Yorgo Kırbaki

Demokrasinin beşiğinden demokrasi dersi

11 Ekim 2009
Dünyanın hangi ülkesinde iktidar el değiştirdiğinde böylesi devir teslim töreni, böylesi yemin töreni düzenleniyor? Şehir merkezindeki İrodu Attiku Caddesi yılın 365 günü hareketlidir. Gazeteciler, polisler, canlı yayın araçları... Çoğu zaman da araç trafiğine kapalı...
Emlakçılara göre Avrupa’nın en pahalı beş caddesinden biri olan İrodu Attiku’da cumhurbaşkanlığı ve başbakanlık konutlarını, Türkiye’nin Atina Büyükelçiliği binasının da bulunduğu bir sokak ayırıyor.
Yüzlerce yabancı liderin geçtiği bu cadde geçtiğimiz günlerde yine tarihi anlar yaşadı.
En iyimser tahminlerin bile ötesinde (yüzde 10 oy farkıyla birinci) Yunanistan’da pazar günü yapılan seçimleri kazanan sosyalist PASOK partisinin lideri Yorgo Papandreu, ağır seçim yenilgisinden sonra merkez sağcı Yeni Demokrasi (ND) partisi liderliğinden istifa edeceğini açıklayan selefi Kostas Karamanlis’ten pazartesi günü başkanlık koltuğunu devraldı.
Karamanlis başbakanlık konutu Megaro Maksimu’nun kapısında bekliyordu Papandreu’yu.
İkisi de güleryüzlü selamlaştılar. Hal hatır sordular. Birlikte yürüdüler. Salonda oturdular. Önce kameralardan uzak, samimi ve uzunca memleketin durumunu görüştüler. Sonra eski başbakan, halefine başarılar diledi, kolunu sıvazlayarak.
Eh gitme vaktiydi eski başbakanın. Selefine kapıdan da öte, arabasına kadar refakat etti yeni başbakan.
Karamanlis’in başbakan olduğu 5.5 yıl içinde birbirlerine ne suçlamalarda bulundular, parlamentoda aralarında ne kavgalar yaşandı... Hepsi geride kaldı.
Salı günü ise yeni cumhurbaşkanlığı konutunda kabinenin yemin töreni vardı. Parlamento binasında toplanıp birkaç yüz metrelik mesafeyi yayan katettiler. Çiçeği burnunda başbakan, çiçeği burnunda bakanlar, hepsi sevinç içinde; halkın arasında yürüdüler, halka selam verdiler. “Hadi görelim sizi”, “eskiler gibi olmayın”, “şu ekonomiyi düzeltin” diyordu yoldaki Atinalılar yeni bakanlarına. Alkışlıyorlardı, çiçek atıyorlardı.
Dünyanın hangi ülkesinde iktidar el değiştirdiğinde böylesi devir teslim töreni, böylesi yemin töreni düzenleniyor bilmiyorum ama Yunanistan’da bildim bileli öyle oluyor.
Demokrasinin beşiğinde, demokrasi dersleri...

Bunlar da Yorgo’nun melekleri

Yeni Başbakan Yorgo Papandreu icraatının ilk günlerinde herkesten pekiyi alıyor. Sözgelimi kabinesinde tam 9 kadın bakan ve bakan yardımcısına yer verdi. Kimi ekonomist, kimi tiyatro sanatçısı, kimi düne kadar Papandreu’nun seçim konuşmalarını yazıyordu, kimi de ilk bakanlar kurulu toplantısına sırt çantası ve günlük spor kıyafetiyle geldi. Onlar “Yorgo’nun Melekleri”.
Sözgelimi, yeni kurulan çevre bakanlığını, kendi partisinden birine değil rakip bir partinin parlamentoya giremeyen Yeşiller Partisi’nin bir kadın üyesine önerdi.
Red cevabı aldı, o başka.
Sözgelimi başbakan olarak ilk konuşmasında “Vatandaşı temsil ediyoruz. Vatandaşa hizmet ediyoruz. Vatandaşa hesap vereceğiz. Vatandaş bizi adeta iktidar karşıtı gibi görmek istiyor” dedi.
Devlet yönetimi modelinde büyük değişiklikler vaat eden Papandreu her şeyin açık, her şeyin şeffaf olmasını istedi.
Velhasıl işe iyi başladı...

