Benim de kanıma dokunuyor. Kürt böreği demek örneğin...
Ya da Laz apartmanı, İsveç pornosu, Filistin askısı, papazkaçtı, Hint hıyarı, gávur icadı, Yahudi ebegümeci, İngiliz sicimi, Bektaşi sırrı, Arnavut inadı, Arap atı, İngiliz beygiri, Arap zamkı, Japon yapıştırıcısı, Çingene kavgası, Türk tütünü... Bin sekiz yüz bilmem kaç Osmanlı Rus savaşı derken, savaşı Osmanlı ve Rus isimleriyle birlikte tamlamak Osmanlılar ve Ruslar'ın helaline haram mı katıyor sanki?
Başbakan Erdoğan ''İslam'' ve ''terör''ün birlikte anılmasına tahammül edemiyormuş. Ben de edemiyorum. Dahası ''terör''ün ''İnternet'' ve ''Bingöl''le birlikte anılmasına da tahammül edemiyorum. Ama ne kadar tahammül edemiyor olsam da, gizli hesaplarım yoksa bunları birlikte anmak zorundayım.
İnternet'e verdiğim önem malum. Türkiye'de ne Superonline ne e-kolay, ne tek bir gazetenin İnternet sitesi varken; dünyada Amazon kurulmamış, Yahoo emekleyen bir bebekken; Netscape ve MS Internet Explorer'ın adı bile yokken geleceğimiz İnternet'te, açın şu İnternet'in önünü diye bağırmaya başlayıp, tam on yıldır susmuyorum. Daha da susacağım yok.
Bingöl'e olan merakım ise çok yeni. Her Hürriyet yazarından kendine bir il seçip, sözcülüğünü ve hamiliğini üstlenmesi istendiğinde aklıma önce duygusal bağlarım olan iller geldi doğal olarak. Annemin doğum yeri Mersin'i düşündüm önce. Çocukluğumda içinde kaybolmaya bayıldığım portakal ve mandalina bahçeleri geldi aklıma. Sonra aslında İstanbullu olan rahmetli babamın, dedemin Kurtuluş Savaşı sonrasında Ankara Halk Evi Müdürlüğü'ne atanması nedeniyle çocukluğunu geçirdiği Ankara'yı geçirdim zihnimden. Çok sevdiğim Urfa ve Mardin'i de düşündüm. Artvin'i, Trabzon'u, Edirne'yi, Çanakkale'yi de çok severim hani... Ama projenin kumandanı Doğan Satmış, ''Bingöl ve Bitlis'e ne dersin?'' diye sorunca, hepsini bir kalemde siliverdim. Her iki şehri de hiç görmemiştim. Haklarında tek bildiğim şey haritadaki konumları ve Türkiye'nin en fazla ihmal edilmiş şehirlerinden ikisi olmalarıydı.
Evet, itiraf etmeliyim ki, Bingöl'ü henüz görmedim. Ama dersimi çalışmaya başladım, hakkında hızla bilgileniyorum. Terör de onlarca şehir içinden bula bula benim Bingöl'ümü ve İnternet'imi buldu, adını birlikte andırtacak.
Yok öyle yağma. İkisine de toz kondurtmam. Herhangi bir hesapçılığım yok; o yüzden ''İslamcı terör'', ''İnternet'ten beslenen terör'', ''terör karargahı Bingöl'' gibi tanımlayıcı tamlamalara karşı çıkacak değilim. Ama terörün ne İslam'a, ne İnternet'e, ne de Bingöl'e kara çalmasına da müsaade etmem. Sorunun kaynağına inmek için önce tanımların doğru yapılıp, teşhisin doğru konulması şart. ''Karaciğer kanseri'' tanısını koymadan, sadece kanser diyerek karaciğeri kurtaramazsınız.
İnternet ve Bingöl'ün adı İstanbul'daki hedeflere yönelik son dört İslamcı terör saldırısına karışmış gözüküyor. Ama adları karıştı diye ne İnternet'i ne de Bingöl'ü lanetlemeye kimse kalkışamaz.
