7 Mart 2004
Bildik teknoloji ve Türkçe geyiği <B>Cem Yılmaz</B>'ın da diline düşmüş. Geyik şöyle; teknolojiyi adamlar geliştiriyor, buldukları yeniliklerin ismini de onlar koyuyor. Adam olup biz geliştirelim, o zaman adını da biz koyarız. Onlar geliştirdiğine göre, bize onların koyduğu adı kullanmak düşer.
Cem Yılmaz'a bayılırım. Türkiye'nin sadece en büyük ayaküstü komedyeni değil, en saymakla bitmez sıfatla anılası sanatçısıdır. Bu enlerin arasında zeki ve vefakar da var. Doritos A La Turca reklamıyla dehasının tuluatla sınırlı olmadığını, Sadri Alışık ile ilgili demeçleriyle vefasını kanıtladı. Teknoloji ve Türkçe konusundaki bildik geyik muhabbetine, dört dörtlük bir sanatçının da yüz vermesine üzülmem işte bu nedenlerden.
Ben de oturdum ayaküstü bir araştırma yaptım. Kendi geliştirdiğimiz teknolojilere nasıl Türkçe isimler bulmuşuz, şöyle bir göz attım.
Arçelik Direct Drive: Reklamı hatırlayacaksınız. Koca bir salon dolusu çekik gözlü, Arçelik'in geliştirdiği teknolojiye hayran kalıyordu. Bekçi Sırrı, Arçelik'in Japonlar'a bile şapka çıkarttıran buluşunun ismini unutuyor, çizgi film marifetiyle yaratılan sözde teknolojik robot Çelik'in hatırlatmasıyla sahneye fırlayıp, üstün Türk teknolojisinin adını çığıra çığıra dans etmeye başlıyordu. Peki neydi bu Türk icadının adı? ''Direct drive''... Türk mühendisleri araştırmış bulmuş, Türk pazarlamacılar adını koymuş, Bekçi Sırrı unutmuş...
Vestel Replay TV: Vestel bir televizyon geliştirmiş, dillere destan. ABD'de Silisyum Vadisi'nde Vestel'in Türk mühendisleri tarafından geliştirilen televizyon, dünyanın ilk sayısal kayıt yapan televizyonuymuş. Ben demiyorum Vestel'in halkla ilişkiler bülteninde ve bu bültene dayanılarak yapılan, manşetlere kadar çıkan gazete haberlerinde deniliyordu. Bu muhteşem Türk icadının adını mı merak ettiniz? ''Replay TV''... İşin garibi, Vestel'in bu iddiayla ortaya atıldığı tarihte, Panasonic'in aynı özelliklere sahip televizyonu kendi sitesinde çoktandır tanıtılıyordu. Üstelik Replay TV bu teknolojinin mucidi ABD'li şirketin adıydı (www.replaytv.com).
Otosan Ecotorq: İlk Türk feza pilotu Apo'yu hatırlar mısınız? Unutulmaz çizgi roman kahramanı Yüzbaşı Volkan'ın yaratıcısı Ali Recan'ın daha az tanınan bir kahramanıydı. Peki ilk Türk dizel motorun adı nedir dersiniz? Ford Otosan'ın Türk mühendisleri tarafından üretilen lisans ve mülkiyet hakları yüzde 100 bir Türk firmasına ait ilk dizel motora takılan isim Ecotorq. Hani sanki ''Ekotürk'' diyeceklermiş de utanmışlar, dilleri varmamış...
Yamaha Galaxy ve Solaris: Türk mühendisleri tarafından geliştirilen ve sadece Türkiye'de üretilerek dünyaya ihraç edilecek iki motosikletin isimleri Galaxy ve Solaris.
TeknoCar: Haklarını yemeyeyim, en azından ''TechnoCar'' dememişler. www.teknopark.gen.tr/htm/teknocar/ adresinden öğrendiğime göre, içerisinde bulunan dahili GPS modülü ile dünya üzerindeki pozisyonunu hassas olarak tayin eden ve GPRS üzerinden İnternet'e bağlanarak, merkeze raporlayan bir sistemmiş.
Doritos A La Turca: Gelelim Cem Yılmaz'ın reklamını yazıp, oynadığı Türk buluşu ürüne. Doritos A La Turca, belki teknolojik değil ama rakip çatlatacak kadar orijinal ve bir o kadar da Türk bir buluş. Peki ama neden ''Alaturka'' değil de ''A La Turca''. Doritos Alaturka dense çok mu alaturka olurdu? Üstelik ''alaturka'' kelimesi İtalyanca ''alla Turka''nın Türkçeleşmiş hali. İtalyanca'dan ''alla Turka''yı almışız, Türkçeleştirip ''alaturka'' yapmışız, şimdi Frenkçeye özenip ''A La Turca'' yapıyoruz. Şiştim vallahi, bu kadarı kepek yaptı.
Sürübotlar geliyor
Karınca ya da arı oğulları gibi sürü halinde hareket eden moleküler robotların damarlarımızda dolaşacağı günlere hazır olun.
Bilmem kaç gigahertz hıza ulaşmış işlemcileri, fotoğraf çeken cep telefonlarını, Merih'te izi bulunan suyu boş verin. Asıl teknolojik devrim minyatürizasyon alanında yaşanıyor. Nano teknoloji olarak anılan alanda çalışan bilim adamları molekül büyüklüğünde bilgisayarlar yaratmak için tek tek atomlar üzerinde çalışıyorlar.
Bilim adamları moleküler bilgisayarların, robot gibi kendi kendilerine hareket etmelerini de amaçlıyor. Hedef moleküler robotlardan oluşan sürülerin, karınca veya arı oğulları gibi, belirli bir hedefe yönelik ortak hareket etmesini sağlamak. Sürübot olarak adlandırılan bu minyatür robot sürüsüne yapay zeka kazandırmak için de karınca algoritmalarından yararlanılıyor.
Karıncalar bilindiği gibi bireysel zekası olmayan yaratıklar. Ancak ortak hareket ederek karmaşık işlere imza atabiliyorlar. Örneğin karşılaştıkları bir engeli aşmak için, birbirlerine tutunarak canlı köprüler bile inşa edebiliyorlar. Buna sürü zekası deniliyor.
Yapay zeka geliştirmeye çalışan yazılım uzmanları, böcek oğullarına sürü zekası kazandıran davranış biçimlerinden esinleniyorlar. Bu amaçla bağımsız yazılım ajanlarına belirli davranış algoritmaları yükleniyor. Her ajan belli durumlarda nasıl davranacağını biliyor. Örneğin tıkalı bir damarı açmak üzere, hastanın damarlarına enjekte edilen binlerce, milyonlarca moleküler robota temel davranış kuralları yükleniyor.
Sürübotlardan hiçbiri yapacağı işin ne olduğunu bilmiyor. Ancak örneğin herbiri ne yöne doğru gideceğini, vücut içinde yol bulmak için hangi verileri değerlendireceğini biliyor. Tıkalı damara gelindiğinde nasıl yardımlaşacaklarını da biliyorlar. Birbirleriyle haberleşip, toplanan verilere sürü halinde tepki verebiliyorlar. Böylece tek başlarına yapamayacakları bir görevi sürü halinde yapabiliyorlar.
İçimde biri mi var
Uzmanlara göre damarlarda dolaşıp kanserli hücreleri yok eden, damarları açan, virüslerle mücadele eden minyatür robotların üretilebileceği yıllar çok da uzak değil. Ancak nano teknolojiden yararlanılan çeşitli ürünler şimdiden hayatımıza girmeye başladı bile. Wilson’ın Double Core tenis topları, plastik kaplamasında kullanılan nano parçacıklar sayesinde diğer tenis toplarına göre iki kat uzun ömürlü. Procter & Gamble nano teknolojiden yararlanarak çok daha iyi ultraviyole koruması sağlayan güneş kremi üretti. Kodak'ın EasyShare LS633 sayısal fotoğraf makinesi, gün ışığında parlak görüntü veren ekranını, nano teknolojik karbon moleküllere borçlu. ABD'li ünlü moda markası Eddie Bauer tarafından kullanılan kırışmaz kumaşın ardında da nano teknoloji yatıyor. Kumaşın üzerinde mikroskobik milyarlarca tüy bulunuyor. Tüyler kumaş üzerinde, kırışmayı önleyen ince bir hava yastığı yaratıyor.
Romana konu oldu
Nano teknoloji üzerinde çalışan bilim adamlarının geliştirmeye çalıştığı sürübotlar çok satan bir romana da konu oldu. Jurassic Park'ın yazarı Michael Crichton'ın son romanı ''Prey'' kontrolden çıkan sürübotları konu alıyor. Yakında Türkçe'ye de çevrilecek romanın, her Crichton romanı gibi filme çekilmesi bekleniyor.
Sentez şarap
Geçtiğimiz haftalarda Türk şarapçılığındaki sevindirici gelişmelere örnek olarak Gülor'un Şayeste ile sofra şarabında yakaladığı kaliteyi göstermiştim. Doluca'nın halkla ilişkilerinden bir şişe şarap geldi. Karma isimli yeni ürün serilerinden bir örnekmiş. Gülor'un cinsault-merlot kupajı Şayestesi'ni beğenmemden olacak merlot-boğazkere kupajı Karma'dan göndermişler. Şarap sever dostlarımın olduğu küçük bir yemek davetine yanımda götürdüm. Herkes beğendi. Doluca, Karma serisinde yerel üzümleri, dünyanın ünlü şaraplık üzümleriyle harmanlayarak yepyeni lezzet arayışlarına girmiş. Merlot-boğazkere füzyonu çok başarılı. Meyvemsi yeni dünya şaraplarını, gövdeli Fransız'lara tercih eden zevkime fazlasıyla hitap etti. n doluca.com
Hayrola Motorola
Motorola, V70 modeliyle başlattığı döner kapak süksesini V80'le devam ettiriyor. Egzantrik bir şıklıkla dikkat çekmeyi sevenleri hedefleyen döner kapak tasarımı, V80'le birkaç adım daha öne çıkmış. Parmağın tek bir hareketiyle 180 derece dönerek açılan kapak, 65K renkli TFT ekrana sahip. Fotoğraf da çekebilen Motorola V80, MaviDiş özelliğine sahip ve MP3 ses dosyalarını zil sesi olarak kullanabiliyor. Arayan kişinin kimliğine göre farklı renklerde sinyal vermeye ayarlanabilen telefonla Java oyunlar da oynanabiliyor.