Anna, kocası, Petros ve Pavlos

Yunanistan’da gençler birbirine yeni bir klibi gönderiyor. Cevaplar hep “wawww”!
Adını hiç duymadım, sesi berbat ama fiziği Allah var yani. Anna Gula klibinde, önce banyoda yarı çıplak nargile içiyor. Bir elinde viski şişesi, bir elinde kola... Sonra hap içiyor, sonra uyuşturucu. ... Yatak odasında kocası uykusunda “Anna neredesin” diye sayıklıyor. Sonra uyanıp banyoya gidiyor. Gördüğü manzara karşısında şaşkın adamcağız. “Bu ne hal” deyince, şıkıdım makamındaki şarkı başlıyor: “Her şeyi içerim”.
Şarkının yarısında Anna “Petros ile de yaparım Pavlos ile de yaparım” diyor ve banyonun içinden yarı çıplak iki erkek çıkıyor. Başlıyorlar kadını okşamaya. Anna sevgililerini kocasına tanıştırıyor. Adamcağız ne yapacağını bilmiyor. Şarkının sonunda ise dördü birden banyoda.. Saçma sapan sözler, saçma sapan müzik ama bu diyarda zamane çocukları şarkıyı ezbere biliyor.
Yazının Devamını Oku

Emniyet müdürünün kızı

4 Ekim 2009
Yiannis Rahovitsas, Atina’nın da içinde bulunduğu Attika bölgesinin emniyet müdürü. Meslektaşları arasındaki lakabı “Callahan”. Hani şu yıllar önce Clint Eeastwood’un beyazperdede canlandırdığı ünlü dedektif.

Rahovitsas o koltuğa oturmadan önce polis mesleğinin basamaklarını tek tek tırmandı. Yıllarca narkotik şubede görev yaptı. Şimdi de gününü emniyet müdürü koltuğuna gömülmekle geçirmiyor. Hâlâ her fırsatta sokağa çıkıp hırsızın, uyuşturucu kaçakçısının peşine düşüyor. O hâlâ suçluların korkulu rüyası.
Bazen saatler gece yarısını gösterirken pijamalarını atıp üniformasını giyiyor ve sabaha kadar Atina’nın altını üstünü getirmek üzere evinden çıkıyor.
Aynı evden, aynı vakit, birbirinden şık gece kıyafetleriyle çıkan genç ve güzel bir kadın ise başkentin sosyete semti Kolonaki’ye doğru yol alıyor.
Emniyet müdürü Rahovitsas’ın 28 yaşındaki kızı Nadia, başkentin “in” gece kulüplerinde çalışıyor. İşi müşterilere kapıda hem “hoş geldiniz” demek hem de göz ucuyla “face control”. Bazen DJ’lik de yapıyor. Hayali şarkıcı olmak.
Söylenenlere bakılırsa, Nadia üniversiteyi bitirip bir bankada çalışmaya başladıktan sonra müziği, dans etmeyi, eğlenmeyi sevdiğini ve şansını şov dünyasında deneyeceğini ilan ettiğinde, emniyet müdürü babası hiç tepki göstermemiş. 
Sabaha karşı aynı vakit dönüyorlar eve. İkisi de yorgun. Baba, gecenin karanlığında yakaladığı suçlularla nezarethayi, kızı ise çalıştığı gece kulübünü doldurmanın yorgunluğunu yaşıyor.
“Armut dibine düşermiş” atasözü tartışılır.

İZMİRLİ RUMLAR

Yazının Devamını Oku

Karamanlis:1 Papandreu:1

27 Eylül 2009
Salı akşamı tam bir “derby” yaşandı Yunanistan’da. 4 Ekim seçimleri öncesi iki büyük partinin lideri Karamanlis ile Papandreu kozlarını paylaştı. Bu defa 5 konu üzerinde iki lider önce kendi politikalarını anlattılar sonra da birbirlerinin politikalarını, söylemlerini eleştirdiler.
Aralarındaki en ilginç diyalog ise Türkiye hakkında konuşurlarken geçti:

