14 Haziran 2009
Çoğu Arnavut, Afgan, Pakistanlı ve Iraklı yaklaşık 700 bin Müslüman göçmen yaşıyor Atina’da ve bu insanlar iş istiyor, aş istiyor, Yunan makamlarından insanca muamele istiyor. ‘Türbanlı kadının başını açmasını istemeyeceksin. Namaz kılındığında bitmesini bekleyeceksin. Ramazan’da daha hoşgörülü davranacaksın. Müslamanların ibadethane olarak kullandıkları mekanlara girerken ayakkabılarını çıkaracaksın. Karakola gelen ya da getirilen müslümanın dini hissasiyetlerine saygılı olacaksın”
Bu ifadeler Yunan Polis Teşkilatı (ELAS) tarafından hazırlanan ve tüm polis memurlarına dağıtılacak “Müslümana davranış” broşüründe yer alıyor.
ELAS’ın Fransız ve İngiliz polis teşkilatlarından yardım da isteyerek hazırladığı broşürün amacı, Yunan polisine İslam örf ve adetlerini öğretmek ve bu şekilde iki hafta önce Atina’nın ilk kez şahit olduğu olayların tekrarlanmasını önlemek.
Suriyeli bir mülteciyi durduran Yunan polis memurunun bir kağıt peçe içindeki Kuran-ı Kerim’in sayfalarını, mülteci derneklerine göre bilerek, ELAS’a göre bilmeyerek yırtması üzerine Yunan başkenti iki hafta önce arenaya dönüştü.
ATİNA’NIN YÜZDE 15’İ MÜSLÜMAN
Yüzlerce Müslüman göçmen ilk kez polisle çatıştı, ilk kez dükkan ve otomobilleri tahrip etti ve ilk kez Atina’nın kalbi sayılan Omonia Meydanı’nda Atinalıların şaşkın bakışları arasında namaz kıldı. İlk kez İslam sloganları duyuldu bu hıristiyan ortodoks diyarda..
Çoğu Arnavut, Afgan, Pakistanlı ve Iraklı yaklaşık 700 bin Müslüman göçmen yaşıyor Atina’da ve bu insanlar iş istiyor, aş istiyor, Yunan makamlarından insanca muamele istiyor. Dini ibadetlerini yerine getirebilecekleri bir cami istiyor, ölülerini gömebilecekleri bir mezarlık. Cami ve mezarlık için yasa da hazır, yerleri de belli ama yıllardır bir çivi bile çakılmadı.
Müslaman göçmenler haklı ama Atina sakinlerini de anlayışla karşılamak gerek. Homojen bir nüfusa sahipti Yunan başkenti 20 yıl öncesine kadar. Yöneticisi de, sakini de bugün nüfusun neredeyse yüzde 15’inin “öteki”lerden olmasını kabullenemiyor, hazmedemiyor bir türlü. Üstelik tanımıyor. bilmiyor yabancıların huyunu suyunu.
“Gece artık dışarı çıkamıyoruz. Korkuyoruz” diyor Atinalılar. Buna karşılık “Memleketimizi aç perişan kalmak için mi terkettik?” diye soruyor Müslüman göçmenler.
Seçmenlerin yarısı sandığa diğer yarısı deniz kenarına
Geçen Pazar günü bu diyarda 9 milyon 999 bin 952 kayıtlı seçmenden yüzde 52.6’sı sandık başına, yüzde 47.4’ü ise Ege’nin sularında serinlemeye gitti. Ne az ne çok, 4.5 milyon seçmen Avrupa Parlamentosu (AP) seçimlerine sırt çevirdi.
AP seçimlerinde cevap arayan soru, ana muhalefetteki sosyalist Pasok partisinin, Başbakan Kostas Karamanlis’in lideri olduğu iktidardaki merkez sağcı Yeni Demokrasi (ND) partisinden kaç puan önde göğüsleyeceği idi.
Seçim öncesi kamuoyu araştırmaları Pasok’ yüzde 3-7 arasında önde gösteriyordu. Ancak yüzde 3 fark başka, yüzde 7 başka.
AP seçimlerinde tepki oylarının yüksek olması doğal. Ancak yine de yüzde 3 fark bu ülkede peşpeşe patlayan ekonomik ve rüşvet skandalları örtbas yolunu seçen Başbakan Karamanlis’in hâlâ oyunun hakimi olduğu, yüzde 7 fark ise erken genel seçimlerin kapıda, Karamanlis’in de “yolcu” olduğu anlamı taşıyordu. 300 üyeli Yunan parlamentosu’nda 151 sandalye ile zaten çok hassas bir çoğunluğa sahip Karamanlis, AP seçimlerinde yüzde 6-7 farkın yükünü kaldıramazdı.
AP’de Yunanistan’ı temsil edecek 22 parlamenterin belirlendiği seçimlerde, Pasok yüzde 36.64, ND de yüzde 32.29 oranında oy topladılar. Fark yüzde 4.35. “Cennet” ile “cehennem” arası bir yer Karamanlis için...