Vatan Gazetesi müneccim mi
Okurum Canok Abisel dikkatimi çekti. Vatan Gazetesi'nde 22 Şubat'ta yayınlanan Yücel Dönmez imzalı habere göre ABD'de yaşayan Türk mühendis Ümit Özgüner'in icat ettiği robot kamyon Mojova çölünü sürücüsüz geçmiş ve Özgüner bu buluşuyla Pentagon'a bağlı DARPA’nın düzenlediği yarışmada bir milyon dolar ödül kazanmış. Haber tam bir asparagas. Çünkü yarış henüz yapılmadı bile. Yarış 13 Mart'ta yapılacak. Üstelik kamyon Oshkosh firmasının Amerikan Deniz Piyadeleri için imal ettiği bir model. Özgüner yarışmaya Oskosh ile birlikte katılıyor. www.darpa.mil/grandchallenge/index.htm
Nokia kavuşturur
Pakize Suda adıyla tanışmam Ece'nin yıllar önce gazetelere verdiği ''Pakize At the Water'' ilanlarına dayanır. Ama daha geçen güne kadar sahnede hiç seyretmemiştim. Nokia'nın verdiği bir basın daveti sayesinde geçen akşam seyretme olanağı buldum. Huysuz Virjin'in yüzde yüz kadın versiyonu. Muhteşem bir performans ve nasıl geçtiğinin farkına varılamayan eğlenceli saatler... Fotoğraftaki delikanlı mı kim? Radikal'in, vücut kütlesinin bir yılda yarısını veren, yakışıklı ve başarılı teknoloji editörü Serdar Kuzuloğlu... Serdar da ayaküstü şovmenlikte oldukça iyidir hani. Pakize Suda ile gece boyu atıştılar. Sonunda da barıştılar ve objektife bu pozlarıyla yakalandılar. Adeta Nokia'nın sloganını hatırlattılar: ''Nokia Connecting People-Nokia kavuşturur''. Bu arada Türkstar yapımcısına da benden bir tüyo; ileride yeni jüri üyeleri gerekirse Pakize ve Serdar biçilmiş kaftan, kaçırmasın.
Yazının Devamını Oku 29 Şubat 2004
Bu e.dönüşüm Türkiye Projesi'nin gizli kapaklı gidişatından hafif çapta nem kapmaya başladım. Hükümetin iyi niyetinden kuşkum olduğundan ya da <B>DPT</B>'nin becerisine inanmadığımdan değil. Tam tersine hükümetin bu konudaki kararlılığından ve DPT'nin becerisinden en ufak bir şüphem bile yok.
Acaba diyorum e.dönüşüm Türkiye Projesi bilişim sanayicilerinin, iş adamlarının tekelinde, halktan ve aydınlardan kopuk olarak mı ilerleyecek? Proje bilişim sektörünün çıkarlarına hizmet etmekle mi kalacak?
Kuşkulanmaya başlamamın nedenlerinden ilki; Bilişim Sanayicileri ve İşadamları Derneği'nin (TÜBİSAD) ardından Türkiye Bilişim Vakfı'nın da (TBV) konuyu kamuoyuna taşımak için, bilişim ve bilgi toplumu konularında yeterince bilgi ve deneyim sahibi olmayan yazarları kullanmaya kalkması.
TBV Başkanı Faruk Eczacıbaşı'nın, geçen hafta yapılan e.dönüşüm Türkiye İcra Kurulu toplantısında yaşanan gelişmeleri aktarmak için, bilişim gibi uzmanlık isteyen bir konuda bilgi birikimi ve deneyimi olmayan ekonomi dedikodusu yazarlarını seçmesi ilginç geldi.
İlginç geldi çünkü TBV başkanı bu gibi konularda, başı sıkıştığında genellikle konusunun uzmanı muhabirlere, editörlere, köşe yazarlarına başvururdu. Normali de budur zaten. Türkiye'de yayınlanan tüm büyük gazetelerde, bu konularda uzmanlaşmış gazeteciler var. Editör olarak Sabah'ta Timur Sırt, Milliyet'te Şükrü Andaç, Hürriyet'te Hüseyin Gönüllü, Zaman'da Mehmet Sakin, Akşam'da Serhat Ayan, Nevzat Basım, yazar olarak ben varım. Küçük gazetelerin bazılarında bile bilişim konusunda uzmanlaşmış isimler mevcut. Örneğin Radikal'de Serdar Kuzuloğlu, Yeni Şafak'ta Melih Bayram Dede, Dünya'da Engin Gedik çalışıyor. Bu isimlere ek olarak bilişim konusunda uzmanlaşmış muhabirler de var.
Peki TBV başkanı bilişim konusunda uzmanlaşmış bunca isim varken, neden ekonomi dedikodusu yazarlarını seçiyor? Aşk maceraları, konsmatrislik anıları, restoran kritikleri, seyahat günlükleri, iş dünyası dedikoduları, mektup, e.posta ve telefonla gelen ihbarlar gibi hem müşterisi bol, hem yazması kolay alanlar varken yıllardır bilişim gibi bir konuda uzmanlaşan, gazetelerde var olma savaşı veren bilişim gazetecilerinin uzmanlıklarından saklamak istediği bir şeyler mi var? e.dönüşüm Türkiye Projesi konusundaki mesajlarının sorgulanmadan, kurye gibi taşınmasını mı hedefliyor acaba?
e.dönüşüm şeffaf olmalı
Kuşkumu kamçılayan ikinci neden ise e.dönüşüm Türkiye İcra Kurulu'nun yapısı. Kurulun başkanlığını Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener üstleniyor. Üyeleri ise Sanayi ve Ticaret Bakanı Ali Coşkun, Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım, Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarı Ahmet Tıktık ve Başbakan Müşaviri Fikret Nesip Üçcan... Buraya kadar herşey güzel, hiçbir diyeceğim yok. Sorun toplantılara katılabilecekleri açıklanan Danışma Kurulu'nun yapısında. TÜBİTAK tamam, Telekomünikasyon Kurumu, Türk Telekom da tamam. Ama sivil toplum kuruluşu olarak sadece sanayicileri ve iş adamlarını temsil eden kurumlara yer verilmesi çok yanlış. Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği, Türkiye Bilişim Vakfı, Türkiye Bilişim Derneği ve Türkiye Bilişim Sanayicileri Derneği; bilgi toplumuna dönüştürülmesi hedeflenen koca Türkiye'yi temsil etmekte ne kadar yeterli olabilir?
Kuşkumun üçüncü nedeni ise toplantıların yeterince şeffaf olmaması. Basına sadece yarım saatlik bir bölümünün açık tutulması, toplantı tutanaklarının basın bülteni olarak dağıtılmaması ve İnternet'te yayınlanmaması.
Tüm bu nedenler e.dönüşüm Türkiye Projesi'nin bilişim sektörünün kıskacına girdiği endişesine kapılmama yol açıyor. Öte yandan hükümetin ve Başbakan’ın bu konudaki iyi niyeti ve kararlılığı, DPT'nin beceri ve performansını kanıtlamış olması yüreğime su serpiyor. Projenin çok iyi hasırlanmış bir sitesinin olması da artı bir puan: n bilgitoplumu.gov.tr
Cepçilerin Cannes karnavalı
Fransa'nın festivaller şehri Cannes bu kez cep telefoncularını ağırladı
Fuarın Türk gözdesi
Dünyanın en büyük cep telefonu etkinliği 3GSM Kongresi ve Fuarı'nda teknoloji şovu yapan firmalar arasında bir Türk firması da vardı. Telenity bu yıl fuara üçüncü kez katılıyordu. Geçen sene tanıttıkları ve dünyaya sattıkları teknolojileri yine bu sayfada yazmıştım. Telenity bu sene teknolojide daha da ileri gitmiş. Örneğin dünya devi HP ile küresel bir anlaşma imzalamış. Bu anlaşma dahilinde Telenity'nin Servis Dağıtım Platformu (SDP), HP Open Call ürün ailesine entegre edilerek, tüm dünyaya HP tarafından pazarlanacak.
Öte yandan Telenity'nin fuarda tanıttığı ürünlerden Akıllı Reklam, ziyaretçilerin yoğun ilgisini çekti. Bu uygulama ile gazete ve dergilerde yayınlanan ya da reklam panolarına yapıştırılan reklamlarda bir servis numarası veriliyor. Tüketici cep telefonundan bu numarayı aradığında ürün hakkında ses, yazı, resim ve video formatlarında bilgi alabiliyor. Örneğin satılık bir ev ilanında verilen numarayı arayan kullanıcı ev hakkında yazılı olarak daha detaylı bilgi alabildiği gibi, multimedya mesaj destekli bir telefonu varsa evin fotoğraflarını ve video filmini de izleyebiliyor. Telenity'nin bir başka ürünü olan Multimedya Mesaj tabanlı içerik yönetim çözümü ise Nokia, Ericsson, Motorola ve Microsoft gibi sektörün önde gelen firmalarının katıldığı MMS Şovu'nda yer aldı.
n telenity.com
Kıskananlar çatlasın başta da Hıncal Uluç
İki hafta önce Hıncal Uluç'un kendi gazetesi Sabah'ın binasında fosur fosur sigara içilmesini eleştiren yazısına destek veren bir yazı yazmış ve durumun Hürriyet binasında da farklı olmadığını belirtmiştim. Basının kendini düzeltmeden, toplu kullanıma açık yerlerde sigara içilmesi ilkelliğiyle savaşmasının mümkün olmayacağına dikkat çekmek istemiştim. Hürriyet binasında bu hafta her kata bir sigara odası inşasına başlandı. Bu odalar dışında sigara içilmeyecek. Hürriyet böyle çağdaş bir zihniyetle yönetiliyor işte. Sizin cepheden ne haber Sevgili Hıncal Uluç?