TÜRKİYE’Yİ ADAY YAPAN SİZDİNİZ

PAPANDREU: AB’nin Helsinki zirvesi kararlarında Türkiye ile anlaşmazlıkların halledilmesi için önemli bir koz elde etmiştik. Sizin hiçbir çabanız olmadı. Önce Ege kıta sahanlığı için Lahey Adalet Divanı’na gidilmesinin yanlış olduğunu söylediniz sonra da ağız değiştirip muhakkak gidilmesini savundunuz.
KARAMANLİS: Helsinki’de Türkiye’yi AB aday ülkesi yapan sizdiniz.
PAPANDREU: Siz de veto hakkımızdan ödün verdiniz. Ege’de ihlaller, ihtilaflı bölgeler gibi konular o zaman kapatılabilirdi. Hiçbir şey yapmadınız. O zamanlar da AB Türkiye’nin ilerlemesini istiyordu, şimdi istemiyor. Başbakan olursam aralık ayındaki AB zirvesine veto hakkımızdan ödün vermeden gideceğim.
KARAMANLİS: Türkiye konusunda beni tavizkâr gibi göstermeye çalışıyorsunuz. Bunu yapmamanız gerek. 2004 yılında Annan planı ile ilgili tavrımla Kıbrıslı kardeşlerimiz referandumda istedikleri gibi yani aslında “hayır” demeleri hakkını sağladık. Annan planı Kıbrıslı kardeşlerimize uymuyor yakışmıyordu”.
PAPANDREU: “Sayın Karamanlis yalan söylüyor. Çünkü AB üyeliği ile Kıbrıslılara gelecekleri için karar vermeleri olanağını biz sağladık. Ben o zaman tavrımı açıkça ortaya koydum. Siz ise ilk başta “evet” dediniz ama yakın çevreniz “hayır” diyordu. Lafı gevelediniz.
KARAMANLİS: Ben yalan söylemedim. Sizin Annan planındaki tutumunuz son derece yanlıştı. Ayrıca Kardak krizindeki (1996) sevk ve idareniz de amatörce idi. Kaldız ki Öcalan meselesinde (1999) de başbakan ben değildim.
Yazının Devamını Oku

Güzellerin seçim rekabeti

20 Eylül 2009
Yunan siyasetinde 1990’ların sonlarında başlayan kadın aday furyası, “güzel kadın aday” furyasına dönüşüyor. Seçimlere iki hafta var Yunanistan’da ve cevabı aranan soru, sosyalist Pasok partisinin tek başına iktidara gelip gelmeyeceği. Kamuoyu araştırmaları Pasok için bir “gelecek”, bir “gelemeyecek” diyor tek başına iktidara.
Türkiye’deki seçim öncesi dönemle kıyasladığımda Yunanistan’ın 30 yılda ne kadar değiştiğini anlıyorum.
1970’lerin sonlarında 80’lerin başlarında büyük seçim mitingleri, her yerde parti bayrakları ve sloganları, her yerde milletvekili adayları afişleri. Artık yeller esiyor yerlerinde. AB sen ne büyüksün.
Milletvekili adaylarının profili de değişiyor sanki. Güzellik giderek siyaset üzerinde etkili oluyor. Siyasi partilerde 1990’ların sonlarında başlayan kadın aday furyası, “güzel kadın aday” furyasına dönüşüyor.
Listelerine bir göz attım. Pasok partisi adaylarının neredeyse üçte biri kadın. Dikkatimi en çok Meri Akrivopulu çekti. Selanik hukuk fakültesi mezunu aday, sinema ve tiyatro sanatçısı. Gel de oy verme Meri’ye...
Seçimleri kazanmasına hiçbir ihtimal verilmeyen ve hesaplarını Pasok’un tek başına iktidara gelememesi üzerine kuran merkez sağcı Yeni Demokrasi’nin adayları arasında Lina Haci, hani bu partinin taraftarı olup da bir şekilde küsmüşlerin tepki oyu kullanmasını önleyebilecek özelliklere sahip. “Güzellik siyasette başarılı olmama neden engel teşkil etsin?” diyor Lina Haci.
Aşırı milliyetçi LAOS partisinin adayları arasında da biri var ki hani bu partinin “felsefesini” unutturacak cinsten. Eski Yunanistan ve Avrupa Güzeli Maria Çindikidu yıllarca mankenlik yaptı. Beyazperdede şansını denedi ama olmadı. Bakalım 38 yaşındaki Maria siyasette dikiş tutturacak mı?
Maria, Lina ve Meri’nin seçim kampanyalarını yakından izlemek gazetecinin görevi.