PLAJCILARI HERKES SAHİPLENİYOR
Oy kullanmak yerine Ege’nin serin sularını tercih eden 4.5 milyon seçmen sandık başına gitseydi sonuç ne olurdu belli değil. İki büyük parti de “seçim günü denize giden seçmen bizimdi” diyor.
Aynı zamanda iki büyük parti de “Hem oy kullanan, hem de oy kullanmayan seçmenin mesajını aldık” diyor. Şüpheliyim.
Küçük partiler memnun genelde. Özellikle de yüzde 7.15 oranında oy toplayan aşırı milliyetçi LAOS partisi.
AP seçimlerinde hezimetten kurtulan ve sadece yenilgiye uğrayan Karamanlis şimdi önümüzdeki hafta yeni Akropolis Müzesi’nin açılışı münasebetiyle Atina’ya gelmesi beklenen Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile görüşecek.
Atina’daki ortamı göz önünde bulundurursak, çıtayı fazla yüksek tutmamakta yarar var.
Yazının Devamını Oku 7 Haziran 2009
Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, Almanya Başbakanı Angela Merkel ve bazı başka Avrupalı liderlerin, kimi zaman doğrudan, kimi zaman dolaylı, kimi zaman sert, kimi zaman yumuşak uslupla, Türkiye’nin AB üyeliğine karşı çıkmalarına kızanlara duyurulur:
Yıllardan 1975, aylardan haziran. Albaylar Cuntası (1967-1974) yönetimi ile geçen 7 yıldan sonra demokratik yaşama dönen Yunanistan’ın başbakanı Konstantinos Karamanlis (bugünkü başbakanın amcası) Avrupa Birliği’ne (AB) daha doğrusu o zamanki adıyla Avrupa Ekonomik Topluluğu’na (AET) üyelik başvurusunda bulundu.
Ülke içinde Sosyalist PASOK ve Komünist Parti (KKE) başvuruya tepki gösterdiler. Atina caddeleri “NATO ve AET aynı sendikadır” sloganlarıyla bağıran göstericilerin istilasına uğradı.
Avrupa’da da durum parlak değildi. Öncelikle Kıbrıs olayları henüz çok taze idi. Avrupa Türk-Yunan anlaşmazlıklarını, Kıbrıs gibi bir sorunu neden bünyesine taşısın? Dahası berbat durumdaki Yunan ekonomisini külfetini niye üstlensin?
Avrupa’da en iyimser tahminler bile “hele bir 10 yıl geçsin bakarız” şeklindeydi.
Üyelik başvurusundan sonraki ilk AET zirvesinde, Almanya başbakanı sosyal demokrat Helmut Schmidt, bugüne kadar pek bilinmeyen büyük bir söz söyledi:
CESEDİMİ ÇİĞNEMESİ GEREK
“Yunanistan’ın Avrupa’ya girebilmesi için önce cesedimin üstünden geçmesi gerek”... (Kaynak eski dışişleri ve savunma bakanları Petros Molivyatis ile Yiannis Varviçyotis).Komisyon’un başvurudan sonraki ilk raporu da “Yunanistan’ın aramızda yeri yoktur” diyordu.
Yazının Devamını Oku 31 Mayıs 2009
Kimi Atina’dan, kimi Hanya’dan, kimi Mora’nın Kalamata şehrinden gitmiş İstanbul’a. Cihangir’i seviyor biri, Tarlabaşı’nı öteki, Ortaköy’ü diğeri. Kimi gazeteci, kimi fotoğrafçı, kimi müzisyen, kimi öğretmen. Hepsinin ortak bir yanı var. Onlar İstanbul’da yaşayan Yunan gençleri. Her birinin ayrı bir öyküsü var, Ege’nin bir yakasını bırakıp karşı yakasına gitmelerinin bir nedeni. Peki ne düşünüyorlar İstanbul için, Türkiye, Türkler için? Kathimerini gazetesinin Pazar eki “K” dergisinde kapak olan İstanbul’daki Yunan gençleri anlatıyor, bana aktarmak düşüyor:
Yorgos Marinakis: (28 yaşında müzisyen, 2002’den beri istanbul’da) Türkler nazik ve misafirperver. Müziklerinde bir hüzün bir melankoli var. Kaderciler. Kahve falına o kadar meraklı olmaları tesadüf değil. Fazlasıyla duygusallar. En ufak bir şeyde hemen alınıyorlar. Biz onlardan çalışkanlığı ve yanıbaşımızdaki insana ilgiyi, onlar da bizden daha rahat olmayı, hiyararşiye daha az uymayı öğrenebiliriz”.