İnternet teknolojik gelişmeler sonucunda insanlığın hizmetine giren yeni bir iletişim aracı. Adı üzerinde sadece bir araç. Her yeni araç insanlığın önünde yepyeni kolaylıklar açarken, bazı kötüye kullanımlara da açıktır. Yeni teknolojilerin sunduğu nimetlerden, bazı olumsuz yönleri de var diye vazgeçemeyiz. Ölümcül uçak kazaları oluyor diye uçaklar yerden gitsin diyemeyiz. Ya da uçaklar en fazla 90 km hızla gitsinler ki, kaza yaptıklarında ölüm oranı düşsün de diyemeyiz. Aynı şekilde teröristler İnternet'i haberleşme için kullanıyorlar diye İnternet'teki tüm haberleşmeyi izlemeye kalkamayız, İnternet kafeleri kapatamayız, İnternet'in yaygınlaşmasını yavaşlatmaya kalkışamayız. Demir perdeler arkasına saklanıp, dünyadan kopmanın hiçbir işe yaramadığını herkes biliyor artık.
Aynı şekilde terörist saldırıların planları bir ilde yapıldı diye o ili de suçlayamayız. Suçlarsak İstanbul'da terör eylemleri gerçekleşti diye İstanbul'da yapılacak futbol maçlarını başka şehirlere aldıran UEFA'nın düştüğü duruma düşer, teröristin ekmeğine yağ sürmüş oluruz.
Bingöl ilimiz, adının terörle birlikte de olsa bu denli gündeme gelmiş olmasını çok iyi kullanmalı. Ben Bingöl'ü yeni yeni tanımaya başladım. Ve daha hakkında çok az şey öğrenmeme rağmen, hızla aşık oluyorum. Örneğin Bingöl'de içinde yüzen, üzerine çıkıldığında hareket eden adalar olan doğa harikası bir göl olduğunu biliyor mudunuz?
2004 baharı Bingöl'ün turizm baharı olsun...
Ah bir bilgisayarım olsa
Casper Bilgisayar ve Intel çok güzel bir kampanya düzenleyip, ihtiyacı olan ve bu ihtiyacını en güzel şekilde ifade etmesini bilen beş çocuğu hayallerindeki bilgisayara kavuşturmayı hedeflemiş. Kampanyanın ismi ''bi bilgisayarım olsa''. Kampanyaya katılmak isteyen çocukların, anne ve babalarına hitaben neden bir bilgisayara ihtiyaç duyduklarını anlatan bir mektup yazmaları ve bu mektubu kampanya adresine göndermeleri gerekiyordu. İki aylık katılım süresinde 7 bini aşkın mektup gelmiş. Bu mektuplar bir ön elemeden geçirilerek 250'ye indirilmiş ve aralarında benim de bulunduğum 5 jüri üyesine 50'şer adet olarak dağıtılmış. Biz jüri üyelerinden istenen de, payımıza düşen 50 mektubu değerlendirip, bilgisayara en fazla ihtiyaç duyduğuna kanaat getirdiğimiz ve kendini en iyi ifade ettiğini düşündüğümüz birer mektup sahibi seçmemiz.
Çok jüri üyeliğinde bulundum ama üzerimde bu seferki kadar büyük bir sorumluluk yükü hissetmedim. Fazla hak geçmemesi için tüm mektupları eşim Lale ile birlikte okuyup değerlendirdik. Başlangıçta işimiz o kadar zor olmadı. 50 mektuptan 40 küsurunu kolayca eledik. Bazısı çok bilmiş, bazısı çok ukala, bazısı çok şımarık, bazısı büyük birine yazdırtıldığı alenen belli bir üslupla yazılmıştı. Geriye 8 mektup kaldı ki, işte bu sekiz mektup arasından seçim yapmak gerçekten çok zordu. Sekizi de duygu yüklüydü. Sekiz mektubun sahibinin de bilgisayar sahibi olma hayali, bu hayallerini okuyanların içine işliyordu. Sekizi de belli ki, bu kampanyadan da boynu bükük çıkarlarsa, daha yıllar boyu bilgisayar sahibi olamayacaktı. Son seçimi yapmanın günahı benim boynuma kaldı. Seçimimle sevindireceğim kişinin sevabından çok, üzülmesine neden olacağım yedi kişinin günahı yüklendi omuzlarıma.