Enis, Ferda ve ben

Enis ve Ferda, hayatımın ilginç bir döneminde tanıdığım iki arkadaş. 1991 yılının sonlarında tam iki ay yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmedi. Aynı sevinçleri, aynı üzüntüleri hatta aynı hayretleri yaşadık.
Sonra ben Atina, Enis Almanya, Ferda İstanbul’un yolunu tuttuk. Neredeyse 20 yıl geçiyor üstünden ama dostluk baki.
Bilgisayar operatörü Enis’i hiç görmedim, kimyager Ferda’yı ise ya bir, ya iki kez. Ancak onca yıl sonra bile hâlâ mesajlaşıyor, hâlâ hal hatır soruyoruz birbirimize.
Burdur’da 2 aylık bedelli askerlikte tanışmıştık. Birlikte eğitime çıktık, arazide izmarit topladık, mutfak, yemekhane nöbetleri yaptık, tuvalet temizledik. Üçümüz de ilk başta “Ay bu ne böyle?” dediğimiz karavanayı birkaç günde sevdik.
Boş vakitlerimizde kantinden çikolata alır, uzun yürüyüşler, uzun sohbetler yapardık.
Çarşı izninde tabelasında “cafe” yazan mekanlarda, pardon odalarda vakit geçirirdik. Arada bir hafta sonları Antalya gezilerinde askerlere özel fiyat yapan otellerde kalır, geceleri Kaleiçi’ndeki barlara giderdik. “Karlar düşer ağlarım” ve “Seni versinler ellere beni vursunlar” şarkıları moda idi; ha bir de “Ayrılık”...

ŞŞŞŞ NATO’NUN EMRİ

O zamanlar iki ay sanki geçmek, bitmek bilmiyordu. Çavuşların bir gün olsun adımı doğru dürüst söyleyememeleri ve İstanbullu Rumların varlığından habersizlerin “Ya abi sen Yunansın, Türk ordusunda işin ne?” tarzı soruları sinirimi bozardı. “Ben ne bileyim gel dediler geldim” ya da “Şşşş NATO’nun emri” gibi cevaplar verirdim.
Bir ara bedelli askerliğin iki aydan bir aya ineceği yazılmıştı gazetelerde. Herkeste bir heyecan, bir merak. Komutanla konuşalım, aslı var mı yok mu diye... Temsilci olarak beni seçtiklerinde kahkahalarla gülmüştüm. Eh işte uyku öncesi muhabbet...
Rahmetli babam Koço tam 4 yıl askerlik yapmıştı. Normal askerlik yapanların yanında da hani “Mickey Mouse” askerlikti belki benimki ama yine de bir sürü tatlı tatsız hatıra bıraktı.
En önemlisi Enis kaldı, Ferda kaldı o günlerden, bir de üstteki fotoğraf.
Yazının Devamını Oku

Atina’da küllük tarihe karıştı

13 Eylül 2009
Artık gece mekânlarında küllük yerine yarısı dolu bardaklar var. Kaçış yok... Eninde sonunda yenilecek tiryakiler ama yine de sigara yasağı Yunanistan kalesini fethetmekte epey gecikecek. Atina’da, libidonun haftanın 4 günü tavana vurduğu Asteria müzikholünde, hani iğne atsanız düşeceği milimetrekare yer yoktu o gece.
Siz deyin 1000, ben diyeyim 1200 kişi masalarda yerini çoktan almış; Yunan başkentinde yaz gecelerinin 1 numarası Panos Kiamos’u dinliyor, onun şarkıları ile yanındakine derdini anlatıyor, kendinden geçiyor, oynuyor, zıplıyor, naralar atıyordu.
Ben de oradaydım ama görev için elbet. Eğlenmek, oynamak, zıplamak değildi asla niyetim... Sadece kapalı mekânlarda sigara yasağının ne kadar uygulandığını yerinde tespit etmek için oradaydım.
Kişi başına yılda 2 bin 954 adet sigara tükedildiği, nüfusun yüzde 40’ının sigara tiryakisi olduğu ve son 10 yılda sigara içenlerin sayısının yüzde 15 arttığı Yunanistan’da 2 aydan fazladır yürürlükteki yasanın somut sonuçlarını yerinde görmek ve siz okuyucularıma aktarmaktı tek düşüncem. Neyse...