Anna Kuvaraki (27 yaşında gazeteci, 2008’den beri İstanbul’da): “Yunanlıların sandığının aksine İstanbul çok pahalı bir şehir. Kendime bir Türk ile kesinlikle ilişki kurmayacağım diyerek gelmiştim. Kafamda kıskanç ve kadına baskı yapan Anadolu erkeği modeli vardı. Ancak tanıştığım erkek arkadaşım Aygün bu modelden çok uzakta. Eğer aşırı dindarları katmazsak iki halkın pek bir farklılığını görmüyorum.
Anthi Mara (32 yaşında Fransızca öğretmeni 2004’den beri İstanbul’da): “Burada gençlere daha çok fırsat doğuyor. Diploman varsa kolay iş buluyorsun. Mükemmel meslektaşlarım var. Asla rebaket içinde değiller. Bir sorun çıktığında Yunanlı zırlamaya başlar, Türk ise soruna çözüm bulmaya çalışır”.
Yason Athanasiadis (30 yaşında fotoğrafçı 2008’den beri İstanbul’da) “Atina her zaman İstanbul’un yanında taşra kalmıştır”.
Haris Theodorelis (27 yaşında Latince ve eski Yunanca öğretmeni) “Boğaziçi Üniversitesi’nde geldiğim ilk günden beri meslektaşlarım bana çok sıcak davrandılar. Türkler şaşılacak derecede namuslu ve sadık. Sarıldıklarında bile ne kadar şefkatli olduklarını hissettiriyorlar”.
Marina Drimalitu (26 yaşında siyaset bilimcisi, 2007’den beri İstanbul’da): “Vatanımda İstanbul’a geldik diye bizi deli sayan bir sürü insan var. Onlar İstanbul’da genç bir Yunanlı olmanın ne güzel bir şey olduğunu bilmiyorlar”.
Serrez’den Türkiye’ye 4 madalya
İyi, güzel haberlerim var Serrez’den... 8-13 Mayıs’ta düzenlenen Serrez 6. Öğrenci Oyunları’nda Türkiye 1 gümüş, 3 bronz madalya kazandı. Madalyalar okçuluk, yüzme, ritmik jimnastik ve hentboldan geldi. Türkiye’den Serrez’e giden öğrenciler hem İstanbul’un 2010 Avrupa kültür başkenti olacağının tanıtımını yaptılar, hem de çeşitli ülkelerden bu oyunlara katılan 1300 öğrenciye sponsorları Karaköy Güllüoğlu Baklavacı’sının lezzetlerini tattırdılar. Serrez’deki oyunlarda Türkiye’yi kim temsil etti diyorsanız hemen söyleyeyim. Beyoğlu’ndaki Zoğrafyon Rum Lisesi’nden 12-15 yaş grubu 16 öğrenci. Koskoca bir bravo..
İdil Biret, Atinalı müzik dostlarını büyüledi
İyi, güzel haberlerim var Atina’dan... Takdime gerek yok, büyük sanatçı İdil Biret bir kez daha Atina’daki “Müzik Dostları Sarayı”nda piyanonun başına oturdu ve sihirli parmaklarından çıkan notalarla yüzlerce klasik müzikseveri büyüledi.
İdil Biret, dünyada en iyi akustiğe sahip konser salonlarından Müzik Dostları Sarayı’nda 20 Mayıs gecesi ölümsüz bestekarların eserlerine bir kez daha hayat verdi.
Resitalde elde edilen gelir, Yunanlı genç piyanistlerin yurtdışı eğitimini amaçlayan “Gina Bachauer” bursları için kullanılacak.
Trakyalı türk ve Yunan çocukların resim sergisi
İyi, güzel haberlerim var Batı Trakya’dan... Ressam Füsun Süka’dan daha önce de bahsetmiştim. Türk-Yunan ayırımı yapmaksızın atölyesinde 50 öğrenciye resim sanatını ve inceliklerini öğretiyor. İşte çoğu çocuk yaştaki öğrencilerin 270 eseri “Gümülcineliler Kulübü”nde sergilendi.
Koskoca bir bravo.
Yazının Devamını Oku 24 Mayıs 2009
Birinciliği Makedonya Kralı Büyük İskender kazandı. “Makedonya ve Makedonlar Yunandır” tezi doğrultusunda Büyük İskender Yunan sayılıyor bu diyarda.
Aylar süren bir yarışmada önce 100, sonra 10, finalde de tüm zamanların en büyük şahsiyeti belirlendi Ege’nin bu yakasında. Katılım beklentilerin çok üzerinde oldu ve “En büyük Yunanlı” için tam 700 bin oy sayıldı.
Yarışmanın birincisi belliydi. Son yıllarda Atina ile Üsküp arasındaki Makedonya anlaşmazlığında paylaşılamayan Büyük İskender.
İskender Yunanistan’daki yarışmada 127 bin oy ile tüm zamanların en büyük Yunanlısı seçildi. “Makedonya ve Makedonlar Yunandır” tezi doğrultusunda Büyük İskender Yunan sayılıyor bu diyarda.