İlk tepkim, düşünmeden verildiğinden, doğal olarak ilkel bir tepkiydi. Casper Bilgisayar ve Intel sanki daha fazla sayıda bilgisayar hediye edemezler miydi diye kızdım. Bu kızgınlığımın geçmesi için düşünce zincirime bir halka daha genişletmek yeterli oldu. Casper ve Intel kaç bilgisayar verse yeterli olacaktı. On mu, elli mi, yüz mü, bin mi, milyon mu? Türkiye'deki milyonlarca çocuğun mutluluğundan özel şirketler mi sorumluydu, devlet mi? Kaldı ki örneğin Intel 50 bin öğretmene bilgisayar eğitimi vermeye yönelik bir sosyal sorumluluk kampanyası başlatarak, üzerine düşeni fazlasıyla yapmıştı.
Asıl iş devlete düşüyordu. Hadi bakalım devlet baba İnternet'i Türkiye'deki istisnasız her çocuğun ayağına götürecek projeler geliştirmek senin sorumluluğunda. Hadi bakalım hükümet efendi, bilgisayar ve İnternet erişiminden alınan lüks sınıfına giren KDV oranını düşür, hatta tamamen kaldır. Kamusal kullanıma açık bilgisayar merkezleri kur. Türkiye'nin alım gücüne uygun, Türkiye'ye has ekonomik İnternet erişim cihazlarının üretilebilmesi için Ar-Ge teşvikleri yarat. Herşeyi vatandaştan bekleme, biraz da sen çalış...
Öğretmenlerimize uyduruk Q klavye
Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik, geçen yıl yayınladığı ''F klavye genelgesi''nin göstermelik bir genelge olduğu şüphesini doğuran bir uygulamaya imza attı. Hatırlayacağınız gibi bir yıl kadar önce Emre Kongar, Emre Aköz ve Doğan Hızlan ile birlikte, daha birçok yazarın da desteğiyle uyduruk Türkçe ''Q'' klavyeye karşı bir kampanya başlatmıştık. Hıncal Uluç dışında medyanın her kesiminden büyük destek gören Türkçe F klavyeye Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik de sahip çıkmış ve Milli Eğitim Bakanlığı bir genelge yayınlayarak Türkçe F klavyenin bakanlıkça standart kabul edildiğini, okullarda ve eğitimde yalnızca Türkçe F klavye kullanılacağını açıklamıştı.
Genelgenin üzerinden henüz bir yıl dahi geçmemesine rağmen, Milli Eğitim Bakanlığı'nın Intel ile birlikte yürüttüğü dev bir eğitim projesinde Türk standardı F klavyenin değil, uyduruk Q klavyelerin kullanıldığı anlaşıldı. Türkiye'de 50 bin öğretmenin bilgisayar eğitimi almasını ve bu sayede bilgisayarlardan eğitim aracı olarak en iyi şekilde yararalanabilmesini amaçlayan bu önemli projede, bakanlığın kullanılacak donanıma gerekli önemi vermemesini hayretle karşıladım.
Milli Eğitim Bakanı, projede kullanılan klavyelerin uyduruk Q klavye olduğunu, Hürriyet e.yaşam'da yardımcı editörlüğümü yapan ve eğitim laboratuvarının açılış törenine katılan Hüseyin Gönüllü'nün uyarısıyla haberdar oldu. Bakan, klavyelerin yazılım güncellemesiyle değiştirilebileceğini söyledi ama klavyelerin fiziki olarak değiştirilip değiştirilmeyeceği konusunda bir bilgi vermedi. Bu konunun takipçisi olacağız. Bakalım öğretmenlerimiz bilgisayar eğitimini Türk standartlarına uygun F klavye ile mi yoksa uyduruk Q klavye ile mi alacaklar.