n sigara.gen.tr
Gazetenin gücü
Gazetelerin desteği olmadan televizyonun gücü güdük kalır. Bunun en iyi kanıtı da Türkiye'ye yeni pop müzik yıldızları kazandıran yarışma programı oldu. Hatırlayacaksınız yarışmanın ilk maratonunda gazeteler ilgi gösterene kadar yarışma programının esamisi dahi okunmuyordu. Ne zaman ki başta Hürriyet olmak üzere gazeteler ilgi gösterip, yarışmacıların farklı yönlerini haber yapmaya başladılar, programın reytingi roket gibi fırladı. Yeni ismi Türkstar olan programın ikinci maratonu ekranlarımızı bu haftadan itibaren şenlendirmeye başladı. Yarışmayı televizyondan, çok daha fazlasını gazetelerden izlemeye başlayabiliriz.
n kanald.com.tr/turkstar/
Beşi bir yerde
Alcatel fuarda beş yeni ürününü tanıttı. Alcatel'in yeni ürünleri özellikle çok pratik kullanımlı mönüleri ve tasarımlarıyla dikkat çekti. Tanıtılan yeni modellerden One Touch 756, tam bir multimedya canavarı. Fotoğraf ve sesli video çekme özelliği olan model 262 bin renk destekli TFT ekrana sahip. One Touch 835 ise Alcatel'in açılır kapaklı, iki ekranlı modeli. One Touch 556 video kaydına yönelik yüksek belleğiyle dikkat çekerken One Touch 735i oyun tutkunlarına hitap ediyor. One Touch 332a ise renkli ekran ve gelişkin özellikleri ekonomik bir etiketle sunuyor. n www.alcatel.com
Erkekler sarışın sevmez
Erkeklerin sarışınlardan hoşlandığına dair efsane, 3GSM Kongresi'nde açıklanan bir araştırma sonucuyla yerle bir oldu. Avrupa'nın en yaygın ve en hızlı büyüyen sanal cemaatinin kurucusu Saw-You kullanıcılarının tercihleri, erkeklerin daha çok kumralları tercih ettiğini gösteriyor. İnternet ve cep telefonuyla katılınabilen Saw-You sisteminin kullanıcıları, sisteme üye olurlarken kendilerine ''Weemee'' isimli sevimli bir çizgi karakter yaratıyorlar. Kullanıcılar aynı şekilde bir ideal eş portresi de çiziyorlar. Saw-You'nun 25 bin üyenin tercihleri üzerinde yaptığı araştırmaya göre erkekler kendileri için yarattıkları ideal eş portresinde sarışınları değil, kumralları seçmişler. Araştırmada çıkan diğer sonuçlara şöyle:
n Kadınların...
Yüzde 40'ı müzik seven
Yüzde 15'i futbol seven
Yüzde 80'i sakalsız erkekleri tercih ediyor
n Kadınlar mavi gözlü erkekleri
Erkekler yeşil gözlü kadınları tercih ediyor
n Sigara içmeyenlerin yüzde 90'ı
Sigara içenlerin yüzde 50'si sigara içmeyenlerden hoşlanıyor
n www.saw-you.com
Yazının Devamını Oku 22 Şubat 2004
Dünya bilişim endüstrisinin, hevesli bilişim sübyanlarını kandırmak için başvurduğu Hint ve Çin mucizesi gazına gelip, yazı döşenmeye kalkan yazarlar arasına <B>Cüneyt Ülsever</B> de katıldı. Ülsever 18 Şubat'ta Hürriyet Gazetesi’nde yayınlanan yazısını ''Bilgi teknolojisi üretmeyen hiçbir ülkenin 21. yüzyılda 1. ligde yeri yoktur'' incisiyle bitiriyor ve ünlem işaretiyle süsleyerek, kurduğu önemli cümlenin gözlerden kaçma olasılığını azaltmaya çalışıyordu.
Dünya bilişim endüstrisinin, az gelişmiş ülkelerdeki pazarlamacı temsilcilikleri aracılığıyla yaymaya çalıştığı ideolojiye daha önce sık sık değinmiştim. Tartışmaya Emre Kongar, Emre Aköz ve Haşmet Babaoğlu gibi yeni nesil, gerçek aydın yazarlardan da katkı gelmişti. Öte yandan Hint ve Çin masallarına kanan gazetecilerin sayısı da ne yazık ki artmaya devam etti. Bu artış, Türkiye'yi ucuz fason üretici yapmak isteyenlerin ekmeğine yağ sürüyor.
Bilişim konusunda sahip olduğumuz başka batıl inançlar da var. Bunlara da sık sık değiniyorum. Ama şimdi yeri gelmişken Hint ve Çin masallarının temelini oluşturan batıl inançların üzerinden bir kez daha geçme ihtiyacı duyuyorum...
n Bilişim toplumu olmanın şartı güçlü bir bilişim sektörüne sahip olmak değildir. Bilişim toplumu olmak için gerekli şart, küresel ekonomide uluslararası rekabet avantajları yaratmak üzere bilişim teknolojilerinden her sektörde en iyi şekilde yararlanmanın yaratıcı yollarını bulmak ve uygulamaktır.
n Bilişim sektörünün güçlü olması bir ülkeyi bilgi çağına taşımaz. Bazı durumlarda ve çoğunlukla kolaylaştırıcı bir katalizör görevi görebilir ama garantisi değildir.
n Fason üretim yapmak, teknoloji üretmek değildir, teknolojik ürün üretmek demektir.
n Bilişim de tıpkı tekstil, turizm, otomotiv, gıda gibi bir sanayi koludur. Bilişim sektörünün gelişkin olması, bir ülkenin bilgi toplumu olma seviyesini değil sanayi toplumu olma seviyesini artırır.
n Hükümetin bilişim sektörünü desteklemesi, Türkiye'nin sanayileşme düzeyini artırır. Bu da iyi bir şeydir tabii ki ama bilgiye dayalı yeni bir dünyanın temellerinin atıldığı günümüzde asıl hedef olmamalıdır. Asıl hedef bilgi teknolojilerini kamu ve özel sektörde, eğitimde ve evlerde en iyi şekilde kullanmanın yenilikçi yollarını bulmak ve uygulamak olmalıdır. Bu yapıldığı takdirde bilişim sektörü de doğal olarak kendiliğinden büyümüş olacaktır. Kısacası bilişim sektörünü büyütmek hedef değil, hedefin doğal bir yan sonucu olmalıdır.
Biz bu tartışmaları yaparken, dünya bilişim sektörünün sözcüleri de Türkiye'yi ucuz maliyetli fason üreticileri arasına katmaya yönelik lobi faaliyetlerini durdurmadılar elbet.
Bu güçlü lobinin son kurbanı da Cüneyt Ülsever olmuş. Türkiye'yi 21. yüzyıla hazırlayacak olmazsa olmaz koşullardan biri olarak bilgi teknolojileri üretmeyi saymış. Ama yazısında verdiği Hint ve Çin örnekleri teknoloji üretimiyle ilgili değil, bilgi teknolojisi ürünlerinin fason üretimiyle ile ilgili. Hele yazısının sonunda en vurucu örnek olarak seçip verdiği Çin firması Legend'ı kim kulağına fısıldadıysa, Ülsever'in fena halde faka basmasına neden olmuş.
Ülsever, Legend'ı yazılım sektöründe Çin'in HP, IBM gibi devler karşısındaki kahramanı olarak göstermiş. Ama kulağına fısıldananlarla yetinmeyip şirketin İnternet sitesine girse, Legend'ın yazılım şirketi değil donanım montajcısı bir şirketten ibaret olduğunu görebilirdi.
İş fikirleri ve teknoloji Dubai'de açılan HP İcat Merkezi'nde buluşacak
Yallah icat merkezine
Diyelim aklınıza parlak bir fikir geldi. Örneğin yönetim kurulu başkanı olduğunuz hastanede, her şeyi otomatize etmek istiyorsunuz. Doktorlar ellerinde tablet bilgisayarlarla dolaşsınlar, hastaya yapılan her işlem, uygulanan her test, verilen her ilaç anında veritabanına geçsin. Hasta ve doktor bu verilere diledikleri anda, evden hatta sokaktan bile ulaşabilsinler. Bir kriz anında doktor ve hasta nerede olurlarsa olsunlar irtibata geçebilsinler. Böylesi pahalı bir sistemi ne gibi teknolojiler kullanarak, hangi modele göre çalıştıracağınızı, sistemi kurmadan test etmenin yolu olsa ne kadar güzel olurdu değil mi?
Böyle bir olanak artık var. Dubai'de açılan HP İcat Merkezi şirketleri geleceğin teknolojik çözümleriyle buluşturmayı, akıllarına gelen yeni fikirleri test etme olanağı vermeyi amaçlıyor. HP bu merkezlerden ilkini geçen sene İsviçre'nin Cenevre kentinde açmış. Dubai'de bu hafta başında açılan merkez, HP'nin dünya çapındaki ikinci İcat Merkezi.
Dubai'deki merkezin daha çok hangi tip iş modellerine, hangi sektörlere hitap edeceğini HP müşterilerinden gelen talepler belirleyecek. Ancak açılmadan önce kendi kendini test eden merkezde bugüne kadar sağlık, finans ve kamu sektörlerine yönelik çeşitli modeller üzerinde çalışmalar yapılmış, çeşitli senaryolar test edilmiş, bazı teknolojik çözümler üretilmiş bile.
Yeni iş fikirlerine yönelik yatırım yapmak isteyen Türk şirketleri diğer pekçok ülkeye göre çok şanslı. Hem Cenevre'deki hem de Dubai'deki İcat Merkezlerine yakın olmanın verdiği bir avantaj bu. Bu yakınlık sayesinde Türk şirketleri, uygulamayı düşündükleri iş modeline göre her iki merkezden birini seçebilecekler. Belki bir gün bizim de bir İcat Merkezi'miz olur. Yenilikçi iş modellerine rağbet eden Türk şirketlerinin sayısı artar, devlet de bu gibi merkezlerin açılmasını teşvik edici kolaylıklar sağlarsa, neden olmasın?
Deniz ve çöl
Türk yüksek sosyetesinin teşhirci alt tabakasının ayılıp bayıldığı yeni tatil mekanı Dubai tam bir boyalı rüküş merkezi. Şatafat havalimanından başlıyor. Taksiye bindiğinizde, içi soğan kokan, leş gibi döşemeli taksiler yerine tertemiz, lüks otomobillerde, temiz pak şoförlerle muhatap oluyorsunuz. Sıvasız, damsız değil tertemiz boyalı, güzel mimarili binalar arasından şehre ulaşıyorsunuz. Yıvışık pisliği Sahra Çölü'nden gelen tozlarla açıklanan İstanbul'a karşılık, çölün tam üstünde kurulu Dubai tertemiz bir şehir izlenimi veriyor. Kadınlar dekolteli elbiselerle dolaşıyor, restoranlarda, barlarda içki sebil gibi akıyor.
