yer bulmayınca. Bu yüzden üzülüyorum Hürriyet e.yaşam eki, Hürriyet Tarih ya da Hürriyet Bilim büyüklüğünde birinci sayfadan anonslanmayınca.
Bilgi neden her zaman kazanmaz notu: Enis Berberoğlu yazı yazarken bilgisayar kullanmama tartışmasına, Emre Aköz ve Mehmet Barlas'ın yazılarında çıkan dizgi hatalarından girdi. Berberoğlu'na göre tartışmadan çıkan sonuç Sabah gazetesinin iyi bir düzeltme servisine ihtiyaç duyduğu. İyi de İnternet'in neden özel isim olduğunu defalarca izah etmeme, bu sözcüğün Hürriyet düzeltme servisinin kaynak aldığı TDK sözlüğüne de özel isim olarak girmesine, özel isimlerin yazımında uyulacak ilkelerin Hürriyet Gazeteciliği kitabında açıkça anlatılmasına rağmen İnternet'i cins bir isimmiş gibi küçük harfle yazmakta devam eden bizim mutfakta doğru bilgi ne zaman kazanacak?
Bunları konuştuk
Dönüp şöyle bir baktım geçen yılki yazılarıma. En çok hangi konuların üzerinde durmuşum, hangi konuları gündemde tutmuşum, fikri takip gazetecilik ilkesini hangi konulara uygulayıp tekrar tekrar işlemişim.
Hızlı İnternet
Duble İnternet istiyoruz (5 Ocak 2003): (...) Türkiye'de İnternet altyapısını tekelinde bulunduran Türk Telekom bu altyapıya çok uzun bir süredir neredeyse hiçbir yatırım yapmıyor. Dünya genişbant teknolojisine koşarken, Türkiye uyuyor.
Allah telekomun tepesinden baksın (1 Haziran 2003): Türk Telekom, 1996 yılında başlattığı İnternet hizmetlerine bugüne kadar yaklaşık 40 milyon dolar yatırım yapmış. (...) Dile kolay... Yedi yılda 40 milyon dolar, ne kadar övünseler azdır. 40 milyon dolarla neler mi yapılır? Örneğin orta halli 20 adet yat alabilirsiniz. Ya da bir adet F-16 savaş uçağı.
Hızlı İnternet komedisi (14 Aralık 2003): Türk Telekom geçen hafta bir İnternet komedi şaheserine imza attı.(...) Türk Telekom bu geçiş teknolojisini sanki çok büyük bir atılımmış gibi sunuyor. Üstelik bu geçici teknolojiyi bile doğru düzgün kurmuyor.
İnternetçiler ölürlerse ölsün (28 Aralık 2003): (...) TT iyi niyet mesajlarında samimiyse ADSL'i sadece mevcut İnternet Erişim Sağlayıcılar üzerinden pazarlamalı, kablonet ücretlerini ADSL'in altına çekmeli, IES'lere uyguladığı veri iletişim tarifelerini düşürmeli. Tüm bunlara ek olarak İnternet omurgasına acilen önemli yatırımlar yapmalı.
F klavye Q klavye
Emre Kongar ve Emre Aköz'ün yazılarıyla alevlenen ''F'' klavye, ''Q'' klavye meselesi yıl boyunca tartışıldı.
Üç klavşörler (9 Mart 2003): Dünya ''Q'' klavye kullanıyor, diyor Sevgili Hıncal Uluç, o yüzden yurtdışına gittiğinizde deli danalar gibi ''F'' klavye arayıp bulamayacağınız, halbuki eğer ''Q'' klavye kullanıyor olsaydınız sürü sebil klavyeyi emrinize amade bulacağınız için ''F''yi atın, baştan ''Q'' kullanın.
Uluç'un mantığına uyarsak iyisi mi biz Türkçe'yi toptan başımızdan atalım. Öyle değil mi ya, yurtdışına çıktığımızda derdimizi anlatacak Türkçe bilen biri arayıp bulamayacağımıza, halbuki eğer İngilizce bilseydik sürü sebil kişiyle iletişim kurabileceğimize göre, Türkçe'yi atalım, resmi dil olarak baştan İngilizce'yi kabul edelim.
F klavyenin zaferi (6 Nisan 2003): Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik yayımladığı genelgeyle bakanlığa bağlı her tür okul ve kurumda tüm bilgisayarlarda F klavye kullanılacağını bildirdi.
Bilgi Toplumu Bakanlığı
Irak Barış Harekatı (16 Mart 2003): Bilgi teknolojileri üreterek Bilgi Toplumu olunmaz. Bunu artık idrak edin. Önemli olan üretim değil, üretim ilişkileridir. Bilgi teknolojisi üreten bir ülke olmakla, olsa olsa artık geride bırakmakta olduğumuz Sanayi Çağı'nın son yıllarının gözdesi bilişim teknolojisi ürünlerini üreten bir ülke oluruz. (...) Yeni ekonomi bilgi teknolojileri üretmek değil, bilginin gücünden yararlanmasını bilmektir.
(...) İsimler önemlidir, ardındaki ideolojiyi anlatır. Bakanlığın adını ''Bilgi Toplumu Bakanlığı'' ya da ''Bilişim Bakanlığı'' koymak arasında, Irak'a yapılacak askeri müdahaleyi ''Irak savaşı'' ya da ''Irak barış harekatı'' olarak adlandırmak kadar önemli bir fark vardır.
Kesip pazartesi okuyun (12 Ekim 2003): (...) e.dönüşüm bir bilişim projesi değil, Türkiye projesi olmak zorunda. Hedef bilişim sanayi kurmak değil, verimlilik için bilişimden yararlanan bir Türkiye ekonomisi kurmak olmalı.
Ah deme oh de (21 Aralık 2003): (...) Bilgi Toplumu Bakanlığı kurma kararı için Başbakan'ı tekrar alkışlıyorum. (...) Bazıları anlamadı, bazıları da anlamak istemedi. Ama şimdi görünen o ki, Tayyip Erdoğan hükümeti aradaki farkı çok iyi görüyor ve üstelik doğru olanını seçiyor.
Irak Savaşı ve küreselleşme
Kanserle Savaşa Hayır! (30 Mart 2003): (...) Entel Diktası'nın resmi söylemine göre Irak'taki savaşın nedeni Musul, Kerkük petrolleridir. (...) Bakın ta bir buçuk yıl önce, 15 Eylül 2001'de neler yazmışım, ''Üçüncü Dünya Savaşı'nın en olası arena adayı olan Ortadoğu'da kopacak fırtınaya kesin gözüyle bakılıyor. Türkiye'nin de bu yakın bölgedeki savaştan etkilenmesi bekleniyor. Ancak savaşın şekli şimdilik meçhul. Bizce Üçüncü Dünya Savaşı, dünyanın çok daha farklı bir savaş kavramıyla tanışmasına yol açacak. (...)
ABD ekonomisi küreselleşme yolunda geri dönülmez bir noktaya gelmiş durumda. Küreselleşmeden vazgeçmesi artık mümkün değil. Ve bu küreselleşme, küreselleşme karşıtlarının sık sık iddia ettiği gibi geçmiş yüzyılların emperyalist politikalarından medet uman bir ideoloji değil. Aksine tüm dünyayı gelişkin, alım gücü yüksek büyük bir pazar haline getirmeyi amaçlayan bir ideoloji.
Dolayısıyla ABD'nin, dünyanın bazı bölümlerini orta ve uzun vadede dışlaması olası değil. ABD'nin çıkarları, dünyada yaşayan tüm insanları kendi vatandaşı gibi görmeye bağımlı. Bu yüzden İslam dünyasını, Batı değerleriyle uyum içinde bir kültür olarak kucaklamak zorunda. Batı değerleriyle İslam değerlerinin kucaklaşmasının en iyi örneği ise, bazı teklemelerine rağmen Türkiye modeli. Önümüzdeki dönemde 'Türkiye modelinin moda olması ve geliştirilmesi' kaçınılmaz bir trend olarak karşımıza çıkacak''. (...) Pinpon politikası yüzünden cezalandırılacağımızı düşünenlere de katılmıyorum. ABD tarafından cezalandırılamayacak kadar stratejik bir konumdayız. (...) Türkiye ekonomik krizden mutlaka çıkarılacak. 1 milyar dolarlık yardım sadece bir sinyal, devamı gelecek...
İnternet ve marka
Alaturka Cola Turka postmodern Çelik (13 Temmuz 2003): (...) Her iki reklam da aynı reklamcının, reklamcılığın dahi ve küskün çocuğu Serdar Erener'in imzasını taşıyor. Biri alaturka Cola Turka, diğeri ala post modern Çelik. (...) Dünyada artık bir marka yaratılırken, en başta İnternet adresinin başkası tarafından tescil ettirilip ettirilmediğine bakılır. (...) İşte bizim alaturka ve a la post modern marka yönetimimiz burada zırt etmiş. Cola Turka ve Orbital'in İnternet adresleri başkaları üzerine kayıtlı.
Yazının Devamını Oku 28 Aralık 2003
İnternetçiler ölürse ölsün başlıklı ilk yazım 19 Ekim'de yayınlandı. Türk Telekom, yazımdan bir ay kadar sonra 21 Kasım tarihli bir açıklama mektubu yazıp göndermiş. E.posta çağında sürüngen posta ile gönderilen mektubun elime ulaşması için bir ay daha geçmesi gerekti.
İki ay önce yayınlanan yazımda, Türk Telekom'un hızlı İnternet erişimi sağlamayı hedefleyen ADSL projesindeki pazarlama politikalarını eleştiriyordum. Bu arada ADSL hizmetinin başlatılmasıyla, konu proje olmaktan çıktı gerçek oldu. Ancak hızlı İnternet gerçek oldu mu, hayır! Son kullanıcıya hızlı erişim hattı bağlamakla, hızlı İnternet neden gerçek olmadı birazdan değineceğim. Önce TT'nin açıklamasına bir bakalım.
İki ay önceki yazımda Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım ve TT Genel Müdürü Mehmet Ekinalan ile Cenevre ITU Telekom Dünyası fuarında yaptığım sohbetlerden edindiğim izlenimleri aktarmıştım. Bakan Yıldırım'a, devletin sekiz yılda İnternet'e topu topu 40 milyon dolar yatırım yapmış olduğunu hatırlatarak, bu rakamı katlayarak artırıp artırmayacaklarını sormuş ve artıracağız ama hemen değil, yanıtını almıştım.