GİRİŞTEKİ DUMAN BULUTU

Asteria’ya girerken karşılaştığım duman bulutunu, iyi niyetimden dolayı bir sahne oyunu sandım. “Herhalde sanatçı sahnede yerini alırken rengârenk dumanlar çıktı, duman ondan” diye düşündüm.
Şef garsonun gösterdiği masaya oturduğumda küllük olmadığını fark ettim. Duman hakkında yanılmamışım. “Komşuda sigara içilmiyor” başlıklı haber için elimde ilk kanıt vardı.
Garsona siparişi verdim ama gariptir, adam yarısı su dolu büyük bir bardak getirip bıraktı. Allah Allah su mu ikram ediyorlar? Ekonomik kriz o kadar mı vurdu? Ortalık biraz aydınlanır gibi olunca etrafa baktım, herkesin elinde sigara, puro.
Hani eskiden bile çok içiyorlar sanki. Küllük yasak ya, sigarayı bırakacak yer yok. Ondan sigara iki parmak arasında hep. Bardak da izmarit için...
Yaktım körolasını... Sabaha kadar Panos Kiamos şarkı söyledi, sabaha kadar sigara içtik.

BENCE İLK RAUND TİRYAKİLERİN

Yaz mevsiminde açık alanların tercih edilmesi, yetkililerin göz yumması ve daha kimseye para cezası kesilmemesi (içene 300, mekân sahibine 3 bin Euro) derken uygulamanın ilk 2 ayında tiryakiler yasağı pek fark etmediler.
Yunan Sağlık Bakanlığı “Hoşgörü süresi ekimde bitiyor” diyor. Silahlar çekilecek anlaşılan.
Ama bence ilk raundu tiryakiler kazandı. Yasa diyor ki, 70 metrekareden küçük mekânlarda tercih işletmecinin. Kapıya ya “sigara içilir” levhası koyacak ya da “sigara içilmez”. Bu kategoriye giren bar ve kafelerden 7 bini “içilir”, üç dört elin parmak sayısı kadarı da “içilmez” levhası almak için başvurmuş.

Yorgo... Tıpkı Barack gibi!

4 Ekim’de bu diyarın insanları sandık başına gidecek ve kendilerini kimin yöneteceğine karar verecek.
Aslında kısa periyotlar dışında 1950’lerden beri ya Karamanlisler ya da Papandreular yönetiyor ülkeyi.
Kamuoyu araştırmalarının ilk parti çıkacağında birleştiği ancak tek başına iktidara gelip gelemeyeceği belirsiz sosyalist Pasok’un lideri Yorgo Papandreu’nun babası da başbakandı (Andreas), dedesi de (Yorgo). 5.5 yıllık iktidardan sonra siyasi hayatının en büyük kumarını oynayan Karamanlis’in de amcası (Konstantinos) başbakandı, cumhurbaşkanıydı.
İki, hadi bilemediniz üç aile yönetiyor Yunanistan’ı onca yıldır, 7-8 aile de ülke ekonomisini.
Geçen hafta Karamanlis’ten bahsetmiştik, sıra Papandreu’da.
Dedesi de babası da karizmatik politikacı-liderlerdi Yorgo’nun. O sanki başka mektepten. Giyinişinden tutun da, nezaketine, çalışma şekline, hayat felsefesine kadar farklı. “Low profile” her şeyi ile...
Giyiniş dedim de aklıma geldi, seçim meydanlarında beyaz renkte, omuz, kol ve göğüs bölümleri geniş mi geniş gömlekler giyiyor. Mısır’da yetişen eşsiz bir pamuk cinsinden, ütü istemez, buruşmaz Amerikan “Brooks Brothers” gömlekleri. Kollarını da sıvıyor. Kimin gibi? ABD Başkanı Barack Obama gibi.
Söylemleri de Clinton’ı hatırlatıyor, Obama’yı hatırlatıyor.
Ne de olsa annesi Amerikalı.
Yenilikçi ve teknolojik gelişmelere açık Yorgo Papandreu. Bilgisayarını yanından ayırmıyor.
Karamanlis’in aksine yediğine içtiğine çok dikkat ediyor, sistemli spor yapıyor.
Yorgo 4 Ekim’den sonra eğer başbakanlık koltuğuna oturursa, Yunanistan “daha bir Batılı, daha bir Avrupalı” olacak.
Yazının Devamını Oku

Yunan başbakanın et merakı

6 Eylül 2009
Spor yaptığı da oluyor ama üstüne gelsin mezeler, uzolar. Öğrenciliğinde de böyleydi, muhalefet lideriyken de. Paris’te de aynı, Ankara’da da. Yunanistan Başbakanı Karamanlis arada rejim de yapıyor ama et ve kebap merakı yüzünden beş kilo alıyor, üç kilo veriyor, yaş ilerledikçe hep 1-2 kilo kalıyor.