Ama tüm bunlar süslü bir makyajdan ibaret. Birleşik Arap Emirlikleri'nin hukuk sistemi şeriata dayalı. Müslüman olmayanlara uygulanmayan şeriattan kaçış Türkler için mümkün değil. İçki ise turistik oteller dışında satılmıyor. Dubai'de öyle ayılıp bayılacak hiçbir şey yok. Tabii dünyanın en pahalı otelinde kaldım diye hava atmak değilse niyetiniz...
İnternet şehrinin yeni yıldızı
Dubai Gelişim ve Yatırım Otoritesi Yönetim Kurulu Başkanı Mohammed Al Gergawi HP'yi bölgeye yaptığı yatırım ve verdiği değer için kutladı.
HP İcat Merkezi, Dubai'nin teknoloji üssü olan İnternet Şehri isimli bölgesinde açıldı. Dubai İnternet Şehri, uluslararası şirketleri çekmek için pekçok avantaj sunuyor. Serbest bölge içinde kurulu Dubai İnternet Şehri dünyanın en büyük ticari İnternet Protokolü Telefonu sistemine ve Ortadoğu'nun en büyük bilişim teknolojileri altyapısına sahip olmakla övünüyor. İnternet Şehri'nde ofis açan şirketler vergiden yüzde 100 muaf tutuluyor. Minimum bürokrasi, kazancın ve sermayenin serbest dolaşımı, telif haklarının korunması gibi avantajlarla, dünyanın teknoloji devleri için çekim merkezi olmuş durumda. Kısacası Türkiye için kaçan bir başka fırsatı simgeliyor. Biz de yapalım demek için artık çok geç. www.dubaiinternetcity.com
Yazının Devamını Oku 15 Şubat 2004
<B>Cem Karac</B>a gibi bir değer varken <B>Firdev</B>s ve <B>Bayha</B>n ile uğraşılıyor, böyle güzel insanlar ise ancak ölümleriyle gündeme geliyor, demiş genç rock’çı <B>Kıraç</B>. Hiç hayıflanmasın, böylesi aslında daha iyi. Tüketim konusunda gelişmiş dünya ekonomilerini yakalayamamış olmanın acısını popüler kültür tüketiminden alır gibiyiz. Önümüze sürülen her şeye Agop'un kazı gibi saldırıp, çekirge sürüsü hızıyla sömürüp, büyük bir maymun iştahıyla bir kenara atmakta üstümüze yok. Bugün popüler olan, herkesin konuştuğu bir dizi, bir TV programı, bir icracı ertesi gün sırra kadem basabiliyor.
Hani Dadı, hani Çocuklar Duymasın? Hani bir de Mirkelam diye bir çocuk vardı. Bir gece ansızın koşarak hayatımıza girmişti. Nerde şimdi bilen var mı?
Hal böyle olunca aman diyorum Allah korumuş, Cem Karaca iyi ki öyle aşırı popüler olmamış. Maazallah değerinin yarısının gerektirdiği kadar popüler olmuş olsa, ölümünden çok önce mezara gömmüş olurduk.
Ama toplumumuzun kadirbilmezliğini görmezlikten gelecek de değilim. Yani diyorum şunun bir ortasını bulsak. Yaşantımıza renk, hayatımıza değer katan değerli, renkli, yenilikçi insanları ölmeden önce de yeterince onurlandırmanın yollarını bulsak.
Mesela diyorum; Nejat Uygur, Ara Güler, Betül Mardin, Erol Büyükburç, Ferhan Şensoy, Bedri Baykam, Ali Poyrazoğlu, Halit Kıvanç, Kenan Işık, Sezen Cumhur Önal, Attila İlhan, Edip Akbayram, Erkin Koray, Cahit Berkay, Emre Kongar, Erol Günaydın, İsmet Ay, Münir Özkul, Çetin Altan, Okay Temiz gibi aklıma bir çırpıda gelen ama sayıları aslında çok daha kalabalık olan kuyruksuz yıldızların onuruna takvim yaprakları atasak. Her takvim yaprağında bir gerçek yıldızı onurlandırsak. Ya da sevdiğimiz yıldızları övmek için illa bir vesile aramasak.
Faça bozan racon
Sabah'ın bitirim çocuğu Savaş Ay, Cem Karaca'nın ölümünün ardından Edip Akbayram'ı hedef aldı. Edip Akbayram ile Cem Karaca arasındaki şahsi kırgınlığı, Cem Karaca'nın eşi İlkim Karaca'nın anlattıklarına dayanarak, tek taraflı bir şekilde gündeme taşımaya kalkıştı. En garibi de yazısını, gazeteci olan sanki kendisi değilmiş, okurlarıymış gibi şu cümlelerle bitirmiş olmasıydı: ''Edip Akbayram böyle şeyler yapmaz diyenler olur. O zaman açıp sorun kendisine. Yanıtı kendisinden alın. Edip Bey yaşıyor ne de olsa.''
Gazeteci olan sen değil misin, sorsana. Bak geçen hafta yazı yazarken babana, pardon bakana bile güvenmemen gerektiği ortaya çıktı. Sen kalkmış ölen bir sanatçının acılı eşinin, kimbilir hangi psikoloji içinde sarf ettiği sözlerle bir başka değerli sanatçıyı karalamaya kalkıyorsun. Gazetecilik etiği bir yana, en başta raconcu imajına yakışmamış.
Değişen medya
Basılı medya, televizyonun etkisiyle yaşadığı değişimin bir benzerini şimdi de İnternet'in etkisiyle yaşıyor. Yeri geldikçe bu değişimin Türk basılı medyasına olan yansımalarına değinmeye çalışıyorum.
İşte bu yazılardan birinde, habere katma değer yüklemenin yakın gelecekte ancak yorumla mümkün olabileceğini söylemiştim. ''Haberde tarafsızlık, giderek uygulanması olanaksız bir ilke haline geliyor. Tarafsızlık ilkesinin yerini, adil taraflılık ve yorumda çıkar gütmemek ilkesi alacak gibi gözüküyor'' demiştim.
Yakın geleceğin medyasında tek tarafın görüşüyle yetinerek, adil olmayan taraflılık yapan yazarlara yer olmayacak. Çıkar gütmeyen, zekice yorumlarla, akıcı bir üslupla yazılmış taraflı ama fanatik olmayan yazılar ön plana çıkacak. Siyaset üzerine paragraflarca ahkam kesen yazılar yok olacak. Türk basılı medyasında bu değişim başladı. Hürriyet'in yazar yelpazesindeki yeni imzalara ve eski imzaların tarzlarındaki değişime bakmak yeterli. Yeni imzaların güzel bir örneği Kanat Atkaya. Eski ustaların tarzlarında yaşanan olumlu değişimin en iyi örneği ise Enis Berberoğlu. Açın bakın bugünkü yazısını, ne demek istediğimi çok iyi anlayacaksınız. İnternet'in çok güçlü etkisiyle değişen medyada daha çok şey değişecek.
Yeter bu sigara ilkelliği
Geçen hafta, hazır Başbakan'ın ABD ziyaretine giden Türk heyetinden uçakta sigara içecek kadar bencil ve saygısız insanlar çıkmışken, yazayım demiştim. Sayfaya koca bir ilan geldi, üç sütun dar alana sıkıştım, yer kalmadı. Ama sigara içenlerin, bu ilkel bağımlılıklarıyla yalnızca kendilerine değil etraflarındakilere de verdiği zararı aslında her gün yazmak lazım.
Sigara ilkelliği ile savaşı biz daha baştan kaybetmiş durumdayız. Sigarayı göstermelik birkaç yerde yasaklamakla bu savaşın kazanılmasına imkan yok.
Geçen hafta Hıncal Uluç da yazdı. Çok uzağa gitmeye gerek yok, biz bu savaşı gazete binalarında bile kazanabilmiş değiliz. Gazete binalarında fosur fosur sigara içilirken, kim anlatacak halka sigaranın zararını, toplu yerlerde sigara içmenin, başkalarına bilerek hastalık bulaştırmaktan farkı olmadığını.
Kusuruma bakmasınlar ama bu ilkelliğin önüne geçilememesinin baş sorumluları da genel yayın yönetmenleri ve gazete patronları. Gazetelerinde ulu orta, kimseden çekinmeden fosur fosur sigara içiliyorsa, bunda onların da ihmali var.
Bir başka suçlu ise devlet. Sigarayla savaşa yönelik göstermelik bir, iki yasak dışında hiçbir girişimi yok. Uçaklarda sigara içmek yasakmış. Palavra. Uçakta sigara içen birine verilebilecek hiçbir ceza yok. Ama ABD'li bir havayolu şirketinin uçağında içmeye kalkın bakalım. Federal suç işlemiş olursunuz.
Türkiye'de tüm işyerleri de dahil, toplu kullanıma açık her mekanda sigara içmeyi yasaklayan ve ağır cezalar getiren bir yasaya çok acil ihtiyaç var. Böyle bir yasa çıkmadıkça, etrafına ölüm saçan katillerden oluşan bir toplum olarak kalmaya mahkumuz.
Kendisi de puro içen Fatih Altaylı'nın, ABD'deki otellerin alarmını Türk heyetinin içtiği sigaraların çaldırmadığını yazması nafile. ''Türk gibi sigara içmek'', yabancı dillere giren bir deyim oldu çoktan... sigara.gen.tr
Vizontele Tuugut 'R'siz...