Türk Telekom Genel Müdürü Mehmet Ekinalan ise hızlı İnternet anlamına gelen genişbantla ilgili sorum üzerine, ADSL hizmetini Türk Telekom olarak vereceklerini, pazarlama ve satışı için özel şirketlerle çözüm ortaklıkları kuracaklarını ancak mevcut İnternet Erişim Sağlayıcılar'la (İES) böyle bir iş birliğine gitmeyi düşünmediklerini söylemişti. Ben de kendisine bunun İES'lerle TT arasında haksız rekabet yaratacağını, erişim sağlayıcıların ölümü anlamına gelebileceğini söylemiştim. Ekinalan'ın cevabı ''Ölürlerse ölsünler'' olmuştu.
TT'den gelen açıklama ''İnternetçiler Ölürlerse Ölsün başlıklı yazınız, yaptığınız yorum nedeniyle, söyleşide verilmek istenen mesajdan farklı bir izlenim yarattığından, düzeltilme gereği duyulmuştur'', cümlesiyle başlıyor. Yazımda Ekinalan'ın ''ölürlerse ölsünler'' sözüyle ilgili yaptığım tek yorum şu paragraftan ibaretti, ''Ekinalan'ın bakışının bu kadar katı olması, boşuna değildi kuşkusuz. Pekçok büyük İES'nin İnternet erişim hizmetine İnternet üzerinden ses (VoIP) at gözlüğüyle bakmasının verdiği bir yılgınlığın sonucuydu bu bakış. Hak da veriyordum doğrusu bu yılgınlığa ve kuşkucu yaklaşıma ama adaletli olmak adına biraz daha esnek bir tutum takınılması da şarttı kanımca''.
Bu yorumumla farklı bir izlenim doğmasına nasıl yol açmışım anlayamadım doğrusu ama açıklama açıklamadır. Eğer TT Genel Müdürü açıklamasında, ''TT öteden beri ISS'leri son derece önem verdiği, fikirlerinden yararlandığı bir müşterisi olarak görmektedir. TT'nin ISS'lerin yok olmasını istemesi asla mümkün değildir'', diyorsa ve ölürlerse ölsünler lafıyla, ''TT'nin kanuni yükümlülüklerinin olduğu belirtilmek istenmiştir''se biz bu son beyanını doğru doğru kabul ederiz. Hem de sevinerek.
Ama TT'nin İnternet Erişim Sağlayıcılar'a bakışının bu şekilde olduğunu icraatleriyle de göstermesi gerekir. ADSL en iyi ve en hızlı teknoloji değil ama mevcut bakır kabloları değiştirmeye gerek bırakmadığından dolayı ekonomik bir teknoloji. Kısacası geçici bir çözüm. Üstelik TT'nin hizmete soktuğu ADSL teknolojisi, en ileri ADSL teknolojisi de değil. İhalenin açılmasıyla kapanması arasında o kadar çok vakit geçti ki, ADSL teknolojileri de bu arada ilerledi ve hizmete sokulan teknoloji geri kaldı.
Asıl önemli sorun ise TT'nin uyguladığı pazarlama stratejisinde. TT, ADSL'i yıllarca bu konuda uzmanlaşmış, yıllarca bu konuya yatırım yapmış İnternet Erişim Şirketleri üzerinden değil yeni tanımladığı bir takım çözüm ortaklarıyla yapmayı planlıyor.
Dahası her erişim sağlayıcının yasa gereği TT'den almak zorunda olduğu omurga hizmetine yüksek fiyat tarifeleri uygularken, ADSL bağlantıyı kimbilir ne amaçla yarattığı yeni çözüm ortağı şirketler üzerinden satıyor. Daha da komiği ADSL'den önce teorik olarak en hızlı erişim hizmeti olan kablo İnternet ücretlerinde de indirim yapmıyor.
TT iyi niyet mesajlarında samimiyse ADSL'i sadece mevcut İnternet Erişim Sağlayıcılar üzerinden pazarlamalı, kablonet ücretlerini ADSL'in altına çekmeli, IES'lere uyguladığı veri iletişim tarifelerini düşürmeli. Tüm bunlara ek olarak İnternet omurgasına acilen önemli yatırımlar yapmalı. Çünkü Nuh Nebi'den kalma bu İnternet omurgasıyla evlere ne kadar hızlı bağlantı götürülürse götürülsün, hızlı İnternet boş bir hayalden öteye gidemez.
Intel, Barlas, Aköz ve F klavye
Intel Van'da öğretmen bilgisayar eğitim laboratuvarı açtı. Emre Aköz, Mehmet Barlas'ın yazılarını el yazısıyla yazdığını deşifre etti. Milli Eğitim Bakanlığı Q klavyeleri F klavyelerle değiştiriyor. Beş benzemez arasında bağlantı kurmak da bana düşüyor.
Sabah yazarı Emre Aköz, Mehmet Barlas'ın yazılarını el yazısıyla yazdığını deşifre etti geçenlerde. İlginç bir enformasyondu çünkü Mehmet Barlas bilgisayar kullanımının yaygınlaşmasını desteklemesiyle de tanınan yazarlardan. Bir başka deyişle çağdaş teknolojilere açık bir yazar imajına sahip. Barlas ertesi günkü cevabi yazısında alışkanlıktan dolayı elle yazdığını ancak bilgisayarın sunduğu nimetlerden en iyi şekilde yararlananlardan olduğunu hatırlatmış ve eklemiş, ''Şu anda piyasada yaygın biçimde satılan 'tablet'lerle elle yazabiliyorsunuz.. Yani bilgisiyar, el yazısına alternatif değil ki''...
Barlas bu cümlesiyle yine tongaya düşmüş. Belli ki bu tablet bilgisayarları kullanmadan ahkam kesmeye kalkışmış. Kullansaydı Türkçe el yazısını anlamadıklarını bilirdi ve örnek olarak göstermezdi.
Bu polemik bana biraz dünyanın dev bilişim markalarının Türkiye'deki durumunu hatırlattı. Hepsi yıllardır insanlara, şirketlere İnternet'in önemini anlatıyorlar ama hiçbirinin kendi doğru düzgün Türkçe sitesi yok. Şimdi bu duruma bakıp Mehmet Barlas ve bilişim şirketleri samimiyetsiz mi diyeceğiz? Hayır, demem o değil... Bilişim teknolojilerinin yararına inandıklarından kuşkum yok ama tezatları ortadan kaldırmak için biraz daha çaba gösterseler diyorum, hepsi o...
F klavye ve Intel
Emre Aköz, Emre Kongar, Doğan Hızlan ve pekçok yazarın katkısıyla uzun bir süre gündemde tuttuğumuz klavyede Türk standardı sorunu da, Mehmet Barlas'ın tablet bilgisayarlarda düştüğü yanılgıyla birebir ilintili. Daha önce de değindiğim gibi konu basit bir klavye standardı kavgasından ibaret değil. Türkçe F klavye, uyduruk Türkçe Q klavye tartışmasını yaparken aslında, teknolojik gelişmeler karşısında kültürel değerlerimize sahip çıkmama gibi ciddi bir sorunu tartışıyoruz. Sahip çıkmadığımız değerler arasında özelde Türkçeye özgü standart F klavye, genelde ise Türkçe alfabe ve Türkçemiz var. Çünkü tüketici bilinçsizliği ve devlet ilgisizliğini fırsat bilen bilişim şirketleri, Türkiye'de satacakları ürünleri Türkçe desteği olmaksızın yurda sokuyor ve pazarlıyorlar. Biz sahip çıkmadıkça, ticari çıkarları gereği böyle yapmakta yerden göğe kadar haklılar da. İşte tablet bilgisayarların, Türkçe el yazısını tanıma desteğine sahip olmadan Türkiye'de satılabilmesi de, bu sahipsizliğin bir sonucu.
Gelelim Intel'in ve Milli Eğitim Bakanlığı'nın konuyla ilgisine. Intel ve MEB geçtiğimiz cuma günü Van'da Öğretmen Bilgisayar Eğitim Laboratuvarı açtılar. Laboratuvar, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde bulunan illerden MEB tarafından belirlenerek gelen öğretmenlerin bilgisayar eğitimi almasında bir merkez işlevi görecek. Van'da açılan laboratuvar Türkiye'de 50 bin öğretmenin bilgisayar eğitimi almasını ve bu sayede bilgisayarlardan eğitim aracı olarak en iyi şekilde yararalanabilmesini amaçlayan bir projenin parçası. Dev proje kapsamında geçtiğimiz aylarda Yalova'da da bir eğitim laboratuvarı açılmıştı. Milli Eğitim Bakanı laboratuvarda standart Türkçe F klavye yerine uyduruk Türkçe Q klavye kullanıldığını yardımcı editörüm Hüseyin Gönüllü'nün uyarısı üzerine anlamıştı. Halbuki Bakan daha önce yayınladığı bir genelgeyle Türkçe F klavyenin Bakanlıkça standart kabul edildiğini, okullarda ve eğitimde yalnızca Türkçe F klavye kullanılacağını açıklamıştı. Uyarımız üzerine Bakanlıktan bir açıklama gelmemişti. Ancak Intel Yalova'ya yerleştirilen uyduruk klavyelerin standart F klavye ile değiştirildiğini ve açılacak laboratuvarlarda bundan böyle Türkçe F klavyelerin kullanılacağını açıklamıştı.
İsteyince oluyormuş demek ki. Darısı diğer bilişim şirketleri ve Mehmet Barlas'ın başına...