Yıl 1999, yer Washigton. Dönemin çiçeği burnunda Yunan ana muhalefet lideri Kostas Karamanlis, ABD savunma Bakanı William Cohen ile görüşmesi arifesinde arkadaşlarıyla felekten bir gece çaldı. Yemeği de çok kaçırdı, şarabı da. Ertesi gün o Cohen-Karamanlis görüşmenin nasıl geçtiği sorulduğunda ABD Savunma Bakanlığı sözcüsü “Konuğumuzun konsantrasyon sorunu vardı” diyerek bir cümlede anlatmıştı.

Boston’daki öğrencilik yıllarında da yemeye, içmeye, eğlenceye düşkündü Karamanlis. O zamanlar birbirinden ilginç lezzetleri tatmak için Kazablanka’ya, İrlanda birasını yudumlamak için de Grafton’a giderdi.

Değiştiği de söylenemez. Başbakan olarak yolu düştüğünde Paris’te Le Boeuf sur le Toit braserisine, Bükreş’te Caru’cu Bere birahanesine, Londra’da da Japon lokantası Nobu’ya mutlaka uğrar.

Geçen yıl Ocak ayında, tam 50 yıl sonra Ankara’yı ziyaret eden ilk Yunanistan başbakanı olarak Ankara’ya giden Karamanlis, İstanbul dönüşünde uçağa binmeden rotayı değiştirmiş ve Beyti kebapçısına gitmişti. 3 duble rakı ve cila için bir bardak bira da cabası...

SPOR ÜSTÜ UZO

Atina’da genellikle salaş tavernaları seviyor. Favorisi başkentten 40 kilometre mesafedeki Mati semtinde Vasil’in tavernası. Masasında kokoreç (Türk kokoreçinden farklı) hiç eksik olmaz. Ha illa nezih mekanda yemesi gerekse o zaman Atina manzaralı Likabetus tepesindeki Orizontes’e gider.

Balıktan çok eti sever. Dost sohbetlerinde, şöyle lezzetli kuzu eti tattığında “ya bu dağ ıstakozu” esprisi yapar.
Spor yaptığı da oluyor zaman zaman. Kendisiyle aynı spor salonuna gidenler sözgelimi 2 saatlik sıkı bir programı tamamladığında, bu çabasını ödüllendirmek için “uzo ile meze gelsin” talimatı verdiğini söylerler. Bazen spor salonundan çıkıp soluğu et lokantalarında aldığı da olmuştur.

Karamanlis’in damak tadına düşkünlüğü ister istemez kiloları da beraberinde getiriyor. Sıkı rejime girdiği dönem de oluyor, göbeğinin, gerdanının iyice şiştiği de. Beş kilo alıyor, üç kilo veriyor, yaş ilerledikçe hep 1-2 kilo kalıyor.

İstanbul’a mektup

Ey İstanbul nasılsın? Neredeyse beş aydır görmedim yüzünü, koklamadım havanı, dolaşmadım sokaklarında, dinlemedim namelerini.
Özledim işte seni. Gözleriyle konuşan insanlarını ve onların sohbetlerini, kahkahalarını özledim. O kadar kızdığım, eleştirdiğim binalarını, hatta çelişkilerini, hatta çirkinliklerini...

Eee, ne var ne yok İstanbul? Yaşam zor, trafik filan, yazın nemi, sonbaharın yağmuru çamuru diyeceksen geç bunları. Mucizesin, ışıksın sen, milyonlarca sakinin farkında olmasa da.

Hep geleceğim demiştim. Olmuyor işte. Kızım Marianna ile birlikte yaşıyoruz aylardır, hasta annem de katıldı aileye. Gülme ama boş vakitlerim çamaşırla, yemek pişirmekle geçiyor bu dönem.

Gece başımı yastığa koyduğumda, gözlerimi kapattığımda bazen yaşlanıyor hissine kapılıyorum. O zaman da imdadıma koşuyorsun.
Seni hayal etmek bile gençleştiriyor.

Ekim ortalarında geleyim diye düşünüyordum ama şeytanın işine bak İstanbul, ekim ayında erken seçimler yapılacak buralarda. Seçimler kasımda yapılsa olmaz mıydı?