Koç Net'in düzenlediği özel gösterim kar fırtınasına denk geldi, ertelendi. Davetiyeyi bulmuşken, bir Türk filmine para vermek de o kadar içimden gelmediğinden, seyretmem gecikti. Meğer neler kaçırmışım. Vizontele Tuuba bugüne kadar seyrettiğim en iyi Türk filmi. Filmi birlikte izlediğimiz eşim Lale ve arkadaşlarımız Sami ile Teri de benimle aynı fikirde. Yönetmeni, oyuncuları, tüm ekibiyle ve görüntüleri, kurgusu her şeyiyle dört dörtlük bir film seyrettik. Eksik bulduğum tek yanı, 12 Eylül öncesi ve dönemine fazla tek yanlı bakışı oldu. 12 Eylül öncesi dönemini yaşamayan kuşağın, bu filmi izleyerek varacağı yargılar, hiç de yerinde olmayacaktır. Ama sonuçta Vizontele Tuuba bir belgesel değil, evrensel standartlarda başarılı bir sinema filmi.vizonteletuuba.com
Türk şarabına asalet geldi
Daha birkaç yıl öncesine kadar ağız tadıyla içilebilecek bir Türk şarabı olmamasından yakınırdım. Doluca'nın ikinci kuşak sahibi Ahmet Kutman ve Gülor'un kurucusu Güler Sabancı'nın inatçı ve özenli çalışmaları sonucunda çok güzel Türk şaraplarına kavuştuk. Doluca'nın ''Özel Kav''ında (yeni adı Doluca Kav) eriştiği kaliteye üç yıldır aşinaydım. Gülor'dan ise yıllar öncesinden üzerimde bıraktığı çok kötü intiba nedeniyle hep uzak duruyordum. Çok pahalı ve çok kötü bir şarap izlenimi bırakmıştı Gülor bende. Geçen gün, aradan yeterince zaman geçtiğine karar vererek bir deneyeyim dedim. İyi ki demişim. Gülor Şayeste nefis bir şarap. Gülor'un kendi bağlarından gelme merlot ile Mürefte ve Şarköy yöresinin cinsault üzümlerinden elde edilen şarapların ustaca harmanlanmasıyla yaratılmış. Üstelik etiket fiyatı da çok cazip. Güler Sabancı, inatçı ve özenli çabalarının meyvelerini nihayet almış. Başarılı bir şaraba imza atmak da bunları gerektiriyor zaten: özen ve azim. Yaşasın Güler Sabancı...gulorwine.com
Altın Örümcek başladı
Türkiye'nin İnternet Oscar'ları olarak haklı bir ün yapan Altın Örümcek Ödülleri'ne aday olma ve aday gösterme süreci başladı. DorukNet ve Microsoft tarafından iki yıldır düzenlenen ve üçüncüsü yapılacak Altın Örümcek Ödülleri'nin jürisi bu yıl genişletildi, ödül kategorilerinde bazı değişiklikler yapıldı. İlkinden bu yana jüri üyesi olduğum Altın Örümcek'te birincileri seçebilmek için her yıl olduğu gibi bu yıl da oldukça zorlanacağımızı düşünüyorum. Bakalım Türkiye'nin İnternet ''star''ları bu yıl kimler olacak? altinorumcek.com
Yazının Devamını Oku 8 Şubat 2004
E.imza İnternet gibi elektronik bilgi ağları üzerinden yapılan kağıtsız dosya alışverişlerinde, kağıda atılmış imzaya gerek bırakmayan taklit edilemez elektronik kişisel şifrelere verilen isim. Yasadan önce bu tip elektronik şifreler imza olarak kabul edilemediğinden, yasal geçerliliği olmuyordu. Yasayla birlikte elektronik imza kullanmanın önü açılmış oldu. Ancak görüşlerine başvurduğum konunun uzmanları yasadaki boşluklara ve eksikliklere dikkat çekti.
n Hakan Turgut, Computer Associates Türkiye Genel Müdürü: Kanunda sertifika otoritesi olabilecek kuruluşlar hakkında tanımlar var ama genelde oldukça yüzeysel ele alınmış. Özellikle uluslararası standartlardan, bu işi yapabilecek kişi ve kuruluşların niteliklerinden hiç bahsedilmiyor. Tanım olarak baktığımızda bizim 'Kök SO' diye adlandırdığımız ve tüm Sertifika Otoritelerinin (SO) üstünde kurumların varlığından hiç bahsedilmemiş. Kök SO şunun için gerekli: Siz bir uygulama yaptığınızda veya sertifika ile çalışan bir sistem kurduğunuzda; size ulaşan sertifikanın doğruluğunu kontrol etmek için ülkedeki tüm sertifika otoritelerini kontrol etmek zorunda kalmıyorsunuz. Sertifikanın doğruluğunu Kök SO'ya başvurarak tespit edebiliyorsunuz.
n Çağlayan Arkan, Microsoft Türkiye Genel Müdürü: Genel olarak olumlu bulduğumuz yasanın uygulama aşamasında dikkat edilmesi gereken, yönerge ve yöneltmeliklerle düzenlenebilecek yanlarının olduğu düşüncesindeyiz. Bunlardan bir tanesi sayısal imza ile elektronik imza kavramları arasındaki farktır. Bir diğer önemli gördüğümüz nokta ise sertifika sağlayıcıların işlevlerinin düzenlenmesi konusu. Tasarı hükümleri incelendiğinde, sertifika hizmet sağlayıcılarının akreditasyonuna ilişkin bir düzenlemeye rastlanılmamakta. Oysa bu kurumların sunacakları hizmetin güvenilir, kaliteli ve iyi bir altyapıya dayanıyor olması son derece önemli. Önüne gelen herkesin sertifika hizmeti sunan kuruluş olarak çalışmasını engelleyecek bir teminat tedbirinin mevcut olmamasını da riskli buluyoruz.
n Haldun Pelit: Öncelikle Telekomikasyon Kurulu'nun e.imza teknik altyapısını, kabul görülen standartları ile denetim mekanizmasını ve ne çeşit denetlemelerin yapılacağını belirleyip yayınlaması gerekiyor. Telekomünikasyon Kurumu, sertifika otoritesi (SO) seçim kritelerlerini uluslararası kriterlere göre hazırlamalı ve sertifika verirken cimri olmalı.
n Avukat M. Gökhan Ahi: Kanuna göre, elektronik sertifika hizmet sağlayıcısının nitelikleri yönetmelikle düzenlenecek. Yönetmelik ise Telekomünikasyon Kurumu tarafından hazırlanacak. Hazırlanacak bu yönetmeliklerde, elektronik sertifika sağlayıcının niteliklerinin ve yeterliliklerinin çok iyi belirlenmesi gerekmekte. Önemli olan vatandaşların, şirketlerin ve kurumların bilgilerinin gizliliğidir. Diğer bir husus, vatandaş devlete e.dilekçe verebilecek midir, bu belirsizdir. Nitekim, Dilekçe Kanunu'na göre devlete verilen bir dilekçenin işleme konabilmesi için kişinin adı soyadı, adresi ve imzası gerekmektedir. Kişinin elektronik imzalı dilekçesi işleme konulmayacak mıdır?
n Devrim Sönmez, Probil: Yasada yer alan 21. maddeye göre, kamu kurum ve kuruluşları denetimlerden ve özel sektör için zorunlu tutulan yükümlülüklerden muaf tutulmaktadır. Yasanın bu yönü ile piyasadaki rekabet şartlarını engellememesi gerektiğini ve kamu kurumları ile özel sektör firmaları arasında eşit şartlarda girişim ve denetim koşullarının sağlanması gerektiğini düşünüyorum.
n Avniye Tansuğ, Hukukçu ve İletişim Uzmanı: Sonunda başta AB direktifleri ve modelleri olmak üzere farklı yaklaşım ve modellerden alıntılar yapılmış karmaşık bir kanun çıktı ortaya. Adı gibi. Gerekçesinde 'Elektronik imza gibi genel ve üst bir konuyu düzenledim' diyen kanun, özünde 'güvenlik sertifikası gerektiren sayısal imzayı' düzenliyor. (tansug.com/ dijitalimzayasasi.htm)
Yüzde yüz alaturka
Coca Cola'nın yerli versiyonu alaturka kolanın, benzerler orijinallerini kendi çöplüğünde bile döver mesajı veren fantastik reklam filmi dizisi tüm hızıyla sürüyor. Orijinal markaya karşı milliyetçi söylemlerle pazar payı kapmaya çalışan marka ve kullandığı reklam, kendisiyle çelişmeye devam ediyor. Alaturka kola markasının en başta ismi çelişiyor milliyetçi söylemiyle. Milli kola olma iddiasındaki yeni markada ''Türk'' yerine ''Turca'' kelimesinin geçmesi, abukluklar zincirinin ilk halkası. Bir önceki reklam filminde, Arapça okunan ezanın, Türklük teması olarak kullanılmasını da geçiyorum. Ama son versiyonda ''Dağ başını duman almış'' marşının Türkleşme simgesi olarak kullanılması tavana zirve çekiyor. Türkleşme simgesi olarak kullanılan marşın, ''Üç kız kardeş ormana gidiyor'' diye başlayan İsveç halk şarkısından bozma olması, ilahi bir tesadüf müdür, yoksa dahi reklamcının toplumla dalgasını geçmesi midir karar veremedim. Alaturkalığın bu kadarına da pes doğrusu. Yoksa reklam da bunu mu dedirtmeye çalışıyor?
Sabun köpüğü
Vatan gazetesi, ''Sabun köpüğü neden beyazdır?'' diye sormuş ve yanıtlamış; ''Köpük santimetrenin birkaç milyonda biri kalınlığında olduğundan yüzeyine yeteri kadar boya molekülü sığmaz ve herhangi bir renk oluşmaz''. Radikal'den İsmet Berkan'a göre ise cevap şöyle olmalıymış; ''Katı haldeki sabun, köpürdüğünde ortaya çıkan yeni molekül, ışığı bize beyaz olarak yansıttığı için beyazdır''. Berkan, ders vereyim derken kendi de ders alacak duruma düşmüş. Beyaz tüm renklerin karışımından oluşan bir renk algılaması. Üzerine düşen ışıktaki tüm renkleri geri yansıtan yüzeyler beyaz olarak algılanır. Sabun köpüğü ise beyaz değil, renksiz saydamdır. Yani üzerine düşen ışığın büyük bir bölümünü yansıtmaz ve yutmaz, içinden geçirir. Bu konunun üzerinde durmamın nedenine gelince. Nedenini yine İsmet Berkan yazmış; ''Verdiğim örnek ne basit ne de önemsiz. Yalan bilim ya da bilim kisvesi altında yalan böyle yayılıyor''.
Yazının Devamını Oku 1 Şubat 2004
Geçen hafta ABD Mars'a ikinci robotunu indirirken, biz Türkiye'de elektrik kesintileriyle boğuşuyorduk. Ancak her nedense elektrik kesintisi kepazeliğinden çok, sıkışan trafik konu oldu gazetelerin birinci sayfalarına. Asıl rezalet de böylece fazla elektriklendirilmeden geçiştirilmiş oldu.