İkinci sırada sürpriz bir isim var. Ömrünün büyük bölümünü Almanya ile ABD’de geçiren ve rahim ağzı kanseri teşhisinde kullanılan “Pap-test”i bulan araştırmacı doktor Yorgos Papanikolau’ya (1863-1962) 103.661 oy çıktı.
Yunanlıların 1821’de Yunanlıların Osmanlıya karşı başlattıkları bağımsızlık savaşının kahramanlarından Theodoros Kolokotronis (1770-1843) 84.007 oyla üçüncü sırada yeraldı. Kolokotronis bağımsızlıktan sonra iktidara heveslendi, siyasete karıştı. Bavyera’dan gelen ilk Yunan kralı Othonas’a (Otto) ve hükümete darbe hazırlığı yaptığı suçuyla yıllarca hapis yattı.
BAŞBAKANIN AMCASI ALTINCI
Bugünkü Yunanistan Başbakanı Kostas Karamanlis’in amcası ve Yunanistan’ın eski başbakan ve cumhurbaşkanlarından Konstantinos Karamanlis (1907-1998) 63.934 oy ile dördüncü oldu. Albaylar Cuntası (1967-1974) sonrasındaki ikinci başbakanlık döneminde büyük işler yaptı. Yunanistan bugün eğer Avrupa Birliği üyesiyse bunu Karamanlis’e borçlu.
Yazının Devamını Oku 17 Mayıs 2009
Yunanistan’ın 1 numaralı Karagöz gölge oyunu ustası Evgenios Spatharis 85 yaşında öldü. Başbakan Kostas Karamanlis “Hepimiz onun kahramanlarının hikâyelerini dinleyerek büyüdük” dedi. Bir taraf Türk diyor, bir taraf Yunan. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne göre ise, Karagöz, Türk kültüründen alınma...
Valizinde “kahramanları” ömrünün 60 küsur yılını o köy senin bu köy benim, o ülke senin bu ülke demeden dolaşarak tüketti. Nereye gittiyse cömertçe dağıttı kahkahayı.
Katılmadığı şenlik, festival kaldı mı bilmiyorum ama ünü Yunanistan sınırlarının çok ötesindeydi. Avrupa’dan Atlantik ötesine kadar sayısız ülkeden ödüller aldı.
Dünyası küçücük perdesi, kuklaları (tasvirler), onlara hayat vermek için kullandığı Y şeklindeki tahta çatal sopaları ve tefinden ibaretti. “E re glendia” (aman ne eğlence olacak) narasıyla başlardı temsillere.
Başrol kahramanı hep Karagöz (Karagiozis) idi. Onun Karagöz’ü, kâh Büyük İskender’le buluşur, kâh bir diktatöre karşı isyan ederdi. Krallara, zalimlere kafa tutardı. Yırtık pırtık kıyafetine aldırmaz, karşılaştığı zorluklarla dalga geçerdi. Sözünü, doğru sözünü esirgemezdi...
Yunanistan’ın 1 numaralı Karagöz gölge oyunu ustası Evgenios Spatharis 85 yaşında öldü. Başbakan Kostas Karamanlis “Hepimiz onun kahramanlarının hikâyelerini dinleyerek büyüdük. Kalbimizde çok önemli yeri olan bu insana veda etmenin üzüntüsü içindeyiz” dedi.
Spatharis, kendi Karagöz’üne sahip çıktı. Onun adına müze bile kurdu. Birkaç kez kendisini izleme şansı bulmuştum. Gerçekten büyük bir ustaydı.
KARAGÖZ DEDİ DİYE 20 AY HAPSE MAHKÛM OLDU
Ege’nin iki yakasında Karagöz-Karagiozis de, cacık-tzatziki, köfte-keftes, baklava-baklavas, lokum-lukumi gibi tartışma konusu. Bu kahramanın ve bu sanatın patenti hakkında görüşler birbirinden okyanuslar kadar uzak. Bir taraf Türk diyor, bir taraf Yunan. Ben Karagöz ile de güldüm Karagiozis ile de...
Aidiyet için tarihin derinliklerine dalıp, tozlu raflarda dolaşmak yerine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin iki yıl önce aldığı ve bu tartışmalara belki de son noktayı koyan bir kararına değineceğim.
Karagiozis’in günümüz Yunancasında mecazi bir anlamı vardır. Gülünç ya da palyaço demek için de kullanılır. Taşrada küçük bir gazetenin sahibi olan Aleksandra Katrami bir hâkim hakkında “Karagiozis” diye yazdığı için Yunan mahkemesi tarafından 20 ay hapis cezasına çarptırılınca Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurdu. AİHM, Katrami’yi aklayıp Yunan devletini 7 bin Euro para cezasına çarptırdı. Karar gerekçesinin bir paragrafında şunları belirtti:
“Karagiozis, Türk kültüründen alınan Yunan gölge oyunundaki bir kukla tipidir.”
Yunan Dışişleri Davutoğlu şifrelerinin peşinde
Yunan Dışişleri’nde Türkiye ile ilgili konulara bakan diplomatlar bugünlerde bir bilmeceyi çözme çabasında: Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu...