Bekle beni İstanbul...
Yazının Devamını Oku

El bombası: Barut köfte Alyans: Budala halka

30 Ağustos 2009
Kızım Marianna’nın sanal âlemde en çok takıldığı sitenin adresi www.zoo.gr. Bildiğim kadarıyla, arkadaşlarıyla sohbet eder, tavla oynar. Bazen patlattığı kahkahalarını duyarım. Genellikle 20 yaş altı gençlerin tıkladığı bir site işte.
Geçenlerde “Baba bak ne buldum” diyerekten yanıma koştu. Okumaya başladım: “Nihayet uzun uğraşılardan sonra şeytan muhabir kadromuz daha yayınlanmamış yeni Yunanca-Türkçe sözlüğünün bazı bölümlerini ele geçirdi.”
Uzunca bir liste. Yunanistan’da günlük yaşamda kullanılan Türkçe kelimelerin, Türkçede olabileceği farz edilen kelimelerle birleştirilmesiyle oluşturulan uyduruk bir Türkçe söz konusu. Maksat gırgır tabii.
Yunan gençlerin kafalarından uydurdukları Türkçe sözlükten alıntılar:
Prezervatif: Pipi ferace.
Deniz savaşı: Kayık kavga.
Fakirlik belgesi olan bayan: Defterli fukara hanım.
Kuğu gölü: Vakvak havuz.
Özürlünün emekli maaşı: Sakat bahşiş.
El bombası: Barut köfte.
Bilgisayar: Tık tık dolap.
Denizaltı: Blup blup vapur.
Alyans: Budala halka.
Mide hastalıkları mütehassısı: Paça (Yunanca işkembe anlamına gelir) doktor.
Sutyen: Meme zembil.
Yaşı ilerlemiş ve evlenmemiş bayan: Ah vah ama pipi yok.

Parti liderinin İddaa’cı oğlu

Türkiye’de parlamentodaki bir siyasi parti liderinin oğlu kızı ne iş yapar? Atina’dan bildirdiğime göre, cevap haddim değil. Bu nedenle Yunanistan’da bir siyasi parti liderinin oğlu ne iş yapıyor onu anlatayım.
Yunan Parlamentosu’nda 10 milletvekiliyle temsil edilen ve son Avrupa Parlamentosu seçimlerinde yüzde 7 oranında oy alan aşırı milliyetçi LAOS partisinin lideri Yorgos Karancaferis’in oğlu Yiannis’in siyasetle uzaktan yakından ilişkisi yok.
Yaşı 35. Evli ve bir çocuk babası Yiannis Karancaferis’in mesleği gazetecilik. Babası da politikaya atılmadan önce gazeteciydi. Babasının sahibi olduğu Tileasti televizyonunda çalışıyor.
“Eh başka bir işte dikiş tutturamadı, babasının televizyonunda çalışıyor” diye düşünüyorsanız, yanılıyorsunuz.
Çünkü Yiannis Karancaferis, Yunanistan’da Sportoto, İddaa tarzı şans oyunlarının gurusu.
Bundesliga’dan tutun da Türkiye Süperligi’ne kadar takımların geçmişini, kadrolarını, sakatlarını, cezalılarını, kısaca her şeyini biliyor, yani programa çıkamadan önce dersini çok iyi çalışıyor.
Tahminleri de futbol otoritesi olarak geçinenlere taş çıkartacak cinsten. Bu nedenle fanatik bir izleyici kitlesi var Yiannis Karancaferis’in. “Spor-Skor-Rekor” programına telefonla bağlanan izleyiciler sohbeti siyasete götürdüklerinde “hopppp” deyip sözlerini kesiyor. Onun işi futbol.
Bazen bir maç tahmininde yanıldığında, arayıp “Sen bu işten anlamıyorsun” tarzı hakarete varan sözler kullanan izleyicileri de oluyor Yiannis’in. Soğukkanlılığını koruyarak dinliyor. Tırmandırmıyor tartışmayı. “Şans oyunlarında para kaybeden insanın psikolojisini anlayışla karşılamak gerek” diyor.
Yiannis Karancaferis “armut dibine düşer” atasözünü yalanlayanlardan.
Yazının Devamını Oku

Depremden 10 yıl sonra

23 Ağustos 2009
Suyun iki yanında arka arkaya meydana gelen depremler yürekleri yumuşattı. 17 Ağustos 1999 öncesi olsa büyük krizlerin yaşanabileceği olaylar iki bakan, iki komutan arasındaki telefon görüşmeleriyle hallediliyor artık. Bir buzdağı düşünün... Kocaman, koskocaman. Yıllardan beri dünyanın en güzel denizi Ege’ye çökmüş. Haklı-haksız önyargılarla yükselmiş, ciddi-suni gerginliklerle krizlerle genişlemiş hep.