Elektrik kesintisi ilkelliğiyle ilgili yazılar ise daha çok köşe yazarlarının kaleminden çıktı. Örneğin Ertuğrul Özkök, ''İstanbul'da elektrik çöktü, doğal gaz gitti, devlet ve belediye yok oldu'', tespitini yaptıktan sonra cep telefonculara teşekkür ediyordu; ''Ama cep telefonları tıkır tıkır çalıştı. Yollardaki o kadar insan aynı anda konuştuğu halde şebekeler çökmedi, hatlar meşgul sinyali vermedi.''
Sabah yazarı Emre Aköz ise, ''Her şeyin başı elektrik!'' başlıklı yazısını şu kıssadan hisse ile bitirmişti; ''Dua etmeye başladım. İşe yaradı: 10 dakika sonra elektrikler geldi. Ve her şey çalışmaya başladı: Telefon, bilgisayar, kalorifer, buzdolabı, müzik seti, hidrofor... Oh be... Dünya varmış.''
Elektrik altyapısının çökmesi, buna karşılık cep telefonu şebekesinin çalışmasından ilham alan bir başka yazar ise Mehmet Altan'dı. Ama Altan, bu tespitten yola çıkarak Özkök gibi teşekkür etmekle yetinmiyor, Aköz gibi herşeyin başının yine de elektrik olduğunu teslim etmiyordu. Bunun yerine konuyu olmadık noktalara götürmeye çalışıyordu. Mehmet Altan'a göre ''elektrik uygarlığının yerini, cep telefonları uygarlığı almıştı''.
''İstanbul'da umacı yüzünü gösteren kış, 'elektrik uygarlığını' anında hezimete uğratıvermiş ama 'cep telefonları' egemenliğine dokunamamıştı. Cep telefonları çalışmaya devam etmişti'', diye yazmış Mehmet Altan.
Yazısının devamında ''cep telefonları uygarlığı''na geçmiş olduğumuz savının kanıtları olarak cep telefonu kullanımının ne kadar yaygınlaştığına dair birtakım veriler sıralamış.
Herhangi bir teknolojinin çok yaygın olarak kullanılıyor olması, o teknolojiye dayalı bir uygarlık kurulduğunun yeterli kanıtı olamaz. Herhangi bir teknolojiye dayalı uygarlıktan bahsedebilmek için, o teknolojinin dönemin ya da bölgenin kültürü üzerinde kendi başına güçlü ve dönüştürücü etkilerinin olması gerekir.
Cep telefonu teknolojisi kendi başına bu denli güçlü etkileri olan bir teknoloji değil. Evet oldukça yaygın kullanılan bir teknoloji ve yaşantımıza pek çok kolaylık getiriyor ama birden hayatımızdan çıksa ne dünya başımıza yıkılır, ne de yaşamımızın akışı değişir.
Elektrik ise öyle değil. Cep telefonu elektriksiz çalışamaz örneğin. Çalışması için bataryasına belli aralıklarla elektrik depolanması gerekiyor. Mehmet Altan, elektrik uygarlığı çöktü ama cep telefonu uygarlığı çalışmaya devam etti diyor. Elektrik uygarlığındaki o çöküntü biraz daha uzasaydı, görürdüm ben cep telefonu uygarlığını. Şarjı bittiği için dut yemiş bülbüle dönen ceptelleri geçtim, elektrik kesintisi boyunca yedek bataryalarıyla çalışan baz istasyonları nasıl devam edecekti hizmet vermeye?
Cep telefonları sadece birer araç. Yüz yılı aşkın bir süredir kullandığımız sabit telefonların bir türevi, doğal bir uzantısı. Yüzyıllık geçmişi olan telefon teknolojisindeki gelişme halkalarından en yenisi. Mehmet Altan'ın mantığına göre, 20 yıl kadar önce birden yaygınlaşarak, çevirmeli telefonların yerini alan tuşlu telefonlara bakıp, 1980'lerde tuşlu telefon uygarlığı yaşadık diye mi tarihe not düşeceğiz.
Eğer illa yeni bir uygarlıktan söz etmemiz gerekiyorsa, bu yeni uygarlığın adı İnternet uygarlığı. Ama Türkiye olarak bizim bu uygarlığı yakalamak için yaptığımız hiçbir şey yok. Bir kar serpintisine teslim olan elektrik altyapımız, elektrik uygarlığının çöktüğünü değil, Türkiye'nin henüz elektrik uygarlığına bile geçmediğini gösteriyor.
Sabah'ın AKP motifli kenar süsü olarak kullandığı Ahmet Hakan, İstanbul'daki kara bağlı trafik karmaşasının sorumluluğunu AKP'nin çekindiği aday adaylarından Ali Müfit Gürtüna'ya atmaya çalışmıştı. Rezaletin, ilkelliğin şahı olan elektrik altyapısının çökmesinin sorumluluğunu ise AKP iktidarının sırtına yüklemek aklına gelmemiş anlaşılan. Sorsan, elektrik altyapısını kısacık iktidar dönemimizde nasıl düzeltebilirdik ki derler. Ama ekonomideki düzelme belirtilerinin, aynı kısalıktaki iktidar sürelerinin eseri olduğuna inanmaktan da geri kalmazlar.
Popstarlar ve pop feministler
Geçen hafta ''Popstar da oyun oldu'' başlıklı yazımda tehlikeli bir iş yapmış ve kehanetlerde bulunmuştum. Kehanetlerim şöyleydi: ''Popstar'dan bu hafta Firdevs elenecek, Armağan ağlayacak, Armağan'la Firdevs birbirlerine aşık olacak''... Üçte iki tutturdum sayılır. Armağan, Ercan Saatçi ''Eledim, eledim, Firdevs'i eledim'' diye bir türkü tutturunca, ya olursa diye korkup ağladı gerçekten. Bu davranışı ve ''Firdevs'le aramızda aşk doğduğuna yönelik İnternet dedikoduları yalandır'' diye beklenmedik bir savunmaya geçmesi, bir aşkın doğma olasılığının yüksek olduğunun göstergesiydi kanımca. Firdevs'in eleneceği kehanetim ise çıkmadı. ''Hep kadınlar oy veriyor, onlar da yakışıklıları seçiyor'', dolmuşuna binip, bir önceki hafta Firdevs'e oy yağdıran pop feministlerin, geçen hafta sıkılacaklarını sanmıştım. Pop feminist ideolojilerine göre banal bir eylem olan, popüler bir yarışmada cep telefonuyla oy kullanmaya bir daha tenezzül etmeyeceklerini varsaymıştım. Yanılmışım, cinsiyet ayrımcılığı yapmanın pop feministler için daha yüce bir değer olduğunu hesaba katmamışım.
Aynı yazımda ''Pop Idol'' isimli bir bilgisayar oyununun çıktığını da duyurmuştum. ''Oyun, yarışma programının yurtdışındaki versiyonuyla aynı adı taşıyor: Pop Idol'', demiştim. Popstar, Pop Idol'ın versiyonu değilmiş. Sadece benzeriymiş. Pop Idol'ın Türkiye'deki yayın haklarının sahibi Fremantle Media Ltd. Genel Müdürü Ayşe Durukan'a bilgilendirmesi için teşekkür ederim.
Pop Idol oyunu için: www.codemasters.com/popidol/
PopStar Türkiye için: kanald.com.tr/popstar/
Popstar Türkiye'nin yabancı versiyonu için: www.popstarsrivals.net/
Kim tutar cipçileri
Bir tipi yağdı, İstanbul'un tipi kaydı. En büyük tehlikeyi de kaymayacağını sanan trafik magandaları yarattı. Kaymayacağını sananzadelerin zincir takmayan, hız yapan, emniyet şeridine girengilleri gazete yazarlarına geçen hafta boyunca bolca malzeme oldular. Ben kaymazzadelerin kaymak tabakası cipçilere değinmek istiyorum.
Dar sokaklarıyla meşhur İstanbul'da bu kadar çok arazi aracı sahibi olmasının nedeni belli. Bu konuya girecek değilim. Bu arazi araçlarını şoförle kullananların sonradan görmeliği de beni ilgilendirmiyor. Ama yağan karı görür görmez, şoförlerine izin verip direksiyon başına geçmeleri ve köyden indim şehire traktörlerinin yüksek koltuğuna tüneyip sürüş testine çıkmalarıyla bir, iki lafı hak ediyorlar.
Karlı hafta boyunca, en çok bu sonradan görme cipçilerden çektim. Çoğu altındakini kar kızağı filan zannediyordu herhalde. Neredeyse hepsi zincirsiz yola çıkmıştı. Yol nispeten açık olduğunda, son sürat gelip, önlerindeki arabanın kıçına giriyor, sellektör yapıp duruyorlardı. Yol kapandığında ise, tepeleme karla kaplı emniyet şeritlerine dalıyor, karşı yola giriyor, trafik terörü estiriyorlardı.
Eskiden bunlara sürat sınırı vardı. Sonra Fatih Altaylı'nın tavsiyesine uyup sürat sınırını kaldırdılar. Bu araçların hepsinin kullanım kılavuzunda, aracın zorlu arazi koşulları için özel olarak üretildiği, bu nedenle normal binek araçları gibi kullanılmaması gerektiği yönünde sürücüler uyarılır. Sürat yapıldığı taktirde devrilme riskinin yüksek olduğu belirtilir. Tabii okuma, yazması olanlara...