Türk dış politikasının yeni patronu ile ilgili her şey mercek altına alındı. Yazdıkları, söyledikleri inceleniyor, konuşmaları deşifre edilmeye çalışılıyor.
Davutoğlu’nun özellikle “Stratejik Derinlik” adlı kitabı satır satır okunup değerlendirildi Atina’da.
Ayrıca “Türkiye’nin komşularıyla sıfır sorunları olması” ilkesi üzerinde de duruldu. Yunan Dışişleri’nin, Davutoğlu’nun bu görüşüne bakışı “Niyet olarak, esas olarak şüphesiz olumlu ama siyaset olarak nasıl uygulanacağını zaman gösterecek” şeklinde.
İKİ GAZETEDEN İKİ GÖRÜŞ
Yunan Dışişleri Bakanı Dora Bakoyani, Ahmet Davutoğlu’nun bazı yazılarını okuduğunu söyledi ve “Komşularımızla sorunlarımızın olmamasını dilerim” dedi.
Yunan medyası da Davutoğlu şifresini çözme çabasında. İki örnek vereyim:
Kathimerini Gazetesi: “Karanlıktan aydınlığa, kulisten sahneye çıktı. Gölge adamdı dışişleri bakanı. Türk dış politikasının Henry Kissinger’i. Neo-ottoman ve Türkiye’nin bölgede süpergüç olması teorilerinin mimarlarından...”
To Vima: “Atina, Davutoğlu’nun görüşlerini biliyor. Buna karşı hangi plan temelinde hareket edeceğini tespite çalışıyor. Türkiye’nin yeni dışişleri bakanı güçlü ve iddialı bir oyuncu. Ancak kimilerine göre de Davutoğlu teorisi abartılı ve Türkiye’nin gerçek gücü ile bağdaşmıyor...”
Yunan Dışişleri’nde, Davutoğlu ile ilk resmi temas bekleniyor sabırsızlıkla. Göründüğü kadarıyla da bu temas gecikmeyecek. TC’nin Atina Büyükelçisi Oğuz Çelikkol, Yunan Dışişleri Bakanı Bakoyani’ye Ankara’yı ziyaret etmesi için Davutoğlu’nun davet mektubunu iletti. Ziyaret tarihi belirlenmedi ama öyle uzak bir tarih olmayacak.
Bir kanepeye 80 kişi sığdı
Bir kanepeye kaç kişi sığar? Siz deyin 3 ben diyeyim 5. Ancak iş Guinness rekorlar kitabına girmekse, 80 kişi de bir kanepeye sığar.
Mobilya firması Eurohause’ın yöneticileri reklamlarını yapabilmek için 84 metre 80 santim uzunluğunda bir kanepe imal ettiler. 600 metre kumaşın harcandığı kanapenin hazırlanması 10 gün sürdü. Selanik’teki mobilya fuarında ilk kez sergilenen kanapeye tam 80 kişi oturdu. Guinness kitabına giren bu yeni rekor öncesinde dünyanın en büyük kanepesi 51 metre 40 santim uzunluğundaydı ve Danimarka’da imal edilmişti.
Söz Guinness rekorlar kitabından açılmışken belirteyim, dünyanın en büyük peynirli böreği de Selanik’te pişirildi. Tam 60 kilo tereyağı, 350 kilo peynir, 140 yumurta, 150 kilo un ve 50 kilo irmikten oluşan börek 7 metre uzunluğunda ve 1200 kilo ağırlığında bir tepsiye yerleştirildi. Ardından vinç ile kaldırılıp yakılan kömür ateşinin üzerine kondu.
Soğuyunca da dilim dilim kesilip yoldan geçenlere dağıtıldı.
Yazının Devamını Oku 10 Mayıs 2009
Dimitrios Çaprunis ile Themos Kaçayanis ve Evangelia Vlami ile Olga K (soyadının hala gizli tutulmasını istiyor) geçen yıl haziran ayında Ege’nin cennet adalarından Tilos’da evlendiler.
Adanın belediye başkanı Tasos Aliferis’in kıydığı eşzamanlı iki nikah, Yunanistan’da ilk eşcinsel evlilikleri olması yüzünden çok konuşuldu çok tartışıldı.
Din adamları “Allah çarpacak” diyerek ayaklandı, muhafazakar çevreler “vatan millet elden gidiyor” yaygarası kopardı. Adalet Bakanıysa “Eşcinsellerin evlenmesine izin veren kanun maddesi yok. Bu evlilikler yasak” diye açıkladı.
Buna karşı, nikahları kıyan belediye başkanı Aliferis o günlerde Hürriyet’e “Avrupa hukuku her türlü ayırımcılığa karşıdır. Ben dünya vatandaşıyım. Gerekli evraklara sahipseler TC vatandaşı eşcinsellerin de nikahını kıyarım” diyordu.