Katili bırak katletmemeye bak
Türkiye Popstar yarışmasında yarışmacılardan birinin eski cinayet mahkumu çıkması üzerine kopan tartışma sürekli yanlış zeminlere kaydırılıyor. Bu yarışma bir katili yıldız yapmaya alet olmamalı savını öne sürenlerin karşıtları, ''katilden neden yıldız olmasın, dünyada da bir sürü örneği var'' alakasız teziyle savunuyorlar kendilerini. Bu teze sıkı sıkı sarılanlardan biri de yarışmanın Türkiye'deki yapımcısı. Doğrudur dünyada pek çok sabıkalı yıldız var, ama dünyada bir sabıkalının yıldız olmasına aracı olan bir yarışma var mı? Bir de ünlü şovlar, diziler, yarışmalar Türkiye'de neden bu kadar hızlı tüketiliyor? En popüler programın bile çok değil iki yıl sonra Türkiye'de neden esamisi okunmuyor? Popstar yarışmasının yapımcısının, cezasını çekmiş bir katili yıldız yapmak doğru mudur sorusundan çok, seçim sistemi ve katılım koşulları programımın geleceğini katletmeli midir sorusunun cevabını araması gerekir. Bayhan kendine has üslubuyla yıldızlığa çoktan adım attı bile. Yarışmadan birinci olarak çıkmasa da, birileri ona kaset yapacak, istediği fırsatı sunacaktır mutlaka. Ama Popstar yarışmasının popülaritesini sürdürebilmesi, çıkartacağı birincinin yıldızlaşma başarısına bağlı olacak. İlk beşe kalan yarışmacıların her biri için bir albüm yapıp, birincinin albüm satışlarına göre seçilmesi fikrimi beğenmeyebilirsiniz ama kısa mesajla oylamanın da uygun bir seçim sistemi olmadığı apaçık.
kanald.com.tr/popstar/
Tebrik gönder bedava bağış yap
İnternet ve kısa mesaj icat oldu mertlik bozuldu. En azından bayram ve yılbaşı mertliği. Şimdi artık kimse oturup tebrik kartı filan yazmıyor. Tek tip bir mesaj yazıp, e.posta ya da kısa mesaj servisiyle ona buna gönderiyor. Alisbagis.com.tr tebrik özürlü nesle, yitirdiği mertliği tekrar kazanma şansı veren bir site. Siteye girip tebrik kartınızı buradan gönderdiğinizde sivil toplum kuruluşlarına, cebinizden beş kuruş çıkmadan maddi yardım yapabiliyorsunuz. Tek yapmanız gereken site aracılığıyla dostlarınıza elektronik bir posta göndermek ve bağış yapılmasını istediğiniz sivil toplum kuruluşunu seçmek. Siz kartınızı gönderdiğinizde, uygulamanın sponsoru Yapı Kredi Bankası, seçtiğiniz sivil toplum kuruluşuna bağışta bulunuyor. alisbagis.com.tr
Filenin kraliçesi
Hep futbolcular için İnternet sitesi açılacak değil ya. Voleybol Milli Takımı'nın başarılı ve popüler oyuncusu Neslihan Demir'in de artık bir sitesi var. Milliyet Kirpi editörü Erhan Evkuran tarafından inşa edilen İnternet sitesinde Neslihan Demir'le ilgili bilgiler, istatistikler, fotoğraflar, maç sonuçları gibi olmazsa olmaz unsurların yanı sıra ziyaretçiye sunulan etkileşim olanakları da mevcut. Sitenin mimarının Kirpi'den olması mizah sayfalarının da unutulmamasını sağlamış. Site bu konuda oldukça iddialı. ''Filenin Sultanları ve Angelina Grün'' mizah yazıları için dünyanın ilk voleybol mizahı tanımlaması kullanılmış.
neslihandemir.info
Yazının Devamını Oku 21 Aralık 2003
Eleştirmekten sıkıldım, artık iyi şeyler yazmak istiyorum diyordum ki, iki iyi haber birden geldi. Birincisi <B>Başbakan</B>'dan, ikincisi <B>Türkiye Bilişim Vakfı</B>'ndan... İlk iyi haberin kaynağı nethaber.com. Nevzat Basım'ın yönetiminde başarılı bir İnternet haberciliği çizgisi yakalayan nethaber.com'da yayınlanan haberlere güvenim tamdır ama haber o kadar iyi ki, inanmakta güçlük çekiyorum.
Habere göre Başbakan Tayyip Erdoğan, Bilgi Toplumu Tanıtım ve Enformasyon Bakanlığı kurulması yönünde bir talimat vermiş.
Başbakan Tayyip Erdoğan'ın, Türkiye'yi bilgi toplumuna taşımakta kararlı olduğunu gösteren her adımının, en büyük alkışçısı olacağıma daha önceki yazılarımdan birinde söz vermiştim. Yine pek çok yazımda Bilişim Bakanlığı kurulmasına şiddetle karşı çıkmış ancak Bilgi Toplumu Bakanlığı'nın kurulması gerektiğini savunmuştum.
Verdiğim sözü tutup Tayyip Erdoğan'ı, tüm okulları İnternet'e bağlayacaklarını söylediği bir konuşmasının ardından, yine bu köşeden alkışlamıştım. Sözümü yine tutuyor ve Bilgi Toplumu Bakanlığı kurma kararı için Başbakan'ı tekrar alkışlıyorum.
Bir önceki hükümet döneminde TBMM Bilgi ve Bilgi Teknolojileri Grubu Başkanı DSP milletvekili Ziya Aktaş, Bilgi Toplumu Bakanlığı kurulması yönünde bir yasa tasarısı hazırlamıştı. Ancak pek çok kişi bu bakanlığı bir Bilişim Bakanlığı gibi algılamıştı. Ziya Aktaş'la birlikte ikisi arasındaki farkı dilimizde tüy bitinceye kadar anlatmaya çalışmıştık. Ha Ali Veli, ha Veli Ali diyenlere ikisinin arasındaki farkın sadece isim farkından ibaret olmadığını göstermeye çalışmıştık. Biri sektörün gelişimine hizmet eden, diğeri Türkiye'yi Bilgi Toplumu'na taşıyacak bir bakanlıktı. Birincisinde amaç Türk Bilişim Sektörü'nü geliştirmekken, ikincisinde bilişim teknolojilerinin toplumun, sanayinin, ticaretin ve devletin her alanında en doğru şekilde kullanılmasını sağlamaktı.
Bazıları anlamadı, bazıları da anlamak istemedi. Ama şimdi görünen o ki, Tayyip Erdoğan hükümeti aradaki farkı çok iyi görüyor ve üstelik doğru olanını seçiyor.
Milletvekilleri okumasın
İkinci iyi haber Türkiye Bilişim Vakfı (TBV, tbv.org.tr) Başkanı Faruk Eczacıbaşı'dan. TBV tarafından yayınlanan yeni bir kitabı anlatıyor. Kitabın adı Beyaz Kitap. Yazarı, İngiliz Siber Haklar ve Siber Özgürlükler (cyber-rights.org) Direktörü Dr. Yaman Akdeniz. Papatya Yayıncılık tarafından basılmış. Çift taraflı bir kitap. Yani arkasını çevirdiğinizde yine bir kapakla karşılaşıyorsunuz. Bu kapaktaki başlık ''Internet Governance''. Eserin İngilizcesi ve Türkçesi sırt sırta aynı kitapta yer alıyor.
Faruk Eczacıbaşı, Beyaz Kitap'ı tüm milletvekillerine gönderdiklerini söylüyor. Aman diyorum, sakın okumaya kalkmasınlar...
Okumaya kalkışırlar ve bir de kitapta önerilenleri uygulamaya kalkışırlarsa vay halimize... Kitap bu köşeden yaklaşık on yıldır yaptığım çağrıyı tekrarlayarak sıvıyor kolları: HERKESE UCUZ VE HIZLI İNTERNET!
Bu hedefin AB'ye üye aday ülkelerden beklenen bir hedef olduğuna da dikkat çekiyor. İnternet'in etkin kullanımının bürokrasiyi azaltan, katılımcı, saydam, hesap verebilir, insan hak ve özgürlüklerini esas alan bir kamu yönetimi reformu için de hayati önem taşıdığını anlatıyor.
Ve en önemlisi bilgi toplumuna geçiş sürecini hızlandırmayı kendine amaç edinen TBV'nin, bu geçiş sürecini hızlandırmak için kurulması gereken hukuksal altyapıya ilişkin çözüm önerilerini sıralıyor.
Bu hukuksal altyapının sağlıklı kurulması için gerekli birinci şart yasal düzenlemeyi yapacak milletvekillerinin İnternet'in kendine has doğasını tam anlamıyla kavramış olmaları.
Gerisi Beyaz Kitap'ta. Beyaz Kitap kitapçılarda da satılacak.
Akıllı ağla yarın gülersin
Geçen hafta teknoloji dünyasının başkenti Silisyum Vadisi'nin, en fazla teknoloji devine ev sahipliği yapan şehri Santa Clara'daydım. Bu devlerden biri olan Cisco Systems'ın Dünya Analistler Toplantısı'na katılma fırsatı bulan çok az uluslararası gazeteciden biriydim.
Dünyayı saran dev İnternet ağının hemen her noktasında bir ürününe rastlayabileceğiniz Cisco'ya İnternet uzmanı demek iltifat sayılmaz. 1984 yılında kurulan şirket İnternet Protokolü'nün mimarlarından. Dünyanın dört bir yanına yayılmış 34 bin çalışanın yaka kartlarına iliştirilmiş kurumsal kimlik kartlarının en tepesindeki ''Üç Yıllık Vizyon'' cümlesinde de şöyle yazıyor zaten: ''Cisco bir İnternet uzmanı ve en seçkin İnternet markasıdır.''
Vizyon cümlesinin ardından görev cümlesi, onun ardından da 3-5 yıllık hedefler geliyor. Bu hedeflerden biri de ağ mimarisindeki evrimi bir adım daha öteye götürerek Akıllı Bilgi Ağı'nı kurmak. Cisco Dünya Analistler Toplantısı'nda üzerinde en çok durulan konu da bu zaten: Akıllı Bilgi Ağı...
Cisco'ya göre şirket üç ila beş yıl içinde varmayı hedeflediği Akıllı Bilgi Ağı teknolojisinin şu anda birinci aşamasında. Cisco bu ilk aşamada şirketlere, bilgi ağının bir sistem olarak kurulduğunda iş hedeflerine ulaşmakta nasıl bir verimlilik artışı getireceğini gösteriyor.
Akıllı Bilgi Ağları'nı bir önceki nesil bilgi ağlarından ayıran en önemli özelliği kendi başına akıllı olması. Yani sadece bilgi taşımakla kalmayıp, bilgiyi taşırken işlem de yapabilmesi. Taşıdığı bilginin içeriğinin farkında olan Akıllı Bilgi Ağları, kendi kendini optimize etme ve kendi kendini koruma özelliklerine de sahip.