Tercümede kaybolmak
Sofia Coppala'nın ''Lost in Translation (Tercümede kaybolmak)'' filmini seyredeli çok oldu. Eylül'de San Francisco'da tanıtım filmlerini görmüştüm. Sofia'nın babası, Baba'nın da babası Francis Ford Coppola'nın, San Francisco'nun biraz kuzeyinde, ünlü şarap vadisi Napa'da yer alan üzüm bağları ve şarap şatosunu (www.niebaum-coppola.com), San Francisco'ya döndükten sonra da şehir içindeki tarihi barını ziyaretim biraz uzun sürünce, zaten yoğun olan programımda filmi seyretmeye vakit bulamamıştım. Filmi seyretmek Ekim'de New York'da nasip oldu. Sofia Coppola'nın komedide yakaladığı farklı tarza hayran kaldım, bu yılın En İyi Yönetmeni Oscar'ına favori adayım olarak kaydettim. Ve oturup filmin Türkiye'ye gelmesini beklemeye başladım. Gelmedi de, gelmedi... Neyse ki bu senenin Oscar adayları açıklandı ve Lost in Translation da birkaç dalda birden aday gösterildi. Artık Türkiye'de de gösterime girer diye düşünüyorum. Bir viski reklamında oynamak üzere Japonya'ya giden ünlü bir artisti canlandıran Bill Murray'in Japon yönetmenle, tercüman aracılığıyla anlaşmaya çalıştığı sahneye özellikle dikkat. Eşimle birlikte gülmekten neredeyse koltuktan düşüyorduk. Ama hemen önümüzde oturan Japonların kıllarının bile kıpırdamadığını da eklemem lazım.
www.lost-in-translation.com/
Yazının Devamını Oku 25 Ocak 2004
Bilgisayarlı yaşam savunucusu <B>Mehmet Barlas</B>'ın yazılarını bilgisayarla değil elle yazmasını hiç yadırgamıyorum. Düşünce her zaman alışkanlıkların önünde koşar. Kağıdın ve kağıda basılı kitapların sonunun geleceğine inananlardanım. Dahası ölü ağaca basılı kitabın tahtına, elektronik kitabı oturtmaya yönelik her türlü girişimin en önde gelen destekçilerindenim.
Elektronik kağıt geliştirme çalışmalarını yıllardır merakla izliyorum. E.kağıt tıpkı bildiğimiz kağıt gibi eğilip, bükülebilen, katlanabilen plastik bir ekrandan ibaret. Yaygın kullanım alanı bulduğunda herkesin e.kağıttan mamul bir e.kitabı olacak. İnsanlar, yaşamları boyunca okumak istedikleri tüm kitapları, dergileri, gazeteleri bu e.kitap üzerinden okuyacaklar, notlarını bu e.kitap üzerinde tutacaklar.
E.kitap tek bir e.kağıt sayfasından oluşacak. Her insanın tüm ömrü boyunca; kaybetmediği, kırmadığı, bozmadığı sürece tek bir e.kitap sahibi olması yeterli olacak.
E.kitap sahibi okumak istediği kitabı, gazeteyi, dergiyi İnternet'ten yükleyecek. Baskı, kağıt ve mürekkep maliyeti sıfır, dağıtım maliyeti de sıfıra yakın olduğundan geleceğin kitapları çok ucuz olacak, gazete ve dergilerin büyük çoğunluğuna ise ücretsiz ulaşılacak.
E.kitap kullanıcısı, e.kağıt ekranına gelen sayfalar üzerinde not alabilecek, beğendiği cümleleri kopyalayıp, saklayabilecek. Üstelik tuttuğu notlar elektronik olarak arşivleneceğinden, daha sonra bu notlar içinde aradığı bilgiye ulaşması bugüne göre çok daha kolay olacak.
Peki bu kadar pratik bir alet bugün piyasaya çıkmış olsa, benim gibi ateşli destekçisi birinin yaşamında, normal kağıdın yerini alabilecek mi? Hayır. Çünkü ben kağıda alışık bir neslin mensubuyum. E.kağıdı bir sonraki nesillerin yararına olduğu için sonuna kadar öveceğim ama kendi yaşamımda yine kağıda bağımlı kalacağım. E.kağıt, kağıdın yerini ancak e.kitaplarla büyüyen neslin döneminde alabilecek.
Bilgisayarlı yaşamın en hararetli savunucularından biri olan Mehmet Barlas'ın yazılarını elle yazmaya devam etmesi de işte bu yüzden bir çelişki yaratmıyor. Keşke Mehmet Barlas'ın neslinin yüzde 10'u da Barlas gibi olsa.
Ama ne gezer. Bakın yazılarını en az Mehmet Barlas kadar zevkle okuduğum Hıncal Uluç bilişim kültürü söz konusu olduğunda kendi entelektüel kapasitesinin ne kadar gerilerine düşüyor; ''Bilgisayara geçmemiz aslında bu ülkedeki işsizlik sebeplerinden biridir'', diyor Uluç, ''Gazeteye konan her bilgisayar en az on kişiyi işsiz bıraktı''.
Yeni Asır'ı bilgisayarlı sisteme geçiren, benim 1995 yılında bu köşeyi yazmaya başlamama önayak olanlardan biri Cafer Yarkent'ti. Ama gazeteye konan her bilgisayarın en az on kişiyi işsiz bıraktığı savı hadi kuyruklu yalan demeyeyim ama abartı sanatının müzayedeye çıkmış hali.
Bilgisayarlı yaşamın insanları işsiz bırakacağı, robotların insanların yerini alacağı gibi paranoyak tezler geçen yüzyılın ortalarında tarihe gömüldü. Eski bilimkurgu romanlarından, filmlerinden başka yerlerde rastlamak mümkün değil...
İşte aynı nesilden gelme iki değerli gazete yazarının bilişim kültürleri arasındaki fark burada. Kaygı verici tezat; Mehmet Barlas'ın bilgisayarlı yaşam kültürünü öven yazılarını elle yazmasında değil, Hıncal Uluç'un bilgisayar düşmanı fikirlerini bilgisayarla yazmasında yatıyor.
Popstar da oyun oldu
Önce tehlikeli bir iş yapayım ve bir kehanette bulunayım. Siz bu yazıyı okurken Popstar yarışmasında bu hafta kimin elendiği belli olmuş olacak. Ben Cuma günü yazarken, sahneye çıkıp performanslarını bile sergilememişlerdi henüz. Kehanetlerim şöyle: Popstar'dan bu hafta Firdevs elenecek, Armağan ağlayacak, Armağan'la Firdevs birbirlerine aşık olacak. ''Popstar da oyun oldu'' başlığına gelince. Bu başlığın yukarıdaki kehanetimle herhangi bir ilintisi yok. Popstar bilgisayar oyunu oldu. Oyun, yarışma programının yurtdışındaki versiyonuyla aynı adı taşıyor: Pop Idol. Oyunda kendi karakterinizi yaratıyor ve Popstar seçilmek için acımasız jürinin önüne geçiyorsunuz. Jüri tabii bizim jüri değil. Ama bakarsınız yakında yerli versiyonu da çıkar.
codemasters.com/popidol
Markalı bilgisayarcılar Erkan Abi’ye ayıp etti
Bilgisayar Kullanıcıları Bilinçlendirme Platformu adı altında birleşerek gazetelere ilanlar veren bir grup bilgisayar markası, Tüketicinin Erkan Abi'sine büyük ayıp etti. Grubun ''markalı bilgisayar kullanma bilincini aşılama'' amacı aslında çok yerinde. Ben de gönülden destekliyorum. Ama amacı marka bilinci yaratmak olan bir ilanda başka bir markayla alay etmek hiç de yakışık almıyor. Grubun gazetelerde yayınlanan ilanında www.tuketicinin-erhanabisi.com adresi kullanılarak, Hürriyet Gazetesi yazarı Erkan Çelebi'nin yarattığı Tüketicinin Erkan Abisi markası hafife alınıyor, alay ediliyor. İlana imza atan Casper, Datateknik, Escort, HP, Vestel ve Symantec firmalarını kınıyor, Tüketicinin Erkan Abisi markasına yaptıkları saygısızlığa derhal son vermelerini umuyorum. Meraklısı için markanın gerçek adresi erkanabi.com. Marka taklitçilerinin adreslerinden lütfen özenle sakınınız.
erkanabi.com
Yazının Devamını Oku 18 Ocak 2004
<B>Serdar Turgut</B>, hafta içinde yayınlanan yazısında Popstar yarışmasındaki oylama sonuçlarını demokrasinin yanlışlığının delili olduğunu iddia ediyordu ve yanılıyordu tabii ki. Türkiye'deki siyasi seçimlerle, Popstar yarışmasındaki seçimleri karşılaştırmak isteyenlerin olaya sadece sosyolojik açıdan değil siyaset bilimi açısından da yaklaşmasında yarar var. Popstar yarışmasındaki oylama sonuçları, demokrasinin ya da toplumsal eğilimlerin değil seçim sisteminin yanlışlığını gösteriyor.
Serdar Turgut yazısında çoğuna katıldığım toplumsal gözlemler yapıyor, ancak bu kadar acı toplumsal gözlemden kafası bulanmış olacak ki, yanlış sonuca varıyor.
Amacın kendisi değil amaca varmak için kullanılan araçlar yanlış olabilir. Seçilen araç, amaca varmak için uygun değilse yanlış araçtır. Seçilen aracın yanlış olması, amacın yanlış olduğunu göstermeye yetmez. Demokrasinin yanlış olduğunu söylemek için de, seçilen seçim sisteminin iflas etmiş olması yeterli değil.
Popstar oylamalarında her hafta sürpriz sonuç çıkmasının çeşitli nedenleri var. Oy gönderenlerin çoğunluğunun kadın olması, jüri yönlendirmelerine gösterilen tepki, duygusallık, başarıyı kıskanma, başarısıza acıma, vesaire, vesaire. Nedenlerin sonuç üzerindeki etkisi her hafta değişen oranlarda oluyor. Değişmeyen tek bir neden var, o da seçim sisteminin yanlışlığı. Daha doğrusu seçim sisteminin, varılmak istenen amaca uygun olmaması.
Popstar'da oylama cep telefonlarından gönderilen kısa mesajlarla yapılıyor. Bu sistemde bir kişi istediği kadar oy kullanabiliyor. Her gönderdiği oyunun kendisine bir maliyeti var ancak bu oldukça düşük bir maliyet. Oy verme sistemindeki bu özellikler, beğendiği adayla daha fazla duygusal bağ kuranların daha fazla oy kullanmasına hizmet ediyor.
Yani A adayını beğenenlerin sayısı 10, B adayını beğenenlerin sayısı 5, C adayını beğenenlerin sayısı 2 olsa bile C adayı birinci olup, A adayı elenebiliyor. Çünkü örneğin A'yı beğenenlerin hiçbiri oy vermeyip, C'yi beğenen 2 kişi 100 oy kullanabiliyor.