İlk eşcinsel evliliklerin üzerinden neredeyse bir yıl geçecekti ki Tilos adasının bağlı olduğu Rodos adası mahkemesi birkaç gün önce bu nikahları geçersiz kıldı. Mahkeme “eşcinsel evliliği olamaz” kararı aldı.
EVLİ ÇİFT OLARAK BEYANNAME VERDİLER
İki çift de mahkeme kararına itiraz edecek. Sonuç değişmezse de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvuracaklar.
Evliliği mahkeme kararıyla geçersiz kılınan, aynı zamanda Lezbiyenler Derneği Başkanı olan Evangelia Vlami, birçok AB ülkesinde, Güney Afrika’da ve ABD’nin bazı eyaletlerinde, hatta Nepal’de bile eşcinsel evliliklerine izin verildiğini belirtirken, Dimitrios Çaprunis “Şok oldum. Tek isteğim insanlar arasında yüzde 100 eşitlik” dedi.
Yazının Devamını Oku 3 Mayıs 2009
6-7 Eylül olaylarını konu alan Güz Sancısı filmi Yunanistan’da 17 sinemada birden gösterime girdi. Ta Nea Gazetesi yazdı: Peki bir Yunan yönetmen, Kral Konstantin ordularının Anadolu’dan geçişinde işlediği cinayetleri anlatabilir mi? Bazılarına göre görebileceği en kötü kâbus olurdu.
Yunan medyasının ve dolayısıyla kamuoyunun aylar öncesinden ilgi gösterdiği Güz Sancısı Atina, Selanik ve Gümülcine’de tam 17 sinemada vizyona girdi. Senaryosu itibarıyle (İstanbul’da 6-7 Eylül 1955 olayları) filmin Yunanistan’da çok iyi iş yapacağına şüphem yok.
Atina’nın Nişantaşı’sı Kolonaki semtinde, Embassy sinemasında düzenlenen görkemli gala gecesi bile Güz Sancısı’na ilginin nasıl büyük olacağına işaret.
Kimler yoktu ki? Yazarlar, eleştirmenler, sinemacılar, işadamları. En az 250 davetli vardı gala gecesinde.
Daha önce Yunan gazete ve televizyonlarına sayamadığım kadar demeç veren yönetmen Tomris Giritlioğlu’na duygularını sordum. “Filmin Yunanistan’da gösterilmesinin heyecan verici bir yanı var. İstanbul’daki Rumların tepkisini aldım. Yunanistan’daki tepkileri çok merak ediyorum. O dönemi yaşayan bazı seyirciler 6-7 Eylül sahnelerini yeterli bulmayabilir. Ana karakterdeki Rum kadınının bir fahişe gibi gösterilmesine de tepki gösterilebilir. Ancak yine de tepkilerin çok olumlu olmasını bekliyorum” dedi.
FİLME ŞAPKA ÇIKARDILAR
Sevinci gözlerinden okunan sinema sanatçısı Murat Yıldırım “Filmin Yunanistan’da gösterilmesi önemli. Beğenileceğini umuyorum. Bugün Yunanistan’da yaşayan insanlar bir zamanlar bugün bizim yaşadığımız evlerde yaşadılar. Aslında iki halk birbirine uzak değil. Dolaplarımızda neler var biliyoruz. Biz dolabımızdan bir şey alıp buraya getirdik” diyerek anlattı duygularını.
Sanatçı Beren Saat’in dudaklarından ise “Gösterilmesinden çok ilgi görmesi önemli. Güz Sancısı, Türkiye’nin tarihi ile yüzleştiği bir film. Biz bunu yapabildik diyerek göğsümüzü gere gere buraya geldik” sözleri çıktı.
Gazetelerdeki eleştirilere göz attım. 6-7 Eylül olaylarını işleme cesaretini göstermesinden dolayı Güz Sancısı’na şapka çıkardı Yunan eleştirmenler. Karanlık bir döneme ışık tutmaya çalışan Tomris Giritlioğlu için ağızbirliği etmişçesine “bravo” dediler.
1974 ÖNCESİNDEN BAHSEDİLMEZ
Güz Sancısı sayesinde buralarda “Biz tarihimizle ne yapıyoruz?” diyenler de oldu.
Sözgelimi Yunanistan’da, Kurtuluş Savaşı (Küçük Asya Felaketi olarak anılır) öncesinde Anadolu’da neler yaşandığını söyleyebileceklerin sayısı son derece sınırlı. O dönemle ilgili resmi tarihten farklı görüş beyan edenler sürüden çıkmış kuzu sayılır en azından.
Ülkenin en yüksek tirajlı gazetesi Ta Nea’nın yazarı Dimitris Danikas, Güz Sancısı’yla ilgili yazısında “Bir Yunan yönetmenin, Yunanistan’ın bölgedeki emperyalist güç rolünü üstlendiği dönemde, Kral Konstantin ordularının Anadolu’dan geçişinde işlediği cinayetleri anlatması, herhalde görebileceği en kötü kabustur” dedi.