Bu özelliklerine bakarak Akıllı Bilgi Ağları'nı otomobillere, halen kullanmakta olduğumuz ağları ise trenlere benzetebiliriz. Şu anda kullanılan ağlar üzerinde bilgi, demiryolları üzerinde giden bir tren gibi hareket eder. Bir noktadan ötekine, rayları takip ederek, makaslardan geçerek, hemen hemen sabit bir hızla ulaşır. Akıllı Bilgi Ağı'nda ise bilgi, bir otomobil gibi hareket eder. En boş şeridi seçer, gerektiğinde trafikten kaçmak için alternatif yollara sapar, bazen ambulansa yol verir, hatta Global Pozisyon Saptama (GPS) gibi sistem dışı yol göstericilerden yararlanır.
Cisco Dünya Analistler Toplantısı'nda üzerinde durulan bir başka önemli konu ise IP komünikasyonuydu. Cisco, Akıllı Bilgi Ağları'yla e.posta, kısa mesaj, telefon görüşmesi, video konferans gibi komünikasyon çeşitlerinin İnternet Protokolü üzerinden çok daha verimli ve birbirleriyle uyumlu şekilde yapılabileceğini anlattı.
Efsane başkan
İki gün süren toplantılar zincirinde Cisco'nun efsanevi başkanı John Chambers ile tanışma ve sohbet imkanı da buldum. Chambers çok karizmatik bir konuşmacı. Yüzlerce izleyicinin katıldığı açılış konuşmasını sahnede değil, koltuklar arasında oradan oraya yürüyerek, neredeyse herkesin önünde durup göz teması kurarak yaptı. Çok az sayıda gazetecinin katıldığı sohbet toplantısında da oturmadı. Chambers her iki toplantıda da Cisco'nun artık ürün kutusu satan bir şirket olmaktan çıkıp müşterilerine çözüm sunan bir şirket olduğunun altını çizdi. Cisco'nun İnternet'e inancının tam olduğunu, İnternet'in bir balon olmadığını, İnternet'in vaat ettiği her şeyin ya gerçekleştiğini ya da gerçekleşeceğini söyledi. Chambers, şirket başkanlarının ayaklarını yatırım freninden çektiğine dikkat çekerek, bu yıl özellikle İnternet üzerinden ses iletimi, kayıt, güvenlik, ağ, kişisel bilgisayar ve sunuculara yatırım yapacakları öngörüsünde bulundu.
VizonShow İnternet'te
Muhtemelen ilk sayısı değildi ama ilk sayılarından biriydi Vizon'un... Taa yirmi beş yıl önce, elime alıp sayfalarını çevirdiğimi hatırlıyorum. Nişantaşı'ndaki okulum İngiliz Lisesi'nden çıkmış, sınıf arkadaşlarımla birlikte Osmanbey'e kadar yürümüştük. Atalar mağazasının önünden geçiyorduk. Arkadaşım biraz önce önünden geçtiğimiz gazeteciden almıştı. Bir yandan yürüyüp, bir yandan sayfalarını çeviriyorduk. O güne kadar sadece yabancı örneklerini gördüğüm tarzda yepyeni bir dergiydi. Aradan yirmi beş yıl geçmiş. Vizon bu kez İnternet'te çıktı karşıma. Birkaç ay önce henüz test yayınındayken sayfaları arasında dolaştım. Şimdi artık resmen yayında. 25. doğumgünü kutlu olsun VizonShow'un, elleri dert görmesin Kámil Şükûn'un. İnternet'te daha nice yıllara... n vizonshow.com.tr
Yazının Devamını Oku 7 Aralık 2003
Yeni ekonomi tıkırında olunca, yazıları da tıkırına koymak gerekiyor. Birkaç hafta önce sevdiğim köşe yazarlarını sıralamıştım. Sırada sevdiğim İnternet yazarlarının ve belki sevmediğim gazete yazarların listesinin de olduğunu söylemiştim. Gündemden fırsat bulup bir türlü yazamadım. Böyle bir liste hazırlığında olduğumu bilen Sabah yazarı Emre Aköz bir yazısında öneride bulunmuş. izedebiyat.com adresindeki siteyi, sevdiğim İnternet yazarları listeme kaynak olarak önermiş. izedebiyat.com gerçekten de müthiş bir İnternet yazarları cenneti. Artık kaçış yok, gündem ne olursa olsun listemi haftaya yayınlıyorum.
Neden mi bu hafta değil de, gelecek hafta? Nedeni yine Emre Aköz'ün yazısı. Yazısının sonuna bir not eklemiş Aköz: ''Atakan şimdi interneti küçük i ile yazdığım için kızacak, 'İnternet özel isimdir, niye küçük yazıyorsun' diyecek. Elbette haklı da... Bence böylesi daha 'normal', daha 'samimi'. Hani tıraş bıçağı Gillette'in, 'jilet' olması gibi'', demiş.
Emre Aköz bir köşe yazarı. Bazı kelimeleri, üslubuna uydurup istediği gibi kullanmak, en doğal hakkı. Benim lafım Emre Aköz'e ya da başka yazarlara değil zaten. İnternet'i bir kör inat uğruna, yanlış yazmakta ısrar eden editörlere.
Emre Aköz bir başka yazısında Mehmet Altan'la aralarındaki yeni ekonomi diyaloğuna değinmiş. Altan'a 'Kapitalizm nitelik değiştiriyor' başlıklı yazı dizisi için 'Değişen nedir? Neticede ekonomi değiş tokuşun bilimi değil mi?' diye sormuş. Altan da ''Eskisinden farklı olarak 'bilgi' ekonominin bir 'girdi'si haline geldi. Bilginin özelliği paylaştıkça tükenmesi değil, çoğalması', diyerek cevaplamış.
Bilginin paylaşıldıkça büyüme özelliğine Yeni Türkiye dergisinin 1996 Kasım-Aralık sayısında değinmiştim (yeniturkiye.com/display.asp?c=0120). Ancak yeni ekonominin farkını bilginin paylaşıldıkça büyüyen bir ekonomik girdi olma özelliğine bağlamak, hiç de yeterli bir tanım olmaz.
Olmaz çünkü yeni ekonomide önemli olan bilginin serbestçe paylaşımı değil, bilginin dolaşımının ve bilgiye erişimin kolaylaşmasıdır. Yeni ekonominin, enformasyon ekonomisi olarak da anılmasının nedeni bilgi ve enformasyonun sadece yeni bir girdi haline gelmesi değil, hammadde ve sermayeden bile üstün bir rol üstlenmesidir. Yani petrolcülükte bilginin petrolden daha değerli, bankacılıkta bilginin paradan daha önemli olmasıdır.
Tam da bu nedenden dolayı, yeni ekonomide, çok değerli olan bilginin paylaşımı değil, sakınılması önem kazanır. Bilginin paylaşıldıkça artan bir değer olma özelliği de önemlidir ancak bilginin bu özelliğinden şirket içinde yararlanılır.
Eski ekonomide şirketler, fabrikalar ya hammaddeye, ya ticaret yollarına, ya da tüketim merkezlerine (şehirlere) yakın kurulurlardı. Yeni ekonomide ise en değerli girdi bilgi olduğundan; bilginin dolaşımı ve bilgiye erişim ise yeni teknolojiler sayesinde çok kolaylaştığından bu merkeziyetçi yapılanma zorunluluğu ortadan kalkmıştır. Yani artık asıl değerli girdi olan bilgiye yakın olma zorunluluğu yoktur. Çünkü bilgiye her yerden, her istendiği anda erişmek mümkündür. İşte bu yüzden bilgiyi kendi içinde en iyi, en doğru kullanan, en fazla paylaşan şirketler başarılı birer yeni ekonomi şirketi olurlar. Ama şirket içinde paylaşılması özendirilerek büyütülen bilgi, dış gözlerden özenle saklanır.
Emre Aköz'ün yazısının sonunda Altan'a başka sorularının da olduğunu çünkü yeni ekonominin hiç de sanıldığı kadar temiz ve eşitlikçi olmadığını söylemesi belki de, saydığım bu nedenlerdendir.
İnternet'in doğru yazımı meselesine dönersek. Yeni ekonomide bir şirketin başarılı olması için bilginin paylaşımı da tek başına yeterli değildir. Yeni ekonomide şirketler bilginin her zaman kazanmasını sağlayacak mekanizmaları da yaratmak zorundadır. Yeni ekonomi kurallarının uygulanmaya başladığı bir dünyada başarılı olmak isteyen bir şirkette doğru bilginin, insan ilişkilerine, kaprislere, kişisel duygulara, inatlaşamalara yenik düşürülmemesi garanti altına alınmalıdır.
Kölelik bilişimde de yasak
ABD'nin Kaliforniya eyaletinde köle ve efendi sıfatlarının bilgisayar endüstrisinde kullanılmaması istendi. Bu sıfatlar birden çok sabit diske sahip bilgisayarlarda disklerin hiyerarşisini belirlemek için kullanılıyordu.
Şu ABD'nin başına ne gelirse PC merakından gelecek. Yok hayır Kişisel Bİlgisayar'ın İngilizcesi 'Personal Computer'ın kısaltması olan 'PC'den değil, 'Politically Correct'in kısaltması 'PC'den bahsediyorum. Siyaseten doğru kabul edilen değerler için kullanılan bu terime ben Politik Caiz diyorum. Böylece İngilizce'deki 'PC' kısaltmasını Türkçe'de de aynen kullanabilmeye PC bir kılıf takmış oluyorum.
Aslına bakılırsa bu PC olma hastalığına asıl yakışır çeviri 'Politik Cadalozluk'. Politik Cadalozluk'un son bulaştığı alan ise bilgisayar terimleri oldu.
Efendi ve köle terimleri bilgisayar endüstrisinde yıllardır kullanılan kelimelerdi. Birden fazla sabit diske sahip bilgisayarlarda, hangi diskin yönetici hangisinin ikincil disk olduğunu anlatmak için kullanılıyorlardı.
Yıllardır hiçbir yanlış çağrışıma neden olmadan kullanılan bu terimlerin geçenlerde ABD'li bir işçinin gücüne gideceği tuttu. Çalıştığı Los Angeles kentindeki işyerinde kullanılan bir makinenin üzerinde ''efendi'' ve ''köle'' etiketli parçaların bulunduğunu fark eden işçi, bu ahlaksız etiketleri yemeyip içmeyip Los Angeles Olumlu Davranış Kuralları Ofisi'ne şikayet etti.
