Paylaş
Ben istemezdim.
Ben böyle algılamayı sevmediğim için de, çocuklarıma iyi şeyler yaptıklarında ödül, kötü şeyler yaptıklarında ceza verme yöntemi üzerine kurulu bir ilişki kurmayı reddediyorum.
Sevmiyorum o tarz ilişkiyi. Yanlış da buluyorum. Zaten pek de yapamıyorum.
Benim gibi yapın diye demiyorum bakın. Aman ha! Bu benim tecrübem, benim fikrim, benim anneliğim.
Ödül/ceza yöntemi benim çocuklarıma hiç mi hiç yaramadı. Hatta ceza ektiğimde biçtiklerim daha çok beni cezalandırdı.
Nasıl hayat her zaman siyah/beyaz-acı/tatlı-sert/yumuşak değilse, çocuklar da sadece ödül/ceza kavramı ile büyütülemiyor bence. Çocukların bu hayatta gri bölgeler de olduğunu, ceza almadan da hata yapılabildiğini, ödül olmadan da iyi davranılabildiğini öğrenmeye ihtiyaçları yok mu sizce?
Var bence.
Sabır lazım tabi bize en önce, sabır!
Hem zaten bu hayatı “doğru” yaşamayı öğretmenin de tek bir yolu yok ki!
Bazen o kural sana işler, bana işlemez. Onun gibi.
Bence en doğru ve kendi ailesine uyan yolu, deneye yanıla kendi buluyor insan.
Bir yerde ödül/ceza sistemini okudun diye körükörüne uygulamakla olmuyor bu iş. Her çocuk aynı değil. Her ev ortamı da farklı. En önce bunu unutmamak lazım.
Aklımda size vermek istediğim birkaç örnek var.
Oğlum ne zaman ablasına vurdu mesela, ben de ona kızıp: “Ablana vurma!” diyerek ceza verdim; ablasını iyice hedef belledi kendine. Ama ne zamanki oğlum ablasına vurunca ona kızmak, çezalandırmak yerine gidip kızımın acısını paylaştım, kızıma ilgi gösterip oğlumu umursamadım; oğlum sinir oldu kendine. Kendi kendini cezalandırdı bir şekilde.
“Yahu bu işten benim hiç kazancım yok!” dedi ve sanırım vurmaktan vazgeçti gitgide.
Canı yananın, ilgiye ihtiyacı olanın yanında olmak; suçluya en büyuk ceza bence.
Çünkü çocuk ödüle ödül, cezaya ceza gibi bakmadan önce, ilgiye bakıyor bence. Yani bağırdığın zaman da ilgi görmüş gibi hissediyor. İyi ilgi de ilgi, kötü ilgi de ilgi.
Azar budalası olmak da, etmek de kötü.
İnsanın verdiği cezanın sonradan çok ağır olduğunu farkedip sırf tükürdüğünü yalamamak adına hafifletmemesi de feci. Gerçekten öyle. Bazen insan öyle sinirleniyor ki çocuğuna, hakikaten durumu abartabiliyor. Yani benim abarttığım oluyor da...
Oysa “Evladım ben o sinirle dozu kaçırdım. Sen daha miniciksin, seni hayata bu kadar küskün ve katı hissettireceğime gel vazgeçelim, anlaşalım seninle. Unutalım olanları, tekrarlamayacağımıza da söz verelim, ceza yok bu seferliğine...” demekle ölünür mü sizce?
Ölünmez. Ölünmüyor. Ben dedim, ölmedim. J
Çocuğuna; insanlar hata yapabilir, affedebilir, yeni şanslar edinebilir, insanlara şans verilmelidir demek; inat için inat etmeyi öğretmekten daha iyi değil mi sizce?
Bence öyle.
Hani size anlatıyorum ama, esas laf kendime.
Bilmiyorum. Bazen aynen böyle düşünüyorum. Bazen sinir anında sapıtıp tüm dünyayı bırakın siyah-beyaz görmeyi, mosmor görüyorum.
Anneliği her gün yeniden öğreniyorum. Öğrene öğrene bitiremedim anasını satayım.
Sürekli suçlayıcı “sen” mesajı yerine, örnek “ben” mesajı vermek için kendimi dürtüyorum.
Sonuç mu?
Karşımda yaptığından mahçup kocaman sevgi ve umut dolu iki çift göz. Çok da şekerler, çoook!
Yaptığım yanlış mı, doğru mu tam bilmiyorum ama, elimden gelenin en iyisini yapmayı deniyorum. Çocuklarımı tanımaya çabalıyorum.
Ben hayatı ve çocuklarımı içimden geldiği gibi düşe kalka yaşamayı, sanırım kesin kurallarla yaşamaktan daha çok seviyorum.
Yonca
“Deneyip yanılır, düşüp kalkarken”
Paylaş