Sözgelimi Yunanistan’da, Kıbrıs sorunu 1974’te Türkiye’nin müdahalesiyle başlar adeta. Öncesi yaşanmamış gibidir. EOKA-B örgütünün cinayetlerinden, 1960’larda yaşananlardan söz edilmez pek. Cesaret edenlerin sesi de bastırılır hep. Hatırlıyorum yıllar öncesiydi, yarısı 1974 öncesi, yarısı da 1974 sonrası Kıbrıs’ta yaşananları anlatan Duvarımız adlı belgesel ne Kıbrıs’ın iki kesiminde, ne Yunanistan ne de Türkiye’de gösterilebilmişti.
Ve sözgelimi madem Güz Sancısı 6-7 Eylül 1955 olaylarını anlatıyor, Batı Trakya’da 1990 yılının 29 Ocak gecesinde yaşananlar var. İstanbul’da yaşananlarla mukayese edilemez ama o gece çapulcular, fanatikler yüzlerce Türk dükkanı tahrip etti, yağmaladı. Korku, dehşet saatleri yaşandı. Ertesi gün bölgeye gitmek isteyen Yunan siyasetçiler bile dövüldü. Hemen unutuldu, hemen unutturuldu. Bildiğim kadarıyla Yunanistan’da ne bir gazeteci, ne bir sinemacı, ne bir belgeselci dokundu bu konuya.
Vesselam, dünyanın en medeni insanları, en medeni toplumları ve tarihleri ile çekinmeden yüz yüze gelip hesaplaşanlar galiba bu bölgede yaşamıyor.
Yunanistan’ın Teksas’ı Zoniana
Sanık sayısı 42, tanık sayısı 350, avukat sayısı da 20 olunca nasıl olmasın?
İddianame yüzlerce sayfa. Yoo aklınız başka yere gitmesin. Pire şehri mahkemesinde görülmeye başlanan Zoniana Davası’nın ilk gününden bahsediyorum.
Suçlamalar listesi uzun mu uzun. Cinayete teşebbüs, uyuşturucu üretimi ve ticareti, karapara aklanması, ruhsatsız silah taşıma, sahtekarlık, vesaire, vesaire...
Aslında ihtiyarları ve çocukları saymazsak Girit adasının Zoniana köyünün tüm sakinleri ya sanık ya da tanık bu mahkemede.
Bu köye 25 yıl polis giremiyordu. 2007 Kasımı’nda yaklaşık 50 polis yaklaşmaya çalıştığında ancak Atina’dan getirilen takviyeler, zırhlılar ve helikopterlerle girilebilmişti. Köy sakinlerinin hemen tümü meslek olarak uyuşturucu üretimi ve ticaretini seçmiş. Üstelik haşhaş ekili alanlar zeytinlik gibi gösterilip AB’den para yardımı bile alınıyor. “Çobanım” diyenin bile bankadaki hesabından 3 milyon Euro çıktı.
Yazının Devamını Oku 26 Nisan 2009
Mahalle bakkalımız Suavi Amca Paskalya’da yumurta boyayıp satardı. Tüm pastaneler paskalya çöreği yapardı. Mis gibi kokardı. Atina’da onca yıldır o tadı alamadım. Hey İstanbul... İki, bilemedin üç bin Rum’un kaldı. Ne olursun hiç üzme onları! Taksim’deki Aya Triada Kilisesi tıka basa doluydu geçen cumartesi gecesi. Hazreti İsa’nın göğe yükselişinin müjdesini almak için büyük bir çoğunluğu Yunanistan’ın dört bir yanından gelen turistlerin oluşturduğu kalabalık kiliseye sığmamış, büyük avluyu da doldurmuştu.
Fotoğraf makinaları ve cep telefonlarıyla o kutsal geceyi ölümsüzleştiriyorlardı. Dönüşlerinde akrabalarına, dostlarına anlatmak için. Az sayıdaki İstanbullu Rum da Yunan turistleri dikkat ve bazen de hayretle izliyorlardı.
Gece yarısı yaklaştığında ayini yöneten despot ve diğer din adamları kiliseden avluya çıktılar.
Kudüs’ten, Kutsal Kabir Kilisesi’nden getirilen nur mumdan muma yayıldı. Ve tam gece yarısı “Hristos Anesti” yani “İsa göğe yükseldi” duyuldu.
Herkes birlikte söyleme başladı. Herkes birbirine “İyi Paskalyalar” diledi.
Aya Triada Kilisesi birkaç dakika sonra boşalmaya başladı. İstanbul’da hâlâ yayınlanan Apoyevmatini Gazetesi’nin sahibi Mihalis Vasiliadis ile karşılaştım. Yanında duran ak saçlı, ak bıyıklı, güleryüzlü soydaşımı biraz geç fark ettim.