Şikayet sonucunda eyaletteki tüm üretici, toptancı ve iş üstlenici firmalara bir genelge gönderilerek bilgisayar parçalarında ''efendi'' ve ''köle'' terimlerini bundan böyle kullanmamaları istendi.
''Efendi'' terimi için ''ana'', ''köle'' için ''bağımlı'' terimlerinin kullanıldığı Türk bilişim sektöründe böyle bir sorun yok gibi görünse de, ABD'nin doğu sahillerine gidecek bilişimcilerimize kullanacakları kelimeleri seçerken dikkatli olmalarını öneriyorum.
Bu bahar Bingöl'de buluşalım
Her Hürriyet yazarının kendine bir il seçip sözcülüğünü üstlendiği kampanyada Bitlis ve Bingöl'ü seçmiş olmam nedeniyle geçen haftaki yazımı ''2004 baharı Bingöl'ün turizm baharı olsun'' temennisiyle bitirmiştim. Dünyanın dört bir yanına bu kadar çok Bingöllü dağıldığından haberim yoktu. Bizzat Bingöl'de yaşayanlara ek olarak Türkiye'nin çeşitli illerine ve dünyanın çeşitli ülkelerine dağılmış Bingöllülerden önerimi destekleyen mesajlar aldım. Temennimi çağrıya dönüştürüp, tekrarlıyorum. Gelin bu yılı Bingöl'ün turizm yılı yapalım. Bingöllüler bu kışı turizm projeleri geliştirmek, doğal güzelliklerini tanıtmanın yollarını bulmakla geçirsinler.
Bingöl'de öyle doğa harikaları var ki, yerli ve yabancı turistlerin akınına uğraması işten bile değil. Çır Şelalesi, Sülbüs Dağı, İçmeler, kaplıcalar, doğal mağaralar bu güzelliklerden sadece birkaçı. Hele dünyada eşi benzeri olmayan doğa harikası Yüzen Adalar'ı hiç sormayın. Gölün üzerindeki üç ada, yüzüyor ve üzerine çıkıldığında hareket ediyorlar. Bu adaları görmek için bile, bu bahar Bingöl'e gitme planı yapmaya değmez mi?
n bingol.gov.tr
İnternet'e Uzan'an eller
Uzanlar'ın İnternet'i kötüye kullanma kurnazlığı için Mehmet Barlas ''İnternet de kirletilmemeli'' başlıklı bir yazı yazdı. Devlet güvencesinde olan İmar Bankası hesaplarının üzerine yatan hükümeti haklı olarak eleştirdikten sonra Uzanlar'ın başvurduğu İnternet'i kullanarak çamur at, izi kalsın yöntemini ayıplamış. Uzanlar bilindiği gibi kendi medya araçlarında, ceza alma korkusuyla atamadıkları asılsız çamurları, çeşitli İnternet siteleri açıp bu sitelere koyarak, sanki bu sitelerin reklamıymış gibi televizyonlarında yayınlıyorlar. Bu çirkin yayınlara inanan çıkıyor mu bilmem. Ama yapılan ayıbın İnternet'i değil televizyonculuğu kirlettiğini düşünüyorum. Sonuçta künyesi bile olmayan, inandırıcılıktan uzak fakir içerikli o sitelerde yazılanlara hiçbir ziyaretçisinin itibar etmeyeceğinden eminim. Yapılan aslında televizyonculuğun kötüye kullanılmasıdır. Hedeflenen de televizyon izleyicisidir, İnternet kullanıcısı değil.
Birinciyi albüm satışı belirlesin
Türkiye Popstar yarışmasının kompleksiz tiryakilerindenim. Pop müziğe meraklı olduğumdan filan değil. İnternet kültürünün etkisiyle televizyon yayınlarına bulaşan gerçekçi şovlara olan merakımdan dolayı... Usta işi olduktan sonra kurguya olan merakım da devam ediyor ama gerçekçi şovlar da farklı bir keyif veriyor doğrusu. Ama her ne kadar toplumsal bir gerçeği yansıtsa da, Popstar'da birincinin Biri Bizi Gözetliyor ve Biz Evleniyoruz gibi şovlardakinin aksine halk oylamasıyla seçilmemesi gerektiğini düşünüyorum. Hedef Türkiye'nin pop yıldızını seçmekse, seçimin de gerçekçi olması gerekir. Hangi adayın halkın gözünde pop yıldızı olduğunu gösterecek kriter telefon oylaması değil albüm satışıdır. Bence adaylar üçe ya da beşe ininceye kadar oylamalı eleme devam etsin. İlk üçe, beşe giren adaylara birer albüm yapılsın ve bu albümler, profesyonel sanatçıların albümleriyle aynı fiyattan satışa çıkartılsın. Belli bir süre içinde kimin albümü daha çok satarsa o birinci olsun. Acıma, sempati, başkaldırı gibi duygularla verilen oylar ancak böyle bertaraf edilebilir.
n kanald.com.tr/popstar
Hangisi konu mankeni
Akşam Kanal 7, Sabah sayfa 6 güzeli Ahmet Hakan solculuk ve eşitlik hakkında yorumda bulunduğu için Deniz Akkaya'ya vermiş veriştirmiş. Ahmet Hakan'a göre solculuk hakkında konuşmak Deniz Akkaya gibi bir mankenin haddine değil. Solculuk, sağcılık, eşitlik, milliyetçilik hakkında konuşmak, siyasi fikir beyan etmek isteyenlerin bundan böyle Ahmet Hakan'dan imzalı kağıt almaları gerekecek. Ne de olsa kendisi İlahiyat mezunu bir konu mankeni olarak bu konularda konuşmaya yetkili. Eşitlik hakkında kimin konuşup konuşmayacağına dair fetva vermeye kalkışan bir konu mankeninin, eşitlikçi söylemine bittim vallahi.
Yazının Devamını Oku 30 Kasım 2003
Benim de kanıma dokunuyor. <B>Kürt böreği</B> demek örneğin... Ya da Laz apartmanı, İsveç pornosu, Filistin askısı, papazkaçtı, Hint hıyarı, gávur icadı, Yahudi ebegümeci, İngiliz sicimi, Bektaşi sırrı, Arnavut inadı, Arap atı, İngiliz beygiri, Arap zamkı, Japon yapıştırıcısı, Çingene kavgası, Türk tütünü... Bin sekiz yüz bilmem kaç Osmanlı Rus savaşı derken, savaşı Osmanlı ve Rus isimleriyle birlikte tamlamak Osmanlılar ve Ruslar'ın helaline haram mı katıyor sanki?
Başbakan Erdoğan ''İslam'' ve ''terör''ün birlikte anılmasına tahammül edemiyormuş. Ben de edemiyorum. Dahası ''terör''ün ''İnternet'' ve ''Bingöl''le birlikte anılmasına da tahammül edemiyorum. Ama ne kadar tahammül edemiyor olsam da, gizli hesaplarım yoksa bunları birlikte anmak zorundayım.
İnternet'e verdiğim önem malum. Türkiye'de ne Superonline ne e-kolay, ne tek bir gazetenin İnternet sitesi varken; dünyada Amazon kurulmamış, Yahoo emekleyen bir bebekken; Netscape ve MS Internet Explorer'ın adı bile yokken geleceğimiz İnternet'te, açın şu İnternet'in önünü diye bağırmaya başlayıp, tam on yıldır susmuyorum. Daha da susacağım yok.
Bingöl'e olan merakım ise çok yeni. Her Hürriyet yazarından kendine bir il seçip, sözcülüğünü ve hamiliğini üstlenmesi istendiğinde aklıma önce duygusal bağlarım olan iller geldi doğal olarak. Annemin doğum yeri Mersin'i düşündüm önce. Çocukluğumda içinde kaybolmaya bayıldığım portakal ve mandalina bahçeleri geldi aklıma. Sonra aslında İstanbullu olan rahmetli babamın, dedemin Kurtuluş Savaşı sonrasında Ankara Halk Evi Müdürlüğü'ne atanması nedeniyle çocukluğunu geçirdiği Ankara'yı geçirdim zihnimden. Çok sevdiğim Urfa ve Mardin'i de düşündüm. Artvin'i, Trabzon'u, Edirne'yi, Çanakkale'yi de çok severim hani... Ama projenin kumandanı Doğan Satmış, ''Bingöl ve Bitlis'e ne dersin?'' diye sorunca, hepsini bir kalemde siliverdim. Her iki şehri de hiç görmemiştim. Haklarında tek bildiğim şey haritadaki konumları ve Türkiye'nin en fazla ihmal edilmiş şehirlerinden ikisi olmalarıydı.
Evet, itiraf etmeliyim ki, Bingöl'ü henüz görmedim. Ama dersimi çalışmaya başladım, hakkında hızla bilgileniyorum. Terör de onlarca şehir içinden bula bula benim Bingöl'ümü ve İnternet'imi buldu, adını birlikte andırtacak.
Yok öyle yağma. İkisine de toz kondurtmam. Herhangi bir hesapçılığım yok; o yüzden ''İslamcı terör'', ''İnternet'ten beslenen terör'', ''terör karargahı Bingöl'' gibi tanımlayıcı tamlamalara karşı çıkacak değilim. Ama terörün ne İslam'a, ne İnternet'e, ne de Bingöl'e kara çalmasına da müsaade etmem. Sorunun kaynağına inmek için önce tanımların doğru yapılıp, teşhisin doğru konulması şart. ''Karaciğer kanseri'' tanısını koymadan, sadece kanser diyerek karaciğeri kurtaramazsınız.
İnternet ve Bingöl'ün adı İstanbul'daki hedeflere yönelik son dört İslamcı terör saldırısına karışmış gözüküyor. Ama adları karıştı diye ne İnternet'i ne de Bingöl'ü lanetlemeye kimse kalkışamaz.
İnternet teknolojik gelişmeler sonucunda insanlığın hizmetine giren yeni bir iletişim aracı. Adı üzerinde sadece bir araç. Her yeni araç insanlığın önünde yepyeni kolaylıklar açarken, bazı kötüye kullanımlara da açıktır. Yeni teknolojilerin sunduğu nimetlerden, bazı olumsuz yönleri de var diye vazgeçemeyiz. Ölümcül uçak kazaları oluyor diye uçaklar yerden gitsin diyemeyiz. Ya da uçaklar en fazla 90 km hızla gitsinler ki, kaza yaptıklarında ölüm oranı düşsün de diyemeyiz. Aynı şekilde teröristler İnternet'i haberleşme için kullanıyorlar diye İnternet'teki tüm haberleşmeyi izlemeye kalkamayız, İnternet kafeleri kapatamayız, İnternet'in yaygınlaşmasını yavaşlatmaya kalkışamayız. Demir perdeler arkasına saklanıp, dünyadan kopmanın hiçbir işe yaramadığını herkes biliyor artık.