Kural tanımayan bir rekabet, neredeyse bir gün eksik olmayan hırlaşma, çekişmeyle geçmiş tam 50 yıl.
Takvimler 16 Ağustos 1999’u gösterdiğinde o canım denizin iki yakası arasındaki ilişkiler en azından berbattı.
Savaşın eşiğinden dönülen Kardak krizinin üzerinden sadece üç yıl geçmiş ve bu defa “Öcalan skandalı” patlamıştı.
Abdullah Öcalan gizlice Yunanistan’a getirilmiş, burada gizlenemeyeceği anlaşılınca Kenya’daki Yunan büyükelçiliğine gönderilmişti.
İlişkiler 0 noktasına gelmiş, bir diğer deyişle dibe vurmuştu.
Bir adım ötesi belki de savaştı.
Atina’da, dönemin başbakanı Kostas Simitis, artık “kurulu düzen” haline gelmiş kısır Türkiye politikasını değiştirmediği takdirde ülkesinin bir felakete sürüklenebileceğini gördü. Ancak ilk adımın atılabilmesi için bir mucize gerekti. “Öcalan’ı Türklere sattınız” diye bağıran kitleleri, Türkiye aleyhtarlığından yıllarca rant sağlayanları susturabilecek bir mucize.

VİCDAN BORSASINDA KOMŞU HİSSESİ

Türkiye’nin de Yunanistan’a bakışı dostane değildi. Öcalan’ı Yunanistan’ın gizlemesi affedilebilir bir şey değildi. Türk insanının vicdan “borsasında” Yunan “hisselerinin” yeniden değer kazanması da bir mucizeye kalmıştı.
17 Ağustos sabahı “Marmara’da büyük deprem” haberiyle uyandı Yunanlılar.
Televizyonlarda gördüklerine inanamıyorlardı. Komşuyu vuran kahrolası o depremin görüntüleriyle donakaldı insanlar.
Hükümeti hemen harekete geçti. Türk insanının yardımına koşan ilk ülkelerden biri oldu Yunanistan.
Gazeteler, Türkiye’nin uğradığı felaketi, önyargıları bir yana bırakıp sadece insani boyutuyla duyurdular.
Her şehirde yardım kampanyaları başlatıldı. Kimi para, kimi ayakkakabı, kimi süt gönderiyordu komşuya. Medya, kilise, sivil toplum kuruluşları yardımda adeta yarışıyordu.
Bambaşka bir ülke oldu bir anda Yunanistan. Ege’de “24 saat çok uzun bir zaman dilimidir” kuralı belki de ilk kez olumsuz yönde işlemiyordu.
Takvimler 7 Eylül 1999’u gösterdiğinde deprem bu defa Atina’yı vurdu. Onlarca bina yerle bir oldu, onlarca insan hayatını beraberinde alarak.
Türkiye yaralarını değil kapatmak kanamayı durdurmaya çalışırken, komşusunun uğradığı felakete duyarsız kalmadı. Türkiye’den gelen kurtarma ekipleri kahraman gibi karşılandı.

KOMŞULARARASI DEPREM DİPLOMASİSİ

İki depremzede güçlerini birleştirdi. Halkların yürekleri yumuşadı, siyasetçiler aradıkları mucizeyi buldu. Depremler onca binayı yerle bir ederken, o görünmez buzdağına da büyük bir darbe vurdu.
“Deprem diplomasisi” başladı önce, ardından da yakınlaşma süreci. 10 yıldır da devam ediyor. Ticaret hacmi 200 milyon dolardan 3 milyar dolara çıktı. Başbakanlar, genelkurmay başkanları, kuvvet komutanları uzun yıllar sonra karşılıklı ziyaretler gerçekleştirdiler ve gerçekleştiriyorlar.
17 Ağustos 1999 öncesi olsa büyük krizlerin yaşanabileceği olaylar iki bakan, iki komutan arasındaki telefon görüşmeleriyle hallediliyor artık.
Kıta sahanlığı, hava sahası, karasuları, Kıbrıs sorunu da hâlâ dimdik ayakta.
Ancak, Ege’de o görünmez dev buzdağı kırıldı.
O kadar büyüktü ki bir anda yok olması imkânsızdı.
Şimdi masmavi sularda irili ufaklı buz parçaları var.
Yazının Devamını Oku