Zoğrafyon Rum Lisesi’nin eski müdürü Dimitri Frangopulos dimdik oradaydı. Birkaç ay önce Yunan televizyonlarına konuşurken “Ben Atina’ya göç etmedim. Çünkü gitseydim İstanbul Rumları “Frangopulos da gitti” diyeceklerdi. Ümitlerini iyice yitireceklerdi. Üstelik gitseydim İstanbul’dan, aynada nasıl bakardım yüzüme?” diyecek kadar yürekli cesur Dimitri Frangopulos.
Elini öptüm... Gözlerim doldu. Yanaklarımı okşadı. Yıllar önce, ben öğrenci o müdürken o baba, o babacan tavrından hiçbir şey kaybetmemiş. Ne büyük insan..
Kilisenin kapısında izdiham yaşanıyordu. Yunan turistler, ellerinde mumlarla otobüslere yöneliyorlardı. Otellerinde, kırmızıya boyanmış yumurtalarını tokuşturacaklar, yemek yiyeceklerdi.
Çocukluğum, delikanlılığım geldi bilmem kaçıncı kez aklıma. O zamanlar sadece İstanbul Rumları doldururdu kiliseyi. Yunanistan’dan öyle turist murist gelmezdi. Kilise içinde yaktığımız mumları da, kilise içinde söndürürdük. Acı hatıralar bize bunu öğretmişti.
Ancak buna karşı, mahalle bakkalımız Suavi Amca Paskalya’da yumurta boyayıp satardı. İstanbul’un Avrupa yakasında bildiğim tüm pastaneler paskalya çöreği yapardı. Mis gibi kokardı. Atina’da onca yıldır o tadı alamadım.
Geçmişle yaşanmıyor elbet...
Türk-Yunan ilişkilerindeki olumlu gelişmelerin etkisini vurgulamam gerek. Belki on binlerce Yunan turistin sayesinde oldu ama İstanbul’da birçok kilisede kalabalık vardı Paskalya gecesi. Ortaköy’de, Bebek’te, Yeniköy’de. Bu bile sevindirici.
Hey İstanbul... İki, bilemedin üç bin Rum’un kaldı.
Ne olursun hiç üzme onları!
Atinalı turist kızın İstanbul izlenimleri
Yeşiköy’de, Bebek’te kahvelerimizi içip ilişkilerimiz hakkında konuştuk uzun uzun. Alışveriş merkezlerinde oraya buraya koşuşturduk. Kumkapı’da rakı içtik, fasıl dinledik. Nişantaşı’nda “bu kadar da lüks mekan olur mu?” (Long Table) sorusuna cevap arayarak yemek yedik. Atina’dan ya, misafirim dengeyi tamamen kaybetmesin diye sevgili Fedon’un sahne aldığı Zorba’dan, dostlarım Petro’nun, Rula’nın, Panço’nun sahne aldığı Neşe Gazinosu’ndan geçtik. Cahide’de eğlendik. Beyoğlu’nda nargile içtik tavla oynadık. Kapalıçarşı’nın altını üstüne getirdik. Balıklı Rum Hastanesi’nde ağırlandık. Hürriyet Gazetesi’ne gittik. Cihangir’de mola verdik. Fener’de Patrikhane’yi ziyaret ettik.
Çünkü zor bir misafirim vardı İstanbul’da. Bu şehre çocukluğunda sık gelen kızım Marianna ilk kez genç bir kız, genç bir kadın olarak geliyordu.
Beş gün dolaştıktan sonra, gazeteci kimliğimle sordum “neyi beğendin, neyi beğenmedin” diye Atinalı Marianna’ya.
Trafikten şikayet etti: “Bu insanlar nasıl olur da onca saatlerini otomobillerin içinde yolda geçiriyorlar.”
Türkiye’nin gündemindeki konuları bir türlü kavrayamadığından hep “olur mu öyle şey ya” diyerek asgari ücreti, çalışma saatlerini de öğrendiğinde şaşırdı.
Sahilyolunda insanların kilometrelerce piknik yapmalarını hayli kitsch buldu önce ama sonrasında “Ya fakir insanlar da bir şekilde eğlenebiliyor. Atina’da mümkün değil ki” dedi.
Yaşıtı öğrencilerin okul forması giymelerini yadırgadı önce ama sonra bunun da bir güzelliği olduğunu söyledi.
Polislerin, silahlarını görünür şekilde taşımaları dikkatini çekti.
Otobüsleri yeni ve bakımlı buldu. Taksileri hiç beğenmedi. Atina’da İstanbul’daki kadar lüks arabalara da rastlamadığını anlattı.
Yemeklere hayran kaldı.
En çok ne dikkatini çekti soruma ise, gerçekten ilginç bir tespitle cevap verdi: “Elele dolaşan insanlar. Herkes elele dolaşıyor. Duygular capcanlı. İnsan ilişkileri samimi. Bizim oralarda bunlar yok.”
-Peki İstanbul’da yaşar mıydın?
-Elbette baba...
Yazının Devamını Oku