Aynı şekilde terörist saldırıların planları bir ilde yapıldı diye o ili de suçlayamayız. Suçlarsak İstanbul'da terör eylemleri gerçekleşti diye İstanbul'da yapılacak futbol maçlarını başka şehirlere aldıran UEFA'nın düştüğü duruma düşer, teröristin ekmeğine yağ sürmüş oluruz.
Bingöl ilimiz, adının terörle birlikte de olsa bu denli gündeme gelmiş olmasını çok iyi kullanmalı. Ben Bingöl'ü yeni yeni tanımaya başladım. Ve daha hakkında çok az şey öğrenmeme rağmen, hızla aşık oluyorum. Örneğin Bingöl'de içinde yüzen, üzerine çıkıldığında hareket eden adalar olan doğa harikası bir göl olduğunu biliyor mudunuz?
2004 baharı Bingöl'ün turizm baharı olsun...
Ah bir bilgisayarım olsa
Casper Bilgisayar ve Intel çok güzel bir kampanya düzenleyip, ihtiyacı olan ve bu ihtiyacını en güzel şekilde ifade etmesini bilen beş çocuğu hayallerindeki bilgisayara kavuşturmayı hedeflemiş. Kampanyanın ismi ''bi bilgisayarım olsa''. Kampanyaya katılmak isteyen çocukların, anne ve babalarına hitaben neden bir bilgisayara ihtiyaç duyduklarını anlatan bir mektup yazmaları ve bu mektubu kampanya adresine göndermeleri gerekiyordu. İki aylık katılım süresinde 7 bini aşkın mektup gelmiş. Bu mektuplar bir ön elemeden geçirilerek 250'ye indirilmiş ve aralarında benim de bulunduğum 5 jüri üyesine 50'şer adet olarak dağıtılmış. Biz jüri üyelerinden istenen de, payımıza düşen 50 mektubu değerlendirip, bilgisayara en fazla ihtiyaç duyduğuna kanaat getirdiğimiz ve kendini en iyi ifade ettiğini düşündüğümüz birer mektup sahibi seçmemiz.
Çok jüri üyeliğinde bulundum ama üzerimde bu seferki kadar büyük bir sorumluluk yükü hissetmedim. Fazla hak geçmemesi için tüm mektupları eşim Lale ile birlikte okuyup değerlendirdik. Başlangıçta işimiz o kadar zor olmadı. 50 mektuptan 40 küsurunu kolayca eledik. Bazısı çok bilmiş, bazısı çok ukala, bazısı çok şımarık, bazısı büyük birine yazdırtıldığı alenen belli bir üslupla yazılmıştı. Geriye 8 mektup kaldı ki, işte bu sekiz mektup arasından seçim yapmak gerçekten çok zordu. Sekizi de duygu yüklüydü. Sekiz mektubun sahibinin de bilgisayar sahibi olma hayali, bu hayallerini okuyanların içine işliyordu. Sekizi de belli ki, bu kampanyadan da boynu bükük çıkarlarsa, daha yıllar boyu bilgisayar sahibi olamayacaktı. Son seçimi yapmanın günahı benim boynuma kaldı. Seçimimle sevindireceğim kişinin sevabından çok, üzülmesine neden olacağım yedi kişinin günahı yüklendi omuzlarıma.
İlk tepkim, düşünmeden verildiğinden, doğal olarak ilkel bir tepkiydi. Casper Bilgisayar ve Intel sanki daha fazla sayıda bilgisayar hediye edemezler miydi diye kızdım. Bu kızgınlığımın geçmesi için düşünce zincirime bir halka daha genişletmek yeterli oldu. Casper ve Intel kaç bilgisayar verse yeterli olacaktı. On mu, elli mi, yüz mü, bin mi, milyon mu? Türkiye'deki milyonlarca çocuğun mutluluğundan özel şirketler mi sorumluydu, devlet mi? Kaldı ki örneğin Intel 50 bin öğretmene bilgisayar eğitimi vermeye yönelik bir sosyal sorumluluk kampanyası başlatarak, üzerine düşeni fazlasıyla yapmıştı.
Asıl iş devlete düşüyordu. Hadi bakalım devlet baba İnternet'i Türkiye'deki istisnasız her çocuğun ayağına götürecek projeler geliştirmek senin sorumluluğunda. Hadi bakalım hükümet efendi, bilgisayar ve İnternet erişiminden alınan lüks sınıfına giren KDV oranını düşür, hatta tamamen kaldır. Kamusal kullanıma açık bilgisayar merkezleri kur. Türkiye'nin alım gücüne uygun, Türkiye'ye has ekonomik İnternet erişim cihazlarının üretilebilmesi için Ar-Ge teşvikleri yarat. Herşeyi vatandaştan bekleme, biraz da sen çalış...
Öğretmenlerimize uyduruk Q klavye
Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik, geçen yıl yayınladığı ''F klavye genelgesi''nin göstermelik bir genelge olduğu şüphesini doğuran bir uygulamaya imza attı. Hatırlayacağınız gibi bir yıl kadar önce Emre Kongar, Emre Aköz ve Doğan Hızlan ile birlikte, daha birçok yazarın da desteğiyle uyduruk Türkçe ''Q'' klavyeye karşı bir kampanya başlatmıştık. Hıncal Uluç dışında medyanın her kesiminden büyük destek gören Türkçe F klavyeye Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik de sahip çıkmış ve Milli Eğitim Bakanlığı bir genelge yayınlayarak Türkçe F klavyenin bakanlıkça standart kabul edildiğini, okullarda ve eğitimde yalnızca Türkçe F klavye kullanılacağını açıklamıştı.
Genelgenin üzerinden henüz bir yıl dahi geçmemesine rağmen, Milli Eğitim Bakanlığı'nın Intel ile birlikte yürüttüğü dev bir eğitim projesinde Türk standardı F klavyenin değil, uyduruk Q klavyelerin kullanıldığı anlaşıldı. Türkiye'de 50 bin öğretmenin bilgisayar eğitimi almasını ve bu sayede bilgisayarlardan eğitim aracı olarak en iyi şekilde yararalanabilmesini amaçlayan bu önemli projede, bakanlığın kullanılacak donanıma gerekli önemi vermemesini hayretle karşıladım.
Milli Eğitim Bakanı, projede kullanılan klavyelerin uyduruk Q klavye olduğunu, Hürriyet e.yaşam'da yardımcı editörlüğümü yapan ve eğitim laboratuvarının açılış törenine katılan Hüseyin Gönüllü'nün uyarısıyla haberdar oldu. Bakan, klavyelerin yazılım güncellemesiyle değiştirilebileceğini söyledi ama klavyelerin fiziki olarak değiştirilip değiştirilmeyeceği konusunda bir bilgi vermedi. Bu konunun takipçisi olacağız. Bakalım öğretmenlerimiz bilgisayar eğitimini Türk standartlarına uygun F klavye ile mi yoksa uyduruk Q klavye ile mi alacaklar.
Yazının Devamını Oku 23 Kasım 2003
''Yazılımda Hint mucizesi masalı''na yıllardır, fırsat buldukça değinir dururdum. Son iki yazımda ise, daha derli toplu bir şekilde üzerinde durmaya çalıştım. Meğer bu konu, <B>bilgi toplumu aydınları</B>nın pek çoğunun ilgisini çekermiş. Örneğin Haşmet Babaoğlu, Hint masalıyla Matrix efsanesi arasında kurduğu bağlantıyla giriş yaptığı, çok güzel bir yazı yazdı. Vatan gazetesinde bir hafta önce yayınlanan yazıda, yazılımda Hindistan modeli bir kez daha sorgulanıyordu.
Haşmet Babaoğlu yazısını bu konunun daha fazla tartışılması temennisiyle bitirmişti. Pek çok okurdan da bu konuyu burada kesmememizi talep eden mesajlar aldım. Konu İnternet üzerindeki çeşitli forum alanlarında da tartışılmaya başlandı.
Örneğin Türkiye Bilişim Derneği üyelerinin tartışma listesinin aktif fikir üreticilerinden Canok Abisel'in, foruma yazdığı fikirlerin gazete sayfaları aracılığıyla daha fazla okuyucuya ulaşması gerektiğini düşünüyorum. Mecburen biraz kısalttığım yazısında şunları söylüyordu Abisel:
''Türkiye 4, 5 yıldır (İ)srail, (H)indistan ve (İ)rlanda (kısaca İHİ) gibi bazı ülkelerin bilgi teknolojileri alanında yaptıkları üretimle epey para kazandıklarının farkına varmış durumda. Her zaman olduğu gibi atı alan Üsküdar'ı geçtikten sonra dünyada yaşanan gelişmelerin ancak farkına varılmış olmasına rağmen paranın kokusu alındıya hemen avuçlar kaşınmaya başladı.
Her gün gazetelerin ekonomi sayfalarında 'İstanbul yaklaşımı' vs adı altında şirketlerin kreditör bankalarla anlaşmaya çalıştıklarını okuyoruz. Bunların çoğu hiç yapılmamış olması gereken yatırımlardır. Ülkenin pek çok üretim sektöründe büyük bir atıl kapasite mevcuttur. Zaten kıt kaynaklarımız heba olup gitmektedir.
Bakınız size komik ama o kadar da üzücü bir vakayı hatırlatayım. Yıl 2002 genel seçimler öncesi. Bu ülkenin en önemli siyasi partilerinden biri 'İHİ' konusunu keşfediyor. Hemen birileri gönderiliyor bu ülkelere. Ekip döner ve raporlar hazırlanır. Basın toplantıları düzenlenir, bu müthiş buluş, memleketi selamete erdirecek keşif halka tanıtılır. Ne yazık ki parti iktidara gelemez.
'İHİ' konusunu 'havuç' olarak kullanıp yönetimi istedikleri yola sokmaya çalışan çıkar çevreleri var. Efendim bizim de bu ülkeler gibi bilgi teknolojileri sektöründen şu kadar yüz bin kişiye iş imkanı sağlamamız yılda bu kadar milyar dolar ihracaat geliri elde etmemiz işten bile değilmiş.