Popstar yarışmasının amacı Türk kadınlarından en yoğun sempati toplayacak kişiyi seçmek olsaydı, şu anda kullanılmakta olan seçim sisteminin doğru olduğu söylenebilirdi. Ama amaç Türkiye'nin yıldız olabilecek pop müzik sanatçısını seçmek olunca, seçilen seçim sistemi iflas ediyor. Amaca hizmet eden doğru araç olmadığı ortaya çıkıyor.
Türkiye'nin pop müzik yıldızı yerine arabesk yıldızının seçilmesi olasılığı ortaya çıkınca kavramları eğip bükmeye çalışmak karizmayı kurtarmıyor. Pop, popüler demektir, Türkiye'nin popüler 'star'ını seçeceğiz demek yetmiyor. ''Popstar'', ''popüler yıldız'' demekse, örneğin Tayyip Erdoğan hem popüler hem yıldız. O da ''popstar'' seçilebilirdi öyle mi?
Küçük orta burjuva
Sabah'ın bazı kesimlere yaranmak için kenar süsü olarak kullandığı Ahmet Hakan, ''Burjuva kültürüne sahip olanlar, dünyanın hiçbir yerinde, yaşam tarzı savunuculuğu yapmazlar. Yaşam tarzı savunuculuğu orta sınıfın işidir'', buyurmuş.
Evet, evet... İsmi Ahmet Hakan olanlar Coşkun soyisimlerini kullanmazlar, soyadını imzalarında kullananlar adı Ahmet Hakan olanlardır. Orta sınıf kafelere gitmez, küçük burjuvanın tercihi Bebek'teki Le Petit Cafe'dir.
Mağluptur bu yolda galip
Fatih Altaylı, ''Gelişme hangi yönde olursa olsun Türkiye uluslararası alandaki gelişmeden kaybeden taraf olurdu'', demiş ve bu duruma ''lose-lose'' yani ''kaybet-kaybet'' dendiğini yazmış. Oyun Kuramı terimlerinden olan ''lose-lose'' yani ''kayıp-kayıp'', siyaset bilimi terminolojisinde, her iki tarafın da kaybettiği durumlar için kullanılır. İdeal olan ''win-win'' yani ''kazanç-kazanç'' durumudur ve her iki tarafın da sonuçtan kazançlı çıktığı durumlar için kullanılır. Fatih Altaylı'nın kastettiği bir tarafın kaybedip, diğerinin kazandığı duruma ''win-lose'' yani ''kazanç-kayıp'' durumu denilir.
Devletin malı deniz
E.devlet, e.devlet diye zorlaya zorlaya neredeyse her devlet kurumunu bir İnternet sitesi sahibi yaptık çok şükür. Ama bu siteler arasında bir gezintiye çıkınca, birçoğunun amatörce yapılmış gecekondulardan öteye gidemediği gözleniyor
Oto vergisi
Vergi dairesini eve taşıma iddiasıyla ortaya atılan Maliye Bakanlığı Gelirler Müdürlüğü İnternet sitesinin hali, tasarım açısından içler acısı. TÜSİAD tarafından verilen ''e-Türkiye için e-devlet'' ödüllerinde, her nasıl bir değerlendirme sonucundaysa birincilik ödülüne bile layık görülen sitenin ana sayfasını yüklemek bile işkence. Gelirler.gov.tr tepesindeki lüzumsuz Flash grafiği ve İnternet stardartlarına uyumsuz tasarımıyla, İnternet'e karşı bir uyumsuzluk abidesi görüntüsü veriyor. Sitede sunulan servislerin kullanımı biraz karışık olmasına rağmen oldukça fonksiyonel. Bu fonksiyonellik durumu idare ediyor ama sitenin amatör tasarımı için mazaret oluşturmuyor.
gelirler.gov.tr
Mesajlayın milletvekilini
Milletvekillerine e.posta adresi de dağıtıldı dizüstü bilgisayar da. E o zaman seçmenle etkileşime geçsinler, iletişim kursunlar, e.siyaset yapsınlar değil mi? Yapsınlar tabii de, sen kalkıp milletvekili e.posta adreslerini TBMM sitesinde çarşaf çarşaf yayınlarsan adama seçmen mesajından çok İTEM (İstenmeyen Taciz Edici Mesaj-SPAM) yağar. O da bu işten bıkar, bir daha e.posta kutusunu açmamaya yemin eder. e.posta adresi listesi yayınlamamak, İnternet sitesi yayınının temel prensiplerinden biridir. Çünkü bu tip listeler tacizkar reklam postalama listesi hazırlayan uyanıkların en kolay hedefidir. Bunun yerine İnternet'ten az buçuk anlayan tasarımcılar bile e.posta adresinin gözükmediği elekronik mesaj formalarını tercih ederler. Ama işte TBMM sitesinin tasarımcısının bundan haberi yok, ne yapalım.
tbmm.gov.tr milletvekili adresleri
Ulaşılmaz Cumhurbaşkanı
Cumhurbaşkanı'nın öyle pek sosyal olma derdi olmadığını biliyordum ama bu kadar da ulaşılmaz olmak isteyeceğini hiç tahmin etmemiştim. Cumhurbaşkanlığı sitesine ticari bir program olan Flash yaması yüklenmemiş herhangi bir İnternet tarayıcısıyla girmek isteyenler duvara çarpmışa dönüyorlar çünkü site anasayfası, İnternet standardı olmayan bu programa sahip olmayanlar tarafından görüntülenemiyor. Sitelerin anasayfasını ''Flash'' ile yapma amatörlüğü Türkiye'de sıkça rastlanan bir durum. Nedeni Flash'ın, kullanıcı tarafındaki farklı araçlara uyum gösterme yeteneği olan maharet isteyen bir tasarım yerine, tasarımcının kaprislerini kullanıcıya dikte eden uygulaması kolay bir tasarıma olanak vermesi. Biraz daha aklı başında tasarımcılar sitenin hem Flash, hem HTML sürümünü yayınlayıp, seçimi kullanıcıya bırakmak gibi yollar da deniyorlar. Cumhurbaşkanlığı sitesinde de bu seçenek sunulmuş. Ama çok zeki bir tasarımla bu seçenek Flash sayfa içine konulmuş. Yani standart sayfaya girebilmek için önce standart dışı sayfaya girmeniz gerekiyor. Bir mimar düşünün: Cumhurbaşkanlığı konutunun araç girişine sadece Smart marka otomobillerin geçebileceği bir kapı koymuş. Standart boyutlardaki araçların geçebileceği ikinci bir kapıyı da bu kapıdan sonra yerleştirmiş. Cumhurbaşkanlığı İnternet sitesinin tasarımcısı mimar olsa, işte böyle bir şeyle karşılaşırdık.
tccb.gov.tr
Sihirli plan
Büyücü gibi bir site var bu kez karşımda. Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı'nın İnternet sitesi ziyaretçileri hayretler içinde bırakacak bir tasarıma sahip. Bilgisayar imlecini sitenin anasayfası üzerinde gezdirirken sayfa birden ortadan kaybolabiliyor ve ekrana garip bir yazı çıkabiliyor. Batıl inançlarım olmamasına rağmen önce bilgisayarıma cin filan girdi sandım. Sonra dur bakalım, aynı siteye Microsoft Internet Explorer'la girince ne olacak deyince işin sırrı çözüldü. Meğer Mandrake'ye tabanları yağlatacak sırra kadem basma gösterisi İnternet standartlarına uyulmadan yapılan tasarımmış. Sitenin amatör tasarımcısına tavsiyem İnternet sektöründe dikiş tutturamazsa David Copperfield ya da Kubilay Keskin'den ders alması. Sonra da DPT'ye dönüp, Türkiye için sihirli bir plan yapar bakarsınız. Şaka şaka, bahsini ettiğim hatalı ''script'' dışında gayet güzel bir tasarıma sahip aslında site. Ama profesyonelliğin önemli hataları kaldırmadığını da unutmamak gerek.
dpt.gov.tr
Başarılı örnekler
Hep olumsuzlukları eleştirmek olmaz. Çok güzel devlet siteleri de var. Bunlardan biri İçişleri Bakanlığı Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü'ne ait. Vatandaşın kimlik numarasını İnternet üzerinden öğrenmesine olanak veren site çok sade ama işlevsel bir tasarıma sahip. Adresi tckimlik.nvi.gov.tr
adalet.gov.tr adresinden erişilen Adalet Bakanlığı sitesi de eli yüzü düzgün siteler arasında. Devlet sitelerinin ortak hastalığı belgeleri HTML formatı yerine standart olmayan PDF formatında verme yanılgısına bu sitede düşülmemiş. Adli Yargı Kararnamesi, DGM Kararnamesi gibi çeşitli belgelere hem Zip hem HTML formatında ulaşılabiliyor.
yargitay.gov.tr sitesi gerçekten çok güzel. rega.basbakanlik.gov.tr adresinden ulaşılan Resmi Gazete sitesi de fena değil. Ancak gazete sayfalarının tekst değil taranmış görüntü olarak verilmesi önemli bir eksi puan.
deprem.gov.tr de eli yüzü düzgün, fonksiyonel bir site olarak göze çarpıyor. Başbakanlık Devlet İstatistik Enstitüsü'nün die.gov.tr adresli sitesi ise çok başarılı bir site. Aslında mükemmel diyecektim ama siteye ''www'' lüzumsuz önekini yazmadan girilmesini sağlayacak basit sunucu ayarı yapmamış oldukları için diyemiyorum.
Yahoo 'spam'e savaş açtı
İstenmeyen, tacizkar reklam mesajları e.posta adresi olan herkesin başındaki bela. İnternet kullanıcıları tarafından, bir domuz eti konservesi markası olan ''Spam'' takma adıyla anılan bu taciz reklamlarına savaş açanlar arasına Yahoo da katıldı. Yahoo taciz mesajlarıyla savaşmak için, bu yıl sonuna doğru kullanıma sunmayı planladığı bir teknoloji geliştiriyor. Yahoo'nun hedefi mesajın göndericisini teyit etmekte kullanılan standart internet işlemlerinde ufak bir değişiklik yapmak. Teknoloji hazır olduğunda her e.posta mesajı, içine gömülü kişisel bir anahtar ile gönderilecek. Böylece sahte e.posta adresleriyle yapılmaya çalışılan gönderimlerin dağıtımı, daha posta sunucusundayken önlenecek.
Yazının Devamını Oku