Çok güzel beyler ağanın eli tutulmaz haydi iş başına. Ama o da nesi? Meğer ufak bir detay varmış. Devletin şu yeşil renkli paralardan birkaç milyarcık öksürmesi lazım geliyormuş öncesinde. Emriniz olur beyler, hemen.''
Hint masalının bilgi ekonomisine, bilgi toplumuna geçiş için neden yeterli olamayacağına ilişkin bir başka fikir rüzgarı ise Açık Radyo'da esmişti. Harvard Hukuk Fakültesi'nden Prof. Yochai Benkler, İnternet ve Hukuk programının yapımcısı ve sunucusu Avniye Tansuğ'a verdiği söyleşide bakın neler söylemişti:
''Fikri mülkiyet, yenilikçiliğin maliyetini yükselten bir faktör. Bu maliyet artışının etkisi, en çok kültürel ve yenilikçi ürünlerin ağ üzerinden ithalatçısı durumundaki ülkeler üzerinde görülmektedir.
Diğer ülkelerle onların çıkarlarını gündeme getirecek bu çerçevede bir işbirliğine gitmek de çekirdek ekonomilerin ilgi alanı dışında kalıyor. Oysa, onların uluslararası ticari pazarlıklarla başa çıkabilmesi ve yükümlülüklerinin belirlenmesinde net ithalatçısı ülkeler olarak olmayanlarla karşılaştırıldığında daha büyük bir esnekliğe gereksinim var. Çünkü aksi halde bilgi ekonomisi çemberinden onun merkezine doğru bir yeniden dağıtımla karşılaşıyoruz ki, bu da genellikle ne iyi bir gelişme politikası ne de sadece bir dağıtım meselesi olarak nitelendirilebilir.
Bilgi ve kültür, haber (içerik) ve kültür yaratımında tamamen edilgin bir tüketici olmama, tersine etkin bir katılımcı olma olasılığı geniş biçimde yerelleştirilmiş (merkezi olmayan) İntrenet'in içinde saklıdır.
Yeniden çizilmekte olan dünya güçler haritasından daha fazla yüzölçümü kaplamak istiyorsak bu konuları daha fazla tartışmak zorundayız. Emre Aköz, Emre Kongar, Doğan Hızlan, Engin Ardıç, Haşmet Babaoğlu, Çetin Altan, Özdemir İnce, Ümit Aslanbay, Hakkı Devrim, Ercan Kumcu, Enis Berberoğlu gibi bilgi toplumu aydınlarından pilava daha fazla su katmalarını bekliyorum.
Mucizeciye mucize satıyoruz
Fason yazılım üretimine dayalı Hint mucizesi modelini Türkiye'ye dayatmaya çalışanların peşinden gidecek olursak başımıza neler geleceğini görmemiz için müneccim olmaya gerek yok. Fason üretime dayalı tekstil sektörümüze, hatta bir çeşit fason hizmet olan ''her şey dahil'' anlayışına dayalı turizm sektörümüze bakıp, ders almamız yeter.
Bilgi ekonomisine ve bilgi toplumuna geçiş için bir sanayi kolu olan bilişim sanayiinde ilerlememiz şart değil. Bilgi toplumuna geçebilmemiz için gerekli tek şart uluslararası rekabet avantajı yaratmak üzere bilgi teknolojilerinden faydalanmanın yenilikçi yollarını bulup, uygulamak.
Ama uluslararası rekabet avantajı yakalayabileceğimiz sanayi kolları arasında bilişimi de görüyorsak, buna da bir itirazım olmaz. Yeter ki fason üreticiliği değil, kendi markalarımızın sahibi olmayı hedefleyelim. Yani Cola-Turka gibi yerel fırsatçılıklara değil, Mavi gibi uluslararası başarılara açılan markalar yaratalım. Uluslararası yatırımları çekelim, dünya markalarıyla işbirliği yapmaktan kaçınmayalım ama bu işbirliklerini yaparken işin teknolojisini kapmaktan da geri kalmayalım. ''Know-how'' ve ''sermaye'' çekmek adına gerekirse fason üretim de yapalım ama, fason üretimi bir amaç değil, araç olarak görelim.
Teknoloji Holding'in Hindistan'a yazılım satmaya hazırlanan Planet A.Ş. gibi bir şirketi bünyesinde barındırması, işte bu yüzden çok önemli. Tarihi 1988'e kadar uzanan Teknoloji Holding bünyesinde 1998 yılında kurulan Planet A.Ş. , 2002 yılını Türkiye bilişim pazarının en hızlı büyüyen şirketi unvanıyla geride bıraktıktan sonra, 2003'e dünya pazarlarını hedefleyerek girdi. Geçen hafta Paris'te gerçekleşen Cartes 2003 fuarında stant açarak, bu yeni pazarlar hedefinde çok önemli bir adım da atmış oldu.
Elektronik Ödeme Noktaları (POS) sistem ve uygulamalarında Türkiye pazarının yüzde 22'sini yöneten Planet fuarda kurduğu stantta kendi geliştirdiği Piyango Terminali, Ağ Komünikasyon Yöneticisi (Network Communication Controller-NCC) kapıları, elektronik ödeme uygulamaları ve çeşitli ürünlerini tanıttı.
Planet A.Ş. ödeme sistemlerinde Fransız Ingenico'nun Türkiye temsilcisi, akıllı kartlarda ise Gemplus'nün iş ortağı olarak da çalışıyor. Planet A.Ş.'ye uluslararası pazarda rekabet avantajı sağlayan özelliği ise bilgi teknolojilerinden faydalanmanın yenilikçi yollarını araması ve yabancı iş ortaklarının sunduğu kaynakları iş geliştirmeye dönük kullanabilmesinden kaynaklanıyor. Kısacası Planet basit bir fason üretici olmakla yetinmeyip, değer katan bir iş ortağı olarak çalışıyor.
Paris'teki önemli fuara katılmasının Planet'e neler kazandırdığını zaman gösterecek. Ancak dış pazarlara bundan önce sattığı özgün ürünler ve temsilciliğini yaptığı Ingenico tarafından NCC teknolojileri konusunda dünya üzerindeki tüm müşterilere tek uzman kuruluş olarak tavsiye edilmesi Planet'in dünya pazarlarındaki şansının açık olduğunu gösteriyor.
Bir Hint bankasına satmak üzere oldukları yazılımı da unutmamak gerekiyor. Bu yazılım sahadaki POS ile banka arasındaki işlemleri gerçekleştirmeye yarıyor. Proje bu yazılımın kendisi, entegrasyonu ve NCC sisteminden oluşuyor ve satışının çok yakında tamamlanması bekleniyor.
n teknoloji.com
Káğıt kalem de sayısal oldu
Kitapları beklerken defter, kalem sayısal oldu. Elektronik kağıt, elektronik mürekkep gibi teknolojiler uzun bir süredir hazırdı, ancak seri üretime geçilebilecek kadar ekonomikleşmeleri için üzerlerinde yapılan geliştirme çalışmaları devam ediyordu. Kağıt gibi bükülebilen, rulo yapılabilen ekranlar sayesinde kavuşacağımız elektronik kitaplara gözümüzü dikmişken sayısal kağıt ve kalemle karşılaştık. Kağıt, kaleme çağ atlattıran teknoloji HP'den geldi. Ünlü bilişim markası dünyanın ilk sayısal kağıt ve kalemini ürettiğini açıkladı.
HP Form Otomasyon Sistemi adı altında geliştirilen sayısal kağıt, kalem iş ortamında yoğun bir şekilde form kullanmak zorunda olan firmaların iş yükünü azaltmayı, hızlandırmayı ve maliyetini düşürmeyi hedefliyor.
HP Form Otomasyon Sistemi'nde kullanıcı önce, Form Otomasyon Sistemi'ni destekleyen bir yazıcıdan, normal kağıt üzerine basılmış form çıktısı alıyor. Baskı sırasında kağıda akıllı bir nokta şablonu ekleniyor. Kağıdın üzerindeki konumlandırma çizgiler, HP Sayısal Kalem 200 tarafından algılanabilir bir özellik taşıyor.
Kullanıcı, form üzerindeki alanları sıradan bir kalem kullanıyormuş gibi HP Sayısal Kalem ile dolduruyor. Kalemin ucundaki mini kamera, yazılanları belleğine geçiriyor ve saklıyor. Sanal Kalem, daha sonra bilgisayarın yanındaki bir yuvaya takılarak belleğindekiler bilgisayara aktarılıyor.
Yeni bir yıldız doğuyor
Cihan Salim'i Bilişim Cumhuriyeti isimli bir zamanların efsane sitesinde yayınlanan yazılarından tanıyordum. Yaşının çok ilerisinde olan analiz yeteneğini merak ve beğeniyle izliyordum. Sonra Volkan Gazioğlu'nun yönetimindeki site, pek güncellenmez oldu. Yakın bir tarihte tekrar gümbür gümbür gelmesini bekliyor ve diliyorum. Ama bu arada Bilişim Cumhuriyeti yazarı Cihan Salim'in kendi sitesiyle tanışmanın da keyfini sürüyorum. Site gerek görsel tasarımı, gerek bilgi mimarisi gerekse içeriğindeki başarıyla dikkat çekiyor. Cihan Salim'in o başarılı köşe yazılarını kendi sitesinde sürdürmemesi benim için tek hayal kırıklığı. Ama bundan böyle gözüm sürekli üstünde olacak. Yazılarına tekrar başlarsa ne álá... Yok başlamazsa site bu kadarıyla bile sürekli takip edilecek kalitede. n cihansalim.net
Yazının Devamını Oku 16 Kasım 2003
Olmayan Türk bilişim sektörümüzün, harici bilişim sübyanlarını kandırmak için başvurduğu Hint mucizesi teranesi baygınlık verdi artık. Siyasetçileri kandırmak için aynı maval, ekonomistleri kandırmak için aynı maval, gazeteciler için aynı, halk için aynı, hatta bilişim profesyonelleri için bile aynı maval. Havalı olduğu için bilişim konularında da yazmaya kalkışan, ama ne bilgi birikimleri ne deneyimleri bu ekstra yüke müsait olan yazarlarımızı, bilişim kurtlarının aleti durumuna düşmemeleri için, fazla da rencide etmemeye çalışarak birkaç kez uyarmaya çalışmıştım.
Yan uğraş olarak arada bir bilişim de yazmaya meraklanan yazarlardan biri olan Şelale Kadak (Sabah), dost tavsiyesini dinlememiş ve Hint mucizesi masalına tav olup gaza gelmiş. ''Erdoğan bilişimcilere adres gösterecek mi?'' diye soruyor.
Nedeni TÜBİSAD ve Kavrakoğlu'nun hazırlattığı Bilgi Çağına Uyum Paketi isimli raporun, TÜBİSAD Başkanı tarafından kendisine tanıtılmış olması. Bu önemli rapora daha önce iki ayrı yazımda değinmiş, artılarını ve eksilerini değerlendirmiştim. Genelinde çok önemli tespitler yapan, yerinde önerilerde bulunan raporun yumuşak bir karnı da vardı. Bu yumuşak karın öykündüğü Hindistan modeli ve hükümet tarafından kurulmasını önerdiği bilişim fonuydu.
Hindistan mucizesi etrafında yıllardır kopartılan fırtına o kadar güçlü ki, raporu okuyanların büyük çoğunluğunun yine bu Hindistan modeline takılıp raporun asıl özünden uzaklaşması çok kolay. Nitekim Şelale Kadak da bu tuzağa düşmüş, rapordaki asıl can alıcı noktaları es geçip raporda verilen İrlanda, İsveç, İsrail ve Hindistan modellerine takılmış. ''Düşünebiliyor musunuz'', diyor, ''Hindistan'da bugün 400 binden fazla insan bilişim sektöründe çalışıyor. Bu rakamın, 2008'de 1.1 milyon olması bekleniyor. Türkiye'de bilişim sektörünün cirosu henüz 2 milyar dolarlar seviyesinde''.
Hindistan örneğinin nasıl bir balon olduğunu geçen yazımda ünlü yeni ekonomi gurusu MIT ekonomisti Lester Thurow'un tespitlerine de bavurarak anlatmaya çalışmıştım. Thurow'a göre Hindistan o çok övündüğü yazılım endüstrisine rağmen bilgi ekonomisine geçişte Çin'in bile gerisinde kalma tehlikesiyle karşı karşıyaydı. Ünlü ekonomist daha da ileri gidiyor ve Hint yazılım endüstrisinin, Hindistan'ı bilgi toplumuna taşıyacak nitelikte bir araç olmadığını söylüyordu.
Saplanıp kaldığımız bu Hint mucizesi masalından artık kurtulalım lütfen. Bunun için bilişim sektörümüze has batıl inançlardan kurtulmamız gerekiyor:
Bilişim toplumu olmanın şartı güçlü bir bilişim sektörüne sahip olmak değildir. Bilişim toplumu olmak için gerekli şart, küresel ekonomide uluslararası rekabet avantajları yaratmak üzere her sektörde bilişim teknolojilerinden en iyi şekilde yararlanmanın yaratıcı yollarını bulmak ve uygulamaktır.
Bilişim sektörünün güçlü olması bir ülkeyi bilgi toplumuna taşımaz. Bazı durumlarda ve çoğunlukla kolaylaştırıcı bir katalizör görevi görebilir ama garantisi değildir.
Fason üretim yapmak, teknoloji üretmek değildir, teknolojik ürün üretmek demektir.
Bilişim de tıpkı tekstil, turizm, otomotiv, gıda gibi bir sanayi koludur. Bilişim sektörünün gelişkin olması, bir ülkenin bilgi toplumu olma seviyesini değil sanayi toplumu olma seviyesini artırır.
Hükümetin bilişim sektörünü desteklemesi, Türkiye'nin sanayileşme düzeyini artırır. Bu da iyi bir şeydir tabii ki ama bilgiye dayalı yeni bir dünyanın temellerinin atıldığı günümüzde asıl hedef olmamalıdır. Asıl hedef bilgi teknolojilerini kamu ve özel sektörde, eğitimde ve evlerde en iyi şekilde kullanmanın yenilikçi yollarını bulmak ve uygulamak olmalıdır. Bu yapıldığı takdirde bilişim sektörü de doğal olarak kendiliğinden büyümüş olacaktır. Kısacası bilişim sektörünü büyütmek hedef değil, hedefin doğal bir yan sonucu olmalıdır.
Adiniz coktan Gul oldu Abdullah Bey
Bilgisayarlara zorunlu standartların konmaması sonucunda Türkçe harfler dünya üzerinden silinmek üzere
Geçen hafta bir süre Kürtçe isimlerde ''q'', ''w'' ve ''x'' gibi harflerin resmi yazışmalarda ve nüfus kütüklerinde kullanılmasına yönelik suni tartışmayla oyalandık. Bu tartışma bana birkaç ay önce alevlenen ''F klavye'' tartışmasını hatırlattı.
Emre Kongar, Emre Aköz ve Doğan Hızlan ile birlikte, daha birçok yazarın da desteğiyle uyduruk Türkçe ''Q'' klavyeye karşı bir kampanya başlatmıştık. ''F klavye'', Türkçeye yönelik çok daha ciddi teknolojik tehditlerin bir simgesiydi aslında.
Sanayi Bakanlığı ve Türk Standartları Enstitüsü'nün bilgisayar ithalatçılarına zorunlu klavye standardı getirmekte gecikmesi sonucunda, bilgisayar ithalatçıları birkaç kuruş kár uğruna tüketicilere Türkçe yazıma uygun olmayan uyduruk ''Q'' klavyeyi ittirmiş ve sonuçta insanlar Türkçe yazmaya uygun olmayan bir klavyeye alıştırılmışlardı.
Ancak kapıda çok daha büyük bir tehlike, Türkçe harflerin dünya üzerinden tamamen silinmesi tehlikesi var. Sanayi Bakanlığı bilgisayar ürünlerine yönelik, Türkçe harf uyumluluğunu zorunlu kılan standartları uygulamaya koymadığı takdirde Türkçe harflerin yok olması kaçınılmaz.
Bu sonucun öncü belirtilerini şu andan görmek mümkün. Türkçe karakterleri desteklemeyen bilgisayar yazılımları ve donanımları Türkiye'ye serbestçe girip, satılabildiği için hiçbir uluslararası firma ürünlerine Türkçe desteği koyma zahmetine girmiyor. Bu nedenle de örneğin e.posta yazışmalarında yazdıkları Türkçe harflerin, karşıdaki alıcının ekranına bozulmuş olarak gitmesinden bıkan kullanıcılar, mesajlarında Türkçe karakterler yerine aksak karşılıklarını kullanma yoluna gidiyorlar. Sorunlu harfler yerine aksak karşılıkları olan ''i'', ''I'', ''g'' ve ''s'' harflerini kullanıyorlar.
Bu sorun ekranına el yazısı kullanarak giriş yapılan cep bilgisayarı, tablet bilgisayar ve akıllı cep telefonu gibi yeni nesil cihazların yaygınlaşmasıyla birlikte iyice büyümeye başladı. Çünkü herhangi bir zorunlu standarda bağlı olamadan serbestçe ithal edilebilen bu cihazlar da Türkçe desteği olmadan satılıyor.
Bu gidişle korkarım ''q'', ''w'' ve ''x'' gibi harfler alfabemize girerken, ''ı'', ''İ'', ''ğ'', 'Ğ'', ''ş'' ve ''Ş'' alfabemizden çıkacak. Ama Bekir Coşkun boşuna endişelenmesin, Abdullah Bey'in soyadı güvende. ''ü'' harfi Latin1 isimli alfabe standardına dahil olduğu için Avrupa ülkelerindeki kullanımında hiçbir zorluk yok. Tıpkı ''ç'' ve ''ö'' harflerinde olmadığı gibi. Ama hem Bekir Coşkun'un, hem Tayyip Erdoğan'ın soyadlarını kurtarmak, koruyucu yasal uygulamaların bir an önce çıkartılmasına bağlı.
Bilişime Darwin modeli
HP ortaya attığı Uyumlu Şirket konseptiyle bilişim sektöründe yeni bir kulvar daha açtı.
Dünyanın en büyük bilişim şirketlerinden biri olan HP kısa bir süre önce başlattığı ''Uyumlu Şirket'' stratejisini 40 yeni yönetim servisi ve yazılım ürünüyle genişletti. Yeni ürünler Almanya'nın Hamburg şehrinde gerçekleşen HP Yazılım Evreni isimli forum dahilinde yapılan uluslararası basın toplantısında açıklandı.
HP bu yeni yaklaşımında Darwin'in evrim teorisini kendine düstur edinmiş. Bilindiği gibi Darwin'in evrim teorisi en güçlü ve en zeki hayvanların değil bulundukları ortama en iyi uyum sağlayan hayvanların hayatta kalacağını öngörüyor. Teoriye göre çevre koşullarındaki değişikliklere en kolay uyan hayvanlar nesillerini devam ettirebiliyor ve hayatta kalmalarını sağlayan genetik özelliklerini kendilerinden sonraki nesillere aktarabiliyorlar.
HP'ye göre iş dünyasındaki artan rekabet, hayatta kalmak isteyen şirketlerin bilgiişlem altyapılarının uyumlu olmasını gerektiriyor. Günümüz rekabet koşullarında, şirketlerin içinde bulundukları rekabet ortamı sürekli değişiyor ve şirketlerin bu hızlı değişime uyum göstermesi gerekiyor. Şirketlerin ayakta kalabilecek kadar hızlı uyum gösterebilmeleri ise bilgi altyapılarının uyum yeteneğine bağlı. İşte HP bu uyumlu altyapıyı ''Uyumlu Yönetim'', bu altyapıya sahip şirketleri ise ''Uyumlu Şirket'' olarak adlandırıyor.
HP'nin Uyumlu Yönetim anlayışı şirketlerin bilgi teknolojileri altyapısının teknolojik olmaktan çok ticari bir iş projesiymiş gibi ele alınmasını öngörüyor. Bunun için de insanları, iş sürecini ve teknolojiyi tek bir vücutmuş gibi bir araya getirmeyi hedefliyor.
HP ''Uyumlu Yönetim'' vizyonunun üst düzey BT yöneticilerini işletme giderleriyle boğuşmaktan kurtarıp, yeni projelere yönelteceğini söylüyor.
Yazının Devamını Oku